Karayılan: Ramazan'da ateşkes zemini yok!

Karayılan: Ramazan'da ateşkes zemini yok!

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Ramazan’da ateşkes çaðrılarına yanıt verdi. “AKP hükümeti bugün bunun zeminini bırakmamıştır” diyen Karayılan, AKP’nin teşvikiyle geniş bir çevrenin ateşkes çaðrısı hazırlıðında olduðuna dikkat çekti. Karayılan, “Vicdanlı olalım, empati kuralım ve adil yaklaşalım. Eðer savaşın durmasını istiyorsanız Erdoðan’a gidin, top ondadır” diye ekledi.

ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ateşkes çaðrıları ve Diyarbakır’da yasaklanan mitinge ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Karayılan, Diyarbakır’da uygulanan polis şiddetini “faşizm” olarak tanımlarken, “siyasal zemin oluşabilir mi” yönündeki bazı çevrelerin “son umut kırıntılarının da 14 Temmuz’da katledildiðini” kaydetti. Karayılan, ateşkes zemininin AKP rejimi tarafından ortadan kaldırıldıðını belirterek, AKP döneminde 5 kez ateşkes ilan ettiklerini hatırlattı.

14 TEMMUZ DÝRENÝŞÇÝLERÝNE ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ

* 14 Temmuz günü Diyarbakır’da BDP ve DTK öncülüðünde “Özgürlük için Demokratik Direniş” sloganıyla yapılmak istendi ancak yasaklandı. O gün yaşananları nasıl deðerlendiriyorsunuz?

Öncelikle 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi Direnişçilerini bir kez daha anıyorum. Onların en zor koşullarda Amed Zindan’ında sergiledikleri yüksek irade, kararlılık, zulme karşı insanlıðın sesi olma direnişi oldu. Bu direniş, hareketimiz için önemli ve güçlü bir mücadele zeminini yaratmıştır. Biz onlara çok şey borçluyuz. Onlar, 14 Temmuz Ölüm Orucu direnişiyle insanın en zor koşullarda bile iradesine dayanarak nasıl zorbalıðı yenebileceðini göstermişlerdir. Gerek Mazlum Doðanların, gerek Ferhat Kurtayların, gerekse de Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçeklerin sergilediði direnişin zafer ruhunun anlamı budur. Onların o koşullarda temsil ettikleri zafer ruhu, bugün Kürdistan’ın dört bir yanına daðılmış, milyonlara mal olmuş bir ruhtur. Bu devrimci önderler, bir insanın inançları uðruna neler yapabileceðini ve başarıya nasıl ulaşabileceðini ortaya koyarak üstü küllenen Kürt halk gerçekliðinin yeniden dirilişe geçmesinin adımı olan 15 Aðustos Atılımı’na yol açmıştır. Bu açıdan çok anlamlı, çok deðerli bir insanlık eylemiydi. Biz onların o ruhuna ve o mücadele performansına ulaşmakla mükellefiz. Onlara karşı çok şey borçluyuz.

AMED’DE YAŞANANLAR TEK KELÝME ÝLE FAŞÝZM

Bugün Kürdistan halkı 14 Temmuz direniş ruhunu milyonlara mal etmiş bir süreci yaşamaktadır. Aslında 14 Temmuz’da Diyarbakır’da Türk sömürgeciliðinin kabul etmediði gerçeklik budur. AKP rejimi 14 Temmuz’da Amed’de gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koymuştur. Orada uygulanan tek kelime ile faşizmdir; ırkçı sömürgeciliðin vahşi uygulamasıdır. Kadın, çocuk, ihtiyar, parlamenter, belediye başkanı demeden herkesi hedefleyen, herkesi coplayan ve gazlayan bu zihniyetin başka bir izahatı olamaz. Sözüm ona Türkiye’nin yasalarına göre her parti -hele hele parlamentoda olan bir parti- gayet tabii miting yapabilir. Ama iş Kürtlere geldi mi her şey deðişiyor. Bu, Cumhuriyet tarihi boyunca böyle süregelmiştir.

KÜRDÝSTAN’DA BÝR SAVAŞ DURUMU VAR

Her ne kadar AKP devleti ve basını gizlemeye çalışıyorsa da gerçek şu ki bugün Kürdistan’da bir savaş durumu vardır. Kürt sivil siyaseti de 14 Temmuz’da büyük bir miting gerçekleştirerek “Barış Ýçin Önder Apo’nun Özgürlüðü” çerçevesinde kamuoyu yaratmaya dönük kapsamlı bir miting tertiplemiştir. Yani sivil bir inisiyatif ve bir girişimdir. Ancak AKP bu kararıyla sivil de olsa barışçıl da olsa Kürdistan adına olan girişimlere hiçbir biçimde tahammül etmeyeceðini bir kez daha göstermiştir. Ancak burada halkımızın direnişi karşısında yenilen AKP olmuştur. Kürt halkı ve Kürt siyaseti yaralı vermiş, örselenmiş, coplanmış ama çok kararlı bir direniş sergilemiştir. Ýradesini ortaya koymuş ve onuruna sahip çıkmıştır. Orada onursuz duruma düşen AKP hükümetinin o faşist-ırkçı-zorba uygulamasıdır. Orada yüz binler toplanıp da Önder Apo’nun özgürlüðünü, barışı ve demokratik çözümü isteseydi ne olacaktı? Savaş mı tırmanacaktı, yoksa siyasal ortam mı aralanacaktı? Bu, siyasal ortamı aralamaya dönük bir girişimdi ama AKP’nin zihniyeti bunu da şiddetle karşılayarak bir siyasal ortamın oluşmasını engellemiştir.

