Ümit: AKP-MHP faşizmi yıkılacaksa biz yıkacağız!

PKK Merkez Komitesi üyesi Helin Ümit, “Biz 10 yıldır AKP-MHP faşizmini yıkma savaşımı yürütüyoruz. Bugün yıkılacaksa da biz yıkacağız. Kürtler yıkacak, demokrasi güçleri yıkacak, üçüncü yol yıkacak” dedi.

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel programda konuşan Helin Ümit, Kürt Özgürlük Hareketi'nin seçimler sürecinde kendi yılını çizdiğini belirterek AKP-MHP faşizmi yıkılacaksa bunu Kürtlerin, demokrasi güçlerinin gerçekleştireceğini söyledi.

Röportajında Türkiye ve Kurdistan’ın 15 Mayıs günü yeni bir sabaha uyanacağını ve Türkiye’de demokrasi mücadelesinin yeni bir döneme gireceğini vurgulayan Ümit, ”Mücadele bitmeyecek, kavga bitmeyecek. Biz öyle yaklaşıyoruz. Yeni bir döneme gireceğiz, yeni bir mücadele sürecine gireceğiz. Bu temelde kadınları, gençleri, Kürt halkının tamamını, Türkiye'deki demokrasi güçlerini, Türkiye halklarını, Türkiye'deki farklılıkları, zenginlikleri, kimlikleri, Alevileri seçimlere katılmaya çağırıyorum” ifadelerini kullandı.

PKK MK Üyesi Helin Ümit’in değerlendirmeleri şöyle:

ÖNDER APO HİÇBİR ZAMAN BUNLARIN OYUNLARINA GELMEDİ

Öncelikle Önder Apo'nun İmralı soykırım sistemine karşı geliştirdiği direnişi bir kez daha selamlıyorum. Önder Apo'ya sevgi ve özlemlerimizi belirtiyorum.

Seçime bir hafta kaldı. Elbette Önder Önder Apo'nun pozisyonu sadece seçimlerle ilgili bir durum değil. 25'inci yılında İmralı soykırım sisteminin kuruluşundan günümüze kadar geçen 25 yıllık süre zarfında Kürt halkı çok çeşitli yönelimler ile karşı karşıya kaldı. İmralı soykırım merkezi üzerinden Önder Apo'yu araçsallaştırma temelinde yaklaşımlar söz konusu oldu. Çok yakın zamanda da; işte tam bir yıl önce, iki yıl önce, bundan önceki seçimlerde hep böyle iktidar güçleri, özellikle AKP-MHP, Önder Apo'yu Kürt halkının özgürlük güçlerine karşı kullanma çabası içerisinde oldu. Fakat Önder Apo'nun gerçekliğini temsil ettiği önderlik kurumu buna kapalı. Hiçbir zaman bunların oyunlarına gelmedi.

Örneğin hatırlarsanız; bundan önceki seçimlerde Önderlik çağrı yaptı. Çağrısı; gidip CHP'ye şuna buna destek verin, şeklinde olmadı. Siz üçüncü yol olun, dedi. Önder Apo'nun duruşu her zaman Kürt halkını iradeleştirme, bir siyasi irade haline getirme, bir ulus iradesi haline getirme temelinde oldu. Bu anlamıyla iktidar kanadından -özellikle AKP-MHP açısından söylüyorum- bu yönlü girişimler şimdiye kadar hep boşa düştü. Zaten öyle olmasaydı bugün İmralı üzerindeki politikalar da herhalde böyle olmazdı. Bu şekilde yaklaşılmazdı. Bir şekliyle Önder Apo'nun topluma ulaşmasının önüne engel koyulmazdı. Daha gevşek olurdu. Eğer bu kadar sert bir tecrit, sert bir izolasyon politikası uygulanıyorsa, demek ki istedikleri sonuçları alamıyorlar. Bu anlamıyla, başta Önderlik gerçekliğimiz olmak üzere Hareket olarak biz de bu konulara yabancı değiliz. Kimse böyle bizi oyuna getireceğini, aldatacağını yönlendireceğini sanıyorsa yanılıyordur. Dahası, Kürt halkı da bu konuda Önderliğini tanıyor. Kendi önderlik gerçekliğini bildiği için bu tür oyunlara, yönlendirmelere halkımız da kapalı. 

ÖNDER APO BİR ÖNDERLİK GERÇEĞİ

Öyle aslında şöyle bir şey geçmişte de oldu. Mesela Önder Apo'nun değerlendirmelerini bazen yoldaşları olarak biz yeterince kavrayamadığımız dönemlerde bile halkın buna bir hissiyatı mı dersiniz, halkın bir sezgiselliği mi dersiniz, varolma iç güdüselliği mi dersiniz; Kürt halkı daha güçlü kavrayış ve sahiplenme ile ortaya koydu. Bu son dönemdeki tartışmaların da boş bir gündem olduğu açığa çıktı. Fakat yine de ben şöyle söyleyeyim: Önder Apo, bir önderlik gerçekliği. Kürt halkının önderi, başı. Kürtçe Serok diyorlar ya. Serok; yani baş. Cumhuriyet tarihi boyunca -belki de biraz daha geriye de gidilebilir- Kürtlere dayatılan ne oldu? Aslında başsız olma, yani önderliksiz olma, hep başka güçlerin güdümünde olma, başka güçlerin nesnesi olma, sömürü malzemesi olma. Önder Apo'ya duyulan bu büyük öfke üzerine uygulanan bu sert politikaların nedeni bu. Tarihte ilk kez Kürtlerin bir önderlik kurumu oluştu, bir başı oluştu. Yani Kürtlerin öz çıkarları temelinde düşünen, karar veren, yol gösteren, yol açan, aydınlatan önderlik gerçekliğidir. Bu nedenle bu kadar önderlik kurumuna yönelme vardır. Önderlik üzerindeki bu katı baskının nedeni bu.

Şimdi Türkiye, tarihi bir seçime gidecek. Herkes bunu değerlendiriyor. Sadece biz değil, uluslararası güçlerden tutalım iktidardaki güçlere. Biz 2023 yılına, bu yılda gerçekleşecek olan seçimlere böyle bir anlam biçtik, tarihsel nedenlerden kaynaklı yürüttüğümüz mücadeleden kaynaklı. Fakat bunun da dışında dünya sisteminin içinde bulunduğu nedenlerden kaynaklı da böyle. Yani şunu söylemek istiyorum; böyle dönüm noktası, değişim anı, belki de bir umut, bir şans. Bu durumda elbetteki Önder Apo üzerinde baskı daha fazla arttırılmış durumdadır.

KÜRT HALKININ AKLIYLA ALAY EDİYORLAR

Geçtiğimiz günlerde Ramazan Bayramı son buldu. Normalde Türkiye'de tüm tutsakların akrabalarıyla görüşme hakkı vardır, açık görüş hakkı vardır. Bundan tek yararlandırılmayan Önder Apo ve orada bulunan diğer arkadaşlarımızdır. Bunun bir anlamı var. Biz bunu anlıyoruz. O anlamıyla Adalet Bakanı'nın böyle yaymak istediği bir şey oldu. Dediler, elimizde olmayan sebeplerle… Yani gerçekten Kürt halkının aklıyla alay ediyorlar. Bir de kaygılar oluşsun diye öyle muğlak açıklama yapıyorlar ki! Kaygı, korku... Acaba neler oluyor, denilsin. Kürt halkının gündemi mücadele edip sonuç almaktan uzak bir beklentiye girsin, onların ağzından çıkacak bir cümleye yüzünü çevirsin, oradan bir beklenti içerisine girsin diye. İmralı üzerine, Önderlik üzerine bu kadar aşağılık politika üretiyorlar.

ÖNDERLİK GERÇEĞİ KÜRT KUTSALLARI ARASINDAKİ YERİNİ ALMIŞTIR

Diğer bir şey de; tabii Asrın Hukuk Bürosu'nun son dönemdeki tartışmalara dönük açıklamaları oldu. Herkesin bu açıklamaları dikkate alması lazım. Bunu sadece karşımızdaki güçler açısından söylemiyorum. Kürtler adına, demokrasi güçleri adına hareket edenlerin de İmralı'yla ilgili açıklama yaparken şuna dikkat etmeleri lazım. Böyle günübirlik siyaset malzemesi olmasına izin vermemek lazım. Çünkü stratejik bir önderlik gerçekliğimiz var. Oranın bir stratejik konumu var. Zaten bu konuda Türk iktidar güçlerinin araçsallaştırma politikası nedeniyle İmralı soykırım sistemi kuruldu. Asla bu oyuna düşmemek gerekli. Onu söyleyebilirim.

