Kalkan: Protokolün ruhuna bağlıyız

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, 1982-83’teki protokolün ruhuna, özüne, ilkelerine bağlı olduklarını, bunun Ulusal Kongre sözleşmesine referans olabileceğini; bir adıma, iki adımla karşılık vereceklerini söyledi.

Hiçbir Kürt örgütünün diğer Kürt örgütleriyle savaşarak başarı kazanmasının mümkün olmadığını belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt partilerinin, örgütlerinin, sömürgeci-soykırımcı düşmanı bir yana bırakarak birbirleriyle savaşmalarının, Kürt toplumu tarafından kabul edilmediğini ve edilmeyeceğini vurguladı. KDP ve YNK yönetimleriyle her düzeyde, her türlü konuyu/sorunu görüşüp tartışarak, demokratik siyasi anlayışa dayalı kazandırıcı temelde çözmeye hazır olduklarını söyleyen Kalkan, şunların altını çizdi: “Başta KDP, YNK olmak üzere bütün Kürt partileriyle ilişkilerimizi ‘kazan kazan’ anlayışına uygun olarak ele alıp kurmak ve yürütmek istiyoruz. İlişki kuran her iki partinin de kazanmasını sağlatacak pozitif bir yaklaşımı esas alıyoruz. Bizden yana herhangi bir sorun yok. İlgili muhataplarımız bir adım atarlarsa bizim iki adım atacağımızı da herkesin bilmesi iyi olur.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 21 yıl sonra ilk kez yaptığı telefon görüşmesinde, kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla paylaştığı mesajlarına dair ANF’nin sorularını yanıtladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 28 Nisan’da kardeşi Mehmet Öcalan’la ilk defa telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Telefonla görüştürülme hakkı neden engelleniyordu, şimdi neden böyle bir görüşmeye izin verildi, sadece koronavirüs salgını dönemiyle açıklanabilir mi?

İmralı işkence ve tecrit sisteminin 22. yılında 28 Nisan günü Önder Abdullah Öcalan ile kardeşinin bir telefon görüşmesi yapması sağlandı. İmralı’daki diğer tutsak yoldaşlarla da yakınları benzer biçimde telefonla görüştürüldü. Bu durum, 22 yıllık İmralı tecrit ve işkence sisteminde ilk defa gerçekleşiyor. Artık bu sistemin kurucuları ve yürütücüleri de genel kamuoyu da İmralı’da telefon görüşmesi yapılmış olduğunu söyleyebilir. Söz konusu görüşme böyle bir şeyi söylemeyi imkan dahilinde kılmıştır.

REHİNE POLİTİKASI YÜRÜTÜLÜYOR

‘Telefon ile görüşme hakkı neden engelleniyordu?’ biçiminde sorulduğunda, öncelikle şunu ifade etmemiz gerekiyor: İmralı’da herhangi bir hak ve hukuk yoktur. Bu, sadece bizim bir söylemimiz ya da iddiamız değildir, somut durum böyledir. İmralı işkence ve tecrit sisteminin nasıl işlediğine dair kamuoyu, avukatları, hiç kimse fazla bir şey bilmemektedir. Her şey günlük olarak ve anı anına yönetilmektedir. Dolayısıyla ne yapılacağına ve ne zaman yapılacağına sadece bu sistemi yürütenler karar vermektedir. Dolayısıyla da nelerin olabileceğini onlar bilmektedirler. Bu açıdan telefon ile görüşme hakkı ve hukuku yoktu ki engelleniyor olsun. Bir de sadece İmralı’da telefon ile konuşup konuşmama hakkı yok değildir, hiçbir hak ve hukuk yoktur. Normal görüşmeler de yoktur, yazışmalar yoktur, aile görüşü yoktur. Her şey, yönetimin karar ve uygulaması temelinde gerçekleşmektedir. Her şey günlük politikaya göre şekillenmektedir. İmralı’da hak, hukuk aranmamalıdır. Orada bir rehine politikası yürütülmektedir. Her şeyden önce bu gerçeği bilmek gerekiyor. Orada özel bir rehine sistemi var, tümüyle rehine politikasının amaçları doğrultusunda oluşturulmuştur. Özel bir sistemdir. Fiziki ve psikolojik işkenceye dayalı bir sistemdir. İşleyiş bu çerçevede olmaktadır.

İmralı’da her şey politika ve savaştır. Yoksa hak, hukuk, adalet gibi kavramların herhangi bir işlerliği yoktur. Nitekim aile görüşmeleri de yapılamamaktadır, politikanın gereklerine ve çıkarlarına göre zaman zaman yaptırılmaktadır. Avukat görüşmesi için de aynı durum geçerlidir. Geçen süreçte sekiz yıl boyunca hiçbir avukat görüşünün yaptırtılmadığını biliyoruz. Benzer şeyler oradaki yaşam için de geçerlidir. Mektuplaşma, haberleşme, yetkisi olan çevrelerin gidip görüşmeler yapmışı açısından da geçerlidir. Önce bu tespiti yapmamız gerekiyor.