YASAK KARARI BAŞBAKAN’INDIR

* Siz AKP’nin kararı diyorsunuz ancak Diyarbakır Valisi kararı kendilerinin aldıðını belirtiyor…

O valinin çıkıp “kararı ben aldım” demesi kamuoyunun aklına hakaret etmedir. Herkes biliyor ki bu karar Başbakan’ın kararıdır. Kürdistan’da uygulanan her şey bizzat en zirveden alınan kararlar temelinde uygulanmaktadır. Bu, eskiden de böyleydi, şimdi de böyledir. Sözü bile edilemeyecek gülünç gerekçelerle, yalan dolanla yasaklama, aslında Kürt halkının iradesine karşı bir tutumdur. Çünkü AKP Kürt halkını sindirmek istemektedir. Kürt halkıyla barış yapma deðil, onu teslim almak istemektedir. Kürt siyasetine diz çöktürmek istemektedir. Kürt halkının iradesini, onların seçilmiş temsilcilerini tanıma ve onlarla diyalog geliştirmeyi deðil, onların diz çökmesini istemektedir. Zaten Başbakan “Türkiye’de herkes önümde diz çöktü, bir tek bu PKK ve Kürtler kaldı” diyor. Onun için çok vicdansız bir şekilde bu zulüm politikasının talimatını vermektedir.

KÜRT HALKI ÖZERKLÝK ÝSTÝYOR

Bence 14 Temmuz’da sergilenen tablo bir taraftan sömürgeciliðin vahşi, ırkçı gerçeðini yansıtırken öbür taraftan Kürt siyasetinin, Kürt halkının gururunu, direnişçi tutumunu ve başarı ruhunu ortaya koymuştur. Kemallerin, Hayrilerin ne kadar büyük bir ruh yarattıðını herkese göstermiştir. Gerek Amed halkının gösterdiði direniş, gerekse de Kürdistan çapında bu direnişi sahiplenme-destekleme anlamında sergilenen tutum bunu açıkça ortaya koymaktadır. Her şey ayan beyandır. Kürt halkı Türkiye’yle birlikte yaşamak istiyor ancak onursuz bir teslim almayı kabul etmiyor. Önderliðinin özgürlüðünü ve Özerklik istiyor. Bu, çok açık ve nettir. Kürt siyaseti, Kürt sivil toplum kurumları, Kürt gerillası ve Kürt halkının dostları bunu istiyor. Türkiye’de demokrasiden ve barıştan yana olan kesimler bunu istiyor. TC Devleti’nin bunu doðru okuması gerekmektedir. Devletin başındaki AKP şeflerinin bu gerçeði doðru görmesi gerekmektedir.

KADIN PARLAMENTERLERE YÖNELÝK BU VAHŞÝ SALDIRILAR BAŞKA YERDE YOK

Irkçı bir zihniyete ve bozuk bir aðza sahip olan Ýçişleri Bakanı çıkıyor, Kürt toplumuna hakaret ediyor. Yeri geldiðinde AKP “milli irade” bahsediyor ama diðer taraftan parlamenterleri içerde tutar, onları coplar, onların ayaðını kırar. Pervin Hanım’a yapılan bu saldırı BDP’li kadın parlamenterlerin ayaðının üçüncü kez kırıldıðı bir olaydır. Bundan önce bu şekilde 2 olay yaşanmıştı. Bu bir sindirme politikasıdır. Kadın parlamenterlere karşı bu biçimde vahşi uygulamaların yapıldıðı dünyanın neresinde görülmüştür? Ancak kalkıp bu vahşeti sorgulayacaðına, bu mitingi tertipleyenleri sorgulamaya kalkışmak, sömürgeci-ırkçı zihniyetin uygulamasından ve ayrımcı politikalarının dışa yansımasından başka bir şey deðildir. Kürt halkına bu kadar zulüm yapılıyor, iradesi çiðneniyor, ondan sonra kalkıp alay ediliyor; Kürt halkının temsilcilerine zavallı denilerek dalga geçiliyor ve bu halkın iradesine hakaret ediliyor. Ne zamana kadar bu halk bu hakaretlere tahammül edecek? Halkımızın bu uygulamalara “Êdî Bes e” diyeceði açıktır. Ama AKP vura vura, tutuklaya tutuklaya, öldüre öldüre bu halkı sindirme kararını almışlar. Bu, katliamcı-faşist bir zihniyetin uygulama biçiminden başka bir şey deðildir.

