Karasu: Maraş katliamı insanlığa karşı suçtur
Karasu: Maraş katliamı insanlığa karşı suçtur
Karasu: Maraş katliamı insanlığa karşı suçtur
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 35'ini yıldönümünde Maraş katliamının halen aydınlatılmadığını belirterek, katliamı "insanlığa karşı suç" olarak tanımladı. Karasu, ANF'ye verdiği mülakatta "Bu konuda Türkiye'de bir kamuoyu baskısı yaratmak gerekiyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu vurgulamak lazım. insanlık suçlarının zaman aşımına uğrayamayacağı ortaya konulup bunun üzerinde durulmalıdır" dedi.
-Alevi katliamları genelde CHP iktidarları döneminde gerçekleşti. Devletin Alevileri ötekileştirme politikası AKP'nin 12 yıllık iktidarında da herhangi bir değişikliğe uğramadı. Önümüzdeki seçimlere hazırlanan her iki parti de son dönemde yine Alevilik meselesini öne çıkarmış durumda. Yine Gülen Cemaati de Abant’ta yaptığı toplantıda Alevilere yumuşak mesajlar gönderdiler. Sizce Alevi toplumu bu politikalara karşı nasıl bir tutum içinde olmalı?
CHP cumhuriyetin kurucusu partidir, devlet partisidir. Bu açıdan devletin politikalarını izler. CHP topluma karşı devleti savunur. CHP’de toplumsal farklılıkları savunma gibi bir yaklaşım yoktur. Bu açıdan da Aleviler doğası itibariyle devletle çatışma içindedirler. Alevilik devlet dışı bir toplumdur. Devlet içileşmemiştir. Devletin Kürtleri Türkleştirme, Alevileri de Sünnileştirme politikasına karşı her iki cepheden de direnecek bir karaktere sahiptir. Hem Kürtlüklerini koruma, hem Aleviliklerini koruma gibi bir konumları vardır. Kuşkusuz Türk’üyle Kürt’üyle genelde Aleviler üzerinde baskı yapıldığı bir gerçektir. Ancak esas baskının, katliamların Kürt Aleviler üzerinde yapıldığı da bir gerçektir. Kürt Alevilere yönelik baskının daha fazla olduğunu da kabul etmek durumundayız. Devletle ne kadar ilişkilenen bazı çevreler olsa da Aleviler genel olarak devlet dışı toplum olarak devlet politikalarını kabul etmemiştir. CHP kendini bütün inançlara eşit olarak gösterse de, devletin karakteri Türk-İslam olduğu için -CHP'nin politikası da budur- Alevilere yönelik katliamlarda bu zihniyet hep ortak olmuştur. Katliamlar devletin politikalarından, kültür politikasından, inanç politikasından bağımsız gerçekleşmemiştir. Devlet Türk-Sünni zihniyetiyle geliştiği için, toplum öyle geliştiği için Alevi Kürtlere yönelik her türlü saldırının, baskının, ötekileştirmenin ya da mahalle baskısının arkasında devletin politikaları vardır. Bu gerçek görülmeden ne CHP, ne devlet, ne de şu ya da bu parti doğru değerlendirilebilir. Dersim katliamı CHP tarafından gerçekleştirilmiştir. En büyük Alevi ve Kürt katliamı Dersim katliamı olduğuna göre, diğerlerini değerlendirmek bile yersiz kalır.
CHP Dersim’de neyi uygulamıştır? Türkleştirme ve Sünnileştirmeyi uygulamıştır. Alevi Kürtleri kendisi için tehlikeli görmüştür. Alevilik bir türlü devletle buluşmuyor, kendi işlerini, kendi sorunlarını kendisi çözüyor. Zaten Alevilik devletle buluşmayan inanç sistemidir. Aleviliğin güzelliği de bundan kaynaklanır, Alevilik değerleri de bundan kaynaklanır. Eğer Aleviliğin güzel değerlerinden, güzelliklerinden söz ediyorsak nedeni, devlete bulaşmamış olmasıdır. Devlet dışı bir toplum olarak kalmasıdır. Cumhuriyetle birlikte de devlet, Aleviliğin bu devlet dışı toplum karakterini kabul etmemiştir. Kürtlüğünü de, Aleviliğini de asimile etmek, tümden devlet içileştirmek istemiştir. Bu açıdan CHP’nin kurduğu devletle, devletin zihniyeti olan CHP zihniyetiyle, CHP'nin zihniyeti olan devletçilikle Alevilik hep karşı karşıya gelmiş ve bu zihniyet tarafından da zulüm ve baskı görmüştür. Bu nedenle katliamların çoğunluğunun CHP iktidarları döneminde olması tesadüfi değildir. CHP'nin devletçi karakterinin ve devletin Kürt ve Alevi düşmanı karakterinin sonucudur. Bu gerçekliğin herkes tarafından anlaşılması, görülmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor.
Devletin Alevileri ötekileştirme politikasının AKP döneminde de çok fazla değişikliğe uğramamasının nedeni zihniyetin değişmemesidir. Devletin Türk-İslam karakterinin değişmemesidir. Kaldı ki AKP’liler klasik iktidar odakları gibi biz laikiz de demiyorlar. Açıkça Türkiye'de tek bir inancın hakim olmasını istiyorlar. Her ne kadar biz farklı kimliklere, inançlara saygılıyız deseler de, yaklaşımlarında, politikalarında Sünniliği hakim kılma yaklaşımları devam etmektedir. Devlet politikası zaten bunu gerektirmektedir. AKP gibi İslamcı bir parti devlet olunca tabii ki politikayı daha kapsamlı bir biçimde hayata geçirmek isteyecektir.
Kuşkusuz bazı değişiklikler vardır. O da halkların, toplumların Özgürlük Mücadelesi sonucu eski politikaların yürümemesidir. Nasıl ki Türk devletinin Kürt politikası eskisi gibi yürümüyor, bazı rötuşlar yapılıyorsa, Alevi politikası da yürümüyor, bazı rötuşlar yapılmaktadır. Bu açıdan Kürt açılımı, Alevi çalıştayları ya da şu bu açılımın nedeni, Türkiye toplumunun, halklarının Kürt’üyle, Alevi’siyle, diğer topluluklarıyla eski devlet sistemini, devletin kendilerine yaklaşımını kabul etmemesidir. İç ve dış koşullar eski kültürel soykırımcı politikaların yürütülmesine imkan vermemektedir. Bu bakımdan hem Kürtlere hem Alevilere yönelik kültürel soykırım politikasında bazı değişiklikler yapmışlardır. Tabii ki bu değişiklikler özde değil, biçimdedir, yöntemdedir.
