Türkiye kendi parlamento tarihinin en önemli seçimini yaptı.
Bu seçimin sonuçları, eğer AKP’nin “kaos yaratma yoluyla erken seçim” politikası yenilgiye uğratılabilirse, çok kısa zamanda yalnız Türkiye’yi, Kuzey Kürdistan’ı değil, Kürdistan’ın bütün parçalarını ve Ortadoğu’yu, hatta küresel güçlerin Ortadoğu’da yoğunlaşmasına bakarsak, dünya durumunu etkileyecektir.
“Tek adam rejimi” ve “PKK’ye karşı savaş” bazılarının sandığı gibi Erdoğan’ın “kişisel hırsının” eseri değil. Böyle sanmak, seçimde elde edilen sonucun önemini kavramayı imkansız kılar. Türkiye’nin “dikta” rejimine sürüklenmesi, Ortadoğu pazarlarının paylaşılması için süregiden savaşların icabı. Bu “Ortadoğu pazarları” kavramına örneğin Hewler’in petrolü gibi Amed’in Dicle-Fırat suyu da giriyor. O nedenle Ortadoğu savaşı dediğimiz zaman, bunun da içine hem Hewler’i, hem de Amed’i, aynı zamanda Rojava ve Mahabad da dahil oluyor. Hiçbir demokratik ülke, böylesine haksız ve yıkım getirecek bir savaşı kolay kolay göze alamaz. Hele Türkiye gibi kaynakları kıt, halkı yoksul, bağrında patlayıcı “etnik” ve “dini” çelişkiler barındıran bir ülkenin “demokrasi” içinde Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle ittifak yaparak İran’la “silahlı rekabete” girişmesi mümkün değildir. Yani Erdoğan “aklını” yitirdiği için “diktaya” heveslenmiyor ve PKK’ye karşı “imha savaşına” hazırlanmıyor.
Bu tablo bize kestirme yoldan, 7 Haziran seçimlerinde elde edilen başarının tarihi bir değişimin başlangıcı olduğunu gösteriyor. Şu anda “dikta”nın yolu kesilmiştir. Bir AKP-MHP koalisyonu PKK’ye karşı bir imha savaşı açmaya yeltendiği anda, yalnız Kürdistan’da değil, Türkiye’nin batısında bile büyük bir direnişle karşılaşır. Bir AKP-CHP koalisyonu ise böyle bir savaşın daha ilk adımında paramparça olur. Ortadoğu savaşına Türkiye’yi katabilmek için Erdoğan’ın “dikta” ve “PKK’yi imha” programı bu seçimlerde şimdilik de olsa durdurulmuştur. “Kaos yoluyla erken seçim hazırlama” ve yeniden AKP çoğunluğunu sağlama planı da yenilgiye uğratılır, “diktacıların ve imhacıların” yolu kesilirse bilelim ki, bölgenin İran’la birlikte en hegemonyacı, en militarist ve en otoriter devleti “savaş dışı” kalmış olacaktır.
Siz bir ülkeyi “savaş dışı” bıraktıran bir “seçim zaferi” duydunuz mu? Ben ülkeleri savaş dışı bırakan, örneğin 1917 Ekim devrimi gibi “devrimler” duydum, ama böyle bir sonuç doğuran bir “seçim” duymadım.
Bu da gösteriyor ki, HDP’nin, üstelik kendisini hükümete getirmeyen, ama “dikta ve imha yoluyla Ortadoğu Savaşına bugün için DAİŞ üzerinden katılan, yarın ise doğrudan girecek olan bir hükümeti “durduran” seçim zaferi, “devrim” değerindedir.
Böyle bir devrimci değişimin yolunu açan ve Türkiye’yi hem diktadan, hem iç savaştan ve sonuçta da bölgesel emperyalist bir savaştan kurtaracak olan seçim zaferini, HDP’nin koalisyon hesapları içinde harcayacağını sananlar yanılır.
Demokrasi güçleri için koalisyon, “hangi partinin hangi partiyle hükümet koltuklarını paylaşmak üzere pazarlık yapacağı” bir siyasi “uzlaşma” değildir. Böyle soysuz bir pazarlığın geçtiğimiz günlerde en tipik manşetini Hürriyet hükümet çevrelerinin ağzından şöyle atmıştı: “MHP ile ‘uyum’ HDP ile ‘çözüm’...” Bu manşete göre, AKP hem “barış ve çözüm” için bir koalisyon kurulabilir, hem de “savaş ve çözümsüzlük” için başka bir koalisyon da kurabilir. Soysuz parlamentarizmin düzen partileri için böyle bir “koalisyon” anlayışının merkezinde “her ne pahasına olursa olsun iktidar olmak” hedefi vardır. Akdoğan’ın “siz artık çözüm filmi yaparsınız” sözleri, bir AKP-MHP koalisyonunda “savaş ve çözümsüzlük” programının gündeme geleceğini gösteriyor. Bu ilkesizlik, elbette her zaman aynı sonucu verecektir; örneğin MHP ile koalisyon için “savaş ve çözümsüzlüğü” bile göze alan AKP’nin, HDP ile “barış ve çözüm için koalisyon kurması” eşyanın tabiatına aykırı olur. AKP bu anlayışı koruduğu sürece, böyle bir muhayyel koalisyonda da sadece “oyalayarak HDP’yi tasfiye etmek” yolunda yürüyecek, bunu başardığı zaman da yine bildiği “yolda devam edecektir.”
