Sekizinci göç yollarında Maxmur öyküleri

Sekizinci göç yollarında Maxmur öyküleri

IŞİD saldırılarının son hedeflerinden biri olan Mahmur mülteci kampı ya da diğer adıyla Şehit Rüstem Cudi kampı sakinleri, 1990’lı yıllardan günümüze bu coğrafyada yaşanan trajedilerin canlı tanıkları. Ağır bedellere ve tarihi direnişlere tanık olan bu kampın sakinleri, sekizinci kez göç yollarında.

Mahmur’un (Mexmûr) dünü ve bugününü o dönemi birebir yaşayarak büyük bedeller ödemiş olan Mahmur halkından dinledik. 21 yıl öne Türk devletinin saldırıları nedeniyle Güney Kürdistan’a göç etmek zorunda kalan Mahmurlular, 6 Ağustos’taki IŞİD saldırıları nedeniyle sekizinci göçü yaşadılar. Her biri oğullarını, kızlarını, kardeşlerini, yakınlarını özgürlük mücadelesi saflarında bedel olarak verdiler. Mahmur kampı sakinleri sekizinci göçte son durak olan Ranya’da, hem mülteci yaşamları boyunca yaşadıklarına dair unutamadıklarını, hem de IŞİD saldırısı sırasına yaşadıklarını anlattılar.

1994’ten bu yana mülteci olarak yaşayan Mahmurluların anlatımlarından bazı kesitler şöyle:

…Ağustos’un 10’unda karşı saldırı oldu. Bizler de bu saldırıyı püskürttük. Onların cenazeleri arazideydi. Cenazeleri mayınlıyorlardı, tuzak kuruyorlardı. Büyük bir coşku ve moralle savaşıldı…

…Kıştı, soğuk ve yağmur vardı. KDP bize o zaman yer vermedi. Birçok zorluk ve zahmet çektik. O şartlarda Geliye Kıyamete’ye geldik. 1995 Newroz’unda Çelik operasyonu başladı. Üç ay bize yiyecek dahil hiçbir şey vermediler. Kızım Beritan üç gün üç gece ağlıyordu…

…Önce Biherê’ye geldik. Fazla tecrübemiz yoktu. Olanlar da partiden görmüşlerdi. Biraz çaresizlik durumu yaşandı. Biherê’ye geldiğimiz zaman parti de yanımıza geldi. Düzenleme yaptı buradan başladık…

…Nehdaran bölgesine gelerek uzun bir süre kaldık. Etrafımız mayınlarla doluydu. Önümüzde de Saddam’ın askerleri vardı. Arkamızda düşmanın bize karşı gönderdiği işbirlikçileri vardı (…)Saddam döneminde getirildiğimiz Mahmur alanında insanca yaşanacak bir koşul, hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Sadece akrepler vardı. Ne ağaç ne bir çiçek ne bir ot hiçbir şey yoktu. Toprağında bir tek ot bile yeşermemişti. Çocuklarımız akrep avına çıkıyordu. Akrepleri yuvalarından çıkartıyorlardı. Kimisi 40, kimisi 50, kimisi 60 akrep yakalıyordu…

Abdullah İke:  Şırnaklıyım. 20 yıldır şehit Rüstem kampında yaşıyorum. Rojava’dan Güney Kürdistan sınırına kadar IŞİD saldırıları devam ediyor. Mahmur kampı da hedef alındı. Kampın direnişi ve savunması oldu. Çete saldırılarının olduğu gece orada hazır değildim. İkinci gün kampa geldik. Ağustos’un 7’sinde kamp boşalmıştı. Var olan imkanlara dayanılarak Ranya gibi yerlere gidildi. Partinin (PKK) yardımıyla kadın, çocuk ve ihtiyarlar gönderildi. Savaşma gücü olanlar, gençler tekrar kampa geri döndüler. HPG ve Mahmur’un milisleriyle direniş başlatıldı. Kampa saldırılar oldu. Silahlarla çetelere karşı saldırı yapıldı. Stratejik yerler tutuldu. Çetelerin kampa saldırmalarına izin verilmedi. Onlar da suikast ve sızma yapıyorlardı. Deniz arkadaş da bu saldırılardan birinde şehit düştü. Arkadaşlar o çeteleri de temizlediler. Nizamiye tarafında eylem yapıldı. Ayın 10’unda karşı saldırı oldu. Bizler de bu saldırıyı püskürttük. Onların cenazeleri arazideydi. Cenazeleri mayınlıyorlardı, tuzak kuruyorlardı. Büyük bir coşku ve moralle savaşıldı. Öncü bir rol oynandı, direniş sergilendi. Arkadaşlarda bu güç vardı. Özgürlük mücadelesi ve Önderliğin felsefesi bize direnme gücünü verdi.