Türkiye'de herhangi bir zihniyet hegemon olma karakterini bırakmadan ne Alevi sorunu, ne Kürt sorunu, ne de başka bir sorunda köklü değişiklikler yaratabilir. CHP de hegemondu, kendi hegemon düşüncesini bütün topluma dayatıyordu, farklı kimlikleri ve kültürleri kabul etmiyorlardı, ulus-devlet zihniyetiyle her şeyi tekleştirmek istiyordu. Bugün AKP'de de aynı ulus-devlet zihniyetiyle her şeyi tekleştirme vardır. Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak derken, aslında tek inanç da demektedirler. Tek inanç denilmemesinin nedeni, dünya karşısında bunu söyleyemediklerindendir. Yoksa devlet kurumlaşması öyledir. Diyanet İşleri Başkanlığının 1924’ten beri kurumlaşması, diğer inançların, kültürlerin yaşamasına imkan vermemesi aslında ulus-devletin tek tekleri içinde tek inanç da vardır. Ama Yahudilerin dünyada etkin, Hıristiyanların dünyada çoğunluk olduğu ve Türkiye politikalarında da etkili olduğu bir dönemde Türk devlet yetkililerinin tek inanç demesini beklemek mümkün değildir. Ama tek kültür derken amaçları etnik ve dinsel olarak da tekleşmeyi hedefledikleri açıktır. Çünkü şimdiye kadarki politikaları bunu göstermiştir. Tek kültür, tek inanç demişlerdir.
Seçimler yaklaştıkça özellikle CHP’nin Alevilerle ilgilenmesi ve Alevileri hazır bir oy deposu olarak kendisine oy vermesi sağlaması çalışmaları tabii ki sürecektir. CHP gerçeğini yeterince görememesi ya da sürekli irtica tehlikesi, AKP tehlikesi gibi tehlikeler gösterilerek Alevilerin CHP'ye oy vermesi sağlanmaktadır. CHP’nin tehlikesini görmeyenler, AKP'nin politikalarının olumsuzluğunu görünce oyunu CHP'ye vermektedirler. Devlet içindeki bir güç Alevilere sürekli böyle tehlikeler göstererek Alevileri CHP yanında tutmaya çalışmaktadır. Bu, Aleviler üzerinde oynana bir oyundur.
Kuşkusuz Aleviler AKP'ye oy vermemelidir. Ama alternatifler sadece AKP ile CHP değildir. Bir zamanlar toplum AP-CHP, şimdi AKP ile CHP arasında sıkıştırılmış, kırk katır mı, kırk satır mı dayaması yapılmıştır. AKP, CHP'nin ne kadar olumsuz bir zihniyete ve kötü bir geçmişe sahip olduğu propagandası yaparak oy alırken, CHP de benzer bir biçimde AKP şöyle kötüdür, tehlikelidir diyerek kendisine oy toplamaya çalışmaktadır. Demokrasi, özgürlük projeleri üzerinden oy toplama değil de, bir tehlike gösterip onun üzerinden oy toplama gibi ucuz bir politikayı bugüne kadar sürdürmüşlerdir. Artık Alevilerin seçim dönemde bu politik yaklaşımları ve birinden birine mecburmuş gibi tercihleri elinin tersiyle itmesi gerekiyor. Aleviler eğer devlet dışı toplumsa, ancak varlıklarını demokrasi içinde güvenceye alacaklarsa, ancak gerçek bir demokrasi Türkiye'ye yerleşip özgürlükçü bir ortam geliştiğinde kendilerini güvencede hissedeceklerse, o zaman AKP'ye karşı da, CHP'ye karşı da tutum takınarak gerçek demokrasi güçlerine oylarını vermeleri gerekir.
Türkiye'de yeni kurulan Halkların Demokrasi Partisi (HDP) bütün farklılıkların özgünlüğünü ve özgürlüğünü savunan bir partidir. Bu karakteriyle önemli bir seçenektir. Eğer Alevilerin özgürlüğü savunuluyorsa, Alevilerin kendi kimliğiyle, kültürüyle demokratik ortamda özgürce yaşaması, ibadet etmesi savunuluyorsa o zaman Alevilerin böyle bir partiye oylarını vermeleri gerekir. Yoksa “Ben şu partiye oy vermezsem diğer parti iktidar olur” gibi yaklaşımlarla ömürlerini bir türlü özgürlük ve demokrasi getirmeyen, demokratik karakterde olmayan partilere oy vererek geçirmeleri, kendilerini böyle iki gücün cenderesi altında tutmaları artık aşılması gereken bir tutum olmaktadır. Çünkü pratik göstermiştir ki CHP'nin Alevi Kürtlere, Alevilere, ezilenlere özgürlük getirmesi söz konusu değildir. Hatta devletçi karakteriyle özgürlüklere karşı çıkan bir yaklaşımı vardır. Kürtlerin özgürlüklerine, demokratik haklarına karşı çıkanlar Alevilerin özgürlüklerini, demokratik haklarını savunabilirler mi? Diyanet İşleri Başkanlığının tümden kaldırılmasını savunamayanlar, Alevilerin olduğu gibi kabul edilmesini savunamayanlar Alevilerin özgür ve demokratik yaşamı için bir şeyler yapabilirler mi? Bunun görülmesi gerekiyor.
CHP de Alevileri devletçi sisteme çekmek istiyor; devletle buluşturmaya çalışıyor. Aleviler demokratik olmayan, özgürlükçü olmayan devletin yedeğine alınmak isteniyor. Bu, Aleviliğin temel karakterlerinden uzaklaştırılmasıdır. Buna Aleviler dur demelidir. Bunun tutumu ve pratik ifadesi olarak radikal demokrasi güçlerinin ve özgürlükçü güçlerin yanında yer almalıdırlar. Türkiye sınırlı yumuşamalarla, belirli iyileştirmelerle Alevi sorununu, Kürt sorununu çözecek bir ülke değildir. Çünkü Türkiye'de Alevilik konusunda köklü bir inkar ve köklü bir ötekileştirme zihniyeti vardır. Tarihten bugüne Kürtleri ve Alevileri yok etmede devletin politikaları çok zalimce olmuştur, baskıcı olmuştur. Belirli sonuçlar da almışlardır. Artık Alevilerin kendilerini baskı altında hissetmeyeceği, özgürce, olduğu gibi yaşayacağı bir ülke istiyorlarsa bunun yolu CHP’den, AKP'den ve onun gibi partilerden kurtulmak, gerçek bir demokrasi hareketinin içinde yer almaktır.