MUTLAK TECRİDE GÖRE KURULAN SİSTEM

‘Şimdiye kadar avukat görüşmeleri neden engelleniyordu?’ Bunu kısa da olsa ifade ettik, çıkarları onu gerektiriyordu. ‘Telefon görüşü neden engelleniyordu?’ onu da ifade ettik. Yani rehine politikasının gerekleri bunu öngörüyordu, onun için engelleniyordu. Zaten Önder Apo’nun görüşlerinin dışarıya çıkmaması, kamuoyuna ulaşmaması için her türlü tedbir alınıyor, tam bir mutlak tecrit uygulanıyor, sistem buna göre kurulmuştur.

ASKERİ-SİYASİ MÜCADELE SONUCUDUR

Belli ki Önder Apo’nun düşüncelerinden korkuluyor. Böylelikle Önder Apo’nun düşüncelerinin ne sözlü ne de yazılı dışarı çıkmasına izin verilmek isteniyor. Avukat-aile görüşmesi de böyledir. Doğrudan görüş de bu temelde olmaktadır. Telefon görüşmesi açısından da aynı şey söylenebilir. Peki neden şimdi 22. yılın ilk çeyreğinde böyle bir görüşme yaptırıldı? Bunu tamamen politik-askeri gelişmeler temelinde değerlendirmek gereklidir. Kuşkusuz koronavirüs saldırısıyla çok fazla bir bağı yoktur. Belki onunla bağı, ailenin gidip doğrudan görüşmesi yerine telefon ile konuşma yönteminin seçilmesi biçiminde vardır, sadece böyle bir bağ kurulabilir. Onun dışında koronavirüs saldırısıyla herhangi bir bağı yoktur. Yöntem olarak öyle bir bağ aranabilir. İçerik olarak ise böyle bir görüştürmenin tamamen siyasi-askeri duruma bağlı olduğu ve gelişen mücadele sonucunda gerçekleştiği açıktır.

Söz konusu telefon görüşmesinin koronavirüs saldırısı altında da özellikle gerilla güçlerinin dağda, ovada, şehirde geliştirdiği faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete sarsıcı darbeler vuran kahramanca eylemlerle bağlantılıdır. Kamuoyunun duyarlılığıyla bağlantılıdır. Önemli bir kamuoyu rahatsızlığı ortaya çıkmıştır, açıklamalar olmuştur, tepkiler gelişmiştir. Özellikle gerillanın kahramanlık eylemleri gelişmiştir. Bunları biraz hafifletebilmek, daha fazla gelişmelerinin önünü almak için yönetim söz konusu telefon görüşmesini yaptırtmak zorunda kalmıştır. Yani isteyerek yaptırılmış bir görüşme değildir, halkın ve gerillanın yürüttüğü mücadelenin sonucunda mecbur kalınarak yaptırtılan bir görüşme olmuştur. Görüşme yaptırılmamış, yaptırtılmak zorunda kalınmıştır. Bu gerçekliği iyi görüp ve bilmemiz gereklidir.

Demek ki, İmralı’da da genel olarak Türkiye’de de AKP-MHP faşizmine karşı mücadele edildiği oranda özgürlük ve demokrasi olabilmektedir. ‘Demokrasi ne kadar var, özgürlük ne kadar var?’ denildiğinde hemen şu cevabı verebiliriz: Özgürlük ve demokrasi mücadelesi, yürütüldüğü kadar var, faşizme karşı direnildiği kadar bir demokrasiden ve özgürlükten söz edilebilir. İmralı tecridi de ancak böyle bir anti faşist direnişle kırılabilmektedir.

‘MÜCADELE ETTİĞİNİZ KADAR VAR OLABİLİRSİNİZ’

2019’da büyük açlık grevi direnişi etrafında gelişen eylemlilik kırdı. Mayıs ayında birkaç avukat ve aile görüşmesi oldu. Onun da bir yıldönümünü yaşıyoruz. Önder Apo o görüşmelerde de önemli mesajlar verdi. Şimdi de gelişen gerilla mücadelesinin ve toplumsal tepkinin sonucu olarak, onların daha fazla gelişmesinden duyulan kurkuyla böyle bir görüşme yaptırtılmıştır. Yani İmralı’da her şey politik ve askeridir. Tamamen politika ve askerliğin gereklerine göre olmaktadır. Dolayısıyla hak, hukuk denen şeyler de ancak mücadele edilerek kullanılabilmektedir. Her şey mücadele ile kazanılabilmektedir. Demek ki faşist-soykırımcı güçler de bize şunu söylemiş oluyorlar: Mücadele ettiğiniz kadar var olabilirsiniz, mücadele ettiğiniz kadar hak sahibi olabilirsiniz. Mücadele ettiğiniz oranda kazanabilirsiniz, bizim bu gerçeği Hareket ve halk olarak bu vesile ile daha ili görmemiz ve anlamamız ve bunun gereklerine göre de davranmamız lazımdır.