Son olarak da Önderlik, önderlik gerçekliği Kürt halkının kutsalları arasında yerini almıştır. Çünkü Kürt halkının varlık ve özgürlük talebine cevap vermiştir, onun yolunu açmıştır, kutsaldır. Ben herkesi uyarıyorum, onunla oynanamaz, çarpar. Herkesi bu konuda daha dikkatli olmaya, dikkatli konuşmaya, dikkatli adım atmaya çağırıyorum.

HEVAL GULÇIYA ÖRNEK BİR KOMUTANDI

Gulçiya Gabar arkadaşı, Hejar arkadaşı, Pelşîn arkadaşı saygıyla, sevgiyle anıyorum. Heval Gulçiya’nın şehadetinin ilanı yapıldı. Gerçekten Heval Gulçiya bu hareketin geliştirdiği nadide insanlardan bir tanesiydi. Örnek bir kadın komutanıydı. Savaşın içerisinde büyüdü, şekillendi. Derler ya ateşte arınmak, ateşte yanarak kendini oluşturmak. Heval Gulçiya arkadaşın böyle bir karakteri vardı. Böyle duru bir su gibi diyebilirim. Kendisini o kadar rafine etmişti. Mücadele içerisinde rafine olmanın böyle örnek bir kişiliği Heval Gulçiya’dır. O yüzden ben başta Kürt kadınlar olmak üzere Kürt gençliğini heval Gulçiya heval’i, Hejar hevali yakından tanımaya davet ediyorum. Eğer bugün Kurdistan'da gerilla zafer çizgisinde yürüyorsa bu arkadaşlarımızın emekleri sayesindedir, onların kattıkları sayesindedir. Öyle bir karakter geliştirdiler ki, gerilla mücadelesi açısından, özgürlük duruşu ve özgür kadın kişiliği açısından öyle bir ölçü kazandırdılar ki, bu ölçü asla yenilemez. Asla taviz vermeyen, asla ilkelerinden geri adım atmayan, bütün yaşamını ilmik ilmik mücadele içerdiği için ören, onun için yaşayan arkadaşlarımızdır. Bu arkadaşlar, özellikle heval Gulçiya -tabii çok birlikte kaldığım bir arkadaş olduğu için de biraz anlatmak istiyorum-, hiçbir zaman kendini eğitmekten geri durmadı yani. Biz birlikte kalıyorduk. Geceleri yatmadan önce muhakkak bir soru sorardı mesela. Bir gündem açardı, bir tartışma gündemi açardı. Öğrenmek istediğini öğrenir, öyle yatardı. Yani bu, yaşamının tamamı açısından böyleydi. Hiçbir zaman Heval Gulçiya’nın kendini inşa etme, oluşturma arayışı durmadı, hep yeniyi aradı. Hep kendisini yetersiz gördü. Niye? Çünkü mücadeleyi, özgürlük mücadelesini zafere taşımak istediği için hep yenilenme ihtiyacıyla dolu doluydu. Bir de kadın yoldaşlarının eşsiz, gerçekten temsilcilerindendir. Heval Hejar da öyleydi.

GERİLLA DİRENİŞİ OLMASAYDI SEÇİMLER OLMAYABİLİRDİ

Böyle güven ve cesaret aldığınız insanlar vardır. Yanında durduğunda hiçbir şey söylemese bile onların varlıklarıyla güven ve cesaretle dolduğunuz insanlar vardır. İşte Heval Gulçiya ve Hejar böyle arkadaşlardı. O anlamıyla yeniden onları saygıyla anıyorum. Elbette bazı şeylerin yeri dolmaz ama biz arkadaşlarımızın açığa çıkardığı ölçüleri zafere kadar daha da geliştirerek taşıyacağımızı belirtiyorum.

HPG ve YJA Star gerillalarımız bu yıla damgasını vurdu. Ve eğer şimdi bir seçimden bahsediyorsak, seçimlerin görece demokratik bir ortamda olabileceğini tartışabiliyorsak ya da şöyle söyleyeyim; seçimlerde iktidar aleyhine bir sonuç çıktığında yine de umut olduğunu söylüyorsak, bunun garantörü bizim yürüttüğümüz mücadele oldu. Eğer gerçekten Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da, Heftanîn’de işgalci girişimlerinin önü kesilmeseydi, bu yıl seçim bile olmayabilirdi, başka bir şey ilan edebilirlerdi. Çünkü gerçekten böyle şizofrenik bir politik ortam var iktidar güçleri açısından. Yani Üçüncü Dünya Savaşı'nın koşullarında bir fırsat yakaladıklarını ve bunu bölgede Türk yayılmacılığı ile sonuçlandırabileceklerine inanıyorlar. Burada PKK gerçekten bahanedir. Kürtler bahanedir. Yani dikkat edin, her yere savaş ihraç eden bir güçtür. Şimdi bu konuda bu kadar gözü dönmüş politika belirleyen bir güç içeride neyi yapmaz. Mesela 15 Temmuz darbe meselesi vardı. Kim yaptı onu? Tartışmalıdır. Kontrollü darbe diyenler var, kendi kendilerine yaptı diyenler var. Fakat sonuçta bu kimin işine yaradı diye sorarsanız, AKP-MHP iktidarının işine yaradı. Onu bile  kendi toplumu üzerine bir sopa haline dönüştüren böyle bir gerçeklik var.

Şuna gelmek istiyorum; tüm bunların yarattığı etkiyi kıran gerillanın eşsiz direnişi oldu. Evet, biz çok bedel verdik, çok arkadaşımız şehit düştü. Çünkü savaş çok şiddetli. Fakat böyle bir savaş karşısında bu kadar fedai bir duruş, içinde bulunduğumuz konjonktürde AKP-MHP'yi yenilgi noktasına getirdi. Böyle bir gerçeklik var her şeyden önce. Peki şimdi ne yapıyorlar? Şimdi evet, eylemsizlik pozisyonu sürüyor. Biz bunun nedenlerini açıkladık. Halk Savunma Merkezimiz açıkladı, KCK Eşbaşkanlığımız açıkladı, biz programlarda biraz değerlendirdik. Gerçekten Türk devletinin, Türk devletindeki siyasi güçlerin bu konudaki gözü dönmüş oyununu gördüğümüz için aslında bir taktik yaptık yani. Şimdi bazıları şöyle düşünüyor; artık savaş güçleri kalmadı, aslında zorlanıyor, bununla alakası yoktur, diyor. PKK’yi iyi bilenler, PKK tarihini bilenler, PKK’nin hangi koşullarda oluştuğunu, çıktığını, hangi süreçleri yaşadığını, ne gibi zorlukları aşa aşa günümüze kadar geldiğini bilenler böyle konuşmazlar, dururlar. Biraz böyle derler ve gerçeğe saygılı olurlar. Fakat bunlar her şeyi ters yüz etmede usta. Şimdi biz gördük ki, provokasyonlara açık bir zemin. Kaybedeceğini anladığında bizi bahane ederek, savaşı bahane ederek seçime bile gitmeyebilirler, yapabilirler. Böyle bir gerçeklik var. Biz eylemsizliğimizi sürdürüyoruz mevcut durumda. Fakat saldırılar olduğu için de direniş pozisyonumuz sürüyor. Tabii ki saldırılar devam ediyor. Tüm güçlerimiz duyarlı bir şekilde pozisyonunu koruyor.

Bu süreçte ne oldu? Fiziki saldırılar devam ediyor. Fiziki olarak gerillayı tasfiye etme saldırıları hem Bakurê Kurdistan'da hem Başûrê Kurdistan'da, Rojava'da; yani Kürtlerin yaşadığı her alanda, PKK’nin bulunduğu her alanda Özgürlük Hareketimize dönük fiziki tasfiye saldırıları sürüyor. Ve bir de özel savaş saldırılarını yoğunlaştırdılar seçimle bağlantılı olarak.

