Kalkan: Halk Belediyeler etrafında insandan duvar örmeli

AKP'nin DBP'li belediyelere 'kayyım' atamasını değerlendiren PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Halkın seçilmiş belediyelerini zorla ele geçirmeye çalışanlar bilsinler ki, kendilerinin kullandığı zor kadar zora hedeftirler” dedi.

Halkın iradesine sahip çıkacağına dikkat çeken Kalkan, “halk belediyeler akın ederek belediye etrafında insandan duvar örmeli” dedi. DAİŞ’e ya da Fetullahçılara karşı mücadele ediyorum, diyerek Kürt halkına karşı saldırıların AKP’nin faşist bir taktiği olduğunu söyleyen Kalkan, Kürdistan’da öğretmenlerin görevden alınmasına ilişkin ise şunları söyledi: “Kürdistan’da ‘okul’ denen yerler direniş olmazsa okuldur, direniş olursa kışladır! Okullar ve kışlalar aynı işlevi görüyor. Kürdistan’da öğretmenlik yapanlar da soykırım sisteminin kendilerini kullandığını anlamalıdır.”

PKK Yürütme Komitesi (YK) Üyesi Duran Kalkan gündemdeki gelişmeleri MED NÛÇE’ye değerlendirdi.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin 36. Yıldönümünü. Türkiye ve Kürdistan’da da darbe-karşı darbe ya da darbe mekaniği olarak da tanımlanan bir dönemden geçiyoruz. Bugün yaşananlar ile 12 Eylül darbesi arasında nasıl bağ olduğunu düşünüyorsunuz?

12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin yıldönümünde birçok darbenin iç içe geçmiş biçimiyle giriliyor. 12 Eylül darbesi, Türkiye’de darbeciliği siyasetin temel yöntemi haline getirmiş bulunuyor. Kuşkusuz önceki 12 Mart ve 27 Mayıs darbeleri de vardı, fakat 12 Eylül gibi siyasetin darbe mekaniğine bağlandığı bir sonucu önceki darbeler ortaya çıkarmamıştı.

Kenan Evren cuntası kendini 9 yıl boyunca Türkiye’nin her şeyi kıldı. Düşünceleri doğru, sözleri talimat, yaptıkları kanuni görüldü. Buna göre kendi anlayış ve ölçülerine göre bir siyasi-askeri durum oluşturdular; toplumu o cenderenin içine koydular. O cendereye girmeyenleri ezdiler, katlettiler, tutukladılar, idam ettiler. Sonunda ortaya çıkardıklarını yeni bir hukuki sistem diye anayasal-yasal yapıya kavuşturmaya çalıştılar. Hala Türkiye’de hakim olan yasal düzenlemeler bunlardır.

14 yıllık Tayyip Erdoğan yönetimi de bu anayasa ve yasalarla bu toplumu yönetiyor. Dolayısıyla hep 12 Eylül faşizmini restore etmeye çalıştı. Toplumu aldatmak için demokratik söylemlerde bulundu ama pratikte 12 Eylül faşizmini AKP faşizmine dönüştürdü. Devlet Bahçeli dahil, CHP ve AKP tümü 15 Temmuz askeri darbe girişimi ardından artık 93 yıllık cumhuriyet sisteminin çöktüğünü ilan ettiler. Bu, bir yanıyla 12 Eylül askeri darbesinin çıkardığı sisteminin de tümüyle çöküşü anlamına geldi.

12 Eylül bir NATO darbesiydi. Pentagon ve Bürüksel “bizim çocuklar Türkiye’de iş yapmışlar” diyerek darbeyi onayladı. O dönemin koşullarına göre Türkiye’yi NATO’nun kapitalist modernite sisteminin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırmayı hedefliyordu. Toplumsal muhalefet; işçiler, kadınlar, emekçiler ve özellikle de Kürt halkının gelişen özgürlük mücadelesinin bu çıkarları tehdit etmesi karşısında devrimci-demokratik muhalefeti ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni ezmek üzere bu darbeyi gerçekleştirdiler.

Darbe, Kürdistan’da ortaya çıkan özgürlükçü gelişmeleri ve toplum muhalefetini ezmek ve devleti faşist-askeri temellerde yeniden yapılandırma hareketiydi. Bu, Türkiye cephesinde tümüyle başarılı oldu. Darbenin Kürdistan’da kalıcı olmasını 15 Ağustos gerilla atılımı temelinde Kürt halkının direnişi engelledi. Dolayısıyla bu ayağın bir ayağı topal oldu.