DÖRT DÖRTLÜK SOYKIRIM POLİTİKASI UYGULANIYOR

Güney Kürdistan’da son yaşanan gelişmeleri değerlendiren Kürt Halk Önderi, “Kürdü Kürde kırdırma politikası var, bundan Kürtlerin hiçbir kazanımı olmayacak” diyor. Bu politika kimin, tarihsel arka planıyla birlikte bugün neden devreye konulduğunu anlatabilir misiniz?

Kürt sorununu ortaya çıkartan ve ondan fayda sağlayan güçler, bu sorunu sürdürebilmek için çeşitli politikalar geliştiriyor, çok ağır bir baskı ve saldırı yürütüyor. Her türlü hakarete dayalı bir psikolojik savaş yürütüyorlar. Her türlü katliamı, imhayı yapıyorlar. Her türlü ekonomik, sosyal, kültürel baskı uyguluyorlar. Asimilasyonu en ileri düzeyde geliştiriyorlar. Benzeri birçok politikayı soykırım çerçevesinde uyguluyorlar.

Söz konusu politikalardan biri de Kürdü, Kürde kırdırma politikası oluyor. Bunu kendileri ‘iti, ite kırdırma politikası’ olarak da tanımlıyorlar. Geçmişte de hep bu politika var oldu. Bugün de böyle bir politikayı ileri düzeyde geliştirmeye ve uygulamaya çalışıyorlar. Önder Apo söz konusu politikasın üzerinde çok durdu. Kürdü, Kürdü kırdırma politikasını hep ‘iti, ite kırdırma politikası’ biçiminde ifade etti. “Böyle ifade ediyor ve bizi böyle görüyorlar” dedi. Bu, emperyalist ve sömürgeci bir politikadır. Soykırımcılık bu politikayı çok daha ileri bir düzeyde uygulamaktadır, çünkü soykırımcılık emperyalist ve sömürgeci politikaların en bütünlüklü ve en vahşi bir düzeyde uygulanmasını ifade etmektedir. Kürdistan’da da dört dörtlük bir soykırım uygulandığı için her türlü soykırımcı politikaya baş vurulmaktadır. Kürdü, Kürde kırdırma politikası da bunlardan bir tanesidir. Zaten bunun için Kürdistan bölünüp parçalanmıştır. Parçalar birbirinden kopsun ve vuruşsun diye bu yapılmıştır. Kürdistan’ın iç toplumsal yapısı çeşitli ağalıklar, beylikler biçiminde sürekli parçalanmıştır. Geçmişten biri sürekli birbiriyle çelişir ve çatışır kılınmışlardır. Ortaya çıkan siyasi-politik partiler birbirlerine karşı hep kışkırtılmışlardır, birbiriyle çatışır ve güçlerini tüketerek dışa muhtaç hale getirilmek istenmişlerdir. İhanet, işbirlikçilik en ileri düzeyde geliştirilerek bunlar yapılmıştır.

İÇ ÇELİŞKİ VE ÇATIŞMALARA DAYANARAK SÜRÜYOR

Dikkat edilirse Kürdistan’ın bölünmesi; iç toplumsal yapının parçalanıp bölünmesi, ağalık, beylik sistemleri; mevcut dıştan yönlendirilen particilik biçimleri ve işbirlikçilik-ihanetin çok ileri düzeyde geliştirilmesi Kürdistan’da tarihsel olarak yaşanmıştır ve oldukça da etkili olmuştur. Aslında soykırım düzeyinde bir politikanın Kürt toplumuna dayatılması da Kürtlerin bu biçimde bölünüp parçalanarak içte birbiriyle çatıştırılarak zayıf düşürülmesi ortamında gerçekleştirilmiştir.

Söz konusu soykırım sistemi de böyle bir iç çelişki ve çatışmalara dayanarak sürdürülmektedir. Bunu 19. yüzyılın tarihsel olaylarına baktığımızda çok net görüyoruz. 20. yüzyılın tarihsel olaylarına baktığımızda da görüyoruz. Başûr’daki direnişlerden Bedirxan direnişine, Şêx Sait, Seyit Rıza öncülüğündeki direnişlerde görüyoruz. Bütün direnişler incelendiğinde içte işbirlikçiliğin, ihanetin dayatılması, birbiriyle çatıştırma vardır. Kürdü, Kürde kırdırtma, birbiriyle çatıştırma gerçekleştirilerek zayıf düşürülüp üzerinde her türlü sömürgeci ve soykırımcı tasarruf uygulamaya konabilmektedir.

Böyle bir politikanın Kürtlere, Kürt toplumuna herhangi bir faydasının olamayacağı nettir. Bırakalım böyle bir durumun Kürtlere fayda getirmesini, kazanım sağlatmasını tersine Kürt direnişlerinin kırılmasında, Kürtlerin üzerinde böyle dört dörtlük soykırım uygulanacak bir toplumsal zayıflık içerisine sokulmasında en temel etken, söz konusu iç çelişkilerin ve çatışmaların Kürdü, Kürde kırdırtma temelinde geliştirilerek uygulanması olmuştur. Bunu tarihsel gerçeklik olarak çok iyi biliyoruz.