AMED’DE SÝYASAL ÇÖZÜM ZEMÝNÝ ÝÇÝN SON UMUT KIRINTILARI DA KATLEDÝLDÝ

Eðer bunun tersi bir durum varsa örneklerini sergilesinler. Şimdiye kadar bir siyasal soykırım uygulaması vardı ama ona raðmen bazı çevreler “siyasal bir zemin oluşabilir mi” diye beklentiye giriyordu. Ýşte AKP’nin Amed’de 14 Temmuz’da uyguladıðı faşizm bu çevrelerin son umut kırıntılarını da yerle bir etmiştir, katletmiştir. Yapılan budur. Yani “size hiçbir zemin bırakmayacaðım, sizin iradeleşmenizi kabul etmeyeceðim, devletin bütün gücünü size yönelterek sonuç alacaðım” demek istemekte ve bunun bir sonucu olarak tüm tahammül sınırlarını zorlayan bu uygulamayı yapabilmektedirler.

SÝLVAN TESADÜFTÜ

* 14 Temmuz aynı zamanda Demokratik Özerklik ilanının birinci yıldönümüydü…

Evet. Sanırım AKP’nin bu kadar tahammülsüz davranmasının bir nedeni de bu olsa gerek. Zaten Türk devlet heyetiyle hem Oslo’da hem de Ýmralı’da sürdürülen diyalog sürecinin AKP hükümeti tarafından askıya alınması ve sonlandırılmasının en önemli nedeni de Kürt siyasetinin Demokratik Özerkliði ilan etmiş olmasıdır. Her ne kadar onlar, aynı gün Silvan’da yaşanan bir çatışmayı gerekçe gösterseler de gerçek gerekçe bu deðildir. Gerçek gerekçe AKP hükümetinin Kürt halkıyla protokoller temelinde ve onlara özerklik vererek uzlaşması deðil, Kürt halkını sindirme kararının olmasıdır. Yoksa onlar da çok iyi biliyor ki Silvan’daki çatışma, planlı bir şey deðil, tesadüfi bir çatışmaydı. Belki konuyla ilgili olmayan sıradan insanlar bilmez ama devlet bunu çok iyi bilmektedir ama gerekçe yaptı. “Kürtler özerklik istiyorlar, ben bunu kabul etmiyorum, bunun için Kürt özgürlük dinamiklerini ezeceðim” demek yerine, “PKK bize şiddeti dayatıyor, ben de PKK’ye karşı operasyon yapacaðım, savaş ilan ediyorum” dedi. Özünde ise statü olarak özerklik isteyen tüm kesimleri hedefleyen bir kararlaşma durumu vardır.

14 TEMMUZ 2011’DE PKK’YE KARŞI TOPYEKÜN SAVAŞ ÝLAN EDÝLDÝ

* Özerklik istemeyen Kürtler devletin hedefi deðil mi?

Dikkat edin bu KCK adı altındaki operasyonun çeperlerini bu kadar genişletmeleri söz konusudur. Çünkü Kürdistan’da kimlikli duruşu savunan ve Kürt halkına statü isteyen herkes aslında onların hedefidir. Yani bizim dışımızdaki diðer örgütler de hedeftir. Fakat onlar şimdilik bir tehlike arz etmediði için onlara yönelmemekte ve bir de ayrım koyarak, Kürtlere karşı bilinen klasik sömürgeci taktiklerini de uygulayarak nihai sonuca gitmek istemektedir. Yoksa statü isteyen herkesi reddeden bir sömürgeci zihniyet söz konusudur.

Bu temelde geçen yıl 14 Temmuz’dan bu yana hareketimize karşı ilan edilmiş ve sürdürülen bir topyekun savaş durumu vardır. Başta bunu Ýran’la ortaklaşa ve ABD’nin de desteðiyle Tamil’i örnek alarak katliam gerçekleştirmek istediler. O süreçte çokça Tamil örneðinden bahsedildi. Sri Lanka’nın Tamil gerillalarını nasıl katlettiðini örnek göstererek Kürdistan’da da gerilla güçlerini aynı şekilde yok etmeyi hedeflediler. Ama gerillanın Kandil’den Karadeniz’e kadar her yerde sürdürdüðü direniş, öncelikle Ýran’la var olan konseptlerini işlevsiz kıldı. Daha sonra ABD’nin teknolojik ve istihbarat desteðine dayanarak bunu sürdürmek istediyse de gelinen noktada bu yönelimlerin tümü sonuçsuz kalmıştır.