12 Eylül faşizmine karşı en büyük direnişi Önder Apo öncülüğündeki PKK yürüttü, Kürt gerillası yürüttü; Mazlumlar, Hayriler, Kemaller yürüttü. Zindan kahramanlığı, gerilla kahramanlığı, kadın ve gençlik kahramanlığı bu mücadeleyi yürüttüğü ve darbeyi Kürdistan’da yenilgiye uğrattı.

Bu mücadele bugün de en keskin düzeyde ve zirvede seyretmektedir. Gelişmeleri bu mücadele daha ileri düzeyde belirlemektedir. 36 yıl önce de darbenin en temel gerekçesi buydu. Bu bir mübalağa değildir. Kenan Evren, “Helikopterle Hilvan üzerinden Batman’a gittik. Hilvan üzerinde havadan gördüklerimin sonucunda darbe yapmaya karar verdik” dedi. Kürdistan’daki gelişmelerin darbenin birinci gerekçesi olduğu, 12 Eylül askeri darbesinin birinci planda Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Kürt halkını ezmek için saldırdığı tartışma götürmez bir gerçektir.

Kenan Evren 9 yıl boyunca orduyu ve yasaları arkasına alarak bir askeri diktatör olarak ülkeyi yönetti. Şimdi onun sivil versiyonunu Tayyip Erdoğan kişiliğinde yaşıyoruz. Bu sistemde artık demokrasinin kırıntısı bile kalmamıştır. Siyaset darbelerle ve diktatörlerle yürüyor. Darbe sistemin politika tarzı haline getirildi.

Buna Önder Apo “darbe mekaniği” dedi. Sayısız darbeyle Kürdistan’da yürütülen soykırım savaşının özelliklerine göre Türkiye siyasetini şekillendirerek bugüne kadar getirmeye çalıştılar. Eskisi gibi darbe yapmak isteyenler 15 Temmuzda gördüğümüz gibi yapamadılar. Bu da sistem içerisinde değişen dengeleri gösterdi. Artık o tür darbelerle sistem kendini yürütemediği açığa çıktı. Darbe girişimi karşısında AKP hemen OHAL ilan etti ve karşı darbeyle karşılık verdi.

Bugün darbelerle yürütülen siyaset altında hiç kimsenin güvenliği yok, gelecek öngörüsü yok. Cumhuriyetin en çok itibar kaybedilen, toplum tarafından en çok nefret edilen, toplumsal çelişki ve çatışmaların en çok arttığı bir süreç yaşanıyor. Buna sistemin çöküş süreci deniliyor.

Toplumsal muhalefet duruma el koymaz, gerçek bir demokratik dönüşüm yapmazsa darbenin geldiği nokta devleti de daha çok çökertecek, toplumu da daha fazla çürütecektir. Tüm demokratik kesimleri, 12 Eylül darbesinin tüm izlerini, kalıntılarını yerle bir edecek bir demokratikleşme mücadelesine çağırıyorum.

Kürdistan’da ve dünyanın bir çok merkezinde, hem artan baskılara karşı hem de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için yürütülen mücadelelerin geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi tüm dünyayı etkisine alan mücadelenin merkezinde İmralı tecridini kırmak için yürütülen direnişler var. İmralı işkence sisteminin kırılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşturulması mücadelesi bir kişi için, zindandaki baskıların kalkması için yürütülen bir mücadele olarak görmek çok dardır. Bugün 3. Dünya Savaşı Türkiye’ye dayınmış durumda. Türkiye’de Kürdistan’ın özgürlüğüne kilitlenmiş durumdadır. Dolayısıyla Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesi sadece bir parçanın değil Ortadoğu’nun demokratikleşmesi mücadele olduğu gibi bir de neo-faşizm karşısında özgür insanlığı savunan bir mücadeledir.

Önder Apo böyle bir mücadelenin teorik, pratik, örgütsel lideridir. İmralı sistemi, bu mücadelenin karşı cephesi olarak ortaya çıkartılmıştır. Küresel boyuttaki bir mücadelenin karşı-devrimci saldırılarından biri olarak ortaya çıkmıştır. İmralı sitemine karşı mücadele küresel faşist kapitalist saldırıya karşı devrimci-demokratik mücadele yürütmenin çok önemli bir parçasıdır. Bu mücadele Kürdistan’da kilitlenmişse, Kürdistan önderinin fiziki özgürlüğü için yürütülen mücadele bir kişiye dönük mücadele değil, bir bütün insanlığın özgürlük mücadelesi anlamına geliyor.