GERİLLA BİR MORAL MERKEZİDİR

İkinci olarak; dikkat edin, bu son günlerde her gün ya birileri yakalanıyor ya teslim oluyor. İşte Garê eğitim sorumlusu, yok bilmem özel kuvvetler lojistik sorumlusu, yok bilmem nerede ne sorumlusu diye böyle afişe haberler yapıyorlar. Bununla peki ne yapmak istiyor? Yani Türk devletinin amacı ne? Nasıl ki önderlik gerçekliği için birkaç şey söyledim, gerilla için de şunu söylemek zorundayım. Gerilla gerçekten nasıl demokrasi ve özgürlük mücadelesinin çekirdeğidir. Evet, belki her yerde gerilla gücü olmayabilir ama gerillanın varlığı, -bu kadar karanlık bir sistem düşünün, bu kadar eli eli sopalı, elinde silah, her gün jet reklamı yapan, tank, helikopter reklamı yapan, her gün insanları sokakta döven, her gün insanları tutuklayan böyle bir polis devleti mi diyeyim, ordu devleti mi;, insan ki kavram bulamıyor gerçekten. Bunun karşısında direnen bir gücün olması- sadece Kürt halkına değil, başta bölge halkına, Türkiye halklarına, tüm halklara umut kapısı oluyor, direnilebileceğini gösteriyor. Şimdi bu böyle olduğu için, yani gerilla bir moral merkez olduğu için Türk devlet güçleri, buna karşı özel savaş saldırılarını yoğunlaştırmış. Niye? Çünkü Kürt halkının ve diğer halkların, direnenlerin, demokrasi güçlerinin, farklı bir yaşam isteyen, bu sistemin dışına çıkmak isteyen, gerçekten nefessiz kalan ve nefes arayan insanlar açısından gerillanın varlığı bir nefes. Şimdi bu nefesi alıp verdikçe insanlarda umut olacak. Bunun önüne geçmek, moralsizlik yaratmak, kafa karışıklığı yaratmak, yenilgi, ruh hali yaratmak, ona dayanarak toplumu teslim almak için gerillaya dönük bu tarzda özel savaş haberleri yoğunlaştırılarak devam ediyor.

'BİTTİ BİTTİ BİTMEDİ'

Vedat Türkali hocanın bir kitabı vardı, "Bitti Bitti Bitmedi" diye. PKK her yıl, defalarca bitirildiği iddia edilen ama günün sonu geldiğinde en zor koşullarda çıkışı yapan bir hareket. Ve şimdi AKP-MHP’den önceki hükümetler de Çiller hükümeti, Özal öncesinde de her yıl, "biz bu PKK’yi bitiriyoruz, gerillayı bitiriyoruz, dağdakileri bitiriyoruz" diye diye elli yıl oldu. Önderlik Hareketimizin işte ellinci yılı bitti, elli birinci yıldayız. Biten bir şey yok ortada. Tam tersine. Evet, koşullar değişiyor, mücadele şartları değişiyor ama buna karşı özgürlük ve yeni yaşam umudunda kararlaşan, bunda iddialı, ısrarlı olan bir halk gerçekliği de kendini yaka yaka, kendi küllerinden kendisini yeniden yarata yarata, yeniden doğa doğa günümüze ulaşmış bulunuyor. Dikkat edin, AKP'ye göre sözde bu yıla varmayacak, bitecektik. Dağda bilmem ne kadar sayımız kalmıştı. Fakat seçim şeylerine bakın, propagandalarına bakın; baştan sona kadar ama PKK var, ama Kandil var. Ne oldu gerçekten? Hani bitmişti? Hani PKK kalmamıştı? Hani dağda kimse yoktu? Hani 35’ti, 40’tı, 50’ydi. 40-50 kişi için mi bu kadar jet, bu kadar savaş? Türkiye halkının aşı ekmeği bunun için mi?

Yalan var burada. Her iki taraftan da yalan var. Birincisi, bu kadar savaş hazırlığı Kürtleri soykırıma uğratmak için. Evet ama sadece onlar için değil. Gerçekten AKP-MHP seçimi kazanırsa Türkiye halkları çok karanlık bir dönemin içerisine doğru daha fazla gidecek. Bölge halklarıyla daha fazla çatışır hale gelecek. Tam bir savaş devleti haline gelecek. Bu kadar hazırlığın başka bir anlamı yoktur.

Bir de diğer taraftan baktığımızda da, hani PKK bitmişti? Madem bitti, sen niye bu kadar hazırlık yapıyorsun? Niye bu kadar beka sorununa çeviriyorsun? Niye bu kadar korkuyorsun? Yani gerçekten tam bir paranoya.

GERİLLA TÜRKİYE HALKLARIYLA BİRLİKTE YAŞAMA GÜCÜDÜR

Ama özünde de şöyle bir şey var; Türkiye toplumunu korkuyla, baskıyla teslim alma, onu düşünemez hale getirme, buna dayalı olarak sömürüyü daha fazla derinleştirme, insanları daha fazla açlığa, yoksulluğa mahkum etme. Esas politik amacı budur. Fakat Halk Savunma Merkezi’nin de açıkladığı, Heval Cemal'in de ifade ettiği gibi gerillamız, HPG-YJA Star gücümüz asla Türkiye halklarına karşı değildir. Birlikte yaşam gücüdürler. Mayıs ayındayız, Denizlerin, Mahirlerin hayallerini hayata geçirdi gerilla. İlk onlar çıktı dağlara. Gerilla, Türkiyeli devrimcilerin ardından çıktı dağlara. O anlamıyla gerilla kesinlikle Türkiye halklarının, halkların kardeşliği temelinde özgür, birlikte yaşamı için direniyor. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Diğeri yalandır. Diğeri tarihte sıkça görüldüğü gibi Nemrutların, Firavunların, sarayda oturanların, padişahların halkları teslim almak için yarattığı sahte düşman algılarıdır, doğru değildir. Biz hareket olarak Türkiye halkına asla düşman olmadık, olamayız, mümkün değil.

MEVCUT İKTİDAR HALKLARIN EMPATİ KANALLARINI KAPATIYOR

Toplumsallaşmanın en önemli özelliği empati kurmaktır. Bu bir insani özellik. Dikkat edin, diğer canlılarda empati kurmak yoktur. Yaşam döngüsü var ya, yaşam zinciri çerçevesinde hayatlarını devam ederler. Üreme, beslenme ve güvenlik. Yani bir üçgen vardır canlılar için. Fakat söz konusu insan olduğunda empati kurabilir. Şimdi mevcut iktidar Türkiye toplumunda empati kanallarını kapatıyor. Yani öyle bir algı yaratıyor ki, Türkiye toplumu Kürt toplumu ile hiçbir empati kuramıyor. Kutuplaştırma siyaseti deniliyor ya, böyle gerçekten.

Şimdi Türkiye halkı nasıl bakmalı? Geçenlerde Türk medyasında bir tane spot izledim. Spotta şöyle bir şey yazıyor. Erdoğan konuşuyor. Diyor ki, “Bin yıl önce biz geldik, bu vatanı yurt edindik. O zaman da mücadele ettik, şimdi de mücadele etmeliyiz.” Böyle bir şey söylemiş. Yani bu aslında malumun ilanı. Biz aslında başka bir yerde yaşıyorduk. Geldik buraları işgal ettik, geldik konumlandık. Bin yıl önce işte Türk akınları, Oğuz boyları vesaire... Türkiye tarihine girecek değilim. Şimdi hiç de bu iktidarın anlattığı gibi değildir. Yani evet, Türk boyları gelmiş, fakat çatışa çatışa girmemiş. Uzlaşarak girmiş. O yüzden dikkat edin, Önderliğimizin değerlendirmelerinin tamamında ne var? Eğer var olmak istiyorsak tarihsel olarak ittifak yapmak zorundayız, diyor Önderlik. Çünkü diyor, Türkler böyle var oldu bu coğrafyada. İşte Malazgirt... Alparslan'ın girişini o temelde söylüyor. Cumhuriyetin kuruluşuna bu temelde atıfta bulunuyor. Yani bir uzlaşmayla aslında Türkler var olabildi. İşte 1071'de geliniyor, o kapılar açılmasaydı, o uzlaşma sağlanmasaydı... O zaman Kürt beylikleri çok güçlü. Kürt beylikleri Türk boylarıyla çatışmayı göze alsaydı, şimdiki Anadolu coğrafyasının demografyası çok farklı olurdu. İyi mi olurdu, kötü mü olurdu, ben bunu tartışmıyorum. Bunlar yanlış. Fakat eğer hakikatlere bağlı kalacaksak ve tarihten sonuç çıkartacak isek ve tarih günümüzse, biz Türkiye ve Kurdistan halkları olarak yaşamak istiyorsak, var olmak istiyorsak bu gerçekliği görmemiz lazım. İttifak yapabildiğimiz oranda ayakta kalabiliriz. Yoksa o zaman Bizans saldırısı vardı. Şimdi o zamanki tarihsel ittifak neye dayalıydı? Batıdan gelen bu saldırıya karşı Kürtler ve Türkler ortaklaşarak bir cephe kurdular. Oğuz boylarının geçmesinin, geçirilmesinin; yani bir uç beyliği olarak konumunu andıkları Bursa hattına geçmelerinin, geçirilmelerinin temel nedeni bu. Kürtler bunu kendi çıkarına gördü. Türkler bir yurt edinmiş oldu.

