Onlar bir daha hiç gelmediler..
Onlar bir daha hiç gelmediler..
Onlar bir daha hiç gelmediler..
“Bir gün yine merkeze getirdiklerini Enfal etmek için, otobüslere bindirirken, iki kız otobüsün penceresinden kaçtı. Kızlar gitti ve kurtuldular. Ama korkudan öyle titriyorlardı ki, benim oradaki varlığımdan da kortular. Bana “Anne sen bize ne yapacaksın” diye sordular.”
Bugün Enfal katliamının yıldönümü. Baas rejimi tarafından 1988 yılında (Şubat-Eylül) Kürtlere karşı gerçekleştirilen Enfal operasyonunda, yaklaşık 182 bin kişi hayatını kaybetti. Kimyasal bombalarla gerçekleştirilen soykırım operasyonunun üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen yaralar hala kapanmadı.
Dünyanın seyirci kaldığı bu soykırım operasyonunda, onbinlerce insan, kimyasal bombalar, gruplar halinde kurşuna dizilerek katledildi. Binlerce köy bombardımanlarla yakılıp yıkıldı.
Operasyonlarda yüzbinlerce Kürt yakalanıp, götürüldükleri toplama kamplarından bir daha geri dönmedi. Nazi Almanya’sının toplama kamplarını aratmayacak kadar korkutucu olan bu kamplardan kurtulanlar yaşadıklarının etkisini üzerlerinden hiç atamadı.
Güney Kürdistan’da halkın hafızasından asla silinmeyecek vahşeti, kurtulan 4 kadın anlatıyor:
‘HER 14 NİSAN TARİHİ YAKLAŞTIĞINDA..’
Aska Ali Ham Emin:
1988 yılında Germiyan bölgesindeki köyümüz Spiser’den kaçmak zorunda kaldık. Germiyan bölgesinde savaş vardı, Saddam çok büyük bir ordu oraya göndermişti. Hava ve karadan yoğun saldırı vardı. Bölgemiz üzerine, özellikle de bizim olduğumuz köye saldırılar çok fazlaydı.
O günlerde Peşmergeler Karadağ’da çok büyük bir yenilgiye uğramışlardı. Daha sonra Peşmergeler bizim bölgeye doğru gelmeye başladılar. Bu sebepten dolayı da Irak ordusu o bölgede yoğunlaşmaya başladı. Bizim olduğumuz bölgenin her yanından insanlar kaçışıyordu.
Ve o kadar çok insan gelmişti ki, hareket edecek hiçbir yer kalmadı. Benim köyümden toplam 68 kişiyi götürdüler. Eşim, oğlum ve iki damadım da dahildi. Her iki damadım, aynı zamanda amcamın oğluydu.
Her 14 Nisan tarihi yaklaştığında, psikolojim o kadar bozuluyor ki, kendimi unutacak düzeye geliyorum. Günlük konuşmalarımı da unutuyorum.
‘SIĞINDIĞIMIZ VADİYİ BOMBALADILAR’
Köyümüzde 70 ev vardı, yüz aileydi. Saldırı olduğunda, hepimiz köyümüzü terk etmek zorunda kaldık.
Başka köylerden de insanların bizim köye gelmesiyle birlikte sayı o kadar çok artmıştı ki. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Orda bir vadiye sığındık. Uçaklar bu vadiyi de bombaladı. Karadan da korucular bize saldırıyordu.
Yalnız hatırladığım ve o dönem de dikkatimi çeken önemli bir nokta, bize saldıranların hiçbirisinin Arapça konuşmuyor olmasıydı. Çoğunluğu Kürtçe konuşuyordu.
Köyümüzün karşısındaki Tazeşar köyü kimyasal silahlarla hükümet tarafından bombalandı ve köy yerle bir edildi. Bu köyde 25 peşmerge vardı, hepsi de şehit düştü, çünkü kimsal silahlarla vuruldu.