Mahmur kampına karşı oynanan oyunların farkındayız. Eskiden beri bu siyaset vardı. Saldırıdan sonra çaresiz kalacağımızı hesap ettiler. Ama öyle olmadığımızı herkes biliyor. Kampın boşaltılmasını Türkiye, KDP ve diğer devletlerin anlaşmaları vardır, fırsat kolluyorlar. (Eski Başbakan Yardımcısı) Beşir Atalay; kapımız açıktır ne zaman döneceksiniz diyor. Özgürlük mücadelesi varken bütün bu oyunlar boşa çıkacaktır. Örgütümüz ne derse öyle hareket edeceğiz. Her ne kadar zahmet ve zorluk çekmiş olsak da biz bu oyunlara gelmeyeceğiz.

Ayşe Roboski: 1994’de Cizire’ye geldik. Çetelerden kaçtık. Bir yıl Cizire’de kaldık. Partiyle olan bağımızdan kaynaklı deşifre olduk ve bu sefer Mersin’e göç ettik. İki yıl orada kaldık. 1994’de kızım Beritan dünyaya geldi. Sonra Şeranişê’ye geldik. Uçaklar üstümüze gelince Bêrsêvi’ye geldik. Kıştı, soğuk ve yağmur vardı. KDP bize o zaman yer vermedi. Birçok zorluk ve zahmet çektik. O şartlarda Geliye Kıyamete’ye geldik. 1995 Newroz’unda Çelik operasyonu başladı. Üç ay bize yiyecek dahil hiçbir şey vermediler. Kızım Beritan üç gün üç gece ağlıyordu. Bir lokma ekmek verecek durumumuz yoktu. Başka köylere gidip ekmek getirdim, çocuğuma vermek için; açlıktan ölmesin diye.2009’da arkadaşların saflarına katıldı.  Önderliğin doğum gününde saflara katılma kararı aldı. 4 Nisanda eğitimdeydi. Devrimci oldu elhamdulillah. Şemzinan savaşında 11 eyleme katıldı. Katıldığı 12. eyleminde şehitler kervanına katıldı.

Geliye Kıyamete’den sonra Etruş’a geldik. Daha sonra düşman saldırılarından dolayı bir gecede Ninova’ya geçtik. Oradan da Nehdaran’a geldik. Heval İbrahim’i o zaman kaybettiler hala da haber yoktur. Başını kesip götürerek sattılar. Düşmana teslim ettiler. Düşman da ağzında dişleri yoktur, bu gerilla da değil, yaşlıdır, para vermeyiz diyor. Kardeşlerinin de kafalarını kestiler. Oradan Mahmur’a geldik. Bir gecede evimizin etrafında 35 akrep öldürdük. Şükürler olsun, partiden arkadaşlarla birlikte kampı yoktan var ettik. Düşman ve ortakları bizleri teslim almak ve yok etmek istiyorlardı. Biz teslimiyeti asla kabul etmedik. Başımız dik olarak çocuklarımızla kendi yaşamımızı sürdürdük. Şimdi de çeteler bizi ikinci Şengal yapmak istediler. Ama PKK ve milislerimiz buna izin vermedi. Kampımız şimdi gerilla güçlerimizin insanımızın elindedir. Asla teslimiyeti kabul etmeyeceğiz. Bizim dilimize, şehitlerimizin mezarlarına tahammül edemiyorlar. Egit’imize (PKK komutanlarından Mahsum Korkmaz) tahammül etmiyorlar. Binlerce Egit’imiz vardır. (Aralık 2011’de Roboski’de) Otuz dört insanımız, hayvanlarıyla birlikte diri diri yakıldı bu ülkede. Önderimiz hala içerdedir. O özgür olmadan biz de özgür değiliz. Biz çocuklarımızla, gençlerimizle, ihtiyarlarımızla bu partinin insanlarıyız. Son olarak Önder Apo’ya sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.