TÜRKİYE HALKLARI BÜYÜK KAYBEDER

Sanki bu böyle değilmiş de savaşa savaşa gelmiş, öyle değil yani. Burada bir tarihsel gerçeklik çarpıklığı var. Başta Türkiye halkının kendi tarihini doğru anlaması lazım. Gerçekten büyük kaybedecekler. Türkiye halkları büyük kaybeder. Böyle batının oyuncağı olur, dış güçlerin oyuncağı olur, parçalanır. Bunu biz istemiyoruz. Ama Suriye ortada, Irak ortada. Nasıl parçalandı buralar? Onlar da istemiyorlardı. Bu ülkenin devrimcileri de, gerçek yurtseverleri de bu ülkelerin parçalanmasını istemiyorlardı. Yani birçok şeyi bir iyi niyetlice yürüttüler. Demek ki bu böyle olmuyor. O yüzden gerçekten bu iktidarın, Türkiye halkının kulaklarını tıkadığı tıpa çıkartılarak şunun anlaşılması lazım: Türkiye halkının kaderi, Kurdistan'ın kaderidir. Kurdistan halkının özgürlüğü Türkiye halkının kaderidir. Bunlar birbiriyle böyle iç içedir. AKP ne yapıyor? İşte o, bu bahsettiğim tam bir işgalcilik propagandasına benzer bir şey.

ERDOĞAN TOPLUMU KENDİNE BAĞLAMAYA ÇALIŞIYOR

O petrol meselesi var ya. Şimdi bir ülke düşünün; ülke, o ülkenin üzerinde yaşayan herkesindir. Yani bir sınıfa ait değildir, bir kesime ait değildir, bir zümreye ait değildir. Bazı değerler vardır, toplumun tamamına aittir. Toplumun yeraltı kaynakları, toplumun oluşturduğu kültür, bunların hepsi topluma aittir aslında. Erdoğan’daki ruh hali nasıl? Ben buldum benim, ben buldum benim. Sanki nereden neyi bulmuşsun? O petrol o toplumun bir şeyi olarak orada var. Ya da Karadeniz'deki gaz. Aynı şekilde sadece Kurdistan'da, Gabar'da olduğu için söylemiyorum; bu değerler sanki kendisine aitmiş gibi. Toplumlar gelişme yaşarlar. Belki 10 yıl önce o teknoloji yoktu. Şimdi bulabiliyorlar. Bunun seninle ne alakası var? Fakat ne yapmak istiyor? Her şey onun. Gabar’daki petrol de onun; AKP'nin. Onlar buldu. Karadeniz'deki gaz da onun. İşte o ordu zaten onun, polis zaten onun, işçi de onun, emekçi de onu, herkes onun.

Ruh sağlığı yerinde olan modern siyasetçilerde böyle bir şey yoktur. Bu bir hastalık ve bu şekilde toplumu kendisine bağlamaya çalışıyor. Bak bu benimdir, eğer bana teslim olursan, benimle olursan sana birazcık veririm, seni yaşatırım. Ama benimle olmazsan sen zaten başkalarına aitsin. Bu ülke de benim zaten. Yani bu kadar olabilir mi? Gerçekten kelime bulmakta zorlanıyor insan. Senin gibi düşünmeyen milyonlarca insan var ve onlar bu ülkenin vatandaşı. Senden daha fazla emek harcamış. Belki de senden daha uzun süredir bir kök ağacı var, soy ağacı var, o topraklara ait. Yani o emek değil mi? O değer değil mi? Güce dayalı. Güçlüysem, elimde zor aygıtları varsa el koyarım, işgal ederim. Bu tam bir tecavüz. Tecavüz kavramının cinsellikle bağı çok azdır. Ağırlıkta teslim alma, irade kırma ile ilgili bir şeydir tecavüz meselesi. Kadına dönük tecavüz de öyledir. Ama toplumun, toplumun tüm değerlerinin bu şekilde kırımdan geçirilmesi gerçekten çok acı vericidir. Biz büyük öfke içerisindeyiz.

Mesela bir spot daha yapmışlar; "analar ağlamasın" diye. Empatiyi de bağlantılı olarak söyleyeceğim. Türk askerlerinin anası ana da, Kürt gerillasının anası ana değil mi? Bu Kürt gerillaları nereden geldi? Hepsi Türkiye vatandaşıdır, o coğrafyanın çocuklarıdır, orada büyüdüler, o sokaklarda, o mahallelerde, onların açtığı okullarda okudular, başka bir yerden gelmediler. Peki bu çocuklar niye isyan etti? Bu gerilla niye var? Yani canına mı susadı? Hadi bir tanesi hasta, iki tanesi hasta, üç tanesi kandırıldı, beş tanesi bilmem ne oldu? Binlerce gerilla. Kürt anası ana değil mi?

UMUT HALA DİMDİK AYAKTADIR

Bu kadar vicdansızlık olamaz. Türkiye halkının bunu düşünmesi lazım. Bu Kürt çocukları niye dağlara çıkıyor, niye savaş yürütüyor, neye karşı yürütüyor? Bir değil, beş değil, bir yıl değil, 10 yıl değil. Fakat mevcut AKP-MHP iktidarı açısından diyalog kapıları kapalıdır, tartışma kültürü yoktur. Tartışma kültürü demokraside olur. Demokratik rejimler tartışırlar. Çok tartışırlar, ortak karar alırlar, birlikte karar alırlar, farklılıklara açıktırlar. Bahçeli'de, Erdoğan'da bunun esamesi var mı? Böyle hırlayan, gürleyen, bununla sonuç almak isteyen bu kadar gerici bir gerçeklik var.

Bu anlamıyla hiç kimsenin korkmasına, kaygılanmasına gerek yoktur. Umut halen dimdik ayaktadır. AKP-MHP faşizmi de başta Önderliğimizin direnişi, tutumu, gerillamızın kahraman direnişi, halkımızın yüksek fedakarlığı ve Türkiye halklarıyla kuracağı birliktelikle aşılacaktır.

PKK’NİN GÜCÜ ŞEHİTLERE BAĞLILIĞINDAN GELİYOR

Mayıs ayı, Şehitler ayı olarak ilan edildi Hareketimiz tarafından. Elbette uzun süredir mücadele yürüten bir hareket olarak her aya çok büyük şehitler sığdırmış bir gerçekliğimiz var. O anlamıyla PKK bir şehitler partisidir, diyoruz. PKK şehitlerle yürüyor, şehitlerin emrinde yürüyor, diyoruz. Bu sadece bir laf değil, yani bir değerlendirme değil, bir gerçeklik. Fakat özel olarak da tabii şehitler ayı olması itibarıyla da Mayıs ayına özel bir anlam yüklüyoruz. Her şeyden önce büyük devrimci Önderliğimizin "gizli ruhum" dediği Haki Karer arkadaşın şehadeti var bu ay içerisinde. Ardından Halil Çavgun arkadaşın şehadeti var. 1982’de Dörtler'in zindanda gerçekleştirdiği, yine 18 Mayıs’a denk gelen eylemleri var. 3 Mayıs'ta Mehmet Karasungur, İbrahim Bilgin arkadaşların şehadeti var ve en son da Heval Aysel'in 11 Mayıs'ta şehadeti var. Söz konusu şehitleri olunca insan daha hassaslaşıyor. Binlerce şehidimiz var. Fakat sembol düzeyinde böyle ele alıyoruz. Aynı zamanda Türkiyeli büyük devrimcilerin, Deniz Gezmişlerin, Yusuf Aslanların, Hüseyin İnanların, İbrahim Kaypakkayaların şehit olduğu bir ay. Evet, şehadetler gerçekliği karşısında doğru yaşamayı ve doğru anlamayı geliştirmemiz lazım. Hep saygılı olmayı bilmek fakat saygıyı biçimsel değil de, daha çok şehitlerimizin yaşamına anlam vererek ele almamız gerekli. Hep şehitlerle birlikte yaşadıklarını, hem yaşam pratiklerini, yaptıklarını hem de yapamadıklarını ama hayal ettiklerini, iddialarını gerçekleştirme kararlılığıyla yüründü. Bu böyle devam ediyor. Belki de PKK’nin bu kadar temiz, pak, kutsal, dokunulmaz olması, tüm saldırılara, tüm hakaretlere, tüm oyunlara rağmen leke tutmamasının nedeni, işte böyle bir şehitler gerçekliği ve ona bağlı kalma iddiası oluyor.

