Öcalan’ın avukatı: Tecridin alternatifi İmralı sisteminin ortadan kaldırılmasıdır

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Faik Özgür Erol, tecridin ‘avukat, heyet veya aile görüşmelerine izin verilmesiyle bitmeyeceğini, esas olanın İmralı Cezaevi sisteminin tümüyle kaldırılması olduğunu söyledi.

AKP hükümetinin tek başına iktidar olmak uğruna iç savaşı dahi göze aldığı ve her gün katliamların yaşandığı bir ortamda, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin amaçları ve bunun getirdiği tıkanıklık da giderek daha iyi anlaşılıyor. Kürt Halk Önderi’ne yönelik tecride karşı Avrupa Konseyi (AK) önünde dün başlatılan 5 günlük açlık greviyle Avrupa ülkelerinin tecrite paralel olarak savaş politikalarına karşı durulurken, başta AİHM ve CPT olmak üzere yetkili kurumların sessizliği dikkat çekiyor.

ANF’ye konuşan Öcalan’ın avukatlarından Faik Özgür Erol, tecridin ‘avukat, heyet veya aile görüşmelerine izin verilmesiyle bitmeyeceğini, esas olanın İmralı Cezaevi sisteminin tümüyle kaldırılması olduğunu söyledi. Erol,  2011 yılı öncesinde Öcalan’a yönelik avukat görüşü engellerine CPT’nin kimi zaman müdahale ettiğini ama son 4,5 yılda hiçbir tavır almadığını hatırlatıyor.

Öcalan’a yönelik tecridin AKP’nin savaş politikalarıyla bağına dikkat çeken Erol, Avrupa ülkelerinin tutumunun da ‘bekle gör’ şeklinde olabileceğini ve seçim sonuçlarına göre şekillenebileceği görüşünde.

‘ZİYARETLER TEK BAŞINA TECRİDİ ORTADAN KALDIRMIYOR’

Kürt Halk Önderi’nin 5 Nisan 2015’den bu yana İmralı Heyeti’yle, Ekim 2014’den bu yana ailesiyle ve yine 27 Temmuz 2011’den bu yana avukatlarıyla görüşmesinin engellendiğini hatırlatan Faik Özgür Erol, “Dolayısıyla İmralı’daki mevcut tecrit durumunu bunlardan herhangi birine indirgeyerek değerlendiremeyiz. Artık bunu çok açık belirtmek durumundayız. İmralı Cezaevi 1999’da kurulduğu günden bu yana çok özel bir sistematik içerisinde bir tecrit siyasetine bağlı olarak oluşturuldu. Tecrit, İmralı Cezaevi’nin yapısında var olan bir durum. Dolayısıyla İmralı Cezaevi’ne ne siyasi heyetin (HDP heyeti) gitmesi, ne belli sayıda avukatın gitmesi ne de tek başına Sayın Öcalan’ın ailesinin gitmesi tecridi ortadan kaldırmıyor.

Esasen yasal sınırlar içerisinde bir cezaevi statüsünün olmadığını, hiçbir zaman kurulmadığını söylememiz gerekir, İmralı Cezaevi açısından. Burda şöyle bir durum var; İmralı’nın adı belki bir cezaevi ya da bir hukuki yapı olarak geçiyor olabilir ama İmralı Cezaevi hiçbir zaman hukuki ya da idari, belirli kurallara tabii bir yapı olmadı.”

‘TECRİT SADECE TÜRKİYE DEĞİL ULUSLARARASI HUKUK AÇISINDAN DA SORUN’

İmralı Cezaevi’nin ‘Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının uygulanmadığı bir alan’ olduğunu söyleyen Erol, tecrit sisteminin uluslararası hukuk açısından da sorun olduğunu belirtti. Erol, şöyle dedi: “Bu özelliği itibariyle de, siyasi istikrarın istediği kısıtlayıp, istediği zaman bazı yanlarını gevşettiği, bazı yanlarını açtığı, bazı yanlarını kıstıladığı bir alan olarak geldi. Belki bu konuda bugüne kadar çok şey söyledik, ama biraz İmralı Cezaevi’nin uluslararası statüsüne ilişkin de artık konuşmaya başlamak gerek. İmralı’daki aile veya avukat görüşü yasakları... Bunlar bir bütün olarak, uluslararası insan hakları hukuğu açısından da sorun teşkil ediyor. Sadece Türkiye yasaları açısından değil.”