Şimdi kitle eylemleri yayılıyor ve buna bağlı olarak yeni bir direniş ruhu oluşmuştur. Bu da faşist soykırımcı güçleri korkutmuştur. Yüzde yüzün de ötesinde haksızdırlar. Son derece haklı ve insanı bir talep Kürt halkı tarafından dirayetle yürütülüyor. Bu da iç ve dış kamuoyunu etkiliyor. Faşist rejimin maskesi düşüyor ve İmralı’nın nasıl bir sistem olduğunu ortaya çıkarıyor. Bu demokratik direnişin yayılması gerekiyor. Özellikle Türkiye metropollerine yayılması ve Türkiye demokratik güçlerini içine alması çok önemli.

Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de AKP’nin baskı uygulamaları devam ediyor. Bunun merkezinde olan İçişleri Bakanlığı’nda bir değişim oldu ve Efkan Ala’nın yerine Süleyman Soylu getirildi. Bu değişimi nasıl yorumluyorsunuz?

Efkan Ala bu faşist rejime en çok katkı sunanlardan biriydi. Amed’de süper valilik yaptı, Erdoğan’a danışmanlık yaptı ve böylesi bir dönemde içişleri bakanlığını yürüttü. Fakat kendine göre bazı görüşleri de vardı. 5 Nisan 2015 öncesi görüşmeleri yürüten ekip içerisinde vardı ve bu görüşmelere karşı değildi. Dolmabahçe deklarasyonunda da yer aldı. Ama geçen bir yılda Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak, Gever yakılıp yıkılıp, katliamlar yapılırken de içişleri bakanıydı. Bu saldırıların koordinatörlüğünü yapan kişilerden biriydi.

Tayyip Erdoğan “performans yetersizliği” diye durumu açıkladı. Dolmabahçe görüşmelerini yapanların hepsini saf dışı bıraktılar. Sadece MİT müsteşarı kaldı, o da köprüden geçildiği için duruyor! Köprüden geçilirse başına neler gelecek bilinmiyor. Efkan Ala kendisi mi çekildi, el mi çektirildi tam bilemiyoruz. MİT müsteşarı da görevi bırakmak istedi ama Erdoğan engelledi. Öyle bir zulüm makinasının başındalar ki, artık yürütemez duruma geliyorlar. Belki de Efkan Ala o hale geldi ve çekilmek durumunda kaldı.

Fakat yerine Süleyman Soylu’nun atanması ve onun uygulamaları saldırıyı geliştirmek için bir yenilenmeyi ifade ediyor. Faşist polis terörünün, devlet terörünün çok daha ileri düzeyde uygulanacağının işaretidir. Süleyman Soylu’nun AKP’ye girdikten sonra hükümete koydular. Diğer düşünceleri nasıldır bilemeyiz ama Soylu’nun müthiş bir Kürt düşmanı olduğuna kaniyiz. İki kelimesi, mimik hareketleri bile bunu anlamamız için yeterlidir. Tam bir Kürt, özgürlük ve demokrasi düşmanıdır.

Süleyman Soylu, faşist bir kişilik, bir de ukala bir kişilik. Sanki 36 yıldır bu 12 Eylül faşist darbe yönetimini yürütenlerden daha akıllıymış da “ben yaparım!” diyor. Senin hocan Demirel’se onun halini de gördük, hocan Tayyip’se, onun da 14 yıldır hali ortadadır. İnsan geçmişe bakıp ders çıkarmalı ve dikkatli konuşmalı. Faşist polis terörünü özellikle de Kürt halkına karşı kullanacağı açık. Yeni bir saldırı başlatmak üzere iş başına getirdiler.

Süleyman Soylu’nun ilk açıklamalarında DBP’li belediyelerin hedef alınacağı vardı ve ilk icraatı da 24 DBP’li belediyeye kayyım atayarak belediye yönetimlerine el koymak oldu. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi bazı belediyelere el koyuyorlar, etrafına duvar çekiyorlar. Bu konuda DBP’nin, HDP’nin ve belediyelerin yönetimleri açıklamalar yaptı, tutumlarını ortaya koydular. Biz onlara katılıyoruz. Hareketimiz de tutumunu net ortaya koydu. Bunun kabul edilir ya da gerçekleşmesine fırsat verilir yanı yoktur. Bu saldırı soykırım saldırılarının önemli bir parçasıdır. Cizre ve Sur’daki katliamlar neyse belediyelere el koyma saldırıları da aynıdır. Belediyeler, demokratik yerel yönetimlerin önemli bir parçasıdır. Bu faşist sistem de yerel demokrasiyi yok etmek için saldırmaktadır. Hiçbir hukuki temeli de olmayan saldırıların hepsi OHAL darbesinin planı doğrultusunda Kürt soykırımını hayata geçirmek için yürütülen topyekun özel savaş saldırısının temel parçasıdır.