‘SAİT AMCA SATILDIK’
Peşmergeler Irak ordusuna karşı çok da çatıştı. Onların şehit düştüğünü gördüğümüzde hepimiz vadiye doğru kaçtık. Savaş uçakları kuş sürüsü gibi, bölge üzerinde uçuyordu ve saldırıyordu. Ancak, başta onlar bize direkt saldırmadı, bizi bir noktaya doğru sürüklemeye çalıştı. Irak ordusu, bir köy muhtarını bizim yanımıza gönderdi ve köyü boşaltmamızı söyledi. Çünkü ağır silahlarla saldıracaklarını ve bizim de köyü terk etmemiz gerektiğini söyledi.
Bize diğer köylülerin de köylerini terk ettiğini söyledi. Bizi Qadır Kerem ilçesine doğru yönlendirdi.
Orada hükümetin genel af çıkarabileceğini, üç gün içerisinde bizim de oraya ulaşmamız durumunda bu genel aftan faydalanabileceğimizi de söyledi. “Qadır Kerem’e ulaştırın kendinizi ve af dileyin” dedi. Oraya ulaşamazsak da ağır silahlarla öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumu bize iletti.
Biz de daha önce Halepçe ve Barisan, Sewsenan katliamları olduğu için korktuk ve zamanımızın geldiğini düşündük. O günlerde herkes gitmemiz gerektiğini söylüyordu ben korkuyordum ama gitmememiz gerektiğini de söylüyordum.
Eşime, oğluma, damatlarıma “Gitmeyelim, burada kayalıklarda saklanalım” diyordum. Onlara yine, “Kimyasal silahla katledilmeyi, kendi ayaklarımızda düşmanımıza teslim olmaya tercih ederim” diyordum.
Bizim köyde ben ve iki kız kardeşimin ailesi, eşim ve çocuklarım kalmıştı. Biz de Qadir Kerem’e gittik. Oraya gittiğimizde bir toplama kampı ile karşılaştım. Çevremiz tamamen kuşatılmıştı. Korucuların hepsi orada toplanmıştı. O zaman köylümüz olan yaşlı bir adama “Sait Amca satıldık” dedim. Kendi bölgemizi terk etmemiz gerektiğini bize söyleyen korucunun ismi Muhtasam’dı. 1990’lı yıllarda o öldürüldü.
10 Nisan’da yola çıktık ve iki gün, iki gece yürüyerek, 12 Nisan’da oraya ulaştık. Orada gözümüzle cehennemi gördük. Hayvanlarımızın hepsi sahipsiz kalmıştı. Herkes, kendi canını kurtarma telaşınaydı. Biz üç kız kardeş ve ailelerimiz birlikte hareket ettik.
Uçaklar tepemizden hiç eksik olmadı ve bizi istedikleri yöne yönlendirdiler.
Üzerimize alabildiğimiz malzemeler ise çok sınırlıydı. Bir torba ekmek, bir battaniye ve bir soba alabilmiştik.
Qadir Kerem’de yakınları olanlar evlere yerleşti. Yakınları olmayanları topladılar ve ayrıştırdılar. Eşim ve oğlumu götürdüler. Geri kalanlar ise duvar diplerinde beklemeye başladı. Evlerin kapısını çalıyorduk, ama kimse bize açmıyordu. Dışarda kalmak zorunda bırakıldık.
O anda korucu olan bir genç geldi ve bize “Niye sokakta kalmışsınız” diye sordu. Ona korucubaşının bizi buraya getirdiğini söyledik. O neler yaşayacağımızı biliyordu aslında. Bize “Kalkın, toparlanın, sizi bir yere götüreceğim. Emin olun sizin durumunuz hiç de iyi değil. Ben sizi bir yere götüreyim, size yardımcı olabilecek birine ulaşabilirseniz, sizi onlara teslim ederiz” dedi.
Ama aslında bize yardımcı olabilecek hiçbir yakınımız kalmamıştı. Babam yanımızdaydı ve o ailenin diğer fertlerinin hepsinin askerler tarafından götürülüp enfal edildiğini söyledi. Aynı zamanda hoparlörden sürekli çağrı yapılıyordu, gidip merkezlere teslim olmamız, hayatlarımızı anlatmamız durumunda serbest bırakılacağımızı da söylüyorlardı. Yaşı genç olanları ayrıştırıp, peşmerge olmalarının önüne geçmek için öldürüyorlardı.