Şimdi fetullahçılar gibi bugüne kadar sosyalistlere, Kürtlere, devrimcilere karşı savaşın öncülüğünü yapmış bir güç de Alevilerle ilgili toplantılar yapıyor, kendine göre bazı kararlar alıyor. Bu da açıkça bir oyundur. Özellikle de AKP ile yürüttüğü savaşta kendisine yedekleyeceği, destek bulacağı çevreler arıyor. Bu oyuna da kesinlikle gelinmemelidir. Fetullahçılar da en az AKP’liler, CHP’liler kadar özgürlük ve demokrasiden uzak bir güçtür. Özgürlük ve demokrasiyle alakası yoktur. Türkiye'de hegemonya peşinde koşan bir güçtür. Kemalistler, Ergenekoncular 90 yıldır bu ülkeyi yönetti, şimdi bu ülkeyi yönetmek bizim hakkımızdır diyorlar. Türkiye'nin sosyal dokusu, kültürel dokusu, inancı, tarihi bizim gibi bir hareketin iktidar olmasını istiyor, diyorlar ve bugün dış güçlerin de taşeronluğunu yaparak Türkiye'de güç olmak istiyorlar. Bunun için de içeride kimi çevreleri kendilerine yedeklemek istiyorlar. Kesinlikle bu tuzağa da düşülmemelidir. Fetullahçıların cibilliyeti de, karakteri de, geçmişi de, bugünü de, geleceği de bellidir.
Bu açıdan hem CHP’ye, hem AKP'ye hem de Fethullahçılara tutum takınılmalıdır. Bunların tuzaklarına, oyunlarına gelinmemelidir. Bunların bütün çabası hegemon olmaktır. Hegemonyayı sürdürmektir. Hiçbirisi de gerçek anlamda demokrasi ve özgürlüğü düşünmüyor. Türkiye'yi hegomonik bir iktidar olarak yönetmek istiyorlar. Bu açıdan bu hegemon olmak isteyen bütün güçlere karşı tutum alınmalı, bunun yerine gerçekte farklılıkları olduğu gibi ve toplumun zenginliği olarak kabul eden, hiçbir farklılığa bir kalıp biçmeyen, kendilerini olduğu gibi ifade edeceği özgür yaşam alanı sağlayacak özgürlükçü ve demokratik güçlerin yanında yer almaları ve onları desteklemelidirler. Bu da Türkiye genelinde HDP, Kürdistan'da BDP’dir. Bunun dışındaki her yaklaşım Alevilerin, Kürtlerin, diğer azınlıkların üzerinde oynanan oyunların sürdürülmesi anlamına gelir. Bu açıdan da artık Aleviler şu bu tereddütle, şu kötü denilerek birilerine oy verme politikasını bırakmalı, gerçek demokrasi ve özgürlüğü savunan, Alevilere özgür ve demokratik yaşamı getirecek programı ve politikaları olan siyasi güçleri desteklemelidirler.
-AKP'nin Alevi açılımı adı altında yürüttüğü politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bununla birlikte Adıyaman ve Malatya gibi şehirlerde Alevilere saldırıların gelişmesi, tıpkı Maraş katliamı öncesinde yaşandığı gibi evlerin, araçların işaretlenmesiyle ne tür bir mesaj verilmek isteniyor?
AKP'nin Alevi açılımı öyle söylenildiği gibi Alevilerin hak ve özgürlüklerini tanıma açılımı değildir. Öyle olsaydı şimdiye kadar Alevilerin temel talepleri karşılanabilirdi. Alevilerin temel taleplerinin karşılanması hiçbir dine, inanca zarar vermeyeceği gibi, hükümetin de yapamayacağı şeyler değildir. Ama yapılmıyor. Örneğin Cem evlerinin ibadet yeri olarak tanınması, bir statüye kavuşturulması o kadar zor değildir. Cem evleri Alevilerin ibadet yeridir denilerek bu talep rahatlıkla karşılanabilirdi. Hıristiyanların ibadet yeri nasıl ki kiliseyse, Müslümanlarınki nasıl camiyse, Yahudilerinki havra, sinagogsa, Alevilerinki de cem evidir. Alevilerin ibadet yerinin cami olmadığını herkes bilmektedir. Aleviler hiçbir zaman camiyi kendilerinin ibadet yeri olarak görmemişlerdir. Şimdi kalkıp “Siz de Müslümansınız, sizin de ibadet yeriniz camidir” gibi bir yaklaşım içinde olmak asimilasyon dayatmalarının, kültürel soykırımın ta kendisidir. Bu açıdan niyet değişmemiştir. Aleviler, zorunlu din dersleri kaldırılsın diyor. Aleviler, olacaksa bu da çocukların kendi inançlarını öğrenmesi olmalı diyorlar. Bu açıdan farklı inançların Alevilere öğretilmesini zorunlu görmek kadar antidemokratik bir şey olamaz. Bu, 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı bir yasadır.
Diyanet İşleri Başkanlığını Aleviler kabul etmiyor. Devletin bütün dinlere eşit olması esassa, böyle bir kurumun kaldırılması lazım. Diyanet İşleri Başkanlığının bulunmaması gerekiyor. Her inanç kendi ibadetini yapmak için kendi kurumlarını kurabilir. Sivil toplum ve cemaat olarak kendilerini örgütleyip, inanç hizmetlerini sağlayıp ibadetlerini yapabilirler. Devlet de sadece bütün inançlara hizmet etme anlamında eşit yaklaşmalıdır. Yoksa Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu olarak çalışması, çok fazla bütçe ayrılması, dinin tamamen devlete göre şekillenmesi, devletin kendine göre din oluşturması anlamına gelir. Bunun demokrasi adına kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi, Alevilerin de bunu kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü bu bir nevi Türkiye'de tek inanç, tek din yaratma politikasının kurumlaşması, pratikleşmesi oluyor. Bu açıdan Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılması gerekiyor. Ama devlet bir bütün dinlere, inançlara yönelik destek sunacak, onlara hizmet edecek, onların barış içinde yaşamasını sağlayacak, onların demokratik yaşamda kendini özgürce ifade etmelerini sağlayacak bir din hizmetler kurumu gibi bir kurum kurabilir. Bütün inançlar da kendilerini örgütleyerek inançlarını özgürce yaşayıp ibadetlerini yaparlar. Bu örgütlenmeler devlet dışı olmalıdır. İnançları devlete bulaştırmak doğru değildir. Bu, inancı devletin hizmetine sokmaktır. İnançlara en büyük saygısızlık böyle yapılır. Aslında bu, inançlara bir saldırı niteliğindedir. İnançlar devlete hizmet ettirilemez. İnanç toplumsal bir sorundur, toplumsal bir olaydır, toplumsal değerlere, kültürlere, yaşama hizmet eden bir karakteri olmalıdır.