YILDA 15 GÖRÜŞMEYE UYGULAMA BAŞLATAN CPT 4,5 YILDIR TECRİDE SESSİZ

Asrın Hukuk Bürosu avukatı Faik Özgür Erol, Kürt Halk Önderi’yle avukat görüşmelerinin 4,5 yıla yakın bir süredir engellenmesine rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT)’nin ‘sessiz’ ve ‘harekete geçmekten imtina eden’ bir tutum takındığının altını çiziyor. Geçmiş yıllarda tecride yönelik CPT’nin bazı girişimleri olduğunu belirten Erol, son yıllardaki tutumun ise dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Erol, konuya ilişkin şöyle dedi: “Ama gelinen noktada görüyoruz ki, uluslararası insan hakları mekanizmaları İmralı Cezaevi’ndeki bu sorunlara karşı oldukça sessiz, harekete geçmekten imtina eden bir konumdalar. Açıkçası bunun sebepleri üzerine düşünülmesi gerektiği kanısındayım. Zira, daha 2009 yılında İmralı Cezaevi’ne avukat gidiş gelişeri sınırlanırken, örneğin yılda 52 yerine 15 görüşme yapıldığında CPT buna tepki gösterirdi. Hatta (CPT) Türkiye hakkında uygulama başlatmıştı. Ancak ilginçtir; 2011 Temmuz’undan itibaren avukat görüşmeleri tümden kesildi ve 4,5 yıla yaklaşan bu sürede İmralı Cezaevi’nde hiçbir avukat görüşmesi gerçekleşmediği halde, bu konuda uluslararası kurumlarda derin bir sessizlik sürüyor.”

AİHM’E 4 YIL ÖNCE YAPILAN BAŞVURU HAKKINDA İŞLEM DAHİ YAPILMAMIŞ

AİHM’in tutumuna da değinen Erol, mahkemeye 4 yıl önce ‘savunma hakkı ihlali’ne ilişkin yaptıkları bir başvuru hakkında işlem dahi yapılmadığı bilgisini verdi. Erol, konuya ilişkin şu bilgiyi aktardı: “Bizim bu konuda Ekim 2011’de AİHM’e yaptığımız bir başvuru var. Özellikle avukat görüşmesinin kaldırılmasının ‘savunma hakkı ihlali’ olduğuna dair. Üzerinden 4 yıl geçmiş olduğu halde, bu başvuru hakkında hiçbir işlem yapılmadığını bugün öğrenebiliyoruz. Hatta o kadar ki, normal prosedür gereği; bizim yaptığımız başvuru hükümete yollanarak, hükümetin görüşü dahi alınmış değil. 4 yıldır bu dosya bir vesileyle bir yerlerde bekletiliyor. Yani buradan açıkçası şeyi görmek mümkün; İmralı, gelinen noktada Türkiye’deki yerel siyasetin değil, uluslararası siyasetin de üzerinde bir takım tasarruflar geliştirdiği bir alan haline gelmiş durumda.”

‘İMRALI’DAKİ TECRİT TÜRKİYE’DEKİ BARIŞIN TECRİT EDİLMESİDİR’

Asrın Hukuk Bürosu olarak hem AİHM’le hem de CPT ile olan diyalogu sürdüreceklerini söyleyen Erol,  ‘Türk devleti ile Kürtlerin ilişkilerinin sürdürülebilir olmadığına’ vurgu yaptı ve Türkiye’nin giderek çok kanlı bir savaşa doğru sürükleniyor olmasına cevaben insanların İmralı’ya yönelik tecride karşı sesini yükselttiğini de kaydetti. Öcalan’la geliştirilen diyalogun Türkiye’deki tüm toplum kesimlerine faydasının görüldüğünü yineleyen Erol, tecritin ‘Türkiye’deki barışın tecrit edilmesi’ anlamına geldiğini söyledi.

Erol, konuya ilişkin şunları kaydetti: “Devletin İmralı Cezaevi’nde Sayın Öcalan’la diyalog gerçekleştirdiği her seferinde Türkiye’de Kürt sorunu konusunda belli bir rahatlama, bir çatışmasızlık dönemi, bir görüşme trafiği başladı. Ve bu toplumun her kesiminde ciddi rahatlamalara yol açtı. Demokratik genişlemeye yol açtı aslında ve bu genişlemeden toplumun her kesimi faydalandı. Bundan faydalananlar sadece Kürtler ya da sadece demokratlar değil de,  bizzat AKP hükümeti bundan fayda gördü. Kendi iktidarını bu vesileyle sürdürülebilir kıldı.