İÇTE ÇATIŞTIRMA POLİTİKASINDA İLERİ DÜZEY

‘Neden bugün uygulanmaya konuyor?’ sorusuna ise söyle cevap verilebilir: Sadece bugün uygulanmaya konmuyor biçiminde cevap vermemiz lazım. Yani Kürt sorunun varlığı ve devamı böyle bir politikaya dayanıyor. Öncelikle bunu görmemiz lazım. Dolayısıyla yeni bir şey olmadığını, son iki yüz yılın tarihsel olaylarının gelişimi içerisinde sürekli uygulandığını ve Kürtlerin bundan çok büyük zararlar gördüğünü belirtmemiz gereklidir ve bu durumu da çok iyi bilmemiz lazım. Zaten Önder Apo’nun tarih bilincinin çok önemli bir boyutu budur. PKK, böyle bir tarih bilinci üzerinde kurulmuştur. Aslında böyle bir halk birliği yaratmış, Kürt sorununu çözme gücünü ve iradesini ortaya çıkartmıştır. Yoksa bu düzeyde bir gelişme sağlaması mümkün olmazdı.

Şimdi söz konusu politikanın çok daha ileri düzeyde uygulanmaya çalışılması durumu var. Tarihin bazı önemli dönemlerinde de böyle içte çatıştırtma politikası ileri düzeyde uygulanmaya çalışılmıştır. Şimdi de böyle bir şey öne çıkartılıyor. Neden? Bunu da dünyadaki, Ortadoğu’daki ve Kürdistan’daki politik-askeri gelişmelerle ifadelendirmemiz gerekiyor. Dünyada bir III. Dünya Savaşı yaşanıyor. Bu savaş esas olarak Ortadoğu’da sürüyor. Kürdistan, böyle bir savaşın merkezidir. İktidarcı ve devletçi sistem onun son modernitesi olan kapitalist modernite, bir dünya savaşı düzeyinde kendi iç çelişki ve çatışmasını yaşıyor. Bu durum da Kürdistan’a yoğun bir biçimde yansıyor. Böyle bir durum Kürdistan’da özgürlük mücadelesi geliştirmek, devrimci direniş yürütmek için oldukça imkan ve fırsat sunuyor. Kürt sorununu yaratan, onu ayakta tutan, ondan yararlanan güçlerin birbiriyle vuruşması, Kürtler için onlara karşı örgütlenip mücadele etme imkanı sağlıyor, çünkü böyle bir iç çatışma, vuruşan tarafları yani Kürt sorununu yaratan ve Kürdistan üzerinde soykırım uygulayan tarafları zayıflatıyor.

Dolayısıyla Kürtler bundan yararlanarak özgürlük ve demokrasi mücadelelerini geliştiriyorlar. Zaten bu temelde son 40-50 yıl içerisinde geliştirdikleri çok önemli bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi de söz konusudur. Özellikle PKK öncülüğünde Önder Apo’nun düşünceleri ve yönetimi temelinde gelişen mücadele Kuzey Kürdistan’dan başlayarak tüm Kürdistan parçalarına yayılıp ulusal demokratik birliği yaratarak genel bir özgürlük hareketi haline gelmiş bulunuyor. Bu durum PKK dışındaki parti ve örgütleri de derinden etkiliyor. Onların ulusal ve demokratik yönlerini öne çıkartıyor, Kürt birliği düşüncesini, duygusunu ve tutumunu geliştiriyor.

Son zamanlarda görülüyor, toplumda büyük bir duyarlılık var. Başûr’da, Rojava’da, Bakur’da, yurt dışındaki Kürtler içerisinde; Kürt aydınlarında, sanatçılarında, kadınlarında, gençlerinde, işçi ve emekçilerinde, ulusal demokratik birliğin yaratılması yönünde çok önemli bir bilinçlenme ve birlik tutumu geliştirme söz konusudur. Bu, Kürt halkının özgürlükçü ve demokratik gücünü geliştiriyor. Bu da özgürlük ve demokrasi mücadelesi için büyük bir gücün birikmesini ifade ediyor.

SORUNUN ÇÖZÜMÜ DAYATILINCA KAYNAĞI ZORLANIYOR

Bir yandan III. Dünya Savaşı ve Ortadoğu’daki çatışmalı durum Kürt sorununu yaratıp uygulamaya çalışanları zayıf düşürmesi durumu var. Diğer yandan ise PKK öncülüğünde gelişen özgürlük ve demokrasi mücadelesinin geliştirdiği ulusal birliğin ruh, duygu, düşünce olarak yarattığı büyük bir güç var. Bu temelde Kürt sorununa karşı, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini çok ileri düzeyde geliştiriyor. Artık bu sorunun çözümünü dayatıyor. Sorunu ortaya çıkartanlar ve bu sorundan yararlanmaya çalışanlar artık eskisi gibi devam ettiremiyorlar, oldukça zor durumdalar. Kürt soykırım sistemini uygulama noktasında zorlanıyorlar.

