Kürdistan’da devrimci olmak

Adları Sara ve Rûken’di ancak eylemleri Zîlan’dı. Önder Apo’nun ve Kürt halkının fedaileri olarak düşmüşlerdi yola. Yol, onları yüreklerindeki menzile ulaştırmıştı.

Hakikat, yaşamın anlamı ve yaşama bakış olarak tanımlamadı mı tüm alimler ve hakikatçiler? Zaman ve mekan içerisinde zamansızlığı ve mekansızlığı yaşadılar. Hem de dünü ve yarını bugünde var ederek... Ve zamanı anın en ufak biriminde var ettiler. Kendilerinden geçtiler, kendilerini bulmak için. Bunun için düştüler yola. Ve asıl yolda buldular tüm serüvenlerini, yolculuk anılarını. Ve yollarda meyman oldular, ay karanlık geceli anılara. Yüreklerindeki menzili arşınladılar, var olma mücadelesi verirken yasaklı bir coğrafyada.

Ve anılar biriktirdiler… Her anının mavisinde hayaller kurdular yıldız güzeli akşamlarda. Ve düştüler yola yol olan zamanlara. Ama her zaman mekânsız bir evrende, zamansızlığın en güzelini yaşadılar. Var oldular, varlıkta yok oldular. Yok olurken de kendi hakikatleri oldular.

Evet, yola düşenlerin hikayelerinin tanıklığını yapan Kürdistan’da devrimci oldular. Devrim için düştükleri yolda bir atomun parçalanması gibi kendilerini atom zerreciklerinden var ettiler. Zamanın ve mekânın yargıçlarını hakikat için yargıladılar. Her biri hakikat savaşçısı olarak hamuş olunması gereken mekân içerisinde yüreğin çığlıkları ve direncin umudu ile yürüdüler. Henüz ömürlerinin baharında kurdukları mavi umutlu yarınlara. Ama bir ütopya değildi yarına ilişkin olanlar, yaşanması gereken, yaşandıkça gerçekleşen duygular. Adı özgürlük olan ve yaşam bulan düşler…

Zîlan’dan almışlardı hakikatin gizemini, sırrın ifşasını. Sırdı, varlıktı, yoklukta var olmaktı. Ateş etrafındaki kelebeklerin dördüncüsü olmaya yeminli fişektiler. Onlar namlunun ve coğrafyanın sıcaklığında serden geçip, sır değil, gerçek oldular. Zîlan’dan almışlardı selamı ve Zîlanca durmuşlardı özgürlük halayına. Ve bir halay tutturmuşlardı, zılgıtlar ve özgürlüğe yaktıkları türküler eşliğinde. Ve tarih oldular zamanın zamansız çocuklarına. Ateşin ve güneşin esmer yüzlü çocuklarına.

Her biri yasaklı isimler barındırmışlardı yasaklı ülkelerinin en güzel dorukları olan dağ zirvelerinde. Adları Sara ve Rûken…Bir destan yazıyorlardı, karanlıklar ülkesinden güneşe yolculuk adında…Efsunlu sözler biriktiriyorlardı, söz ve kelam ustalarını kıskandırırcasına. Kalemleri utandırıp, kırarcasına. Ve bir resim bırakıyorlardı ardı sıra; özgürlüğün büyük resmini.

DEVRİMCİLİK SARA VE RÛKEN OLABİLMEKTİR

Evet, 26 Eylül günü Mersin’in Mezitli ilçesinde bulunan polis evine yönelik fedai eylem yapan Sara Goyî, Rûken Zelal arkadaşlar, yeniden bir tarihi canlı hafızada var ettiler. Zîlan’ın eyleminin üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen tekrar kendi varlıklarında ve eylemlerinde var ettiler. Adları Sara ve Rûken’di ancak eylemleri Zîlan’dı. Zîlanca sarmışlardı Önder Apo’nun etrafını. Ateşten bir çember oluşturmuşlardı. Ve Güneşimizi Karartamazsınız eylemlerinin var olduğunu ve devam ettiğini tüm dünyaya duyururcasına. Önder Apo’nun ve Kürt halkının fedaileri olarak düşmüşlerdi yola. Yol, onları yüreklerindeki menzile ulaştırmıştı. 