HDP’nin deneyimli yönetimi Seyit Rıza’nın başaramadığını başarmış, “sizin oyunlarınızla da baş ettim, sizin önünüzde boyun da eğmedim” diyebilmiştir.
Şurası da var. Siyasi mücadelenin yolu düz ve geniş “Susurluk yoluna” benzemez. O yolda bile karşınıza bir “kamyon” çıkabilir. Siyasi mücadelenin, hele devrimci siyasi mücadelenin yolunda öylesine keskin virajlar, öylesine tehlikeler ve “taş düşebilür, ayu çıkabilür” yazılı öylesine tehditkar tabelalar vardır ki, devrimci parti bu yolda hiçbir zaman “tam gaz” ve dümdüz gidemez...Kimi zaman gaz pedalına var güçle basmak gerekir, kimi zaman freni köklemek şarttır. Kimi zaman sonuna kadar klakson çalmak, kimi zaman “plakayı çamura boyayıp” gizlenmek zorunlu olabilir. Bazen araçtan inip onu iterek ilerletmek, bazen geri vitese takıp katedilen yolun yarısı kadar geriye gitmek gerekir.
O nedenle seçim zaferi elde etmiş bir parti olarak HDP’nin “kapımız herkese açık” demesi bu zaferi güvenceye almaya yönelik doğru bir yaklaşımdır. Ama “kapının herkese açık” olması, bu kapıdan herkesle “kol kola çıkılacağı” anlamına gelmiyor. HDP’nin kapısından girenler “Başbakan yardımcısı ve Bakan olmak isteyenlerle” değil, HDP’nin “programıyla” ve “hedefleriyle” karşı karşıya gelecekler. Bu program ve hedefler ki, 7 Haziran’da halkın desteğini almıştır. Halkın yüzde 60’ı, CHP’yi, MHP’yi iktidar yapma hedefine değil, HDP’nin “AKP’yi durdurma” hedefine oy vermiştir. Yani AKP’nin “dikta” kurma, “PKK’ye karşı tasfiye savaşını başlatma” ve bu yolla “Ortadoğu’da mezhep savaşlarına girme” programına karşı halkın yüzde 60’ı hayır demiştir. Demek ki HDP’nin “kapısından girecek olanlar”, her şeyden önce bu hedeflerle tutarlı olmak zorundadırlar.
Şununla da barışık olacaklardır: HDP’nin seçim zaferini sağlayan rota PKK Önderi Öcalan tarafından çizilmiş, bu rotanın bütün teorik temelleri, “demokratik ulus, konfederalizm, cinsiyet özgürlükçülük, ekolojizm, komünalizm, adem-i merkeziyetçilik” paradigması İmralı’dan kaynaklanmıştır. Böyle bir durumda HDP kapısını çalacak olanların PKK Önderi’nin özgürlüğü konusunda söylenecek olanları “dinlemeye” hazır olmaları gerekecektir.
Bu kapıdan girenler, eğer bir “koalisyon ortaklığı” ile o kapıdan çıkacaklarsa, koltuklarının altındaki dosyada, “adem-i merkeziyetçi bir Demokratik Cumhuriyet ve onun demokratik anayasası” da bulunmak zorundadır. Kürt sorununda çözüm, Kürdistan’ın bütün parçalarının Türkiye ile olan sınırlarının “silikleşmesi”, “anadilde eğitim” de bu dosyanın içindeki Anayasa tarafından kabul görecektir. Hiç kuşkusuz bu dosya da “ortak vatan” kavramı da, “ortak bayrak” da, “ortak resmi dil” de yer alacaktır. Türkiye’nin toprak bütünlüğü tartışma konusu olmayacaktır.
“Herkese açık olan kapı”dan giren parti hangi parti olursa olsun, bu parti ister AKP, ister CHP, isterse MHP olsun, “misafir olacakları” odaya girdikleri kapıdan, eğer ellerinde yukarıdaki program ve hedefleri içeren bir “koalisyon” dosyasıyla çıkarlarsa, bilin ki, artık bu partiler AKP olmaktan, CHP olmaktan ve MHP olmaktan çıkmış olacaklardır.
Böyle bir şey olabilir mi? Bu partiler koltuklarının altına böyle bir “koalisyon” dosyası alarak HDP kapısından çıkabilirler mi?