Alevi çalıştayları böyle bir yaklaşımla ele alınmadığı için anlamsızdır. Kaldı ki zaten amaç demokratikleşme temelinde inançlarını özgür ve demokratik temelde yaşamasını sağlama değil de, Alevileri asimile etme, kendine göre Aleviler yaratma olunca bir sonuç vermemiştir. Zaten AKP şimdiye kadar kendine göre Alevi yaratma, kendine göre Kürt yaratma, kendine göre liberal yaratma, kendine göre şu ya da bu topluluk yaratma yaklaşımını bırakmamıştır. Bütün toplulukların kendilerini özgür ve demokratik ifade edeceği, kendileri olacağı bir demokratik ortam yaratmamıştır. Bu açıdan devlet imkanlarını kullanarak kültürel asimilasyonu yeni koşullarda sürdürmeyi hedefleyen bir politika izliyor. Çünkü Alevilere yönelik eski politikalar sürdürülemez, sürdürülmesi mümkün değildir. AKP'nin geldiği gelenek, dün Alevileri kafir olarak tanımlayıp Sünni toplumu içinde Alevi düşmanlığı yaygınlaştırırken, buna araç olurken, şimdi siz illa Müslümansınız, ibadet yeriniz camidir diyor. Dün kefere olarak görülürken bugün farklı bir yaklaşımın gösterilmesi kesinlikle Aleviler üzerinde eski politikanın sürdürülemiyor olmasındandır. Eski kültürel soykırım politikası sürdürülemeyince şimdi farklı bir politikaya yönelinmiştir. Eskiden reddederek, ezerek, dıştalayarak, zorla kimliğinden vazgeçirme politikası yürütülüyordu, şimdi onun olmayacağı görülünce sen Müslümansın, şöyle inanacaksın, şöyle ibadet edeceksin yaklaşımı gösterilmektedir. Geçmişte Bingöl ve Elazığ başta olmak üzere birçok yerde bazı Aleviler zor ve baskıyla kendi inancını bırakarak Sünniliğe dönmüştür.
Adıyaman ve Malatya’daki ev işaretlemeleri bir nevi Fırat’ın batısını Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirme politikasının bir parçasıdır. Nasıl ki Maraş katliamında bir travma ve psikoloji yaratarak Kürtler göçertilmişse, şimdi benzer bir şey Adıyaman’da yapılmaya çalışılıyor. Adıyaman’da hala Alevi Kürtler önemli bir nüfus oluşturmaktadır. Bu nedenle bu nüfus kaçırtılmak isteniyor. Şimdi böyle bir politika var. Yine Malatya, Erzincan’da olanlar da öyle! Bunların hepsi aslında Alevileri, Alevi Kürtleri tümden topraklarından kaçırtmak ve oraları tamamen Türk ve Sünni bir coğrafya haline getirmek amaçlıdır.
Bu tür ev işaretlemelerle Alevi Kürtlere hala güvencede değilsiniz, her an katliama uğrayabilirsiniz mesajı verilmektedir. Öteki olduğu hissettirilerek öteki olmaktan çıkarak ya kendine benzeşmesi ya da kaçması sağlanmaya çalışılmaktadır. Bir devlet politikasıdır. Devletin Fırat’ın batısını tümden Kürtlükten, Alevilikten arındırma politikasıdır. Bu oyuna gelinmemelidir. Özellikle Adıyaman’da Alevi Kürtlerle Sünni Kürtleri karşı karşıya getirme politikası olduğu anlaşılıyor. Aleviler için şu anda Kürt kimliğiyle olan tek ve yoğun yaşanan yer, Dersim’den sonra Adıyaman’dır. Bu nedenle Adıyaman üzerinde oyunlar oynanmak isteniyor. Bu oyunlara ne Alevi Kürtler ne de Sünni Kürtler gelmelidir. Kardeşlik hukuku içinde yaşamalıdır. Adıyaman’da yapılacak bir provokasyon sadece Alevi Kürtlere değil, Sünni Kürtlere yönelik de olacaktır. Bunun görülmesi, bir derin devlet operasyonunun olduğunun bilinmesi, Sünni Kürtlerin de, Alevi Kürtlerin de bu konuda duyarlı olarak kendi kimlikleriyle inançlarını özgürce yaşamaları gerekir. Çünkü diğer yerlerde Kürtlük bitirilmiştir, Adıyaman’da kalmıştır. Adıyaman’da ise farklı inançtaki Kürtleri birbirine düşürerek Kürtlüğü bitirme politikası olabilir. Bu açıdan bu konuda duyarlı olmak, bu tür oyunlara gelmemek, Sünni Kürtlerin Alevi kardeşlerinin kendi inançları doğrultusunda özgüce yaşamalarını kabul etmeleri ve bunu sağlamaları, hatta bunun güvencesi olmaları gerekiyor. Bu konuda devletin ve çeşitli tarikatların oyunlarına gelmemesi gerekir. Alevi Kürtlerin de bu tür girişimlerin bir devlet oyunu olduğunu, bir derin devlet provokasyonu olduğunu, Kürtleri birbirine düşürme ve giderek Adıyaman’ı da Maraş ve Malatya’da olduğu gibi göçertme sürecine sokmak istedikleri görülmeli ve bu temelde de topraklarına sıkı sıkıya sarılmaları, topraklarını bırakmamaları gerekir. Maraş’ın, Malatya’nın, Sivas’ın Alevi Kürtlerinin düştüğü duruma düşmemeleri gerekiyor. Adıyaman’daki ev işaretlemelerini Maraş’ta, Sivas’ta ve diğer yerlerde yaptıkları provokasyonlar sonucu sağladıkları göçertmeyi hedeflemek için yaptıkları görülmelidir. Herkes bu konuda duyarlı olmalıdır.
-Gezi protestolarında polis şiddetiyle katledilenlerin hepsinin Alevi olması sizce bir tesadüf müdür?