Onlar böylesi bir coğrafyada, Mezopotamya’da devrimci mücadeleye atılmış iki genç fidandı. Gençtiler ama düşünceleri ve yaşamlarında bir tarih, bir direniş kültürünü yansıtıyorlardı. PKK’nin Ortadoğu direniş kültüründen ve hakikat savaşçılarından miras kalan direniş ve mücadele ile hakikati yok etmek isteyenlere öfke kusuyorlardı.

Böylesi bir coğrafyada da iradesi güçlü olan devrimcilerin mücadelesi tarihe aktarılır. Devrimci olmak, sadece düşmana karşı  silah kuşanmakla olmaz. Devrimci olmak, böyle bir coğrafyada düşünürken yürümek, yürürken de düşünmektir. Ve devrimcilik hakikatinde tarihe iz bırakmaktır. Tarih olmak, yoklukta var olmaktır. Sara ve Rûken olmaktır. Devrimcilik, Sara ve Rûken olabilmektir.

BİR ÇİZGİ BIRAKIYORLAR TARİHE

Çetin bir dönemin devrimciliğini yaptığımız bir anı yaşıyoruz. Tarihsel ve toplumsal hafıza ile dünden ders çıkarıp, yarınları anda inşa etmenin devrimciliğini yaptığımız bir dönemi yaşıyoruz. Yani uzay çağının gerillacılığını ve devrimciliğini yaptığımız bu zaman ve mekânda, zamansız ve mekânsız hakikatlerin yolculuğuna yol alıyoruz. Sokrates gibi baldıran zehrini içip, Hallac gibi Bağdat sokaklarında hakikati haykırıyoruz. Ve yolumuz, Rebeze gibi kızgın ve kavurucu bir çöl. Ve bizler ise tüm bilge cağın Firavunlarına, Nemrutlarına inat, Gıffar-i gibi kendi hakikatimizin peşine düşüyoruz.

İşte böylesi meşakkatli bir yolun yolculuğudur devrimcilik. Mekke’nin hicretli çocukları gibi özgürlüğümüzün hakikatinde kendi gerçekliğimizi (toplumsallığımızı) arıyoruz. Aradığımız hakikati ise Sara ve Rûken ortaya koyuyor. Ve hakikatin anlamında Zîlanca var oluyorlar. Bir çizgi bırakıyorlar geriye, ardıllarına. Çizginin adı; Rûken, Sara…Yani hakikat gibi her şeyin adı oluyorlar. Ve Önder Apo’nun fedaileri olarak bir tarih, bir direniş destanı bırakıyorlar. Tüm gericilere inat, özgürlüğün adı oluyorlar.

Evet, Ortadoğu’da devrimci mücadele etmek için, Önder Apo’nun dediği gibi ateşten gömlek giyip, kendi çarmıhımızı sırtımızda taşımamız gerekiyor. Bizden istenilen diyeti, başladığımız hakikat yolunun ilk adımında vermemiz gerekiyor. Diyet mücadele etmek ise, mücadelenin çizgisini belirleyenler ise; Zîlan, Sara, Rûken, Zinar, Êriş, Andok ve niceleridir. Çizgi belli, mücadele ortada. Hakikat ise gün yüzü gibi aydınlık, yarınlar kadar umutlu. Asıl tarihin sorusu olan hakikate ulaşmak için yüreğimizdeki menzil kadar uzakta olan kilitli hakikat çeşmelerini kırıp, zamansız ve mekânsız olan özgürlüğe ulaşmaktır. Bunun için anın devrimcisi olup, anda var olmak gerek. Var olup, ulaşanlara ve bu uğurda kahramanca mücadele edenlere selam olsun.