Bu savaş öncelikle Ýmralı’ya karşı aðır bir tecrit ve işkence sistemini geliştirerek yürütüldü; Kürt siyasetine karşı KCK adı altındaki siyasal soykırım operasyonlarını kapsamlılaştırarak geliştirildi. Sokakta, çeşitli alanlarda Kürt halkına karşı sert ve faşist uygulamalar ile katliamlarla toplumu sindirmek istedi -Roboskî bunun en çarpıcı örneðidir- ve gerillaya karşı da kapsamlı operasyonlarla sonuç alabileceðini sandı. Hatta kışın bazı hatalı hareket tarzlarından yararlanarak bazı gerilla birliklerini de darbeledi ve buna dayanarak başaracaklarını sandı. Ama yürütülen bütün bu saldırılara karşı başta Ýmralı’da Önder Apo ile yanındaki yoldaşların direnişi olmak üzere Kürt halkı, Kürt siyaseti ve özgürlük gerillası büyük bir direniş gerçekleştirdi; bu temelde AKP hükümetini başarısızlıða uðrattı.

AKP GEÇEN BÝR YIL ÝÇÝNDE BAŞARISIZ OLDU

* Yani geçmiş 1 yılın sonuçlarını deðerlendirdiðinizde, AKP hükümetinin başarısız olduðunu mu düşünüyorsunuz?

Evet. Hem hareketimize karşı geliştirdiði bu topyekun savaş sonuçsuz kalmıştır hem de Güney Kürdistan’a yönelik siyaset yoluyla denetimi saðlama, hatta Güney Kürdistan’a dayanarak Batı Kürdistan’da kontrolü saðlama girişimleri de sonuçsuz kalmıştır. Nihayetinde AKP hükümetinin geliştirdiði Kürt halkını ve Kürt siyasetini güçsüzleştirme stratejisi sonuç almamıştır. Bugün Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürdistan halkı her yerde direnmekte ve her zamankinden çok daha fazla güçlü bir pozisyonda mücadeleyi yükseltmektedir. Halkımızın Amed sokaklarındaki direnişi, Kürt siyasetinin tutumu, Ýmralı’da Önderliðimizin direnişi ve gerillanın büyük kapsamlı savunma mücadelesi bunun en çarpıcı örnekleridir.

AKP ORTADOÐU GENELÝNDE DE BAŞARISIZ OLDU

Ancak AKP sadece bize karşı yürüttüðü mücadelede başarısız olmamıştır. AKP, Ortadoðu genelinde de başarısız kalmış bir politikayı geliştirdi. “Komşularla sıfır problem” dedi ama bugün tümden probleme dönüştü, tek kaldı. Dolayısıyla AKP, Kürt politikasında başarısız olduðu gibi, Ortadoðu politikasında da başarısızdır. Ama büyük medya gücüne dayanan Erdoðan gelişkin demagoji yeteneðiyle bu durumu farklı gösterebilmektedir. AKP’nin Kürdistan’daki uygulamaları Türk sömürgeciliðinin 90 yıllık uygulamalarının güncellenmesinden başka bir şey deðildir. Ancak nasıl ki o zaman bu tür siyasetler başarısız kalmışsa şimdi de başarısız kalmıştır. Bu siyasetlerini bundan sonra da yürütmeye devam etseler, daha fazla başarısız kalacaklar, daha fazla yenilgi alacaklardır. Çünkü Kürt halkının haklı davası ve dayandıðı güçlü dinamiklerinin herhangi bir biçimde gerilemesi mümkün deðildir. Kürt halkı özgürlük, adil düzen, adalet ve halk olmaktan kaynaklı doðal haklarını istiyor; Önderliðinin özgürlüðünü istiyor. Çıkarcılık veya daha deðişik nedenlerden dolayı toplum içinden bir kısım insan iktidara yakın duruyor olabilirler ama Kürt halkının istemi artık sömürgeci köleliðe son vermek ve eşit-özgür bir yaşama ulaşmaktır. Halkımız bunun için mücadele edecek ve kazanacaktır.

ATEŞKES KOŞULLARI YOK

* Son günlerde Türk basınında öne çıkan tartışmalardan biri de gelen Ramazan ayı vesilesiyle hareketinizin yürüttüðü mücadelede bir yumuşamanın yaşanacaðı. Bu konuda çeşitli açıklamalar ve çaðrılar da oldu. Hatta bir gazete bu konuyu manşetine de taşımıştı. Gelinen süreçte bir yumuşamadan bahsetmek mümkün mü?

Bugün Ýmralı’da hiçbir hukuki ve ahlaki temele dayanmayan, ulusal ve uluslararası düzeyde hiçbir izahatı bulunmayan ve bir hukuksuzluðu ifade eden aðırlaştırılmış tecrit ve psikolojik işkence özünde Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen topyekun savaşın zirvelendirilmesidir. Yani Kürt halkına ve Kürt Halk Önderi’ne karşı ahlaki deðerlerin bir tarafa verilerek savaşın zirvelendirilmesidir. Neden ahlaki deðer yargıları? Çünkü tarih boyunca birbiriyle savaşan güçler birbirlerinden esir aldıklarında o esire karşı saygılı yaklaşırlar. En azından o esirin insani ihtiyaçlarını karşılarlar ama bugün AKP insani ihtiyaçları bile Önder Apo’ya karşı kullanmakta ve bu yolla onun iradesini etkilemeye çalışmaktadır. Yine Kürt siyasetinden önüne geleni “KCK’li” diye suçlayıp içeri atıyor. Ýçişleri Bakanı, BDP’nin geliştirdiði mitinge “BDP’nin deðil, PKK’nin mitingi” diyor. PKK orada ne gezer? BDP senden resmi olarak mitingin iznini istemektedir.