Bu saldırıya karşı kesinlikle direnmek lazım. Biz hareket olarak direneceğiz. Gerilla direnecek! Bu işe girenler ayaklarını denk atsınlar, hedeftirler! Halkın seçilmiş belediyelerinin yerine Süleyman Soylu tarafından ya da şu-bu tarafından atanarak orayı zorla ele geçirmeye çalışanlar bilsinler ki, kendilerinin kullandığı zor kadar zora hedeftirler.

Tabi ki halk ve belediye başkanları, çalışanları direnmeli. Halk belediyelere aksın, kuşatsın. Binler, onbinler halinde belediye etrafında insandan duvar örsünler. Siyasi irade orada temsil edilmektedir. Demokrasiye sahip çıkacaksak, demokratik irademizi koruyacaksak o halde demokratik özyönetim iradesi oradadır. Seçilen iradeye de sahip çıkılmalıdır.

Şimdi iradeye sahip çıkma zamanıdır. İmralı’da ulusal irade var ve sahip çıkılmalıdır; belediyeler ise yerel iradeyi temsil etmektedir. OHAL darbesi Kürt halkının ulusal ve yerel demokratik öz iradesine saldırıyor. O halde halkın ve demokratik-demokratik güçlerin bu iradeyi korumak ve sahiplenmek için direnmeleri, bu saldırıları kırmaları şarttır.

Gün direnme günüdür. Sivil ve askeri faşist darbeler iç içe geçmiş, birleşmiştir. Bu faşist güruhun saldırısı kırılması için mutlak surette direnilmelidir. Bu temelde direniş zayıflatılamaz, geri de çekilemez. Bu konuda hiç bir tereddüt olmamalı. Sonuna kadar ileri gidiş büyük bir kararlılıkla sürmeli.

Kürdistan’da çoğunluğu Eğitim-Sen üyesi olan 11 bin 500 öğretmen görevden alındı. Tam bir yıl önce özyönetim direniş alanlarında görev yapan öğretmenler çekilmiş ve bir çok okul polis ve askerler yerleştirilmişti. Bu hatırlatmayla birlikte, Kürdistan’da öğretmenlerin görevden alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Görevden alınan öğretmenler sizce ne yapmalı?

Bu saldırılar kabul edilebilir değildir. Her yöntemle karşı durulması gereken saldırılardır. AKP 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığından yararlanarak karşı darbe yapıp her şeye el koymak istiyor. Sağ gösterip sol vuruyor. “DAİŞ’e karşı savaşıyorum” dedi ama 24 Temmuz 2015’ten bu yana Kürt halkına ve hareketimize karşı tarihin en büyük askeri saldırılarını gündeme getirdi. Şimdi “Fetullahçılara karşı mücadele ediyorum” diyor ve yine Kürt halkına, demokratik güçlere saldırıyor. Fetullahçılarla mücadele görüntüsü altında bütün muhalefet hedeflenmektedir. Bu AKP’nin faşist bir taktiğidir.

Bugün öğretmenler de dahil herkesi hedefleyeceklerdir. Kürdistan’daki devrimci-demokratik gelişmeleri daha çok hedefleyeceklerdir. Karşımızdaki gücün soykırımcı bir güç olduğunu bilerek, ona karşı hazırlık yapıp direnmek en doğru tutumdur. Öğretmenler de bunun bir parçasıdır.

İlginç tabi. Eskiden bazı okullarda faşist propaganda yapan öğretmenleri gerilla köylerden uzaklaştırıyordu; gitmeyen bazı okulları kullanılmaz hale getiriyordu: “Vay! Okula karşılar!” diyorlardı. Şimdi 24 Temmuzdan bu yana Kürdistan’daki yüzlerce okul askeri kışla haline getirmiş durumdalar. Direniş olmazsa okul, direniş olursa kışla! Demek ki okul ile kışla aynı işlevi görüyor. Kürdistan’daki rolü odur. Birisi fiziki katliam, birisi kültürel katliam. Mekanları da aynı. Bir mekan ikisine de hizmet ediyor.