MİLLİYETÇİLİK PKK’NİN VAROLUŞUNA AYKIRI

Heval Haki Karer’i çok doğru anlamak lazım. Neden bunu söylüyorum? Heval Haki, Önderliğin ilk yol arkadaşı. Daha henüz Önderliğin yanında hiç kimse yokken, etrafında kimse yokken, grup oluşmamışken Karadenizli bir gencin -biliyorsunuz, Heval Haki Orduludur- her şeyini bırakarak Kurdistan'a yönelmesinin anlamı neydi? Bunun gerçekten çok iyi anlaşılması lazım. Şimdi bazıları şöyle saldırı içerisinde: PKK bize karşı etnik milliyetçilik yapıyor, bilmem ne yapıyor, sadece Kurdistani’dir vs. Gerçekten bunun hakikatle hiç bağlantısı yoktur. Bu, PKK’yi hiç tanımamak demektir. Herkes milliyetçi olabilir ama PKK'li olamaz. Çünkü hani ontolojik diyorlar ya. Varoluşsal, ilk oluştuğu anda kazandığı karakter böyle değildir. Mayası öyle değildir. Çok derin bir yurtseverlik özü vardır. Yurtseverlik ve milliyetçilik ayrı şeyler. Milliyetçilik, bir ulus devlet ideolojisi. Milliyetçilik, devlet doğurur. Yani milliyetçilik, kendi kendine bir iktidar alanı yaratır. Ama yurtseverlik, yurdunu sevmek ayrı bir şeydir. Yurdunu aşk derecesinde seven insanların hareketidir PKK. Fakat asla milliyetçi değildir, olamaz. Bunun mayası başta tabii Haki arkadaş, Kemal arkadaştır. Önderliğin ilk yol arkadaşları. Bunu unutmamak lazım. O yüzden Kürt milliyetçileri de bizi zorluyor. Kürt milliyetçileri de diyor ki, siz az milliyetçisiniz. Onlar da öyle zorluyorlar. Fakat tabii ki PKK kendine has bir hareket, kendine has özellikler taşıyor. Bunun nedeni, başta tabii ki 6 Mayıs'ta idam edilen Denizler, Mahirler, Yusuf ve Hüseyin İnanlardır. Önderlik bunu nasıl tanımlıyor? Önderliğin hem savunmalarında var, hem ondan önceki çözümlemelerinde de her zaman anlattı. Bazıları sanıyor ki Önder Apo Türk devletine esir düştükten sonra savunmalarda bunlara yer verdi. Öyle değil. Yani ben mesela 95'te, 96'da Önderliğin anlatımlarının şahidiyim. Her çözümlemesinde PKK’nin hangi temeller üzerinde şekillendiğini, bunda özellikle Denizlerin idama giderken, idam sehpalarında adı bile var olmayan, adı bile yasaklanmış bir halkın adını dile getirmesi, halkların kardeşliği sloganını dile getirmesi, bundan yaşadığı etkilenme, buna duyduğu bağlılık ve onların bir ardılı olarak yürüme istemini belirtiyor. PKK bir önderlik hareketi; yani Önderliğin eğilimleri PKK’yi belirlemiştir. Ona göre Önderliğin Türkiye devrimci hareketiyle hem gönülden hem de bilinç olarak kurduğu bağlılık, günümüzdeki eğilimi de belirliyor. Kimse o yüzden böyle ucuz yaklaşmasın.

Türkiye halkları şunu bilmeli. Önderlik aslında diyor ki, ben Mahir Çayan'ın bir sempatizanı olmak istiyorum. Fakat önümde yürüyen yoktur. Türkiye gençlik önderlerinin katledilmesi, yaşanan o tutuklamaların ardından yaşanan dağınıklık, Önder Apo'yu daha fazla Kurdistan gerçekliği üzerine yoğunlaşma, oradan çıkış yapma temelinde yoğunlaştırıyor.

TÜRKİYE VE KURDİSTAN DEVRİMİNİN BERABER GELİŞECEĞİNE İNANÇ TAMDIR

Nereye getirmek istiyorum? Güncelle bağlantısı şu: Aslında başından itibaren Türkiye ve Kurdistan devriminin birlikte gelişeceğine dönük inanç tamdır. Bugün de bu böyledir. Bakın Kurdistan devrimi, gerçekten Kurdistan'da bir devrim yarattı. Hiç kimse bunu inkar edemez. Çok büyük altüst oluşlar oldu, Kürt toplumu kendini tanıdı, yeniden uluslaştı. Yaşayacak olanlar, yaşamayacak olanlar ayrıştı, sevilecek olan yeni değerler açığa çıktı, kendine güvenen bir halk yaratıldı, kadın devrimi oldu, gençlik devrimi oldu. Kürt kadınlarda da görüldüğü gibi dünyada böyle bir sosyal altüst yaşayan başka halklar yoktur. O anlamıyla aslında Kurdistan'da devrim oldu. Çoğu zaman biz Kurdistan’da hem siyasi olarak hem sosyal olarak iktidar konumunu elde ettik. İkili iktidar denilen dönemlerimiz oldu. Peki niye sonuca ulaşmıyor? Çünkü Türkiye ve Kurdistan devrimi birlikte yürüyecek. Az önce tarihsel olarak belirttiğim husus, güncel olarak da böyle bir gerçekliği bize dayatıyor. O yüzden kimse bize daralmayı, içine kapanmayı dayatmamalı. Niye bu Türkiye soluyla hareket ediyorsunuz, niye Türkiye soluna destek veriyorsunuz söylemleri, Türkiye ve Kurdistan devriminin gerçekliğine aykırıdır. Biz buna inanıyoruz. Başından beri inanıyoruz. Bu yola da öyle çıkmışız.

Grup aşamasındayken Önderlik, hem heval Haki hem de heval Kemal’e şunu söylüyor; "Siz ayrılabilirsiniz, Türkiye için mücadele edebilirsiniz". Fakat öyle bir şey ki, hem heval Kemal hem heval Haki, Kurdistan devrimi olmadan Türkiye'de devrimin olmayacağını, aslında Kürt halkına dayatılan sömürgeciliğin Türkiye toplumunu da köleleştirdiğini, onu mahkum kıldığını görüyor. Evini barkını bırakıp, hem de en zor koşullarda.... Şimdiki gibi de değil. O zaman daha PKK oluşmamış, PKK yok. Grup aşamasından bahsediyorum. Vurup Antep'e, Maraş'a giden heval Haki’dir. Emeğin, fedakarlığın yoldaşlığın, yoldaş olmanın, empatinin... Ben gerçekten şunu çok düşünüyorum; heval Haki'yi, heval Kemal’i Kürt toplumuyla bu kadar bütünleşmeye iten o empati yeteneği neydi? Nasıl hissettiler? O hissetme olmasa, yani böyle bir adanmışlık olmasa bir halk adamı olabilir mi?

Bu anlamda şehitlerimize böyle anlam vermek ve onların çizgisini netleştirerek yürümek lazım. Heval Haki şahsında tüm şehitlerimizi yeniden saygıyla anıyorum. Tümünün açığa çıkardığı; bu grup döneminden şimdiye kadar şehitlerimizin açığa çıkardığı tüm değerleri güncelleyerek zafere taşıyacağımız sözünü bir kez daha veriyorum. Bu vesile ile yeniden Türkiye devrimci önderlerine olan bağlılığımızı da, onlarla yoldaşlaşma kararlılığımızı da yeniden belirtiyorum.

SINIFSIZ BİR TOPLUM

Ben de yeniden 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı, Dayanışma ve Birlik Günü'nü kutluyorum. Bu yılki 1 Mayıs’ta gerçekten değişim ve dönüşüm heyecanıyla yaşandığı ortaya çıktı. Mesela Newroz ruhu çok belirgindi. Newroz ruhu ne demek? Direniş demek, mücadele demektir. Bu anlamıyla Newroz ruhunun damgasını vurduğu bir 1 Mayıs gerçekliği vardı. Türkiye toplumunun sosyalizme meylettiği, daha fazla onun arayışı içerisinde olduğunu gözlemlediğimiz bir 1 Mayıs oldu. Olması gereken de bu aslında yani. Neden? Çünkü aslında sosyalizm, toplumculuk demek. Türkçe’deki karşılığı, toplumcu ideoloji. Bu kadar Türkiye toplumunun, Kurdistan toplumunun paramparça edilmeye çalışıldığı, yalnızlaştırıldığı, yoksullaştırıldığı bir dönemden gerçekten böyle sol sosyalist damarın yükselişe geçmesi, olması gerekendir. Ben alanlarda eylemlere katılan herkesi kutluyorum. Çok coşkulu ve heyecan vericiydi.