Abdullah Kara: Hilal köyündenim. Köyümüz Botan’ın köyüdür. Tarihte de duymuşuz, düşman Botan’a birçok kez yönelmiş, hedef almıştır. Etrafımızda Cemê Şexan (Şehan Çayı) savaşı, Beytüşşebap serhildanları oldu. Birçok savaşla insanları asimile etmek kendi öz kimliğinden gerçekliğinden uzaklaştırmak amacındaydı. Önceden Osmanlılarda da buna benzer saldırılar oluyordu. Türk devletinin de amacı buydu. 1984’de efsanevi komutan Egit’le birlikte silahlı mücadelenin başlamasıyla devletin tahammülsüzlüğü daha da arttı. Egit arkadaş Botanlıydı. Bazen arkadaşlarıyla hilal köyünden geçiyordu. Düşman da biliyordu. Hilal köyü de sınıra yakın bir köydü. Stratejik önemdeydi. Cudi, Gabar dağlarına, Herekol ve Kela Memê arasında, gerilla açısından da önemli bir yerdeydi. Hilal köyüne koruculuk dayatıldı. İnsanımız koruculuğu kabul etmedi, onurlu bir şekilde direndi. Düşmanın bütün baskılarına karşı boyun eğmedi. 1991’de Hilal Belediye Başkanı arkadaşlarıyla birlikte kontralarca katledilmesinin nedeni de Hilal köyünün koruculaştırılamamasıydı. Belediye başkanının şehit edilmesinden sonra saldırılar daha da arttı. 1994’e kadar Kürdistan’a düşmanın yönelimi daha da genişleyerek büyüdü.  Köy boşaltmaları, koruculaştırma, faili ‘meçhuller’ çok daha fazla arttı. Artık tahammül kalmadı. Düşman bize kendince yol gösteriyordu; eğer PKK’li iseniz işte Besta, eğer korucu iseniz işte Şexan, eğer Kürtseniz işte Güney Kürdistan diyordu. Bundan dolayı hilal köyünde partili olanlar, çocukları gerillada olanlar şeref ve namus olarak Kürtlüğünü görenler Güney Kürdistan’a göç ettiler. Önce Biherê’ye geldik. Fazla tecrübemiz yoktu. Olanlar da partiden görmüşlerdi. Biraz çaresizlik durumu yaşandı. Biherê’ye geldiğimiz zaman parti de yanımıza geldi. Düzenleme yaptı buradan başladık. Kendi kendimizi yönetme, örgütleme ve düzenleme tarzı yavaş yavaş içimizde gelişti. Düşman burada da üzerimize geldi, uçaklarla vurdu, çocuklarımızı katletti. Uçağın kazan parçaları çadırlarımızı paramparça etti. Taburlar bulunduğumuz yere yakındı, tehlike vardı. O yüzden bir gecede toplanarak Bersêvê’ye ye geçtik. Burada da PKK’nin dışında bize kimse sahip çıkmadı. Çamurların içinde kaldık. BM bize havadan çadır gibi şeyler attı, ama her yer çamurdu, çok zahmet çektik. Arkadaşlar yeniden düzenlemeler yaptı, artık biz PKK olmuştuk. Yavaş yavaş başladık. Etruş’a geldik. Buraya geldiğimiz de ise artık tamamen örgütlü hareket eden kendi kurumlarını kuran bir aşamadaydık. Kendi okullarımız, kendi asayişimiz, dış ilişkilerimiz, şehit aileleri olmak üzere kurumları oluşturduk. Ondan sonra Türk devleti yönelimlerinden vazgeçmedi. İşbirlikçilerini devreye soktu. Üzerimize ambargo uyguladı. Nizamiyenin dışına çıkarsanız size yemek giyecek veririz vb. dediler. Nefsimizle oynuyorlardı. Eğer korucu olursanız size her türlü maddi imkanı sizlere sunarım, olmazsanız zulüm ve baskılar devam eder diyordu. Üç ay boyunca üzerimizde ambargo uygulandı. Çocuklarımız çamurların içinde kaldı. Bazıları dağlara çıktı. Bir gecede 18 karakol Etruş kampının etrafına indirdiler. Bunları da yaşadık gördük. BM düşmanın yönelimleriyle ortaklaşarak Etruş kampı askeri bir kamptır kararını verdi. Bir iki gün sonra Şexan taraflarına Laleş’in eteklerine gittik. Burada da olmadı. İnsanımız direndi, birbirinden kopmadı. Çoğunluğu davasına, Önderliğine bağlı kaldı. Partiye ve şehitlerine bağlı kaldı. Burada da idare etme koşulları olmadı. Saddam’ın kontrolündeki hudutla Kürtler arasındaki Nehdaran bölgesine gelerek uzun bir süre kaldık. Etrafımız mayınlarla doluydu. Önümüzde de Saddam’ın askerleri vardı. Arkamızda düşmanın bize karşı gönderdiği işbirlikçileri vardı. Bu süreçte partiyle (PKK) diğer Kürt partileri arasında çelişkiler de vardı. Birçok insanımızın o dönemde mayınlardan dolayı ayakları kesildi hala içimizdedirler. Mayınlar yüzünden birçok hayvanımız telef oldu. Düşmanın ortakları, işbirlikçiler, kendi değerlerine ihanet edenler, onlara ajanlık yapanlar vardı. Biri 50, diğeri 56 yaşında olan iki insanımızın başları kesildi. Kardeşlerdi. Çocukları hala içimizdeler. Şimdi yetişkin olmuşlar. Kesilen başların nerede olduğunu hala bilmiyoruz. O dönemde kampta bir annemiz vefat etmişti. 3 gün cenazesi cadde üzerinde kaldı. Böyle şartlar altında yaşıyorduk.  Binlerce insanımız vardı ama bu annemizi 3 gün toprağa veremedik. Burada da bitmedi. Partinin düzenlemesiyle, örgütlendirmesi ve yönetimdeki arkadaşların çabası ve halka bağlılıklarıyla, Önder Apo’ya olan inancımızla kendi kendimizi örgütledik ve büyük bir aile olduk. Etle tırnak gibi birbirimizden ayrılamaz duruma geldik.