Direnen ve kimlikli duruşa sahip her Kürdü kriminalize etme, yasadışı gösterme, “KCK’lisiniz” diyerek rehin alma politikası özünde bir siyasal soykırımdır. Ancak bunu sadece siyasetçilere karşı yapmıyor. Toplumun tüm gözeneklerini adeta tıkamak istiyor. Yani Kürt halkının siyaset çevresini, sivil toplum kuruluşlarını, basın-yayın çevrelerini, kültürel çevrelerini, hukuk çevrelerini, sendikal kesimlerini, hemen herkesi, gençliðini, kadınını ve herkesi kapsayan bir sindirme savaşı vardır. Bugün bu savaş yoðun bir biçimde sürdürülüyor mu, evet sürdürülüyor. Gerillaya karşı her gün yüksek teknolojiye dayalı imha saldırıları geliştiriliyor mu, evet geliştiriliyor. Roboskî’deki katliam açıkça yapılmış bir sivil katliam olmasına raðmen orta yerde kalıyor mu, evet kalıyor. O zaman bütün bu saldırıları yapan bir tarafa karşı Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi olarak bizlerin herhangi bir geri adım atması mümkün müdür? Türk sömürgeciliði adına AKP’nin bütün alanlarda saldırıya geçtiði bu koşullarda bizden herhangi bir biçimde direnişi zayıflatmayı beklemek, bizden teslim olmayı istemektir. Sömürgeciliðin yürüttüðü bizi teslim alma politikasına destek vermek demektir. Onlar bize karşı kapsamlı bir saldırı geliştirmişler, biz de ona karşı dişimizle tırnaðımızla direniyoruz; kanımızı dökerek direniyoruz. Onurumuzu ve geleceðimizi kurtarmak için her şeyimizi ortaya koyarak direniyoruz. Özgür bir geleceði ancak ve ancak bu direnişin başarıya ulaşması yaratabilir.

Bazı çevreler eðer gerçekten sorunun barışçıl yöntemlerle çözümünü istiyorlarsa önce açıkça savaş ilan etmiş olan tarafı yani Türk sömürgeciliðini bu savaşı sonlandırmaya çaðırmalıdırlar. Bunu yapmadan gerillanın kendini savunma eylemlerini durdurmasını istemek, teslim olmasını istemekle eş anlamlıdır. Onun ortamı yoktur, ortamı olsaydı hay hay derdik.

YUMUŞAMA ÝSTEYENLER HÜKÜMETE GÝTSÝN

Biz geçmişte çok kez Mübarek günler vesilesiyle ateşkesler ilan etmişiz. AKP döneminde resmi ve uzun süreli olarak 5 kez ateşkes ilan etmişiz. Onlarca kez kısa süreli, barışçıl arayışlar anlamına gelen ateşkesler geliştirmişiz. Ama AKP zihniyeti bunu her zaman zayıflıðımıza yordu ve fırsatçı yaklaşarak bizlere darbe vurmak istedi. Bu, bu kadar açıkken kim yumuşatıcı bir adım atabilir. Biz yoðun bir saldırı altındayız ve bu saldırı karşısında direnmek bizim boynumuzun borcudur. Eðer yumuşamayı isteyenler varsa hükümete gitsinler; hükümet, insanlık dışı-hukuksuz tecrit politikasını sona erdirsin, özgürlük imkanını geliştirsin. Kürt siyasetçilerini tutuklamaktan vazgeçsin, Kürt halkına karşı yapılmış bu kadar haksız uygulamalara son versin, açıkça katlettiði 34 insanımız için özür dilesin. Yumuşama böyle olabilir. Ama her taraftan tek yol olarak tazyik altına alacaksın, bütün gücünle saldırıları tırmandıracaksın, öbür taraftan da kendine yakın olan bir takım kesimleri harekete geçirip ateşkes çaðrılarını yapacaksın. Bunu kimse yutmaz. Bu, bir özel harp yöntemidir.

YAPILMASI GEREKEN HERŞEYÝ YAPTIK, ZEMÝN OLSA YÝNE YAPARIZ AMA YOK!

Bu açıdan herkes şunu doðru görmeli: Biz sorunun diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi için yapılması gereken her şeyi yaptık. Zemini olsa şimdi de yaparız ama şimdi zemini yoktur; zemini ortadan kaldırmışlardır. Her taraftan bir saldırı tazyiki söz konusudur ve bunun en çarpıcı örneði 14 Temmuz’da Amed’de uygulanan vahşettir, yine Önderliðimizin avukatlarına karşı devreye konulan hukuksuz tutuklama ve uygulamalardır. Dünyanın neresinde kırk küsur avukatın savunmadan dolayı tutuklandıðı görülmüştür. Yani bu kadar haksız-hukuksuz uygulamanın bulunduðu bir yerde kalkıp yine Kürt halkından ve Özgürlük Hareketi’nden fedakarlık istemek ne kadar adil bir şeydir?

