Topyekûn direniş-Selahattin Erdem

O halde var olabilmek ve özgür yaşayabilmek için AKP faşizmine karşı topyekûn direnişi büyük bir kararlılıkla geliştirmek gerekir. Yediden yetmişe herkes direnişe katılmalıdır.

Dokuz buçuk aydır İmralı’da herhangi bir görüşme olmuyor ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan bilgi alınamıyor. İki hafta önce İmralı’da bulunan iki tutsağın apar topar Silivri’ye sürgün edilmiş olması da duyarlılığı ve endişeleri artırıyor. Nitekim Silivri’ye sürgün edilen Nasrullah Kuran ile Çetin Arkaş, kendilerinden kaynaklı bir olumsuzluğun olmadığını, söz konusu sürgünün tamamen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik bir tutum olduğunu açıklamış bulunuyor.

Bütün bunlar Kürtlerin ve demokratik güçlerin kaygılarını daha çok artırıyor. 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana müvekkilleri Abdullah Öcalan ile görüşmeleri engellenmiş olan avukatlar açıkça yaşadıkları endişeyi dile getiriyor. En son Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ailesi de kaygısını ve tepkisini dile getirmiş bulunuyor. Kardeşi Mehmet Öcalan ile yeğeni ve Urfa Milletvekili Dilek Öcalan, yasal haklarının çiğnendiğini ve görüşme yapamama sonucu yaşadıkları kaygıyı basın önünde ifade etmiş bulunuyor.

Tayyip Erdoğan’ın geçen yılın Nisan ayından itibaren başlatmış bulunduğu topyekûn özel savaş saldırısının birinci hedefinin İmralı olduğu biliniyor. Nitekim 5 Nisan 2015 tarihinden sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile herhangi bir görüşme olmamış bulunuyor. Dolayısıyla dokuz buçuk aydır Kürt halkı ve demokratik güçler herhangi bir bilgiye sahip değil. İki tutsağın sürgününden sonra İmralı’da nelerin yaşandığı, geride kalanlara ne olduğu bilinmiyor. Yalnız başına bu durum bile Kürtler açısından acil bir topyekûn direniş gerekçesi oluyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tam on yedi yıldır İmralı işkence hanesinde tutuluyor. Bunun için özel bir İmralı hukuku yaratılmış bulunuyor. Tabi eğer buna gerçekten hukuk denebilirse! Bu mutlak tecrit ve psikolojik işkenceye rağmen, geçen on yedi yıl içerisinde Kürt Halk Önderi adeta kendi küllerinden kendini yeniden yaratmış bulunuyor. On yedi yıldır ısrarla sorunların barış içerisinde ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için mücadele ediyor. 

Bu doğrultuda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan çok sayıda barış ve demokratik çözüm projesi sunmuş bulunuyor. Bu temelde Kürt sorununu çözmeye çalışırken, aslında Türkiye’yi yaşadığı tıkanma ve çözümsüzlükten kurtarmak istiyor. Bu çerçevede her türlü diyalog ve müzakereye açık ve hazır olarak duruyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olası bir Kürt-Türk barışının elçisi ve tek yaratıcısı oluyor. Bunun için Kürt halkı "Barışın elçisi İmralı’da" diyor. Fakat AKP hükümeti Kürt-Türk barışının bu tek temsilcisi ile de tüm bağlantıları koparmış bulunuyor.

Çok açık ki, İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaşadıkları tekil bir olay değildir. 24 Temmuz topyekûn özel savaş saldırısıyla Kürdistan’ın her tarafı bir İmralı haline getirilmiş durumdadır. Kuşatma altında ağır tecrit ve işkence her tarafta var. Dolayısıyla tüm Kürt halkı İmralı’daki tecrit ve işkencenin bir benzerini yaşıyor. İmralı’dan Sur’a, Cizre’den Gever’e tüm Kürtlerin yaşadığı açık bir soykırım oluyor. Katliam ve göçertme pratiğine hız veren AKP, yüz yıllık Kürt soykırımını sonuca götürmek istiyor. 

AKP faşizminin Kürdistan’a dayattığı topyekûn özel savaş saldırısının dört başı mamur bir soykırım uygulaması olduğu tartışma götürmüyor. İmralı’daki ağır tecrit ve psikolojik savaş uygulaması da, Silopi’de Taybet ananın vurulmuş cesedinin bir hafta sokakta yatması da, Sur’da haftalarca gömülemeyen öldürülmüş insanlar için gömülme hakkının talep edilmesi de, Cizre’de beş aydır insanların neredeyse doğru dürüst sokağa bile çıkamaması da, Ekin Van’ın çıplak cesedinin teşhir edilmesi de, şehitliklerin uçak saldırılarıyla parçalanması da; bütün bunların hepsi işte bu soykırım uygulamasının parçaları oluyor. 

Çok açık ki, Kürt halkına dayattığı topyekûn özel savaş saldırısında AKP Hükümeti vahşette sınır tanımıyor. Kürt halkının tüm varlığını ve değerlerini hedefliyor. Her türlü savaş gücünü, aracını ve yöntemini kullanıyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Ermenilere yapılanın bir benzerini, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde de Kürtlere yapmaya çalışıyor. Kırk milyonu aşan Kürt toplumunu dünyanın gözü önünde yok sayarak vahşi yöntemlerle yok etme çabası yürütüyor.