Kürdistan’da ‘eğitim’ denilen şeyi herkes doğru anlamalıdır. Kürt yurtseverleri ve demokratları “çocuklarımızı okula gönderiyoruz, eğitimsiz kalmasın” demesinler. Çocukları okula değil, beyinlerinin zehirlendiği yere gönderiyorsun. Gönderme! Önder Apo dedi: “Türkiye’nin en iyi okuluna gittim, bildiğimi de unuttum.” O okullarda eğitim yoktur. Bütün halk, analar-babalar, yurtseverler bu konuda gerçeği görmeliler. O okul bir kışladır ve seni katledenler istedikleri zaman orayı bir karargah olarak kullanıyorlar. Direniş olmaz da karargaha ihtiyaç olmazsa okul olarak çocukların beynini yok ediyorlar. Fiziki yok olmanın yerini beyinsel yok etme alıyor.

Mevcut görevden alınan ya da alınacak öğretmenler şimdiye kadar maaş karşılığında memurluk yapıyorlardı. Ama Kürdistan’da öğretmenlik yapanlar Kürt çocuklarına ne öğrettiklerini görsünler. Soykırım sisteminin kendilerini kullandığını anlasınlar. Maaş karşılığında kültürel soykırıma hizmet etmek suça ortak olmaktır. Şimdi bu sisteme karşı mücadele ederek bu durumu telafi edebilirler. Okula el koymuşlarsa bir evde halkın çocuklarını kendi diliyle ve kültürüyle eğitmeyi öngörsünler. Kürt çocuklarını kendi anadillerinde öğrenecekleri bir eğitim sistemi içine alsınlar. Böyle bir eğitim seferberliği başlatsınlar. Böyle bir hareket de geliştirilebilir. Fakat bu cesaret, çaba ve fedakârlık ister.

Kürt halkı bu kışla sistemini öngören eğitim sistemini kabul etmemeli. Kürt çocukları ne kendi dilini, ne kültürünü, ne tarihini öğrenebiliyor. Kültürel soykırım fiziki soykırımdan daha tehlikelidir. Bu yüzden kültürel soykırım mekanları olan bu okullara çocuklar gönderilmemeli.

Gerillanın büyük bir direnişi var. Çelê’de bir haftayı aşkın süredir ciddi çatışmalar var. Tendürek’te kapsamlı gerilla operasyonları oldu. Çukurca’daki çatışmalara ilişkin Jandarma Genel Komutanı “ölüm-kalım savaşı veriyoruz” dedi. Bu açıklama ne anlama geliyor?

Şimdi karşımızda çökmüş bir sistem var. O yüzden saldırıları en üst düzeyde koordine edilmezse yürütemiyorlar. Yani saldırıları doğrudan genelkurmay, kara kuvvetleri komutanı, jandarma komutanı, başbakan ya da cumhurbaşkanı yürütüyor. Artık hukuksuzluğu da öngörüyorlar ve her şeyi açıktan yapıyorlar. Bir çete, baskı, terör örgütü olarak saldırı yürütüyorlar. Devlet terörü kavramına denk düşen bir saldırı var.

Bu kadar saldırgan, kanunsuz ve katliamcı hareket etmelerine rağmen ayakta kalamıyorlar. Sadece Çelê’’deki komutan değil ki, Binali Yıldırım’ın kendisi de “ya istiklal ya ölüm” dedi. Yani ölümün eşiğindeler ve ölümden bu sistemi kurtarmaya çalışıyorlar. Çökmüş olan sistemi kurtarmaya çalışmaları da olmayacak duaya ‘amin’ demek gibi bir şeydir. Şimdi karşıdakini katlederek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Yoksa kendileri bitmiştir. Yürüttükleri savaşta öyle bir noktaya geldiler. Bu faşist zulüm sistemini yürütmeyecekler ve tümüyle çöküp bitecek. Tek çare olarak elinde kalan yaptıkları katliamlardır. Onun için “ölüm-kalım” diyorlar. Karşıdakini öldürürse kendisinin kalacağını sanıyor.

Türkiye’nin Suriye’deki işgal hareketi devam ediyor. Bu harekete paralel sınır hattında Türk askerlerinin Efrin, Kobanê ve Dêrik’te YPG-YPJ mevzilerine ve Rojavalı Kürtlere dönük de saldırıları oluyor. Bu bir tahrik mi? Bu saldırılarla ne amaçlanıyor?

AKP ve TC yönetimlerinin siyasetinin zihniyeti budur; Kürt düşmanıdırlar. Sadece Kuzey’de değil, Rojava’da da, Başur’da da, Rojhilat’ta da Kürde karşılar. Barzani’yle görüşüyor olmaları Başur kürtlüğünü kabul ettiği anlamına gelmiyor. Orayı o biçimde denetimleri altında tutuyorlar. Bütün Kürtlüğün de öyle olmasını istiyorlar. PKK ona karşı direnen bir harekettir. Zindanda da Mazlumlar, Kemallere, Hayrilere “öyle olun!” dediler ve PKK onu reddetti ve direndi. Rojava da ona karşı direniyor. Başur’daki yönetimin durumunu başka Kürtler kabul etse onları da kabul edecekler. AKP’nin içine de öyle Kürtler koymuşlar. Özgür Kürde karşılar, iradeli Kürde karşılar. Kürt özgürlüğüne ve varlığına karşılar.