KÜRT GÜCÜNÜ ÇATIŞTIRIP ZAYIFLATMAK İSTİYORLAR

Böyle bir durumda kendi zorlanmalarını hafifletmek, biriken Kürt özgürlük gücünü kendi içinde bölüp parçalayarak ve çatıştırarak zayıflatmak istiyorlar. Buna dayanarak Kürt sorunun yaşatmak, Kürt halkı üzerinde yüz yıldır uygulanan soykırımı derinleştirerek sürdürebilmek için söz konusu Kürdü, Kürde kırdırma politikasını yeniden en ileri düzeyde uygulamaya çalışıyorlar. Bunun için milyarlarca dolar harcadıklarını hiç göz ardı etmemek lazım. Birçok güç, kişi, örgüt, istihbarat kurumu çalışıyor. Emperyalist ve sömürgeci güçler her türlü hileye ve oyuna bu temelde baş vuruyorlar. Her türlü yalanı söylüyorlar, tahrikte bulunuyorlar. Kürt aydınlarını, sanatçılarını, siyasetçilerini, Kürt partilerini, farklı parçalardaki Kürtleri, değişik Kürt toplumsal kesimlerini birbirlerine karşı kışkırtabilmek için her türlü maddi ve manevi saldırıda bulunuyorlar, tahrikler geliştiriyorlar.

ULUS DEVLETLERİ AYAKTA TUTABİLMEK İÇİN

Bunları çok iyi biliyor ve anlıyoruz. Aslında incelenip açığa çıkartılması gereken önemli bir husus da oluyor. Böyle çok yoğun bir sömürgeci-soykırımcı faaliyetin olduğunu bilmemiz gereklidir. Bunu niçin yapıyorlar? Belirtiğim gibi Kürt’ün ulusal-demokratik birliğini ve büyük özgürlük ve demokrasi gücünü kendi içinde bölüp parçalayıp çatıştırarak zayıflatmak ve böylece Kürt sorununu devam ettirmek, Kürdistan’da soykırım uygulamalarını sürdürmek, başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun diğer alanlarına da faşist ulus-devlet diktatörlüklerini dayatabilmek, mevcut soykırım ve ulus-devlet diktatörlüklerinin ömrünü uzatabilmek, çöküşlerini önlemek, kendilerini ayakta tutabilmek için bunu yapıyorlar.

HİÇBİR KÜRT ÖRGÜTÜ, DİĞERİYLE SAVAŞARAK KAZANAMAZ

Kürt Halk Önderi, “KDP ve YNK, PKK ile savaşırız, bunun karşılığında bize devlet verirler anlayışı içerisindedir, bu ne kabul edilir ne de öyle olur” diyor. 2017’deki referanduma tüm devletler ve güçler karşı çıktı, şimdi el altından KDP ile bu yönlü anlaşmalar mı yapılmış? Ortada anlaşma sözü çok geçiyor, kim/niye KDP’ye devlet sözü versin, Önder Apo’nun bu uyarısı nasıl anlaşılmalı?

PKK’ye karşı savaş ve PKK’nin tasfiye edilmesi temelinde KDP ve YNK’nin başarı kazanması elbette ki kabul edilemez. Bunun tersi de doğrudur. Hiçbir Kürt örgütünün diğer Kürt örgütleriyle savaşarak başarı kazanması doğru da değildir, mümkün de değildir. Kürdistan bölünüp parçalanmış soykırım kıskacı altına alınmış durumdadır. Eğer bir hak elde edilecekse söz konusu sömürgeci-soykırımcı güçlere karşı mücadele edilerek elde edilebilir. Eğer birileriyle savaşılacaksa söz konusu sömürgeci-soykırımcı düşman güçlerle savaşmak gerekir. Bu nedenle Kürt partilerinin, örgütlerinin, sömürgeci-soykırımcı düşmanı bir yana bırakarak birbirleriyle savaşmalarının Kürt toplumu tarafından kabul edilmediği ve edilmeyeceği açıktır.

TOPLUM İÇ ÇATIŞMAYI KESİNLİKLE KABUL ETMEZ

Nitekim son 5-6 ay içerisinde KNK öncülüğünde geliştirilen ulusal birlik çalışmalarının ulaştığı düzey ortadadır. Söz konusu talep, bütün Kürdistan parçalarında büyük bir taraftar bulmuştur. Kürt halkı, aydınları, kadınları, gençleri, işçi ve emekçileri, bütün Kürt yurtseverliği aslında böyle bir ulusal demokratik birlik anlayışında birleşmiştir. Çok ileri düzeyde bir ulusal birlik ruhunun, duygusunun, düşüncesinin gelişmiş olduğu ortadadır. Bu bakımdan böyle bir ruh, duygu, düşünce de varken, bunu hiçe sayarak Kürt partilerinin birbiriyle savaşması, böyle bir toplumsal duruş tarafından kuşkusuz kabul edilemez. Böyle bir birlik ruhunu, duygusunu, düşüncesini ortaya çıkartan toplum, hiçbir biçimde herhangi bir partinin bir başka partiye karşı savaşmasını kesinlikle kabul etmez.