ÇAÐRIYI YAPANLAR KENDÝLERÝNÝ BÝZÝM YERÝMÝZE KOYSUN

Ben, bu tür çaðrıları yapan ve bu tür uðraşları olan kesimlerin bir kısmının, bunları iyi niyetle yapmakta olduðunu düşünüyorum. Onlara şu çaðrıyı yapıyorum: Lütfen bir an için kendinizi bizlerin yerine koyun, bir an için empati kurun. Sizin baðlı olduðunuz önderlik işkence altında olsa ve 1 yıldır hiçbir haberiniz olmasa; size sempati duyan, halkınızın kimlikli mücadelesini savunan, yasal bir faaliyet yürüten 8 bin kişi içeri atılmış olsa; sizin gençleriniz, kadınlarınız, çocuklarınız her daim polislerin copu altında kalsa ve katledilse; bizzat sizin varlıðınıza karşı topeykun bir saldırı söz konusu olsa siz ne yaparsınız? Bu nedenle kimse bize onursuzluðu dayatmasın, ayıptır. Vicdanlı olalım, empati kuralım ve adil yaklaşalım. Eðer savaşın durmasını istiyorsanız Erdoðan’a gidin, top ondadır. Çünkü savaşın düðmesi onun elinde ve her gün o düðmeye basmaktadır. Bütün bunlara raðmen bizden jest yapılmasını istemek, bize “teslim olun” demek deðil midir?

ALDIÐIMIZ BÝLGÝLERE GÖRE GENÝŞ BÝR ÇAÐRI HAZIRLIÐI VAR

Vicdanlı olan bütün çevreler, bütün sivil toplum kuruluşları bu konuyu düşünmeli. Aldıðım bilgilere göre AKP’nin teşviki ile sadece yandaş veya işbirlikçi bazı çevreler deðil, daha geniş sivil toplum çevrelerin katıldıðı bir çaðrı yapma çabası da vardır. Bu, kesinlikle AKP’nin Kürt halkını sindirme, güçsüz bırakma ve teslim alma projesinin bir parçası olarak geliştirilmektedir. Bu açıdan dürüst-demokratik sivil toplum kuruluşları buna dikkat etmelidir diye düşünüyorum. Biz onların çaðrılarına her zaman saygı gösterdik; ciddiye aldık, halen de alıyoruz. Ama burada açıkça söylüyorum, kimse AKP’nin birçok koldan geliştirdiði Kürt halkını sindirme siyasetine dolaylı da olsa destekçi olmamalıdır; buna zemin açmamalıdır. AKP bir taraftan polisini halkımızın, askerini bizim üzerimize gönderirken, öbür taraftan kendine yakın bazı kesimleri de “ateşkes çaðrısını gündemleştirin” diyerek harekete geçirmektedir. Bu, bir savaş politikası sonucu gelişen bir şeydir. Biz buna aldanmayız. Tüm Kürdistanlı, yurtsever, demokratik, tarafsız, barıştan yana ve vicdan sahibi kesimlerin bu tür girişimlerden uzak durması gerektiðini özellikle vurgulamak istiyorum. Çünkü bunun zemini yoktur, AKP zemin bırakmamıştır. Hiç kimseye manevra sahası bırakmamıştır. Kürt halkına tek yol kalmıştır; direnmek, direnmek, direnmek. Bu nedenle bugün Kürt Halk Önderi ve Kürt siyaseti zindanda, halkımız sokakta ve gerillamız da her tarafta direniyor ve direnmeye devam edecektir. Bu sömürgecilik bu halkın iradesini çiðnediði müddetçe bu direniş gelişecek ve asla geri adım atılmayacaktır. Bunun herkes tarafından bilinmesi lazım.

Bu açıdan ben diyorum ki bu tür çaðrıları yapan kesimlerin bir kısmı iyi niyetli de olabilir ama esas olarak bu tür çaðrılar, bu topyekun savaşı yürüten kurumların politikaları çerçevesinde gündemleştirilen projelerin bir sonucudur. Bizim üzerimizde, Önderliðimizin üzerinde ve halkımızın üzerinde bu kadar baskı varken bu tür şeyleri bizim kaale almamızın mümkünatı yoktur. Yoksa biz de her zaman mübarek Ramazan aylarını ve dini bayramları hürmetle karşılıyoruz ve aslında mümkün olduðu kadar barışçıl koşulların saðlanmasından yana politikalar geliştirmişizdir. Ancak AKP hükümeti bugün bunun zeminini bırakmamıştır. Her taraftan ırkçı-şovenist-ayırımcı bir saldırı söz konusudur. Bu ortamda kimsenin herhangi bir şey yapma durumu söz konusu olamaz. Çünkü tek taraflı ve kapsamlı bir saldırı durumu vardır ve halkımızın bu saldırılar karşısında direnerek zaferi garantileme görevi söz konusudur.