Denebilir ki, “Hewler’deki yönetim bir Kürt yönetimi değil mi?” İyi de onları Rojava ve Bakur’daki Kürtlüğe karşı savaştırmak için yanına çekiyor. Bir özel savaş taktiği. Rojava ve Bakur’daki direniş olmasa Barzani’ye merhaba bile demezler. Bir onbaşıları bile görüşmez. Geçmişte görüşemiyorlardı, biz o günleri de biliyoruz. Şimdi Cumhurbaşkanı ve başbakanla görüşüyorlarsa bu PKK’nin geliştirdiği özgürlük direnişi sayesindedir. Türkiye, Güney Kürtlüğünü irade olarak kabul etmiyor.

Rojava’ya karşı ise baştan beri savaş halindeler. DAİŞ’i baştan beri AKP besledi, palazlandırdı. Kobani saldırısını düzenleyen Tayyip Erdoğan’dı ve açık söyledi: “Kobani düştü düşüyor, sıra Afrin’i geliyor.” Kobani’yi düşüremedi şimdi Efrin’in Kobanê ile birleşmesinin önünü kesip bu sefer Efrin’i yok etmek için saldırıya geçmiş durumdadır. Zaten anlaşmalı şekilde DAİŞ çekiliyor yerine onlar gidiyor. Türkiye DAİŞ’e karşı ne yapıyor? Hiçbir şey. Tersine bu anlaşmalı durumdan suç ortaklıkları ortaya çıkıyor. Şimdi Türkiye’yle anlaşanlar DAİŞ’le zımnen suç ortağıdır. Türkiye’yi DAİŞ’e karşı koalisyon içinde görenler aslında DAİŞ’le anlaşma halindeler. Hem Rojava Kürtleri hem de Suriye halkları bu tehlikeyi görmeliler.

Türkiye’deki faşist diktatörlük sadece Türkiye’deki halklara ya da Kürtlerin iradesine karşı değil, özellikle de Arap halkının iradesine karşılar. Arap halkı üzerinde sömürgeci hakimiyet kurmak istiyorlar. Kendilerine adeta İslam’ın halifesi yerine koyuyorlar. Tıpkı Yavuz Selim’in halifeliği alıp Araplara hükmettiği dönem gibi. Şimdi de Arapları ikinci sınıf, kendi egemenlikleri altında bir toplum derekesine düşürmek istiyorlar. Buna herkes karşı durmalı ve direnmeli. Türkiye’nin Cerablus saldırısı bütün Suriye halkları, Arap halkı için büyük bir tehdittir. Arap halkı bu tehlikeyi ciddiye almazsa şimdi var olan iradelerini de kaybedebilir. Şimdi AKP’ye destek verenler gerçekleri görmeli, Türkiye’nin bu saldırganlığına karşı durmalılar. Bütün güçlerini Demokratik Suriye içinde birleştirmeliler.

Şimdi ilan edilen ateşkesi ABD ve Rusya ilan edeceğine Suriye’nin güçleri birleşip ilan etmeliydi. Çatışma halinde olanlar bir araya gelip ateşkeste yapabilirler. Ateşkes de bir askeri eylemdir ve savaşın bir yüzüdür. Bunu kendileri de yapabilir. Özellikle başlayan Türkiye işgalinin yarattığı tehlike karşısında herkes böyle bir tutum içine girmelidir.

Şimdi Türkiye ile işbirliğinde bu işgale katılanlar yeni bir DAİŞ gücüdür. O güçlerin ÖSO’yla bir alakası yoktur, El Nusra’nın kendisidir. Şimdi Rusya ve Amerika El Nusra’ya karşı saldırı yapma kararı almışlar. Peki, El Nusra nerede? El Nusra şimdi Cerablus’a girdi, ama kendi destekleriyle girdi. Amerika ve Rusya yönetimleri tutarlı davranmalılar. Gerçekten DAİŞ’e karşılar mı, değiller mi? Bu biçimde DAİŞ ve El Nusra’ya karşı olunmaz. Türkiye ile DAİŞ’e karşı savaş olmaz. Mevcut TC zihniyet ve siyasetiyle Ortadoğu’da değişim olmaz. Şimdi Ortadoğu’da demokrasi çözüm arayan doğru tutum ve çözümün yolu Kobani’de olduğu gibi bir anti-faşist ittifaktır.