Gezi olaylarında katledilenlerin Alevi olması tesadüfi değil. Aleviler mevcut devlet düzenine de, iktidarına da karşıdırlar. Mevcut devlet düzeni ve iktidar son zamanlarda Alevileri kıskaca alan bir politika izliyordu. Alevilerin olduğu gibi kabul edilmesini değil de, Alevileri asimile eden bir yaklaşım içindeydi. Aleviler üzerindeki toplumsal, kültürel, siyasal baskı AKP hükümeti zamanında daha da artmıştı. Öte yandan Aleviler demokrasi isteyen bir toplumsal güçtürler. Geçmişte olduğu gibi bugün de nerede demokratik olmayan iktidarlar ve hükümetler varsa onlara karşı tutum takınmaktadırlar. Demokratik olmayan her iktidara, her uygulamaya Alevilerin karşı çıkması kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü Aleviler ancak demokrasinin olduğu yerde, demokratikleşmenin ve bu temelde de özgürlük alanlarının geliştiği yerlerde varlıklarını ve inançlarını güvenceye alabilirler. Bu açıdan nerede demokrasi mücadelesi varsa, bu devlete karşı muhalif hareket varsa orada Alevilerin yer alması kadar doğal, anlaşılır bir durum olamaz. Bu nedenlerle Gezide de Aleviler yoğunlukla yer almıştır. Bu yanlış bir şey değildir. Aleviler açısından doğru bir tutumdur. Ancak AKP'nin anket yapıp Gezi içinde çoğunlukla Aleviler vardı deyip Alevileri hedef alması çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Alevilerin demokrasi mücadelesinde yer almasını cezalandırmak isteyen bir zihniyet bulunmaktadır. Siz demokrasi mücadelesi içinde yer alırsanız, muhalefet içinde yer alırsanız cezalandırılırsınız gibi bir yaklaşımla bu anket yapılmış ve anket sonuçları açıklanmıştır. Bu anket bir objektif durumu ifade etmek için değil de, Alevileri suçlamak için yapıldığından çok tehlikelidir. Sadece Alevilerin değil, tüm devrimci demokratların buna karşı çıkması gerekir. Bu, ancak faşist karakterdeki iktidarların, hükümetlerin yapabileceği, söyleyebileceği şeylerdir. Kuşkusuz anket bir gerçeği ifade etmektedir. Aleviler 1960’larda da, 1970’lerde de devrimci hareketler içinde, 1970’ler ve 1980’ler sonrası da Kürt Özgürlük Hareketi içinde yoğun yer almışlardır. Özgürlük mücadelesi içinde binlerce şehidi vardır. Alevi gençlerin en fazla şehit düştüğü hareket Kürt Özgürlük Hareketidir, PKK’dir. Çünkü PKK'nin özgürlük ve demokrasi mücadelesini kendilerinin varlığını ve özgürlüğünü güvenceye aldığını düşündüklerinden bu mücadele içinde yer almışlardır. Hala da binlercesi Kürt Özgürlük Hareketi saflarındadır. Böyle olması kadar da doğal bir şey olamaz.
PKK zaten kuruluşundan itibaren Alevi gençlerin içinde yer aldığı bir harekettir. Dün de böyleydi, bugün de böyledir. Bu yönüyle İstanbul’da Gezi olayları başlayınca Alevi gençleri Gezi protestoları içinde yer almışlardır. Bazı ulusalcı çevrelerin ya da kendine sözde işçi partisi diyen çevrelerin bu hareket içine girip kendi politikaları doğrultusunda yönlendirme çabaları söz konusu olsa da, bu durum Gezi hareketinin bir bütün olarak özgürlükçü demokratik hareket olmadığını göstermez.
Kuşkusuz Gezi protestolarında ölenlerin hepsinin Alevi olması, Alevilerin Gezi olaylarını Türkiye'nin demokratikleştirecek bir eylem olarak görmeleri ve katılmaları nedeniyledir. Yoksa polisler özel olarak Alevileri seçmiş, öldürmüş değildir. Ama protestocuların önemli bir bölümünün Alevi olması ister istemez ölenlerin çoğunluğunun da Alevi olmasını beraberinde getirmiştir. Bu gerçekliği devletin de, hükümetin de herkesin de doğru anlaması gerekir. Eğer Aleviler bu tür protestolara çok yoğun olarak katılıyorlarsa, demek ki Türkiye'de gerçek demokrasi yoktur, gerçek özgürlük yoktur. Aleviler açısından hala özgürlük ve demokrasi çok uzaktadır. Bu nedenle de özgürlük ve demokrasiyi getirecek her harekete, her gelişmeye katılmaktadırlar. Bunu böyle anlamayanlar yanlış anlarlar. Alevileri suçlu gibi göstermeye çalışırlar. Halbuki Aleviler değil, Türkiye'de demokratikleşme adımı atmayanlar suçludurlar. Suçlu olanlar Türkiye'yi hegemon ve otoriter zihniyetle yönetenlerdir. Bir suçlu varsa, bir kötü olan varsa, tutumundan ve düşüncesinden vazgeçmesi gereken varsa o da devlet ve hükümettir. Hiç kimse Alevilerin kötü yaptığını, kötü tutum takındığını söyleyemez. Aksine Alevilerin tutumları ve eylemleri tarihe haklı olarak geçeceği gibi, tarih Alevileri tutumlarından dolayı onure edecektir. Alevileri bu eylemlerinden dolayı görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirdikleri ortaya konulacak, takdir edilecektir. Dün de tutumlarıyla özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yer almışlar, takdir edilecek tutumla mücadelelerin parçası olmuşlardı, bundan sonra da olacaklardır.
Türkiye demokratikleşip Kürt sorunu, Alevi sorunu, emekçilerin sorun, diğer sorunlar çözülene kadar Aleviler de özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yer alacaklar, bunun bedelini ödeyeceklerdir. Çünkü bedel ödenmeden özgür ve demokratik yaşam kazanılamaz. Bundan sonra da Aleviler özgür ve demokratik yaşamını kazanmak için bedelini ödeyecekler ve özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde olmanın onurunu yaşayacaklardır.
-Maraş katliamına karşı mücadele nasıl olmalı? Maraş katliamına karşı neler yapılırsa mücadele anlamlı hale gelebilir?
Maraş katliamının amaçlarını iyi anlamak lazım. Maraş katliamının amaçlarını, hedeflerini ve yarattığı sonuçları görmeden, sadece bizi şu kadar öldürdüler diye tepki göstermek, Maraş katliamına doğru tepki göstermek olmaz. Maraş katliamının amacı, hedefleri ve yarattığı sonuçları doğru anlamadan, bilince çıkarmadan da doğru mücadele yürütülemez. Maraş katliamının ve daha sonrası 12 Eylül rejiminin Maraş’ta, çevresinde yarattığı sonuçlar bellidir. Tam bir kültürel soykırım yaşanmıştır. Sadece Maraş merkezi Kürtlerden ve Alevilerden arındırılmamıştır, Elbistan, Pazarcık, Afşin, Göksun’da yaşayan Alevi Kürtler yoğun olarak topraklarından kopup metropollere ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Yine Malatya’nın, Sivas’ın Kürt köyleri de benzer bir eğilim içine girmişlerdir. Maraş katliamının yarattığı psikoloji ortamında, baskı ortamında Aleviler binlerce yıldır yaşadıkları, vatan yaptıkları toprakları bırakmışlardır. Giderek özellikle de 12 Eylül’ün dil yasağı da ağırlaşınca -zaten kapsamlı bir kültürel asimilasyon vardı- kendi dillerini bırakmışlardı. Anadillerini bırakıp Maraş katliamını yapanların amacı olan Türkleştirme, bu çerçevede de Türk dilini kullanma gerçeği yaşanmıştır.