Fakat bu vesile ile birkaç şeyi belirtmek istiyorum. Emeğin hakkı, emek-değer teorisi diyorlar ya, aslında biraz tartışmamız gereken bir konu. Şimdiye kadarki işçi sınıfı mücadelelerinde aslında işçinin emek sürecine yönelik fiyat artışı tartışıldı hep. İşçi, mevcut durumundan çıkarak daha iyi koşullarda yaşasın diye tartışıldı. Fakat şu da açığa çıktı ki, yani son 200 yıllık, 300 yıllık işçi sınıfı mücadelesi, emek mücadelesi şunu gösterdi ki; aslında bu şekliyle işçi, mevcut sistemin daha güçlü bir dişlisi haline dönüşüyor. Savunulması gereken aslında işçi sınıfının varlığı değil. Mesela biz ideolojik olarak böyle bir noktaya geldik. Önder Apo, Marks'ın ortaya koyduğu tahlillerden de yola çıkarak, onlardan da yararlanarak, ona da çok büyük değer biçerek şöyle bir noktaya geldi: Gerçekten işçi sınıfı nasıl bir sınıftır? Evet, emek kutsaldır. Aslında her şeyi yaratan emeğin kendisidir. Belki de o tanrısal gücün kaynağında insan emeği vardır. İnançlar tarihi, dinler tarihi de araştırıldığında görülecektir ki, kutsallık kavramı doğrudan çıkmış, insan toplulukları yaratmakta, ürettikçe buna kutsallık atfedilmiştir. O anlamıyla emek kutsaldır.

EMEK SATILAMAYACAK KADAR DEĞERLİDİR

Şimdi kapitalizmde ne yapılıyor? Emek satılıyor. İnsan emeği, göz nuru, değeri satılıyor. Biz buna karşı çıkıyoruz. Bizce emeğin fiyatı olamaz. İnsan emeği fiyatla ölçülemez. O yüzden temel olarak savunduğumuz şey; yaşasın işçi sınıfı değil, sınıfsızlık. İnsan toplumunu bu şekilde sınıflara bölerek yönetmek, iktidarların bir icadı. Sınıf yaratmak, iktidarların icadı. Bizim esasta savunduğumuz şey, sınıfsızlık. Yaşasın işçi sınıfı değil de sınıfsızlığı savunmak, dayanışmayı savunmak, eşitliği savunmak, birlikte yaşamı birlikte üretip paylaşmayı savunmak. Aslında stratejik hedef olarak sosyalizmde olması gereken şey bu.

Şunu iyi gözlemlemeniz lazım. Mesela işçi sınıfı, kapitalist dönemin modern kölelik inşasını, statüsünü oluşturuyor. Bizim bunu savunmamız, bunu istememiz mümkün olamaz. Yani sınıfa karşı sınıf. Tarihte birçok örneğinin de açığa çıktığı gibi... Diyelim ki ezilenler bir yerde ayaklanıyor, onlar iktidarı ele geçiriyorlar, yönetim gücü haline geliyorlar. Karşımıza ne çıkıyor? Onların da yıktıkları iktidarlar gibi oldukları, benzedikleri örnekler açığa çıkıyor. Bunun panzehiri ne? Demokrasi. Demokratik komünal yaşamı geliştirmek, örgütlemek, onu her sahada inşa etmek ve bunu da demokratik yapılar olarak inşa etmek, üreten, yaratan grupların kendi üretim süreçleri hakkında karar alabildikleri yapılar geliştirebilmek. Temel olarak aslında şey budur, yaklaşımımız budur.

HALKIN GÜCÜ KARŞISINDA KİMSE DURAMAZ

Bu 1 Mayıs vesilesiyle de  bunun üzerinde yoğunlaşılması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa dediğim gibi her işçi kapitalist sistemde bir dişlidir ama o sisteme aittir. Nasıl ki bir Firavunun kölesi Firavunun uzantısıysa ve ona muhtaç ise, kapitalist sistemde de işçiler muhtaç olduğu için, zaten teslim alındığı için ona karşı radikal karşı çıkamazlar. Eli kolu bağlanmıştır. Bir işçiye yapılacak en iyi şey, onu işçilik pozisyonundan çıkarmaktır. Dikkat edin, emeksizlikten bahsetmiyorum. Sömürülme pozisyonundan çıkarmaktan bahsediyorum. Patron ve işçinin olmadığı bir sistemden bahsediyorum. Herkes patron olsun da demiyorum. Üretim ilişkilerinin ve güçlerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğinden bahsediyorum. Bunun üzerinde daha fazla durmak lazım.  Bunun böyle birdenbire gelişmeyeceğini ama gerçekten köleleştirmenin insan varlığına dayatılan en büyük aşağılanma olduğunun bilinciyle, fırsat bulunduğunda özgürlük alanlarını oluşturmak, komünal ağlar oluşturmak, bu ağları birbirine bağlamak. Demokratik konfederalizm budur aslında. Demokratik yapılar oluşturmaktır. Komün modelleri olarak oluşturmak... Bu şekilde bir toplumsal inşa oluşumu mümkündür. Yeter ki isteyelim. Gerçekten halkın, toplumun gücü karşısında kimse duramaz. Yeter ki o toplum, o halk kendi farkına varsın.

ERDOĞAN SINIF HAİNİDİR

Benim babam “kızım asla işçi olma” derdi. Ben de işçi çocuğuyum. “İşçilik, sırtına semer vurdurmaktır, eşekliktir” derdi. Belki ilk sınıf bilincimi oradan aldım. Babam belki farkında değildi ama çok önemli bir hakikati dile getiriyordu. İşçiliğin asla özenilecek bir şey olmadığını, işçi halinde kalmanın sırtına semer vurdurmak olduğunu, o yüzden buna tepki duymam gerektiğini söyleyerek farkında olmadan da olsa çok hakikate yakın bir belirlemeye yapmıştı. Bu vesileyle onu da paylaşmak istedim.

Son olarak da şunu da söyleyeyim; 1 Mayıs vesilesiyle Erdoğan'ın da açıklamaları oldu. Dedi; ben de işçi çocuğuyum. Fakat kendisi bir sınıf temsilcisi, bu sınıfın temsilcisinden ziyade sınıf haini. Tam bir haindir. Şimdi bu kadar tüm ülkenin mülkiyetini kendisine geçirmiş bir patron. Zaten dedi, bu ülkeyi şirket gibi yöneteceğiz. Ve dedi ki; benim benim babam da işçiydi. İnsan gerçekten ne diyeceğini bilemiyor. Ama bir hikaye var, her yerde farklı versiyonlarıyla anlatılır. Böyle kısaca hemen anlatıp geçmek istiyorum. Bir yerde bir babanın oğlu varmış. Babası oğlunu hep dövmüş, demiş ki; oğlum senden adam olmaz. Neyse bu çocuk da kalkmış gitmiş bir yerde kral olmuş. Adamlarını göndermiş. Demiş ki babamı getirin, beni görsün. Getirmişler. Demiş, bak baba, ben kral oldum. Babası da demiş ki “oğlum ben sana demedim ki sen kral olamazsın, sen adam olamazsın.” Bu Erdoğan'ın hali de böyle. Korkunç. Komple saraylara çıktı. Senin işçilikle, emeklilikle, adaletle, sömürüye karşı olmakla, zalime karşı durmakla ne bağlantın kalmış? Sen kendin Nemrut gibi olmuşsun, o anlamıyla böyle dalga geçer gibi onu da kullanmaya çalıştı.