Türkiye’deki zihniyet ve siyasetin nasıl bir Kürt düşmanlığı olduğunu gün gün görüyoruz. Kürdistan’ı ortadan ikiye bölüyor, Berlin duvarı gibi duvar çekiyorlar. Avrupalılar neden gözlerini kapatıyorlar; şimdi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Kobanê-Qamışlo önüne öyle duvarlar çekiliyor. İsrail’in Filistin sınırında yaptığı gibi yapmak istiyorlar. Güney Kürdistan’la Kuzey Kürdistan arasındaki sınırı da öyle yapmak istiyorlar; Çelê’deki savaş da onun bir parçasıdır. Böylece Kürdistan’ı Akdeniz’den Hazar denizine kadar böyle bir duvarla bölüp parçalamak istiyorlar.

Altan kardeşler yakalanmış, direnç diliyoruz, onu kınayanlar “ülke hapishaneye çevriliyor” diyorlar. Ülke sadece iç baskıyla değil sınırlarına da hapishane gibi duvarlar örülüyor, üstüne teller çekiliyor önüne hendekler kazılıyor. Türkiye toplumu da, küresel güçler de mevcut siyaset ve zihniyete destek vermemelidir. Erdoğan’ın temsil ettiği siyaset ve zihniyetin ömrünün uzaması Kürdistan’ı da, Türkiye’yi de, Ortadoğu’yu da çok zorluyor. Bu kadar kana, katliama, acıya neden oluyor. Buna göz yumanlar da bu suçların ortağı haline geliyor.

Erdoğan ve AKP hükümeti yetkilileri “Suriye’yi 2011 öncesine döndürmek istiyoruz” ve Rojava’ya kastederek “6 ayda yok edeceğiz” diye açıklamalar yaptılar. Sizce bu tehditlere karşı Rojava’nın ve Suriye’nin kendi yerel güçleri ne yapmalı?

Suriye’yi 2011 öncesine dönüştürmek demek Suriye’deki gelişmeleri bir yana itip, Rojava’daki demokratik gelişmeleri yıkıp Türkiye’dekine benzer bir ulus-devlet faşist diktatörlüğü kurma anlamına geliyor. Daha önce de kardeştiler, iki devlet-bir hükümet olmuşlardı. Yeniden öyle bir duruma gelmek istiyorlar. Ama hiç kimse Türkiye’ye benzemek istemez. Tam tersine Türkiye’yi değiştirmek gibi görev ve sorumluluğu var.

Suriye halklarının, Arap toplumunun bu duruma kanmayacağını düşünüyoruz. Arabistan’daki çatışmalar hep dış güçlerin isteği temelinde olmuyor. İç dinamikler de bunda rol oynadılar. 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı bölünmüş Arabistan ve ikinci sınıf durumuna düşürülmüş Araplığa karşı, Arap toplumunun varlığını ve iradesini savundular. Fakat daha sonra bu güçlerin her biri birer diktatör oldular ve toplumlar bunlardan desteklerini çektiler. Arap halkının, Arap muhalefeti artık 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonucu kabul etmez. Araplar Ortadoğu’nun ikinci sınıf toplumu olamaz.

Arap halkı, bir çok devrime katılmış ya da öncülük etmiş bir halktır. İslam devrimini geliştiren, bütün dinlerin ortaya çıktığı bir zemin. Bu statüyü kabul etmiyorlar ve direniş de buradan doğuyor. Arap aydınları, siyasetçileri ve halkları daha fazla gerçekleri göreceklerdir. Yeni demokratik Ortadoğu’yu oluşturmak için diğer halklarla birlikte mücadele etmeyi öngörecekler. Özellikle de Kürt-Arap ilişkilerinin güçlü biçimde demokratik temelde gelişmesine katılım gösterecekler. Doğru olan budur. Bunun en önemli zemini Suriye’dir. Kürtler de özgürlük devrimini geliştirdiler, bilinçlendiler, örgütlendiler.

Arap toplumunun da aşiretler, çeşitli partiler düzeyinde belli bir bilinci ve iradesi var. Bunları bir potada birleştirmek gerekiyor; Demokratik Suriye potasında birleştirmek gerekiyor. Bu, konfederasyon mu, federasyon mu olur, ama yeni bir demokratik Suriye’ye ihtiyaç var. Bu gerçeği en başta da Beşar Esad yönetimi anlamalı. Bu yönetim yenilenmek zorundadır. Türkiye’nin dayatmalarını yıkmak istiyorsa ulus-devlet faşizmini aşarsa, Kürtlerle özgürce ilişki geliştirirse bunu yapabilir. Türkiye’nin yaptıklarını taklit ederek Türkiye’ye karşı duramaz. Bu bakımdan Suriye ara bir model, bir çıkış noktası olabilir.