Kampa gidenlerin hepsi kuşatma altındaydı ve büyük kamyonlara bindirilerek oradan götürülüyorlardı. Bazıları son kez ailelerini görmek istediklerini söyleyip oradan çıkmayı başardılar. Onlar hala hayatta, ancak kamyonlara bindirilip götürülenlerin hiçbirisi geri dönmedi. Bizimle yola çıkanların hiç birisi de geri dönmedi. Hepsi götürüldü. Bunların bir bölümünün akrabaları Çemçemal’da. “Hala neden o dönemde o kampa gittiklerini anlamıyoruz” diyorlar.
Biz de o dönemde Duz, Kelar’dan gelen akrabalarımızın yardımıyla o toplama kamplarından kurtulduk. Kızımı iki çocuğuyla götürdüler. Kız kardeşimi iki çocuğuyla akrabalarımız kurtardı. Ben de kardeşimin kimliğiyle oradan kurtarıldım.
Ben kurtulmadan kısa bir süre önce oğlumu aldılar, benden...
Size hamile bir kadının hikayesini anlatayım. Yanımdaydı, doğum yaptı ve çocuğu hemen öldü. Kadının kendisi ise hala hayatta ve çocuğunun ölümünü kabullenmiş değil. Çocuğunu arıyor...
O kadın Enfal’ın psikolojisi bu kadar da ağır taşıdı. Eşi de Enfalda katledilmişti.
Bazı korucular kurtulmamız için yardım ederken, bazıları da bilinçli bir şekilde insanları rejime teslim ediyordu...
‘İŞKENCE EDİYORLARDI, ÇIĞLIKLAR HİÇ BİTMİYORDU’
Xeyriye Qadir:
32 yıldır Duz kendinde yaşıyoruz. Evimizin yan tarafından gençlik merkezi vardı. Bu gençlik merkezi Baas partisinindi.
Ben sadece gözlerimle gördüklerimi size anlatacağım. İnsanları kamyonlarla getiriyorlardı. Çevresini polis ve asker kuşatıyordu, böylece bizim görmemiz de engelleniyordu. O insanların hepsi içeri götürülüyordu.
Şu anda evimin yan tarafındaki bu bina her zaman doluydu. İşkence ediyorlardı insanlara, çığlıklar hiç bitmiyordu. Bazı insanların pencereden kaçıp kurtulduğunu gördüm.
Kamyonla insanları getirdiklerinde çevrede oturanların dışarı çıkmasına izin vermiyorlardı. Hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı.
Polis, tank ile zırhlı araçlar da daima binanın çevresindeydi. Kamyonlar geldiğinde polis ve askerden insan koridoru yapıyorlardı, böyle içeri götürüyorlardı.
Gelenlerden bazıları, kandırıldıklarını, toprak ve para vaadiyle buraya getirildiklerini söylüyorlardı. Bir gün, bir kadın çok yakınımdan geçti ve ona kaç dedim, neden buradan gitmiyorsun, sizi götürüp öldürecekler dedim. Kadın ise kendilerine para verileceğine o kadar inandırılmıştı ki, hayır bana para ve toprak verecekler diye bana yanıt veriyordu.
‘ANNE SEN BİZE NE YAPACAKSIN’
Bir gün yine merkeze getirdiklerini enfal etmek için, otobüslere bindirirken, iki kız otobüsün penceresinden kaçtı. Kızlar gitti ve kurtuldular. Ama korkudan öyle titriyorlardı ki, benim oradaki varlığımdan da kortular. Bana “Anne sen bize ne yapacaksın” diye sordular. Ben de ne yapacağım, kaçın, kurtulun dedim. Evimin bahçesine geldiler. Ben de onlara, ‘ben sadece birinizi evimde barındıra bilirim, rica ederim gidin. Polis ve asker öğrenirse, evimi yerle bir ederler’ dedim. Evimin arka kapısını açtım ve onlar kaçtılar.