Evet, biz özgür geleceði ancak bu saldırıları tersine çevirerek yaratabiliriz ve mevcut durumda önümüzde bu vardır. Bunun için bütün Kürt gençliði, yurtsever-özgürlükçü Kürt kadını, bütün Kürdistanlı yurtseverler bunu iyi bilmeli ve bu açıdan gerilla hareketine daha güçlü destek olmalı. Tüm Kürt gençliði bu dönemde gerillaya daha fazla katılarak ve gerillanın direnişini güçlendirerek bu ırkçı-sömürgeci-faşist saldırılara dur demelidir. Bu Kürdistan gençliðinin ve 14 Temmuz ruhunu taşıyan bütün Kürdistanlıların temel görevidir.

AVUKATLARA YÖNELÝK SUÇLAMALARIN BÝR TEMELÝ YOK

* Sayın Öcalan’ın tutuklanan avukatlarının yargılanmasına başlanıldı. Gergin ve olaylı başlayan davada avukatların üzerine atılan suçların en dikkat çekeni avukatların hareketiniz ile Öcalan arasında kuryelik yaptıkları ve talimatları ilettikleri yönünde. Bu iddianın aslı var mıdır?

Önder Apo’ya ve halkımıza karşı sürdürülen topyekun savaşın hiçbir hukuki temeli yoktur. Bugün Kürdistan’da işleyen hukuk sömürgeci hukuktur ve bu sömürgeci hukuk çerçevesinde Önderliðimizin avukatları esir alınmışlardır. Hukuk adına hukuk cinayeti işlenmiştir. Bu, hukuk adına büyük bir garabettir. Yalan dolanla iddianameler oluşturup Kürt halkının ve Kürt Halk Önderliði’nin savunma imkanlarını ortadan kaldırma girişimidir. Hiçbir hukuki temeli yoktur. Her şeyden önce Önder Apo sıradan-normal bir kimse deðildir; “Asrın Davası” denilen büyük bir davada yargılandı ve bu yargılamaların ulusal ve uluslararası düzeyde devam eden kısımları vardır. Bunun için yurt içinde ve yurt dışında savunmasını yapan avukatları vardır. Bu avukatların önemli bir kısmını tutuklayarak, diðerlerine ise gözdaðı vererek Önderliðimizi savunmasız bırakmak istemektedirler. Bu tutuklamalar, Önderliðimizin dünyayla baðını kesme ve böylece iðrenç hedeflerine ulaşmayı hedefleyen hukuk dışı bir anlayışın sonucudur.

* Ayrıca avukatların “Önderlik Komitesi” üyesi oldukları da iddialar arasında…

Önderlik Komitesi diye bir şey yoktur. Yani zaman zaman Önderliðin saðlık durumunu gündemleştiren veya aðır tecride karşı mücadele yürütmek isteyen çeşitli “Önderliðe Özgürlük” ya da “Önderliðin saðlıðına sahip çıkma” inisiyatifleri oluşturulmuştur. Bunlar geçici şeylerdir. Bir ara Avrupa’da kendisini Önderlik Komitesi olarak adlandıran bir kurumlaşma vardı. Bu da şuan ismini deðiştirdi ve “Abdullah Öcalan’a Özgürlük Ýnisiyatifi” adıyla barış ve özgürlük mücadelesi yürütmektedir. Ancak o iddianamede tamamen bir senaryo oluşturulmuş. Önderliði uygulamakla mükellef olan biziz. Önderliðimizin 200’den fazla kitabı vardır. Biz burada okuyarak, tüm güçlerimizi eðiterek, o felsefe temelinde mücadele yürütüyor ve Önderliðimizi uygulamaya çalışıyoruz. Yani kalkıp gencecik, fazla bir örgütsel-siyasal birikimi olmayan avukatların oluşturacaðı Önderlik Komitesi nasıl bizi yönetecek? Böyle bir şey yok, saçmadır böyle bir şey. Bazılarını teslim almış olabilirler, onları öyle konuşturup sahte dayanaklar oluşturarak senaryo yazıyorlar.

BÝZE AVUKATLAR TARAFINDAN GETÝRÝLMÝŞ HÝÇBÝR TALÝMAT YOK

*Avukatların internet üzerinden Sayın Öcalan’ın görüşme notlarını daðıtması da iddianamenin “yasaklar” listesinde yer alıyor. Sizin şahsınıza da e-mail üzeri gönderildiði belirtiliyor…

Önder Apo, milyonlarca insanın ne yaptıðını, ne söylediðini merak ettiði bir kişidir. Avukatlar daha önce her görüşmeye gittiklerinde, orada aldıkları notları internet üzeri daðıtıyorlardı. Sonra devlet orada not almayı deðil ama alınan notları beraberlerinde dışarıya çıkarmayı yasakladı. Onlar da akıllarında kalan şeyleri, yani müvekkilleri ne söylemiş, hangi konuda neyi düşünüyor, bunları yazıp internete atıyorlar. Ýnternet cafelerden ya da kendi bürolarından yaptıkları bu şey madem suçtuysa neden on dört yıldır bu durdurulmadı.