HERHANGİ BİR DEVLET VERME DURUMU YOK

Diğer yandan Önder Apo’nun belirlemesinin ikinci bölümü de çok önemli, doğru ve anlamlıdır. KDP ve YNK’nin PKK’ye karşı savaşının bütün parçalardaki Kürt toplumu, kadınları ve gençleri tarafından kabul edilmeyeceği gibi; böyle bir savaştan KDP ve YNK herhangi bir sonuç da elde edemez. Nitekim şu ana kadarki kazanımlarını PKK’nin gücü, geliştirdiği mücadele sayesinde elde etmiş ve sağlamışlardır. Şimdi bunun bazı çevrelerin bir tahriki olduğu durumu ortadadır. Önder Apo buraya dikkat çekiyor: “PKK’ye karşı savaşırsanız size Kürt devleti kurdurturuz diyorlar. Bunu Kürt toplumu kabul etmez. Bu, PKK’ye karşı savaş ile olabilecek bir durum değildir. Onu söyleyenler de böyle bir şey vermezler” diyor. Bu çok önemlidir. Bunun hepsi bir oyundur, hiledir. Sadece mevcut Kürt partileri arasında çelişki ve çatışma yaratabilmek için bu durum ortaya atılmakta, ifade edilmektedir. Bir önceki soruda belirttiğimiz gibi Kürtlerin ulusal-demokratik birliğinden korkan çevreler, bu gücü parçalayabilmek, birbirleriyle çatıştırarak zayıf düşürebilmek için bunu yapmaktadırlar. Yoksa herhangi bir devlet verme durumu yoktur.

Son dönemlerde bir yandan PKK’ye dönük baskılar artarken, diğer yandan Güney Kürdistan’da ayrı bir devlet kurdurtulacağı sözleri yaygınca ifade edilmektedir. Bunu biz de duyuyoruz. Bunun PKK’ye karşı savaşla değil de PKK’nin gücünü alarak olacağını söylemenin belki bir anlamı olabilir ama diğer türlü olması mümkün değildir. PKK’ye karşı savaşla bu güçler herhangi bir şey elde edemezler. Tam tersine PKK’nin varlığı ve mücadelesi ile bugünkü duruma geldiler. Güney Kürdistan’daki gelişmelerin hepsi de buna dayandı.

DEVLET VAADİYLE KONGREYİ YAPTIRMADILAR

2017 referandumunu biliyoruz. Yine Kürtler destek verdiler, PKK destek verdi ama referandumu yaptırtanlar yüz çevirdi. En çok AKP-MHP faşizmi söz konusu referandum sonuçlarına karşı çıktı. Böyle bir referandumu teşvik edenler sonuçta yüz üstü bıraktı. 2013’te gelişen Ulusal Kongre çalışmalarını da sabote ettiler. Halbuki kongre gerçekleşmek üzereydi. KDP ve bazı partilerin tutumu sonucunda bir anda dağılıp gitti. Sonradan öğrendik ki KDP başkanlığına danışmanlık yapan bazı çevreler, sözde Güney Kürdistan’da ayrı devlet kurdurtmak için Kürtlerin birliğini sağlatacak Ulusal Kongre’nin gerçekleşmesini boşa çıkartmışlar. Bunu alenen söylediler. İsimlerini burada zikretmeye gerek yoktur ama bu bir değerlendirme değil, somut bilgi vermedir. Daha o zamandan bunu söylediler. Dikkat edilirse Kürdistan Ulusal Kongresi neredeyse başarılmak üzereyken boşa çıkarttılar. Bunu başta kimlerin yaptığını anlamamıştık ama sonra neden yapıldığını öğrendik. Güya bütün parçaları içine alan bir Ulusal Kongre olursa Güney Kürdistan’ın ayrı devlet olması gerçekleşmezmiş, Güney Kürdistan’da ayrı devlet oluşturmak için Ulusal Kongre dağıtılmış. Belli ki KDP vb. çevreler bu biçimde etkilenmişler. Peki sonuç ne oldu? Ulusal Kongreyi dağıtanlar KDP ve YNK’ye bundan öteye herhangi bir şey verdiler mi? Hayır, herhangi bir şey vermediler. Ne 2013’ten sonra verdiler, ne 2017’den sonra verdiler.

KERKÜK’ÜN DALAVEREYLE KAYBEDİLMESİNİ SAĞLADILAR

Dahası Kerkük’ün bile bir dalavereyle kaybedilmesine yol açtılar. Bu oldukça net bir durumdur. Bazı çevreler böyle sözler söylüyorlar, ama bunların hepsi onların kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri birer politik oyundur, Kürtlere çok fazla bir faydası olmuyor, tersine zararı oluyor. Kürdistan’da gelişme yaratan, Kürtlere fayda sağlayan nedir? Bir; Kürtlerin kendi aralarındaki birliğidir. İki; özgürlük ve demokrasi için mücadele etmeleridir. Başka hiçbir biçimde Kürtler herhangi bir kazanım elde edemiyorlar. Her şeyden önce bu bilinmelidir.