İnsanları getirip, götürmek için her türlü aracı kullanıyorlardı. Bu işlem tabii çok uzun bir zaman da alıyordu. Tek yapabildiğim, evimin penceresinden bakıp ağlamaktı.
Bir gün yanıma bir kadın getirdiler. İki polis getirdi, hamileydi. Doğumu yakındı. Bana bu kadın yanında kalacak ve çocuğu dünyaya geldikten sonra da bize teslim edeceksin dediler.
Teslim edeceğime dair bir kağıda da parmağımı bastırdılar. Bebek doğdu, saracak, giydirecek bir şeyimiz yoktu. Komşulardan bebek eşyaları aldık. Ama kadının şansı vardı onu getiren polisler bir daha o merkezde göreve gelmedikleri için onu unuttular ve öylece kurtulmuş oldu.
‘KIYAMET GÜNLERİ’
Şevket Muhammed Xurşid:
Biz dört kız kardeştik. Irak ordusu çok kalabalık bir şekilde Duz ilçesinde halkı toplamıştı. Topladıkları arasında benim kız kardeşim de bulunuyordu. Köylerimizin üzerine saldırı olduğunu duyduk, biz de yaylalara gitmeyi kararlaştırdık.
Ailenin diğer fertlerine ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Ordu komutanına bize izin vermesi ricasında bulunduk. Aziz Fettah ve Mihemmed Emin Ahmet Qadir isimli korucu başlarından da yardım istedik.
Her iki korucu başı bize yardım edecekleri yerde, bizi emniyete götürüp akrabalarımızdan oradan haber alabileceğimizi söylediler. Traktörle köyümüze yakın bir yere bizi bıraktılar. Sonra Mahmut köyüne geldik. Bizi orda bıraktılar ve köye gitmemizi beklediler.
Irak ordusunun amacı, o köyde Peşmerge olup olmadığını öğrenmekti. Peşmerge olan akrabalarımızı gördük. Köydeki herkes katledilmişti. Peşmergelerin köyde olduğunu anladıkları andan itibaren, Irak ordusu saldırı başlattı. Uçak ve toplarla saldırdılar. Peşmergeler ise teslim olmayacaklarını söylediler ve savaş başladı. Üç gün üç gece boyunca çatışmalar sürdü.
Bazı aileler köyden kaçmayı başarmışlardı. Kardeşimin ailesi de onlarla beraberdi. Ama bizim olduğumuz yere gelirlerse öldürülme ihtimali olduğunu düşünerek, oraya gelmektense Sertek bölgesine giderek İran’a geçmeyi planladılar.
Ben gördüğüm ve yaşadığım şeyleri, hayatımda başka bir insanın yaşamasını istemem. Bir gün kıyamet günü olarak isimlendirilecekse o gündür. İnsanlar taşıyamadıkları çocuklarını bırakarak kaçmışlardı. Kendi gözlerimle bir kadının doğum yaptığını ve çocuğunu orada bıraktığını gördüm.
Herkes kaçmaya çalışıyordu, biz kaçamadık, kuşatıldık ve hepimiz tutuklandık. Binlerce insanı toplama kampına götürdüler. Topzawa isimli toplama kampına götürdüler. Burada kadın ve erkekleri ayırdılar, genç kadınları da daha sonra ayrıştırdılar.
Üç gün ve üç gece o kampta tutulduk, yaşlı insanları gözlerimizin önünde soyup götürüyorlardı. Ve onlar bir daha hiç gelmediler...
‘HER GELDİKLERİNDE BİR İNSANI GÖTÜRÜYORLARDI’
Yemek için bize siyah poşetler veriyorlardı. Üç dört aileye bir yemek dağıtıyorlardı. Yüzlerce insanı tek bir odada tutuyorlardı. Bazen gece yarıları bir subay elindeki copla geliyor ve bize saldırıyordu. Bizse bir köşede üst üste duruyorduk. Çünkü her geldiklerinde bir insanı götürüyorlardı.
Soruşturmada başımıza gelmeyen kalmadı. Örneğin bir kadın toplama kampında doğum yaptı. Giydirecek bir şey yok, eski kıyafetlerimizi kesip o bebeğe elbise yapıyorduk….