AKP’NİN KENDİSİ BİR ABD PROJESİ

Seçimlerin tarihsel ve güncel önemi değerlendirildi. Sadece biz değerlendirmiyoruz; Ekonomist dergisinin yazısı vardı mesela. En son olay oldu işte. Erdoğan'ı çok kızdırdı. Batı'dan gelen bir değerlendirmeydi. Bunlar bizim duyduklarımız tabii. Hem dünya siyaseti hem de bölge siyaseti açısından önemli bir seçim oluyor. Biraz önümüzdeki süreçte bölgedeki rejimlerin karakterini, çelişki ve çatışmaların karakterini belirleyecek. Gerçekten böyle bir şey var. Basit bir seçim değil. Türkiye'nin jeo-stratejik durumu biraz farklı. Önderliğimizin eski değerlendirmelerinde de vardı, savunmalarında da var. Dünya sistemi, Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulurken ilk olarak Türkiye'yi kurdular. İlk kabul edilen, oluşturulan ulus devlet, Türk ulus devletidir. Önderlik proto İsrail olarak da değerlendiriyor. Böyle bir karakteri var. Uluslararası sistemin bölge politikaları açısından önem taşıyor. O yüzden de mevcut seçimler ve bu seçimlerle birlikte açığa çıkacak siyasi duruş belirleyici olacak. Fakat ben şunu söylemek istemiyorum; işte Erdoğan çıkarsa batıdan kopar. Bunlar hikaye, bunların hepsi yalan. AKP’nin kendisi bir ABD projesi. Oradan aldığı destekle oluştu. Günümüze kadar da böyle ayakta kaldı. Bugün de Ekonomist dergisinden eleştiri var. Diyorlar ya, bu dergilerde Erdoğan'ı kaç kere kapağa taşıdılar. Hemen hemen her sayıda onun hakkında övgüler dizen yazılar vardı. Tekrar ediyorum, milli ve yerliyiz diyor ya, öyle değil. Tümden aslında bir projedir. Kendisi de bunu defalarca söyledi. Dedi ki, ben BOP'un eşbaşkanıyım. O Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım, dedi.

ABD'yle niye kafa kafaya geldiler ya da çelişkiyi yaşar hale geldiler? Dedi, ben varken sen niye Kürtlerle ittifak kuruyorsun ki? Dedi, ben varım. Senin burada üslerin var, dedi. İncirlik var, şu var... Bunları onlara karşı kullandı. Bunların hepsi aslında, uluslararası güçlere karşı da kendisini tek seçenek haline getirme ve teslim alma politikalarıydı. Burada bir bağımsızlık, kendi toplumunun çıkarlarını düşünme falan yok. Tam bir aldatmaca, yalandır.

AKP-MHP PROVOKASYONLARI DEVAM EDECEK

Kritik bir seçim. O anlamıyla da son dönemde yaşanan provokasyonlar devam edecek.  Ben şöyle söyleyebilirim; seçim gününün son gününe kadar da devam edecek. Ama kimse korkmamalı, ürkmemeli. Çünkü artık bundan ötesi yok. Yani derler ya, yapabileceği her şeyi yaptı zaten AKP-MHP faşist ittifakı rejimi. Yaklaşık 10 yıldır Kürt halkına yaşatmadıkları zulüm kalmadı. Demokrasi güçlerine çektirmedikleri dert kalmadı. En ufak bir muhalefeti bile zindanlara atarak susturmak istediler. Daha radikallerini de tasfiye etmek istedi saldırılarla. Kürt toplumunu ve Türkiye toplumunu işte böyle cinayet süsü verilmiş olaylarla aslında ürkütmek istediler. En son Cihan Aymaz'ın katledilmesi böyle bir olay.  Türk haberleri bunu gündemleştirdi ama diyorlar ki, istek parçayı çalmadığı için. İşte katledildi bu sanatçı, istek parça hangisiydi acaba? "Ölürüm Türkiyem"... Bunu çalmadığı için! Türkiye toplumunda milliyetçiliğin geldiği noktayı gösteriyor. Bir de bu şekilde bütün demokrasi güçlerine, Kürtlere, milliyetçi çizgiye göre olmazsanız, bakın biri gelip sizi şişler, birisi sizi katleder, diyerek sinmişliği, pasifliği, korkuyu egemen kılmak istiyorlar. Buna devam edecekler.

ERDOĞAN HERKESİ TESLİM ALMA İSTEĞİYLE DOLU

Seçimlerin güvenliği açısından da çok şey söylendi, sandık güvenliği vesaire. İlgili kurumlar herhalde bunun tedbirlerini alıyorlar. Biz bir seçim hareketi değiliz tekil olarak. Fakat herkesi kendi siyasi iradesine sahip çıkmaya çağırıyorum sizin aracılığınızla. Neden? Çünkü bu siyasi iradenin açığa çıkmasında bizim yürüttüğümüz mücadelenin, şehitlerimizin çok önemli bir katkısı vardır. Kürt halkı bugün kendisi için düşünebilecek noktaya gelmişse, bu, yürütülen bu mücadele sonucu olmuştur. Kürt demokratik uluslaşması, yani ortaklaşması, bir ruh kazanması, ortak karar ve irade haline gelmesi bu sayede olmuştur. O yüzden tabii ki biz Kurdistan'da ve Türkiye'de açığa çıkan demokrasi iradesini de çok değerli, anlamlı görüyoruz. Bunu korumak istiyoruz. Tabii ki dağılmasını istemiyoruz. Bakın, Erdoğan yatıyor kalkıyor, buna öfke duyuyor. Nasıl Kürtlerin aklı olur da bir strateji belirlerler? Temel bütün propagandasını neyin üzerine kurmuş şu anda? Diyor ki; niye Kandil Millet İttifakı'na destek verecek?  Bütün stratejisi bunun üzerine. Niye Kürtler Kılıçdaroğlu'na oy veriyor? İçine dert olmuş. Zaten kompleksli bir insan olduğu için, kendisi tercih edilmeyince panik oluyor. Yani kaygı yaşıyor. Her şeyi ve herkesi teslim alma istemi ile o kadar dolu ki!..

AKP-MHP İLE BİRLİKTE KAYBEDECEK BİR KESİM DE VAR

Demokrasinin bir gereğidir; birileri kendi öz çıkarlarına dayalı olarak farklı politika belirleyebilir. Millet İttifakı'yla bizim ne ilişkimiz olacak. Biz kendi yolumuzu çiziyoruz. Biz 10 yıldır AKP-MHP faşizmini yıkma savaşımı yürütüyoruz. Bugün yıkılacaksa da biz yıkacağız, Kürtler yıkacak, demokrasi güçleri yıkacak, Üçüncü Yol yıkacak. Yani Kürtleri böyle araçsallaştırarak, onun üzerinden siyaset yaparak sonuç alacaklarını sanmasınlar. Kimse böyle bize geri adım attıramaz. Evet, Türkiye halkından bilinçsiz insanları etkileyebilir, ona bir şey demiyorum. Etkileyebilir ve bir kısım inanıyor gerçekten. Bir kısmını da kendisine bağlamış. Yani yaklaşık yüzde 20-25'lik bir kesimi kendisine bağlamış. Türkiye'nin kaynaklarını bir parti devleti haline dönüştürdü. Bir devlet yok, bir parti iktidarı var. O zenginliklerin bir kısmını da bir kesime aktarıyor, onları bağlamış. AKP kaybettiğinde kaybedecek bir kesim var. O yüzden onlar da çılgınca Erdoğan-Bahçeli savunuculuğu yapıyor.

Bakın televizyonlarına; gerçekten akıl almaz bir durum böyle. Bugün bir AKP'li kadının videosunu izledim; artık biz doktorları dövüyoruz, diyor. Yani AKP'nin yaptığına bak. O hale gelmişler. Çürüme bu noktada. Pastanın büyük payı kendisinde ve bazı sermaye kesimlerinde. Fakat tabanda da bir kesimi, yani özellikle İslami bir kesimi de öyle bağlayarak bir taban oluşturmuş durumdadır. Fakat Türkiye toplumu büyük bir toplum, bununla sonuç alamaz Erdoğan.

O anlamıyla herkesin çok dikkatli olması lazım. Sandıklara, siyasi iradesine sahip çıkması lazım. Bu konuda duyarlı olunması lazım. Bazı noktalarda soğukkanlılığı da korumak lazım. Çünkü gerçekten AKP’nin kaybederse ne yapar çok belli değildir. Hareketimizin açıklamaları oldu. Seçim olur mu olmaz mı diye bile tartıştık biz. Aslında yapmak istemiyordu. Mecbur kaldı. Çünkü mevcut ekonomik durum, Kürt halkıyla içine girdiği savaş, onu ciddi bir daralmanın, yenilginin eşiğine getirmiş. İşte Hüda Par’a sarıldı ama ondan bir şey çıkmaz. O kendi gerçekliğini daha fazla dışa vurmuş oldu. Niyetlerini açığa vurmuş oldu.