Biz bütün Suriye halklarını, aydınlarını ve siyaset güçlerini böyle bir demokratik Suriye’nin temellerini atmaya ve bu çatıda birleşmeye çağırıyoruz. Rojava Kürtlerinin de yaklaşımı bu olmalı. Demokratik Suriye’de özgür kürtlüğü, özgür Kürdistan’ı var etmeyi öngörmeliler. Bunun için düşünce, ilişki, ittifak, direniş ve askerlik ne gerekiyorsa öyle yapmalılar. Rojava Kürdistan’ı demokratik Suriye’nin çok önemli bir öncüsü, temel taşı haline getirilmeli.

Şimdiye kadar DAİŞ bir tehlikeydi. Ama şimdi ikinci ve DAİŞ’in de üstünde tehlike TC’nin zihniyeti ve varlığıdır. Bütün Rojava halkı, Suriye halkları bu gerçeği iyi görmeli. Rojava Kürtleri, yediden yetmişe kendilerini, Önder Apo’nun tanımıyla “savaşan halk gerçeği” temelinde örgütlemeli. Diğer her şey direnmek için olmalı. Çünkü büyük bir tehdit var ve varlık ve güvenlik sağlamadan özgür yaşam elde edilemez. 

Faşizme karşı direnişi ve mücadeleyi tartışıyoruz. Geçtiğimiz döneme damgasını vuran Sur özyönetim direnişine ilişkin bir direnişçinin tuttuğu günlük basına yansıdı. Bu direniş günlüğü üzerine ne söylemek istersiniz?

Sur direnişi bir kahramanlık direnişiydi. Cizre’yle başladı ve bir çok alana yayıldı. Ardından devlet saldırıları polisten orduya verilince, tanklar şehirlere konulunca örgütlü alanlar direndi. Direniş için güç ve bilinç lazım. Bu da örgüt demektir. ne kadar örgütlüysen o kadar direniyorsun. Cizre ve Sur en direnişe öncülük ettiler. Bu direnişler aslında kahramanlık destanlarıydı. Sur’da direnişi başlatan bir Cizreli bir kadındır; Berfin Cizre. Ondan sonra da komutanlıklar gelişiyor. Komutan Çiyager’den başlamak üzere onlarca komutan gelişiyor. Zorluklar yaratıcılığı geliştiriyor. Yeter ki insan bir şeyler yapmaya azmetsin.

Daha Sur’da direniş sürerken Paris komün direnişine benzettiler. 72. günden sonra Sur içinden açıklama olmuştu: “Biz Paris komünü geçtik. Kuşatmaya karşı en uzun süreli savunma direnişi yürüten güç konumundayız” diye. 300 Spartalıya benzetiyorlar. 300 kişi de değil çok daha azdılar ama en ileri tekniği kullanan, günümüzün en faşist, barbar saldırgan gücüne karşı büyük bir kahramanlık direnişi yürüttüler.

Sözcüleri Çiyager oldu; “Sonu muhteşem olacak” dedi...

O cümlenin taşıdığı anlam sizce nedir?

Buradan zafer çıkacak! O, büyük bir zafer inancıdır. O olmazsa zaten o direniş olmazdı. O söz 14 Temmuz direniş inancıdır. Kemal Pir’in “Ben bu harekette zaferi görüyorum” sözünün pratikleşmesidir. Mehmet Tunç “insanlar yarın bizimle gurur duyacak” dedi. Bu ruh ve bedenleşme büyük bir bilinç ve iradedir.

Bu insanları iyi anlamak ve anlatmak lazım. Kürt toplumunu, gençlerini, kadınlarını bu ruh ve bilinçle eğitmek gerek. Özgür Kürt de bu bilinçle olacak. Bunu insanlığa da taşımak lazım ki, herkes hem katkı alsın hem de Kürt gerçeğinin ne olduğu iyi görülsün. Kürdistan’da ortaya çıkan, yürütülen mücadele nasıl bir iradeyi, ruhu yaratıyor, nasıl bir insan gerçeğini ortaya çıkarıyor görsünler. Onlar yaşayan gerçekler. Ölmediler, tersine Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesinde diri olan, yaşayan ve yaşatan gerçekler onlar. Özgür Kürdistan’da sonuna kadar ölümsüz olarak yaşayacaklar.