Saddam döneminde getirildiğimiz Mahmur alanında insanca yaşanacak bir koşul, hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Sadece akrepler vardı. Ne ağaç ne bir çiçek ne bir ot hiçbir şey yoktu. Toprağında bir tek ot bile yeşermemişti. Çocuklarımız akrep avına çıkıyordu. Akrepleri yuvalarından çıkartıyorlardı. Kimisi 40, kimisi 50, kimisi 60 akrep yakalıyordu. Bu şekilde akreplere karşı da mücadele ediyorduk. Maalesef bunun mücadelesinde de şehit verdik. Bir çocuğumuz bu şekilde şehit düştü. Hava şartları ve koşullardan dolayı bazı çocuklarımızı da öyle kaybettik. Bu şartlara karşı da direndik. Önder Apo ve şehitlerimize bağlılığımız ve inancımızla, insanımızın birliği ve arkadaşların yönetiminde burada bir kamp inşa ettik. Bahçeler yaptık, su getirdik, kuyular kazdık. Kendi ellerimizle bir düzen kurduk. Mahmur; Ninova’dan Hewlêr ve Kerkük üçgeninde örnek bir kamp oldu. Kendi oluşturduğu düzen ve etrafıyla ilişkileriyle örnek bir kamp oldu. Dışarıdan birçok insan da geldi. Arap ve Kürtlerin yaşadığı diğer Mahmurla arasında büyük bir fark olduğunu gördüler. İnsan ilişkilerinde, toplum örgütlendirilmesinde, yerleşim tarzında, disiplin ve ahlak açısından diğerleriyle aramızda çok büyük fark olduğunu herkes görüyordu.

1998’de Mahmur kampına geldik. Okullarımızı kurduk. Öğretmenlerimizi örgütledik. Okullarımızın örgütlendirilmesi için çok çaba harcadık. Bazı öğretmenlerimiz Türklerin okullarında ortaokula kadar okumuşlardı. Ama üniversitedeki dersleri verebilecek durumları vardı. Mahkemelerimiz vardı. Her ne kadar demokrasi ve hukuktan bahsetseler de, mahkemelerimiz, düşmanın hukuk, mahkeme ve demokrasisinden her şeyiyle farklıydı. Bizim dışımızdakiler de bunu birçok kez dile getirmişlerdir. Zamanla öğrencilerimizin sayısı arttı. Orta ve hazırlık bölümlerini bitirdiler. Dış ilişkilerden sorumlu kurumumuz, öğretmenler ve yönetimden arkadaşlarla, bölgesel hükümet arasında birçok kez görüşme yapıldı. Daha sonra öğrencilerimizin üniversitelere geçişleri sağlandı. Üniversiteleri bitirdiler. Doktorlarımız, mühendislerimiz, avukatlarımız yetişti. Yani burada yeni bir yaşam yarattık.