Bir yerde zulüm ne kadar yaygın ve derinse, direnişin de o kadar yaygın ve derin olması gerekiyor. Zalim ne kadar vahşi ve saldırgansa, direnişçinin de o kadar kararlı ve cesur olması gerekiyor. Topyekûn özel savaş saldırısı ne kadar vahşi uygulanıyorsa, topyekûn direnişin de o kadar yiğitçe sürdürülmesi gerekiyor. Zalime ve zulme karşı başarılı duruşun kesin kuralı bu oluyor. Bugün Kürdistan’da yaşanan da bu oluyor ve bu gerçekliğin çok daha fazla yaşanması gerekiyor.

Topyekûn direnişin başında hiç kuşkusuz İmralı duruşu ve direnişi geliyor. AKP faşizmine karşı başarıyla mücadele etmek isteyenlerin, her şeyden önce bu duruşu ve direnişi doğru ve tam anlaması gerekiyor. Çünkü faşizme ve sömürgeciliğe karşı direnişin muzaffer tarzını İmralı direnişi veriyor. Doğru taktik duruş hep burada ortaya çıkıyor. Öyle ki, İmralı direnişi AKP yöneticilerini deliye çevirmiş  bulunuyor. 

AKP faşizminin topyekûn özel savaş saldırısına karşı topyekûn direnişin merkezinde hiç kuşkusuz öz yönetim direnişleri yer alıyor. Sur’dan Cizre’ye, Nusaybin’den Gever’e Kürt gençlerinin ve kadınlarının destansı direnişleri AKP yönetimini ve özellikle Tayyip Erdoğan’ı deliye çeviriyor. Her gün yeni bir tehdit ve saldırıyla Kürt halkını korkutmak ve sindirmek istiyorlar. Ama nafile! Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun hiç hesaba katmadıkları öz yönetim direnişleri, mevcut haliyle mezar kazıcıları haline gelmiş bulunuyor. 

Kürt halkının demokratik öz yönetim talebi temelindeki kahramanca direnişi ve bu direnişin yenilgi tanımaması, giderek herkesi canlandırmaya ve görevine sahip çıkar hale getirmeye başlamış görünüyor. Türkiye genelinde 1128 akademisyenin yayınladığı "Bu suça ortak olmayacağız" açıklaması bu önemli gelişmelerden birini oluşturuyor. Söz konusu açıklama, alenen AKP hükümetinin Kürt halkına karşı suç işlediğini görüyor ve kabul ediyor. Aydın onurunu temsil eden bu açıklama, adeta bir iddianame olarak Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu’nu deliye çevirmiş bulunuyor.

Ne söylemediler ki bu cesur insani duruş üzerine? Kendileri dehlizleri andıran kapkaranlık iken, AKP faşizminin kararttığı her yeri aydınlatan bu açıklamaya "karanlık" dediler. Kendileri düpedüz birer Evren ve Çiller müsveddesi iken, açıklama yapan cesur aydınlık insanlara "Aydın müsveddesi" dediler. Kendi karanlık iktidarlarından değil de, halktan yana oldukları için bu güzel insanları "hain" ilan ettiler. Her türlü zorlama ve hakarete karşı teslim alamayınca da YÖK’ü ve savcıları göreve çağırdılar. Ama nafile! Türkiye’den ve dünyanın dört bir yanından destek AKP suçuna ortak olmayanlara geldi.

AKP faşizmine karşı en son topyekûn direniş örneği DBP’nin "Seferberlik çağrısı" oldu. Amed’den Botan’a başlayan özgürlük yürüyüşü daha şimdiden AKP barajlarını aşarak ilerlemeye başladı. Öyle anlaşılıyor ki, toplum ve demokratik siyaset işin ciddiyetini ve AKP faşizminin amaçlarını daha yeni yeni anlar hale geldi. Kuşkusuz bu çok geç kalma ve biraz zayıf anlamadır. Fakat böyle de olsa gerçekleri görmeye başlamak yeni gelişmeler yaratmaya adım atmak demektir.

AKP faşizminin topyekûn özel savaş saldırıları temelindeki soykırım uygulamalarına karşı topyekûn direnişle cevap vermekten başka bir çare yoktur. İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki psikolojik baskı ve tecridin kendisi başlı başına bir topyekûn direniş gerekçesidir. Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun her sözü, Sur ve Cizre’de her gün ve her saat yaşananlar, her katliam, her sürgün, her hakaret bir topyekûn direniş gerekçesidir. Bunları göremeyen, görüp de gereğini yerine getiremeyen yaşama hakkını kaybetmiş demektir.

O halde var olabilmek ve özgür yaşayabilmek için AKP faşizmine karşı topyekûn direnişi büyük bir kararlılıkla geliştirmek gerekir. Yediden yetmişe herkes direnişe katılmalıdır. Kürdistan’ın tüm kentleri, mahalleleri, sokakları, kısaca her yer direniş alanı olmalıdır. Başta devrimci-demokratlar olmak üzere herkes ve tüm kurumlar direnişte yer almalıdır. Sömürgeci düzenden kopmak için her yöntem kullanılmalıdır. Mevcut düzenin ve AKP’nin her şeyi boykot edilmeli, Kürtler bu düzenle yaşamı durdurmalıdır. Eğer böyle olursa, o zaman AKP de, mevcut düzen de bir günde çöker!

KAYNAK: Yeni Özgür Politika