Bugün ülkeden kopmak, Türkçe konuşmak, kendi kimliğini inkar etmek aslında Maraş katliamını yapanların, 12 Eylül darbecilerinin amaçlarının gerçekleşmesidir. Vatandan uzak kalmak, vatanı, köyleri insansız bırakmak, Kürtçe konuşmayıp Türkçe konuşmaya özenmek, daha fazla Türkçe konuşmak, Kürt kimliğini bırakıp giderek kültürel değer olarak da kendi kültürünü tümden bırakıp kapitalist modernite ya da Türk kültürü içine girmek Maraş katliamına karşı, 12 Eylül’e karşı tutum almak değil, aksine onların yaratmak istediği amaçlara hizmet etmek olur. Onların hedefleri, amaçları, istekleri doğrultusunda hareket etmektir. Bunlara karşı çıkmadan Maraş katliamına tepki göstermenin ne anlamı olabilir? Maraş’ta bizi öldürdüler, katlettiler demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu tür söylemler ve tepkiler hiçbir sonuç da getirmez. Bu açıdan Maraş katliamına karşı mücadele esas olarak onların amaçlarını, hedeflerini boşa çıkarmak, o katliamı ve 12 Eylül’ün yarattığı sonuçları ortadan kaldırmakla mümkün olur.
Maraş katliamına karşı tepki ve mücadele etmek bugün Türkiye ve Kürdistan'da yürütülen demokrasi mücadelesi içinde yer almakla olur. Özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi'nin yürüttüğü, mücadelenin Kürdistan'da yarattığı özgür ve demokratik yaşamı paylaşmak, onunla bütünleşmek, yine Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözüm mücadelesinde aktif olmakla Maraş katliamına karşı olunur ve mücadele edilebilir. Bunlar yapılmadan Maraş katliamına karşı doğru bir duruş da, mücadele de yürütülemez. Bunun özellikle bilinmesi, anlaşılması ve gereklerinin yerine getirilmesi gerekir. Maraş’ın köyleri güzel köylerdir. Pazarcık ovası güzel bir ovadır. Sadece Pazarcık’ı ve Maraş’ı değil, bütün çevresini besleyecek bir ovadır. Elbistan’ın köyleri de, Afşin’in köyleri de, diğer köyler de güzel köylerdir. Şimdi bu topraklar insansızlaştırılıp çorak haline getirilirken, bu topraklara yüzümüzü dönmeyip Avrupa’nın kapitalist modernite kültürü içinde erimek ve oradan Maraş katliamını yapanlara lanet okumakla Maraş katliamına karşı doğru mücadele verilebilir mi?
Geçmişte 12 Eylül’ün ve Maraş katliamının yarattığı ortamda bilinçsiz olarak bu topraklar bırakılmış olabilir. Metropollere, Avrupa’ya göç edilmiş olabilir. Bu bir umuda yolculuk değildir. Umutsuzluğun, çaresizliğin yarattığı kaçıştır. Bu gerçekliğin görülerek artık ülkeye dönüşün gerçekleşmesi gerekiyor. Ülke topraklarında yaşamın yeniden cıvıl cıvıl hale getirilmesi gerekiyor. Böyle bir eğilimin gelişmesi çok çok önemlidir. Belki herkes gelmeyebilir, ama bu köyler yeniden cıvıl cıvıl hale getirilebilir. Bunun imkanları vardır. Başka bir yerde bu kadar köylerin, toprakların boşaltılması var mıdır? Yoktur. Kuşkusuz Türkiye'de de göç edenler var, ama yine de belirli bir nüfus kırsal alanda vardır. Sıra Kürdistan'a geldiğinde, özellikle de Maraş, Malatya, Sivas, Adıyaman, Dersim, Erzincan’ın Kürt şehirlerine, kasabalarına, köylerine geldiğinde durum farklılaşmıştır. Bunun katliamcı, soykırımcı bir özel savaş sistemi sonucu bu noktaya getirildiğini görmemiz gerekiyor. Bilinçli bir politikanın sonucu dünyaya savrulduğumuzun görülmesi gerekiyor. Bu çerçevede ülkeye dönüşün gelişmesi gerekiyor. Yine kendi kültürel değerlerinin korunması gerekiyor. Hem inanç değerlerinin, hem Kürt kimlik değerlerinin korunması gerekiyor. Şimdi metropollerde, Avrupalarda Kürt kimliği tümden bırakılıyor. İnanç kimliği sadece bir kabuk haline geliyor. Sözde bir inanç haline geliyor. Bütün değerlerden koparılıyor, kapitalist modernitenin parçası olunuyor. Kapitalist modernite ve devletçi sistem bütün inançları ve dinleri kendine bağlamış ve kabuk haline getirmişse, şimdi de neredeyse Alevilik toplumsal değerlerinden, inanç değerlerinden, kültürel değerlerinden, yaşam değerlerinden, insan ilişkilerinden koparılıp sadece bir ritüele dönüştürülmek isteniyor.
Kuşkusuz Alevilerin ritüelleri de olacaktır, ama bu ritüeller toplumsal ilişkileri, toplumsal yaşamı besleyecek, güçlendirecek biçimde yapıldığında anlam kazanır. Yoksa Aleviliğin özünden, bütün toplumsal değerlerinden, kültüründen koparılır, sadece bir kabuk ritüel haline getirilir. Bu, Aleviliği sahiplenmek değildir. Alevilik ancak toplumsal değerlerle, kültürüyle güzeldir. O yaşatılırsa, o sürdürülürse güzeldir. Yani komünal değerleriyle, demokratik değerleriyle, devlet dışı değerleriyle Alevilik güzeldir. Bunu yaşatmadan gerçek Alevilik olamaz. Bu da en iyi biçimde kendi topraklarında yaşayabilir. Her çiçek kendi toprağında güzeldir. Her değer kendi toprağında güzeldir. O toprakla inanç, toprakla kültür arasında doğrudan bir bağ vardır. Bu açıdan da Maraş katliamına karşı mücadele ederken toprakla kültür, toprakla inanç arasındaki bu bağ iyi görülerek vatana dönüş, toprağa dönüş, toprağa sahiplenme de Maraş katliamına karşı mücadelenin esas boyutu olmalıdır. Kendi dilini konuşma, kendi kültürünü koruma bu mücadelenin esas boyutu olmalıdır. Bu olursa o zaman diğer yönlü mücadeleler de anlam kazanır. 12 Eylül ve Maraş katliamı dahil Şark Islahat Planından bugüne Alevi Kürtler üzerinde oynan oyunları boşa çıkarmak bu saldırıların, bu planların, bu katliamların yarattığı sonuçlarla mücadele edip o sonuçları ortadan kaldırma çabası içine girmekle olur.