O GECE KAMPI GEÇ TERK ETMİŞ OLSAYDIK…

Şimdi de başımıza IŞİD meselesi çıktı. Önder Apo, IŞİD meselesinden birçok kere bahsetti. Bulunduğunuz yerde savaşınızı verin, dedi. Şengal ve Mahmur, kendi öz savunmasını yapsın; onlar bize emanettir, dedi. Tam olarak yerine getirememişsek de bunun mücadelesini verdik. Önder Apo’nun uyarılarına karşı zamanında tedbir alabilseydik; belki de zararımız ve kayıplarımız çok daha az olabilirdi. Yine de söyleyebilirim ki, IŞİD ortaya çıkmadan önce Ortadoğu’da bunun işaretleri verilmişti. IŞİD saldırılarına karşı Ortadoğu’da, Mahmur’da ortaya konulan eylem, en başarılı ve sonuç alıcı eylemlerden olmuştur. Özgür basın kadrosu Deniz arkadaş dışında kayıp vermedik. Şengal, Asuri köyleri ve Musul’un etrafları ya da Suriye’de vb. yaşananlar gibi bir şey yaşamadık. Elbette bizim yaşadığımız zorluklar da oldu hala da yaşıyoruz. Arkadaşların öncülüğünde yarattığımız öz savunma ve Önder Apo’nun perspektifleri ışığında, her ne kadar yerine getirmede zayıf kalmışsak da bizler açısından bir sonuç yaratmıştır. Açık söylemek istiyorum, eğer kampı o gece iki saat geç terk etmiş olsaydık, kayıplarımız çok fazla olabilirdi. Emeklerimizle kurduğumuz düzenimiz, şehitliğimiz, değerlerimiz orada kaldı, ama canlarımızı kurtarabildik. Başta Önder Apo’nun perspektifleri temelinde arkadaşların gelişiyle IŞİD çetelerinin kampa girmesine izin verilmedi. Şunu söylemek istiyorum; Mahmur kampını HPG ve kampımızın milisleri dışında hiçbir güç savunmamıştır. Buradaki koşullarımız camiler ve okullarda tabii ki göçmenlik koşullarıdır. Ama Önder Apo’ya ve değerlerimize bağlılığımız, birbirimize daha fazla bağlı olmayı öğretmiştir. Gerekirse bir kamp değil, birçok kamp inşa etme, yeniden yaratma gücümüz vardır.  

HPG GÜÇLERİNİN GELMESİYLE DİRENİŞ BAŞLADI…

Reşit Roboski: 1984 silahlı mücadelenin başladığı dönemde Türk devletinde zorunlu askerdik. O dönemde özgürlük hareketini PKK olarak değil Apocular olarak biliyorduk. Kürtlerin adı ondan önce yoktu. Birkaç kişiyle hareket başladı. Bir güç haline gelerek büyüdü. Yeni tarihi bir serhildan hareketiydi. Kürtlere karşı Türk devleti büyük bir katliam saldırısı gerçekleştirdi. Binlerce köyümüz yakıldı, boşaltıldı. Üç dört milyon insanımız göç etmek zorunda kaldı. Sorun Kürt meselesi olunca kimseler sesini çıkarmadı. 94 yılında yine devlet tarafından saldırılar oldu. Halkımız köylerini, yerlerini bırakmak zorunda kaldı. Kürdistan devrimi ve Önder Apo ve şehitlere bağlılıkla bugünlere gelindi. Bugüne kadar sekiz kez yerimizi değiştirdik; göç etmek zorunda kaldık. Malumdur ihanetçiler ortaya çıktı.

Birçok hastalık gördük. Onlarca kere yazıldı belki çocuklarımız, ihtiyarlarımız açlıktan öldüler. En zor hastalıklarla yüz yüze kaldık. Kürtlerin içindeki ihanetleri gördük. Son olarak da IŞİD vahşeti ortaya çıktı. Türk devleti ve Kürt ihanetçileri yine devreye girdi. Kobani direnişi Kürdistan devriminin temeli oldu. Bütün dünya bunu gördü. Kimi kesimler bunu kabul edemediler. Devrime yönelim oldu.  30 yılı aşkın parti deneyimi ortaya çıktı. Bu kesimler devrim gerçeğine tahammül edemeyip bütün güçlerini buraya yönelttiler. Hiç kimsenin, Önder Apo’nun fikir ve felsefesine, şehitlerimizin değerlerini yok etmeye gücü yetmez, ancak bunları zayıflatma gibi amaçları vardı. Dünya da bunlara destek verdi. Büyük bir güç hazırlığı yaptılar. Katliam planları yaptılar. Kantonlar hedef alındı. Son olarak da Mahmur halkımıza darbe indirmek istediler. Çetelerin gelmesiyle ortaya konulan direnişle kamp savunuldu. HPG güçlerinin gelmesiyle direniş başladı. Özgürlük savaşçılarının direnişi dünyada da konuşuldu. IŞİD çetelerine izin verilmedi. Önceki gibi özgür yaşam kurma ve başarma irademizi ortaya koyacağız. Bizim mezarlarımıza, heykellerimize bile tahammül edemiyorlar. Bizimle ilgili kararları ancak Önderliğimiz verir, örgütümüz verebilir. Vahşete, insanların kafalarını kesenlere destek çıkanlar bizim adımıza konuşmasınlar.