Mevcut durumda çeşitli anlaşmalar var mı? Kim kiminle ne tür anlaşma yaptı, kim kimle nasıl bir pazarlık içerisindedir? Kuşkusuz biz bunların ayrıntılarını bilemeyiz. Fakat güya Güney Kürdistan’da ayrı bir devlet kurdurtulacağı söyleniyor. İfade ettiğim gibi 2013’te Kürdistan Ulusal Kongresinin başarılmasını sabote edenler, 2017’de referandumun sonucunu işlemez kılanlar, şimdi aynı şeyi tekrar dillendiren güçler oluyorlar. Bu güçler biliniyor. Böylesi güçler, aslında bütün Kürdistan parçalarında özgürlük ve demokratik gelişmelerin engellenmesi, Kürt sorununun çözümünün engellenmesi için bunu yapıyor. Çünkü Kürt sorunu çözülürse, Kürdistan özgür ve demokratik olursa; bu, eşittir demokratik Türkiye, demokratik Irak, demokratik İran, demokratik Suriye olacak; bu da demokratik Ortadoğu’yu ortaya çıkartacaktır. Görülüyor ki, kendi çıkar politikalarını buraya dayandıran çevreler, böyle bir gelişmeden korkuyor ve rahatsız oluyorlar. Çünkü böyle bir gelişme ile kendi çıkar hesapları bozuluyor.

BÖL-YÖNET POLİTİKASI DEVREYE KONULMUŞ

Bütün Ortadoğu’yu demokratikleştirecek, Kürt sorununu çözecek, Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketi’nin birlik ve bütünlük içerisinde gelişmesini bazı vaatlerde bulunarak engellemek istiyorlar. Belli ki yine ‘böl, yönet politikası’ devreye konmuş durumdadır. Gizliden gizliye bu tür oyunlar öne sürülüyor. Bir alavere dalavere Kürtler içerisinde işletilmeye çalışılıyor. Bunu herkesin çok iyi görüp anlaması lazım.

Kuzey’de, Doğu’da, Batı’da Kürt soykırıma uğratılacak ama Güney’de Kürt devleti olacak diye düşünmek, böyle bir düşünceye inanmak ne anlama gelir? Gerçekten bunun bir inandırıcılığı var mıdır? Böyle bir şey mümkün müdür? Bu dünya Güney’de Kürt devletinin kurulmasını kabul edecek mi? Peki o zaman niye Kuzey’de Kürtlere bu kadar açık ve vahşi soykırım uyguluyor. Niye Doğu’da Kürtleri bu kadar katlediyor, soykırım uyguluyor. Niye Rojava’ya bu kadar işgal saldırısını dayatıyor? Bunlar görülmüyor mu, açık değil midir? Burada herhangi bir anlaşılmaz durum var mı? ‘Güney’in Kürtlerini çok seviyorlar ama diğer yerlerdeki Kürtleri sevmedikleri için böyle yapıyorlar’ denilebilir mi? Hayır. Onların Kürt politikaları budur. Sadece içte iç çelişki ve çatışma yaratmak, Kürtleri birbirine karşı çıkartarak zayıf düşürüp Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi’nin gelişmesini ve başarı kazanmasını engellemek için bunu yapıyorlar. Yoksa kimsenin Kürtlere verecek hiçbir şeyi yoktur. Kürtler her şeyi kendi öz güçleriyle, birlik halindeki özgürlük ve demokrasi mücadeleleriyle elde ediyor ve kazanıyorlar. Geçmişte de böyle oldu, bugün de bu öyle oluyor, gelecekte de böyle olacaktır.

‘BİRİLERİ BİZE BİR ŞEY VERECEK’ BEKLENTİSİNDEN ÇIKILMALI

Dolayısıyla kimse bir şey vermeyecek, zaten vermez de. Herkes kendi çıkarını düşünüyor. Kendi çıkarına ne yararlıysa ona göre hareket ediyor. Kimse Kürt’ü düşünmüyor. Kürt’ü düşünecek olsa ortada her gün bu kadar katliam yaşayan bir toplum var, dikkat edelim hiç karşı çıkan var mı? TC devleti Efrîn’de, Serêkaniyê’de Girê Spî’de bu kadar işgal ve katliam yaparken, Rojava’yı bu kadar tehdit ederken, Şengal Kürtlerini vururken, Xakurkê’den Heftenîn’e bu kadar işgal hareketi geliştirirken buna tepki duyan, karşı çıkan herhangi bir güç var mıdır? Hayır yoktur. Tersine TC ile ilişkilerini daha çok geliştiriyorlar, AKP-MHP’ye daha çok destek veriyorlar, daha fazla böyle bir saldırı ortamından ekonomik-siyasi çıkar sağlamaya çalışıyorlar. Bunu görmek lazım. Artık herkes anlamalı, öyle ‘birileri bize bir şey verecek’ beklentisi içinde olmaktan tüm Kürtler çıkmalıdır. Her şeyi kendi birlikleriyle ve mücadeleleriyle kazanacaklarını görmeliler, anlamalılar, inanmalılar. Acılarla dolu tarih, bu gerçeği fazlasıyla gösteriyor. Dolayısıyla böyle bir tarihi dersi çıkarabilmek, bugüne ve yarına böyle bir tarihi ders temelinde yaklaşabilmek gerekiyor.