-Bir daha buna benzer katliamların yaşanmaması için Alevilere ve Alevi örgütlerine ne tür sorumluluklar düşüyor?
Bir daha bu tür katliamların yaşanmaması için her şeyden önce Türk devletinin iyi tanınması gerekiyor. Bu devletin bu katliamları yapacak pozisyondan çıkması için ya da Türkiye'de bir daha bu katliamların olmaması için neler yapılması gerektiğinin bilince çıkarılması gerekiyor. Türk devletinin tekçi, ulus-devlet karakteri iyi anlaşılmadan bu ulus-devlet karakterinin her alanda tekçiliğe dayandığını görmeden ve en başta da bu tekçiliğe karşı mücadele etmeden bu katliamların önüne geçmek mümkün değildir. Bu katliamların önüne sözle geçilemez. Sadece Türkiye'de zihniyet değiştirilerek bu katliamların önüne geçilir. Türkiye'nin değiştirilmesi açısından ise Türkiye'deki bütün demokrasi güçlerinin Türkiye gerçeğini bilmesi, bu temelde örgütlenmesi gerekir. Sadece örgütlenmeler de yetmez, bu örgütlenmelerini ortak bir demokrasi hareketine çevirmeleri ve bu temelde mücadele etmeleri şarttır. Bu yönüyle Aleviler devletin değişmesini bekleyemezler, lütuf isteyemezler. Ancak bilinçlenirlerse, örgütlenirlerse ve birliklerini geliştirirlerse o zaman Türkiye'nin temel demokrasi güçlerinden olurlar ve kendileri dikkate alınır. Bu yönüyle hem özgün örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri gerekiyor, özgün örgütlenme de yetmez, aynı zamanda bu özgün örgütlenmelerini koruma temelinde demokrasi ve özgürlük mücadelesinin içinde olmaları gerekiyor. Türkiye'de büyük bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi varsa mutlaka onun içinde olmaları gerekiyor.
Bugün Türkiye'de Alevisiyle, Sünnisiyle Kürtler Türkiye'nin en temel demokrasi dinamiğidir, özgürlük dinamiğidir. O zaman bununla yan yana olacaklar. Alevi Kürtlerse hem Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi içinde yer alacaklar, hem de kendi kimlikleri temelinde örgütlenecekler, inanç kimliğiyle özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde yer alacaklar. Çünkü Kürt kimliğine sahiplenmeden inanç kimliğine de sahiplenilemez, inanç kimliğine sahiplenmeden de Kürt kimliğine sahiplenilemez. Demokrasi ve özgürlük bütündür. Özgürlüğün bir tarafını isterim, diğeri beni ilgilendirmez denilemez. Böyle denildiği müddetçe de Türkiye'ye ne demokrasi gelir ne de özgürlükler yerleşir. Bu açıdan tüm özgürlük alanlarına karşı duyarlı olunması gerekiyor. Alevi Kürtlerin kimlikleri de yok sayılıyor. Kürtlükleri ortadan kaldırılıyor. Kürtlüklerinin ortadan kaldırılması inançlarının ortadan kaldırılması kadar bir zulümdür, bir soykırımdır. Bu açıdan hem Aleviliğine, inanç kimliğine sahip çıkacaklar, hem de Kürt kimliğine sahip çıkacaklar. Bu iki kimliğe birlikte sahip çıktıkları zaman tutarlı olabilirler; o zaman tutarlı bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi verebilirler. Böyle tutarlı bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi temelinde Türkiye'yi değiştirebilirler. Bu gerçekliği unutmamaları gerekiyor.
Kimi Alevi örgütleri Alevi haklarından söz ediyorlar, ama sıra Kürtlere geldiğinde bizi ilgilendirmez diyorlar. Hatta bizim için Kürtlük, Türklük, şunluk bunluk önemli değil diyorlar. Böyle olabilir mi? o zaman birisi de kalkar, Sünniliğin hakim olduğu Türkiye'de Sünnilik Alevilik önemli değil, hepimiz insanız, bir inançta olalım diyebilir. Çünkü hakim olanlar hep böyle söylerler. Hakim olanlar, Türklük hakimse Kürtlük önemli değil, gelin hepimiz bir olalım, Sünnilik hakimse, nedir bu Alevilik, gelin birlik olalım der. Ama farklılıkları ortadan kaldırma temelinde bunu söylerler. Bu açıdan bakıldığında Alevilerin hem inançlarını savunmak açısından da örgütlenmeleri gerekiyor, hem de ezilmiş ve kültürel soykırıma uğratılmak istenen Kürtlüğüne sahip çıkmaları gerekir. Aleviliğimi sahiplenirim, benim için bu yeterlidir dememelidir. Aleviliğini sahiplenirken Kürtlüğünü de sahiplenecektir. Sadece Kürtlüğünü sahiplenme de yetmez, Türkiye'de, Kürdistan'da başka halktan, topluluksan ezilen insanlar, topluluklar varsa onun da mücadelesini verecekler. Kadınlar ikinci sınıf muamelesi mi görüyorlar, o zaman kadın Özgürlük Mücadelesini savunmada da Aleviler öncülük yapacaktır. Eğer Alevilerde kadın önemlidir, kadın daha özgürdür deniliyorsa, o zaman Aleviler kadın Özgürlük Mücadelesinde de aktif yer alacaklardır. Erkeğiyle, kadınıyla bu özgürlük mücadelesinin gelişmesinde yerlerini alacaklardır. Doğanın tahrip edilmesi, aslında insanlığın tahrip edilmesi, doğa üzerindeki egemenliğin toplumlar üzerindeki egemenlik anlamına geldiğini, doğa üzerinde egemenliğe karşı çıkmadan da toplumlar üzerindeki egemenliğe karşı çıkılmayacağının bilinmesi gerekir. Bu bakımdan Alevilerin aynı zamanda ekolojik olması da gerekiyor. Ekolojiye karşı duyarlı olması gerekiyor. Bunun dışında bütün büyük-küçük ezilen toplulukların, kimliklerin hak ve özgürlüğünü savunacak durumda olmaları gerekiyor. Ancak farklı etnik, inançsal toplulukların hakları, hukukları savunulduğu takdirde gerçek anlamda Aleviliğin özgür ve demokratik yaşamı savunulabilir. Ancak bu temelde Türkiye demokratikleştirilebilir.