Ama ne zamanki Türkiye’de iktidar barış sürecinden savaş dönemine geçme kararı aldı, o dönem bakıyoruz, İmralı Cezaevi’nde tecridin derinleştirildiği bir dönem haline geliyor. Yani aslında şunu söyleyebiliriz: İmralı Cezaevi’ndeki tecrit Türkiye’deki barışın tecrit edilmesidir.  İmralı Cezaevi’ne giden yolun kapatılması Türkiye’deki barışın yollarının kapatılmasıdır.”

‘BARIŞIN KURUCU AKTÖRÜ’NÜN ÖZGÜR HAREKET ETME KOŞULLARI YARATILMALI

Kürt Halk Önderi’nin süreci kurmadaki rolüne atıfta bulunan Erol, Öcalan’ın özgür hareket etme koşullarının yaratılması gerektiğine vurgu yaparken, “tecridin alternatifi İmralı Cezaevi sisteminin ortadan kaldırılmasıdır” dedi.

Erol, şöyle devam etti: “Türkiye’deki barışçıl müzakere sürecinin kurucu aktörü Sayın Öcalan’dır. Dolayısıyla Kurucu Aktörün iletişim olanaklarını sınırladığınız andan itibaren doğal olarak barış sürecinin olanaklarını sınırlamış oluyorsunuz. Ve bunun doğrudan tezahürü ‘savaşın derinleşmesi’ olarak ortaya çıkıyor.

O zaman burada şuna karar vermek gerekiyor; hem ulusal hem uluslararası oyuncular ya da aktörler diyelim, Türkiye’de savaşın derinleşmesinden yana değillerse, eğer barışın gelişmesinden yana bir tutum varsa, o zaman Türkiye’de barışın Kurucu Aktörü’nün özgür hareket etme koşullarının yaratılması gerekir. Fakat bunun yolu İmralı Cezaevi’nde avukat görüşmesini sağlamakla ya da heyet görüşmesini sağlamakla artık gerçekleşmiyor. Artık bu ortaya çıktı. Çünkü, barışçıl demokratik müzakere süreci taraflardan birinin iki dudağının arasına sıkıştırılamaz. Bugün özellikle insanların özgürlük talebinin bu anlamda oldukça anlamlı ve bununla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

‘TECRİDİN ALTERNATİFİ İMRALI CEZAEVİ SİSTEMİNİN ORTADAN KALDIRILMASIDIR’

Eğer barış istiyorsak, barışı yürüten birinci dereceden muhatap olarak Sayın Öcalan’ın bu barış görüşmelerinde doğrudan ve özgür bir şekilde var olabilmesi barışın ve barışçıl sürecin de garantisi anlamına gelecek.  Diğer türlü, bu süreci sabote etmek isteyen her aktör önce İmralı’yı hedef alıyor, sınırlandırıyor. Ve bu hem hukuki hem siyasi bir kilitlenmeye yol açıyor. Bu kilitlenmeyi de ne ulusal ne de uluslararası herhangi bir kurum çözmüyor, çözemiyor. Dolayısıyla İmralı Cezaevi’ndeki tecridin alternatifi geldiğimiz noktada ne normal cezaevi standartlarının sağlanmasıdır ne de birkaç görüşmenin sağlanmasıdır. Ordaki tecridin alternatifi İmralı Cezaevi sisteminin ortadan kaldırılmasıdır.”

ÇÖZÜM İRADESİ ORTADAN KALDIRILMAK İSTENDİĞİ ANDA GÖRÜŞME TRAFİĞİ KAPATILIYOR

AKP’nin özellikle son birkaç yılda Kürt Halk Önderi’ni muhatap almakla ‘doğru bir iş’ yaptığını belirten Erol, İmralı’daki görüşmelere izin verilip verilmemesinin de AKP’nin Kürt sorununda dönem dönem izleyeceği politikaya göre değişebildiğini hatırlattı. Erol, şu yorumu yaptı: “Sayın Öcalan’ın yıllardır oluşturduğu haritalarla, oluşturduğu bazı çerçevelerle bu görüşme süreci yürüyordu. Ancak gelinen noktada; İki tarafın Kürt sorununun çözümü konusunda anladığı şeylerin çokta aynı olmadığı ortaya çıktı. Aslında bu çok anormal bir durum değildi, böyle olması beklenebilirdi. Ama gelinen noktada AKP hükümeti, Kürt siyasi demokratik mücadelesinin Rojava’da kazandığı başarılar ve Türkiye’de elde ettiği seçim başarısı ardından ciddi bir panik yaşadı. Yani sorunu çok da kendince kontrollü ve denetimi altında götüremediği gibi bir sonuca vardı.