Bize asla ve asla avukatlar tarafından getirilip verilmiş herhangi bir talimat yoktur. Herkes gibi biz de internete konulan görüşme notlarını alıp okuyoruz, güçlerimize de daðıtıyoruz.

Bu konuda şunu belirtmek istiyorum: Hem Önderliðimizden bize gelen mektuplar oldu, hem de bizim kendisine yazdıðımız mektuplar oldu. Ama emin olun ki bundan avukatların haberi yoktur. Bu tamamen Oslo görüşmeleri çerçevesinde işleyen bir mekanizmanın gerçekleştirdiði bir durumdu. Biz görüşmelerde hep Önderliðimizle doðrudan görüşmeyi teklif ettik ve dayattık. Bizimle devlet adına görüşen söz konusu heyet de aslında çok reddetmedi, “sonra görüşme olabilir ama siz şimdi yazarsanız götürürüz, kendisinin yazdıðını da size getiririz” dedi ve sað olsunlar bunu 3 yıl boyunca yaptı. Onun üzerinden sanırım Önderliðin 20’ye yakın el yazması mektubunu bu heyet bize ulaştırmıştır. Ancak avukatlar tek bir cümle getirmiş deðildir. Aynı şekilde bizim yazdıðımız mektuplar da aynı heyet tarafından Önder Apo’ya ulaştırılmıştır. Ýşin gerçeði budur. Şimdi eðer kuryelikten bahsedilecekse yani Oslo mekanizması çerçevesinde böyle bir durumun yaşandıðı bilinen bir husus. Ama bunun dışında bu söz konusu avukatların bizimle Önderlik arasında kuryelik yaptıkları ya da Önderliði uygulamaya dönük bir kurumlaşmayı yaşadıkları savı asla ve asla doðru deðildir, gerçek dışıdır. Bu, aslında Önderliðimizi savunmasız bırakma ve onu etkisiz kılmaya dönük uydurulan bir senaryodur. Hukuk adına, hukuk dışı yöntemlerle Kürt Halk Önderliði’ni savunmasız bırakmaktır. Bu, Önderliðin hukuki savunmasını yapan avukatları topyekun içeri atıp böylece tek yanlı bir biçimde sömürgeci amaçlarına ulaşmayı öngören bir politika sonucu yapılmış bir hukuksuzluktur.

Zaten AKP hükümetinin bu konuda yaşadıðı bu hukuksuzluk ortadan kalkmadan herhangi bir biçimde ortamın yumuşaması da mümkün deðildir. Bu kadar hukuksuzluðun ve saldırının orta yerde durduðu bir ortamda yumuşamanın gelişmesi mümkün müdür? Önder Apo’nun bu halkın önderi olduðunu bilmeyen var mı? Orada konuşuyor, konuşmaları internette yayınlanıyor. Bunu devlet bilmiyor muydu? Biliyordu. Ayrıca devletin de resmi olarak kaydettiði konuşmaları başta Adalet bakanı olmak üzere birçok devlet yetkilisi de takip etmiştir. Niye o kadar zaman içerisinde önlemedi de, şimdi o insanları tutukluyorlar. Çünkü amaç Önderliktir, Önderliði hedefleme çerçevesinde o insanlar tutuklanmışlardır. Örneðin; Oslo süreci bozulmamış olsaydı tutuklanmazlardı. Devlet de çok iyi biliyor ki o avukatların herhangi bir suçu yoktur. Onlar avukatlık görevlerini yapmışlardır. Esası budur. Esası Önderliði hedefleyen bir konseptin uygulanması sonucu bu insanlar hukuksuz bir biçimde zindana atılmışlardır.

Tabii ki buna karşı Türkiye’de adaletten ve hukuktan yana olan hiçbir kesimin sessiz kalmaması gerekiyor. Nitekim başta barolar olmak üzere çok çeşitli demokratik çevrelerin ve vicdanlı insanların bu davaya karşı tutum aldıklarını ve bu haksızlıða karşı çıktıklarını da görüyoruz; bu önemli bir tutumdur. Ama gerçek şu ki, bütün tepkilere raðmen Gülen-AKP Koalisyonu Kürt halkına ve Kürt Halk Önderliði’ne bu denli bir hukuksuzluðu herkesin gözü önünde açık açık yürüterek geliştirmektedir.

Bizim buna karşı yapacaðımız şey elbette ki her biçimde mücadeleyi geliştirmedir. Yani ideolojik, diplomatik, siyasi, hukuki ve de askeri açılardan gelişen tüm saldırılara karşı halk olarak kendimizi, deðerlerimizi ve Önderliðimizi savunma ve böylece özgür geleceði yaratmadır. Çünkü bize bunun dışında var olmanın ve onurlu yaşamanın herhangi bir yolu bırakılmamıştır.