Türkiye demokratikleşmeden benzer katliamların yaşanmasını önüne geçilemez. Hiçbir yasa, hiçbir şu, hiçbir bu Alevilerin özgür ve demokratik yaşamını güvenceye alamaz. Alevilerin özgür ve demokratik yaşamını güvenceye almanın yolu her şeyden önce demokrasiden geçer. Bu da radikal demokrasidir, toplumcu demokrasidir. Kapitalizmin bireyciliğine dayanan, egemenlerin hakim olduğu demokrasi değildir. Böyle bir demokrasi anlayışıyla da Türkiye'de inançlarını tümden güvenceye alamazlar. Kısmi özgürlük yaşayabilirler, ama hakim inançlar tarafından baskı altına alınma ve erimekten kurtulamazlar. Özellikle Türkiye gerçeği ve Türkiye tarihi düşünüldüğünde radikal demokrasi, yani toplumcu demokrasi dışında hiçbir yolun Alevileri özgür ve demokratik yaşama kavuşturmayacağı anlaşılmıştır.
Yıllarca Kemalistler biz laikiz dediler, CHP Alevilerin güya savunucusu oldu! Bunların hiçbirisi Alevileri kültürel soykırımdan kurtarabildiler mi? Alevilerin bu topraklarda yaşadığı zulmü engelleyebildiler mi? Engelleyemediler. Bu açıdan Alevilerin özgün örgütlenmeleri de gerekiyor. Bir de Alevi örgütlenmelerinin temel konularda birlik olmaları gerekiyor. Kuşkusuz devlete bulaştıran, devlete hizmet ettiren örgütler ve kişiler bu birliğin içinde olmayı hak etmiyorlar. Bunlar ancak o tutumlarını bıraktıkları takdirde birlik içine gelebilirler. Yoksa Aleviliği devlete bulaştıracak, Aleviliği gerçek özgür ve demokratik kimliğinden, değerlerinden uzaklaştıracak, sadece bir ritüele çevirecek, ama toplumsal ve özgürlükçü değerlerinden, demokratik değerlerinden koparacak, toplumsal ve özgürlükçü değerlerinden koparacak yaklaşımlar da kabul edilmemelidir. Ama Aleviliği olduğu gibi kabul eden, Aleviliğin karakterinde var olan özgürlükçü demokratik yanları bugün güncelleştirerek yaşayacak olan, yaşatmak isteyen bütün örgütlenmelerin bir araya gelerek demokrasi mücadelesine ortak güçle katılmalarında yarar vardır. Bu da hem Alevilerin siyaset üzerindeki etkisini arttırır, hem de Alevi toplumunu bilinçlendirerek gerçek özgürlüğün ve demokrasinin nerede olduğunu göstermesi açısından önemli roller oynarlar.
-Bu katliamın aydınlatılması için sizce ne tür girişimlerde bulunulmalı?
Bu katliam aydınlatılmamıştır. İlk önce Alevi örgütlerinin bu katliamın aydınlatılması konusunda yoğun bir çaba göstermeleri ve bu katliamın bir insanlık suçu olduğunu, hala suçlarının aydınlatılmadığını ortaya koymaları gerekir. İki yüz insan ölmüş, bunları öldürenler var. Bunları teşvik edenler var. Bunlar açığa çıkmamış. Yine devletin o dönemdeki rolü tam ortaya konulmamış. Aleviler kendileri söylüyorlar. Devletin suçlu olduğunu, devlet politikası sonucu olduğu görülüyor. Bu katliamın nasıl yapıldığı önemi düzeyde açığa çıkmış durumda. Ancak devlet bu konuda bir özeleştiri vermemiştir. Devletin çeşitli kurumlar ve istihbarat örgütlerimiz bunun içindedir dememişlerdir. Sorunu MHP ile sol Aleviler arasındaki gerilimin sonucu olarak ortaya koymaktadırlar. Bu, katliamın esas yapıcılarının, örgütleyicilerinin üstünü örtmek için ortaya konulan sözlerdir.
Bu konuda Türkiye'de bir kamuoyu baskısı yaratmak gerekiyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu vurgulamak lazım. insanlık suçlarının zaman aşımına uğrayamayacağı ortaya konulup bunun üzerinde durulmalıdır. Bunun için uluslararası alanda da çalışmak gerekiyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu, bir kültürel soykırımının, inanç soykırımının, Kürt soykırımının parçası olduğunun ortaya konulması gerekiyor. Maraş katliamından sonara Maraş’ın kasabalarının, köylerinin ne hale geldiği ortaya konularak bu katliamla neyin amaçlandığı iyi anlatılmalıdır. Uluslararası mahkemeler var, İnsanlık dışı suçları yargılayan mahkemeler var, bunun oralara götürülmesi gerekiyor, üzerinde ciddi çalışılması gerekiyor. Tabii ki tüm bu çabalarla katliamı uluslararası alanda da mahkum ettirilerek bir daha Türkiye'de bu tür bir katliam yapmaya kimsenin cesaret etmemesi sağlanmalıdır. Alevi örgütleri Türkiye'de, Avrupa’da ortak çalışarak bunu yapabilirler. Yine vurgulayayım, esas olan, bu olayı bir demokrasi mücadelesine çevirmek, bu olay etrafında bir demokrasi mücadelesi geliştirmektir. Bütün Alevilerin bu tür katliamlardan kurtulmasının ancak Türkiye'nin demokratikleşmesiyle olabileceğinin bilincini, örgütlemesini geliştirerek demokrasi ve özgürlük mücadelesinin gelişmesinde Alevilerin etkin rol oynamasını sağlamak gerekiyor. Bu katliamın aydınlatılması mücadelesiyle demokrasi mücadelesi iç içe yürütülürse anlamlıdır. Yoksa çok fazla sonuç alıcı olunamaz.
Alevilere yönelik bu katliamın aydınlatılmasının girişimi bir yönüyle de Türkiye'de farklı inançlara, topluluklara nasıl kültürel soykırımcı bir politikayla yaklaşıldığını ortaya koymanın ve bunun propagandasını yapmanın zemini haline de getirilmelidir. Bu katliamın aydınlatılması konusunda dışta böyle bir çalışma yaparken, bu katliam vesilesiyle Türkiye'nin farklı topluluklara yönelik politikalarının ortaya konulması, böylelikle Türkiye'nin farklı topluluklar üzerinde uyguladığı politikalar konusunda üzerinde baskı kurulması da sağlanmalıdır. Örneğin Alevilerin ibadethaneleri hala kabul edilmiyor. Hıristiyanların okulları açılmıyor. Bu konuda inançlar üzerindeki baskı devam ediyor. İnançları kendine göre şekillendirme, örgütlenmeleri önünde engeller çıkarma politikası hala sürdürülüyor. Eğer katliamın aydınlatılmasıyla inanç ve kültürler üzerindeki baskının teşhir edilmesi bir arada yürütülürse bunun daha anlamlı olacağını düşünüyoruz.
Röportajın birinci bölümü:
Karasu: Maraş katliamı tarihin en büyük katliamlarından biridir