Bunun neticesinde bu müzakere sürecini kesme ve ardından belirli bir savaş siyasetini gündeme almak istediğinde, bunun aslında seçimden önce kararını vermişti.  Ve bunun da işaretlerini hem Cumhurbaşkanı vermişti, hem de daha 5 Nisan’dan itibaren siyasi heyetin (HDP heyeti) adaya gidişi de engellenmişti. Dolayısıyla denklem aslında çok basit; Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde irade ortaya çıktığı anda İmralı’da görüşme trafiği başlıyor. Bu iradeyi ortadan kaldırmak istediği anda görüşme trafiğini kapatıyor.”

BİR TARAF ‘ESİR’ DİĞER TARAF OTORİTER VE YETKİLİ POZİSYONDA OLAMAZ!

Kürt Halk Önderi’nin kurucu aktör olduğu İmralı’daki diyalog sürecinin devam ettirilebilmesinin ancak ‘eşit şartlar’ altında mümkün olabileceği talebinin önemine dikkat çeken Erol, iktidarın iki dudağının arasında bir süreç olamayacağını vurguladı.

Erol, şunları söyledi: “Sürdürülebilir, istikrarlı bir barış sürecinin sağlanması, taraflardan birinin bu kadar yetkili, bu kadar etkili, bu kadar müdahale edebilir pozisyonda olmamasını gerektiriyor. Burada çok haksız bir karşılıklı pozisyon var: Yani bir taraf bu kadar esaret pozisyonunda, diğer taraf ise bu kadar otoriter ve iktidar yetkileriyle donatılmış haldeyken karşılıklı ve eşit bir muhattaplığın gelişmesi mümkün olmuyor. İstedikleri an, iki dudaklarının arasında tecridi başlatarak, savaşı buna paralel yürütebiliyorlar.”

AVRUPA’NIN TUTUMU SEÇİME GÖRE Mİ BELİRLENECEK?

Dün gün boyu Avrupa Konseyi (AK) ve diğer kurumlarla yaptıkları görüşmelere de değinen Öcalan’ın avukatı Erol, Avrupalı yetkililerin Türkiye’deki otoriter gidişatı ve bunun ‘Avrupa’yı da etkileyecek düzeyde tehlikeli olduğunu’ gördüklerini kaydetti. Erol, savaşın tırmanmasına rağmen Avrupa ülkelerinin yüksek sesle tutum belirlememelerinin ise seçimlerle bağlantısına dikkat çekti.

Erol, son olarak şunları dile getirdi: “Diplomatik ve hukuki söylemler her zaman istenilen açıklıkta olmayabiliyor.  Fakat şöyle bir havayı rahatlıkla görebiliyoruz: Esasen hem Avrupa’nın siyasetçileri hem de Avrupa kamuoyu Türkiye’deki tehlikeli ve otoriter gidişatın, Cumhurbaşkanı ve hükümetin giderek otoriterleşen eğiliminin oldukça farkında ve ayırdındalar. Dolayısıyla bu gidişatın tehlikeli olduğunu, hem bölgesel hem de Türkiye’nin yerel dinamikleri açısından Avrupa’yı da etkileyecek düzeyde tehlikeli olduğunun farkındalar.

Fakat buna rağmen, girişimler noktasında zaten mevcut görüşmeler devam ediyor. Aşağı yukarı, önümüzdeki seçim dönemini ya da seçim sonuçlarını beklemeye odaklanan bir yaklaşım olduğunu görebiliyoruz. Ama dediğimiz gibi, bizim asıl ilgilendiğimiz birinci nokta; hukuken sürdürülebilir olmayan İmralı Cezaevi’ndeki tecrit durumunun öncelikle ortadan kaldırılmasıdır. AİHM ve CPT nezdinde asıl girişimlerimiz buna odaklıdır. Dolayısıyla biz bu yönlü görüşme ve başvurularımızı sürdüreceğiz.”