Bu soruyu yanıtlamak bize düşmez. Bu HDP kapısını çalacak olan partilerin sorunudur. Ben şundan eminim ki, HDP kapısını çalan herkesi misafir odasına kabul edecek, hiç kimseyi “hayır” diyerek kapı önünde bırakmayacak ve gelen misafirleri buyur ettikten sonra, onlara Türkiye Cumhuriyeti tarihinin “en lezzetli, aynı zamanda ne obeziteye ne de zafiyete yol açan, en yararlı dosyasını” ikram edecektir. Bu “dosyadan” tatmak ya da tatmamak kapıyı çalanların tercihi olacaktır.
HDP’nin kapısını çalmak, örneğin MHP ya da CHP’nin kapısını çalmaya benzemez. MHP ve CHP’nin kapısında bir tek adres yazmakta. Birincinin kapısında “Türklerin ikinci büyük partisi”, diğerinin kapısında “Türklerin, oy hesabıyla üçüncü büyük partisi” levhası var. Buna karşılık HDP’nin kapısı iki adresli. HDP kapısındaki bir adres “Türkiye çapında barajı aşan parti”nin adresi. Diğerinde ise, “bu adreste Kuzey Kürdistan’ın birinci partisi mukimdir” diye yazmakta. Demek ki HDP’nin kapısını çalacak olanlar, hem “Türkiye’deki faşist barajı aşan”, “Türkiye’nin en demokratik” partisiyle hem de Kürdistan’da AKP’yi silip süpüren Kürdistan’ın en büyük partisiyle görüşeceklerini bilmeliler.
Şurası açık ki, ne CHP’nin, ne MHP’nin ve ne de AKP’nin HDP’yle HDP “dosyası” temelinde koalisyon kurma yetenek ve niyeti var. O zaman geriye, onlara tavsiye edilecek husus şudur: Siz kendi aranızda bir koalisyon kuracaksanız, Türkiye’de AKP diktasını ve savaşı durduran “Türkiyelileşmiş” bir partiyi ve Kürdistan’da AKP egemenliğine son veren, Kürdistan’ın en büyük partisini dikkate alacaksınız. Özellikle AKP ve CHP bu tavsiyeyi kulaklarını dört açarak dinlemek zorunda...
Durum şudur: HDP Türkiye için elinden gelen her şeyi yaptı. Yazımızın başında söylediğimiz gibi, ülkeyi hem iç savaştan ve hem de Ortadoğu’da tırmanan mezhep savaşından korumanın yolunu “AKP diktasını” durdurarak sağladı. Kürdistan’da, Kürdistan’ı “kimin” temsil ettiği uydurma tartışmasını sonlandırarak, burada “Kürdü Kürde kırdırma” oyununu sona erdirdi. Bunlar Türkiye’nin hayrına sonuçlardır. Bu böyledir ve şimdi “Türklerin” iki “büyük” partisinin “Türkiye için ne yapacağı” tartışma gündeminin ilk sırasına yerleşti. AKP ve CHP Türkiye için ne yapacak?
AKP, “kaos yoluyla erken seçime mi” yürüyecek?
Ya da MHP ile birlikte “iç savaş” ve “mezhep savaşları” yoluna mı koyulacak?
CHP, “koalisyona” yanaşmayarak, AKP’nin “kaos yoluyla erken seçim” taktiğine destek mi verecek?
Ya da MHP ile birlikte “barış ve çözüm sürecine” karşı bir cephe mi kuracak?
Bu tehlikeli yolların dışında, bu iki parti barajı aşarak Türkiyelileşen ve Kürdistan’da birinci parti olan HDP’yi de dikkate alarak, kendi aralarında “büyük koalisyon” mu kuracak? Bu “büyük koalisyon”, eğer her iki parti seçim kampanyasında verdikleri ‘demokratik anayasa’ sözüne sadık kalacaklarsa, bir kaç ay içinde yeni bir anayasa yapabilir; Kürt sorununda çözüm sözlerine sadık kalacaklarsa, bir kaç ay içinde hem ‘yerel yönetimlerin yetkilerini genişleterek, hem ana dilde eğitimi onaylayarak çözüm yolunda büyük adımlar atabilir. Ve AKP Davutoğlu’nun seçildiği kongrede verilen “restorasyon” sözüne sadık kalacaksa, böyle bir koalisyonla, kuvvetler ayrılığını yıkan devlet içindeki tahribatı restore edebilir. Kutuplaşmaya son verebilir. Ve bu iki parti, bir kaç ay içinde, önce İmralı tecridini sonlandırarak, ardından Öcalan’ın konumunda nitel iyileştirmeler sağlayarak ve sonuçta Öcalan’ın özgürlüğüne giden yolu ardına kadar açarak, Türkiye’de barış ve kardeşlik zeminini yaratabilir.
Böyle bir yönelim muazzam bir desteğe sahip olur.
Bütün bunlar olmazsa ne olur?
Çok kötü olur!
Ve “çok kötü olanın” içinden, bilin ki yalnızca “demokratik uluslaşmanın” partisi olarak HDP ayakta kalarak, çıkabilir.