Enfaldan kurtulanlara kimse iş vermiyordu. Hükümetin korkusundan. Akrabalarımız bizleri evine almıyordu. Eşleri, çocukları enfalde katledilen kadınların büyük bir bölümü tarlalarda çalışarak, çocuklarına baktı. Evlerimize geri döndüğümüzde ev diye bir şey yoktu, her şey yerle bir olmuştu. İnsanlar taş üstüne taş koyarak, üzerini de sacla örterek evlerini yapmaya çalıştı. Böylece hayatlarını yeniden kurmak istediler. Bazı kadınlar da şehre gidip dilencilik yaptı ve çocuklarını yetiştirdi.
‘AİLEMDEN 50 KİŞİ KATLEDİLDİ’
Nezire Ali Mustafa:
Benim geniş ailemden 50 kişiyi götürdüler. Yakın olarak ise, eşim, 5 amca oğlu, annem, üç kız kardeşim, 4 erkek kardeşim, erkek kardeşinin 2 çocuğu, kız kardeşinin 6 çocuğu, halamın, 4 erkek, 5 kız çocuğunu enfalde kaybettim.
Sadece halamın eşi sağ kaldı.
Benim hiç kimsem kalmadı, sadece 2 çocuğum kaldı. Kendi topraklarımız üzerinde katledildik.
‘DÜŞMANLARIMIZ NAMERTÇE SAVAŞ YÜRÜTÜYORLAR’
Benim anlamadığım şu, biz kendi toprağımızda kimseye zarar vermeden yaşıyorduk. Neden gelip bizi katlettiler. Anlayamadığım diğer bir nokta, neden ülkemiz 4 parça?
Bir Kürt gidip başka bir halkın toprağını işgal etmiş mi? Yoo, her zaman başkaları gelmiş ve bizim toprağımızı işgal etmiş.
Hepsi de birbirinden beter, Türkler İran’dan, İran Irak’tan, Irak Suriye’den beter. Bizim düşmanımız da diğer halkların düşmanı gibi değil.
Mert ol ya da Mert’in sayesinde yaşa. Mert olan bir şey yok, bütün sistemleri namertlik üzerine kurulmuş. Savaştıkları zaman da mertçe bir savaş yok. Namertçe bir savaş yürütülüyor.
Hem işgal ediyorlar, hem de bizim sesimizi kısmaya çalışıyorlar. Ben hiç bir zaman boyun eğmedim ve eğmem de….
Enfal psikolojisi, Enfaldan geri döndükten sonra başladı. Keşke biz de enfal edilseydik ve ölseydik. Çünkü yaşadığımız hayat, hayat değildi. İki çocuğum vardı. Eşim enfal edildiğinde ben hamileydim, çocuğumun ismini de Koçer koydum.
Eşim enfal edildikten bir ay ve 7 gün sonra dünyaya geldi. Hükümet hamle yapmıştı ve enfalden kurtulanları toplamaya devam ediyordu. O dönemde Şamil 2 yaşınaydı, elimdeydi, yeni doğan çocuk da kucağımda.
‘ENFALDEN KURTULAN KADINLAR YÖNÜNÜ MEZARLIĞI ÇEVİRMİŞTİ’
Ev ev geziyordum ve beni eve almalarını istiyordum. O günlerde Enfaldan kurtulan ne kadar kadın varsa hepsi yönünü mezarlığa çevirmişti, çünkü yaşayan insanların gidip yaşamayacağı tek yer olarak mezarlık düşünülüyordu.
Devlet enfal ailelerinin oraya sığındığını duyduğunda orayı da boşattırdı..
Bineslava’da 4 ay kaldık. En kötü koşullarda, çadırda yaşadık. Vücudumuz kötü yaşam koşullarından çürümeye başlamıştı.
Daha sonra 3-4 yıl boyunca Hewler yakınında yaşadık. Kimliğimiz de yoktu. Daha sonra Smut’a geldim, terzilik yaparak geçimimizi sağladım...