AKP KÜRT İNADINI, APO İNADINI, PKK İNADINI ÖĞRENDİ

PKK’yle yatıyorlar, PKK’yle kalkıyorlar. Tüm propagandalarını bunun üzerine oluşturmuşlar. Hem PKK yok diyorlar, bitti diyorlar; bakın biz şu noktaya getirdik, diyorlar hem de bu kadar çelişkili durum içerisindeler. Desinler ki biz PKK ile baş edemiyoruz, bu kadar bizi etkiliyor, bu kadar bizim kaderimizde belirleyicidir. Bunun itirafında bulunsunlar. Ya da bitti, o zaman bu savaşa gerek yok desinler. Bu toplumun temel sorunlarına yönelsinler. Bunu da yapamıyorlar. Gördüğünüz gibi böyle bir durumdalar.

Kürt inadını Apo inadını, PKK inadını AKP bilmiyordu; öğrenmiş oldu son 10 yıl içersinde.

Ben burada bu vesile ile Karadeniz toplumuna şunları söylemek istiyorum. Ben Karadeniz'de büyüdüm. Karadeniz toplumu rengarenk bir toplumdu. Şimdi tek renge büründürdüler. Birçok Kürt, Karadeniz mahallesinde büyümüştür, Lazların içerisinde büyümüştür. Lazlar bir etnik grup. Şimdi bakıyorum, nerede bu Lazlar? Dilleri farklı olan, kültürleri farklı olan, müziği farklı olan, neşesi farklı olan, toplumsal ilişkilerinde gerçekten paylaşımcı, dayanışmacı, yiğit olan Lazlar nerede? AKP-MHP döneminde Karadeniz'i tam bir çorak alan haline getirdiler. Ben ekonomik durumdan bahsetmiyorum. Ben toplum olarak yok oluştan bahsediyorum.Yanlış anlaşılmasın; ekonomik olarak orada kaç tane bina diktikleri, kaç tane tünel açtıklarından bahsetmiyorum. Bu bölgenin halkları nerede? Yani Lazlar nerede mesela? Gürcüler nerede? Pomaklar nerede? Bu halklar nerede? Tam bir toplum kırım, tam bir kimlik kırımı! Yazıktır!

YENİ TÜRKİYE’Yİ YARATMAYA ÇAĞIRIYORUM

Ben bu coğrafyanın insanlarına, kendi kimliklerine dönmeleri çağrısını yapmak istiyorum. Hiç kimse Türkleşmek zorunda değil. Türkiyelileşmek ayrı bir şey. Türkiyelilik bir üst kimlik olabilir. Kimsenin buna itirazı olmaz. O zaman o bayrak tartışmalarının bir anlamı olur. O zaman herkes o bayrağa sahiplenebilir. O zaman o bayrak, herkesin bayrağı olabilir. Ama bölge halkları, yani Türkiye'deki halklar, Kürtler, Türkler, Lazlar, Çerkesler, Pomaklar birlikte var olabilir. Kendi kimlikleriyle var olmalılar.

Karadeniz'in haline çok üzülüyorum. Milliyetçiliğin kalesi haline getirdiler. Karadeniz insanı özellikle Lazlar, adını saydığım diğer halklar muhakkak bunu sorgulamalıdır. Yoksa atalarına, analarına, tarihlerine sahip çıkamayacaklar En kötü şey de budur.

Bu temelde bu seçimlerde tüm Türkiye halklarını toplumsal değerlerine sahip çıkmaya çağırıyorum. Bunun için de Üçüncü Yol, Emek ve Özgürlük İttifakı diyorum. Çünkü bunun adresi Emek ve Özgürlük İttifakı. Çünkü Emek ve Özgürlük İttifakı, demokrasi ittifakı. Demokrasi, çok renkliliğin sistemidir. Çok kimlikliliğin sistemidir. Herkesi Emek ve Özgürlük İttifakı'nda yeni Türkiye'yi yaratmaya çağırıyorum. Ancak öyle bazı dertlerimizin dermanı bulunabilir.

GENÇLERİN ARAYIŞLARI DERİN

Önderlik “biz genç başladık, genç başaracağız” dedi. PKK bir gençlik hareketi olarak başladı. 1972’deki grup aşamasından itibaren böyle. Önderlik bu hareketi başlatmaya karar verdiğinde 20'li yaşlarındaydı. Bu karakter de bizde hep belirgindir. Şimdiye kadar da başta Kurdistan gençliği olmak üzere Türkiye gençliği; yani Türkiye'de yaşayan gençler üzerine çok ciddi oyunlar döndü. Fakat açığa çıktı ki aslında çok etkili olamadılar. Gerçekten çok yıkıcı politikalar uygulandı gençlik üzerine. Fakat gelinen noktada gençlik artık bu AKP MHP rejiminden kurtulmak istiyor. Bunda kararlıdır. Bu yüzden alanlardadır. Mesela 1 Mayıs meydanlarına Apocu gençlik diye girdiler. Ben selamlıyorum onları. Apocu gençlik. Bu çok önemli bir kavramlaştırma. Herhangi bir siyasi partinin, şunun bunun değil. Bu bir ideolojik tercih. O anlamıyla gençlik böyle günübirlik karar veren bir konumda değil. Gerçekten arayışları çok derindir. Bu anlamıyla özgür yaşam daha özgür kimlikte özgür önderlikte ısrar eden bir gençlik gerçekliğimiz vardır. Genç kadınlar da buna öncülük ediyorlar. Her yerde genç kadınların da gerçekten özgür yaşama bağlılıkları ve arayışları göze çarpıyor. Dikkat edin, seçim çalışmalarında da genç kadınlar öne çıktı. Bu çok önemli bir gelişme. Bütün meydanları "Jin jiyan azadî" sloganı sallıyor. Yani bu ideolojik bir duruş. Jin Jiyan Azadî, 30-40 yıllık mücadelemizin ortaya çıkardığı sembolik ifadesidir. O anlamıyla hem genç kadınlar hem gençlik faşizme karşı kararlı bir duruş içerisindedir.

Şimdi bu seçimlerin kaderini gençler belirleyecek. Yaklaşık 6 milyona yakın gencin ilk kez bu seçimde oy kullanacağı söyleniyor. Biz şuna inanıyoruz: bize karşı yürütülen bir savaş ve saldırı dalgası vardır. Fakat bizim de yürüttüğümüz 50 yıllık destansı bir mücadele vardır. Bu gençlerin hepsi onların hikayeleriyle büyüdü. Özellikle Kurdistan'da köyünde, evinde şehidi olmayan yok. Birazcık içinde toplumsal namus olan herkesin, her gencin, her insanın kendi öz değerlerine sahip çıkacağına inanıyorum. Bu temelde de siyasal duruşunu belirleyeceğine ve katılacağına inanıyorum.

HERKESİ SEÇİME KATILMAYA ÇAĞIRIYORUM

Bu gerçekten tarihi bir seçim. Sonuçları belirleyici olacak. Herkesi de bu temelde büyük bir sorumlulukla hareket etmeye davet ediyorum. Yani kırgınlıklar, küskünlükler, bazı dönemlerde yapılan beyanlar, yapılanlar şimdi bunları tartışmanın zamanı olmamalı. Eğer varsa böyle gündemler, özel savaş şeyi gibi AKP-MHP rejimi Kürt halkının gündemine koyuyor, kafa karışıklığı yaratarak Kürtleri birbirine düşürmek istiyor, birbirini beğenmez hale getirmek istiyor. Sanki Kürtler birlikte iş yapamazmış gibi, sadece Türk egemen sistemini, sınıfını, siyasetini adres olarak göstermeye çalışıyor. Tüm bunlara tavır alarak, varsa da kafalarında çelişkiler, bunları başka bir zamana, başka bir platforma erteleyerek tarihsel sorumluluğunu herkesin yerine getirmesini diliyorum. Ben inanıyorum ki gerçekten 15 Mayıs'ta Türkiye ve Kurdistan yeni bir sabaha uyanacak. AKP-MHP faşizmi yıkılacak. Türkiye'de demokrasi mücadelesinin yeni bir dönemine girilecek. Mücadele bitmeyecek, kavga bitmeyecek. Biz öyle yaklaşıyoruz. Yeni bir döneme gireceğiz, yeni bir mücadele sürecine gireceğiz. Bu temelde ben kadınları, gençleri, Kürt halkının tamamını, Türkiye'deki demokrasi güçlerini, Türkiye halklarını, Türkiye'deki farklılıkları, zenginlikleri, kimlikleri, Alevileri seçimlere bu temelde katılmaya çağırıyorum. Başarılar diliyorum.