Görüşmede “Kürtlerin savaşa ve kana ihtiyacı olmadığını, barışa ve birliğe ihtiyacının olduğunu ve en büyük mesajının da bu olduğunu” söyleyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 40 yıldır birliğin sağlanması için mücadele yürütmesine rağmen bu birlik neden sağlanamıyor, birliğin gerçekleşmesi önündeki engeller nelerdir?

Önder Apo, büyük bir ulusal birlik ruhu, bilinci ve örgütlülüğü ortaya çıkartmış durumdadır. Bu temelde dört parça Kürdistan’ı, her kesimden Kürt toplumunu etkileyerek önemli bir birlik düzeyini, bilinçlenme ve örgütlenme anlamını ortaya çıkartmış bulunuyor. Ulusal önderliğin oluşturulup geliştirilmesinde çok yüksek bir düzeyi oluşturmuş bulunuyor. Bunu yarattığı bilinçle, dört parça Kürdistan’da gençlerin ve kadınların birlikte mücadele edip şehit düşen gerçekleriyle; partileşme, gerillalaşma, demokratik uluslaşma düzeyiyle ortaya çıkartmış bulunuyor. Bu gerçeği görmek lazım.

PKK ÖNCÜLÜĞÜNDE YARATILAN ULUSAL BİRLİK DÜZEYİ

Önder Apo’nun önemli bir ulusal önderlik düzeyini yarattığını; ulusal ruh, duygu, bilinci en yüksek düzeye ulaştırdığını; örgüt ve eylem alanında da dört parçadaki Kürt gençliğini, kadınlarını, işçi ve emekçilerini çok ileri düzeyde birleştirdiğini; dört parçada halkın katıldığı büyük bir ulusal özgürlük ve demokrasi hareketi yaratmış olduğunu görmek lazım. Bu açıdan ‘40 yıldır mücadele etmesine rağmen neden ulusal birlik yaratamıyor, geliştiremiyor?’ sözü tam doğru olmuyor. Aslında Önder Apo’nun, PKK öncülüğünün yaratmış olduğu çok önemli bir ulusal birlik düzeyi var. Ruh olarak, duygu olarak, düşünce olarak, örgütlenme ve eylem olarak bu gerçekleşmiştir. PKK’de yaşananlar, PKK gerillasında yaşananlar bunun en somut kanıtıdır. Yine yurt dışında yaşananlar bunun en somut kanıtlarından biridir. Yurt dışındaki dört parçadan Kürtler; yine her aşiretten, mezhepten, lehçeden Kürtler çok ileri düzeyde birlik ruhunu ve yaşamını ortaya çıkartmış durumdadır. Bu gerçekliği görmek ve altını çizmek lazım. Bunun değerini ve anlamını da iyi bilmek gereklidir.

Fakat biz soruyu şöyle anlıyoruz: Ulusal birlik yönünde hiç gelişme yaratılamadı değil de tam bir birlik ve bütünlük oluşturulamadığı, herkesi içine katan bir birlik ortaya çıkartılamadığı, bu neden böyle oldu?’ biçiminde anlıyoruz. Yoksa Önder Apo’nun yarım asra yaklaşan mücadelesinin Kürdistan’da tarihi öneme sahip gelişmeler yarattığı, artık geri döndürülemez bir durumu ortaya çıkartmış olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bunu görmek, bilmek, kabul etmek lazım ama böyle bir durum, bütün Kürt siyasetini bugün yeterli bir düzeyde bir birliğe ulaştıramamıştır, -ki böyle bir birlik ulusal demokratik kongrede görülüyor.

KONGRE HEP GÜNDEMDEYDİ

Aslında 1980 başından beri Ulusal Demokratik Kongre meselesi gündemdedir. O zaman da tartışılıyordu, daha sonraki süreçlerde de zaman zaman öne çıktı, zaman zaman geri plana düştü ama Kürt siyasetinin her zaman da şu ya da bu biçimde gündeminde oldu. Son 10 yıldır ise çok daha ileri bir düzeyde gündemde olan bir konudur. Bugün de çok ileri bir düzeyde gündemdedir.

Böyle bir birlik neden oluşturulamadı, oluşturulamaz mı? Sorularını cevaplamak lazım. Aslında Önder Apo, 1990’ların sonunda KNK kuruluşuna giderken böyle bir birliği yaratmayı hedefliyordu. Bütün Kürt siyasetini KNK’de birleştirerek dört parça Kürdistan’da özgürlükçü ve demokratik çözümü gerçekleştirecek bir ortak Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt demokrasisi yaratmayı planlıyordu. Uluslararası komplo ile buna saldırdılar, bunun önünü almaya, engellemeye çalıştılar. İmralı sistemiyle bu tür düşünceleri ve hedefleri tümden yok etmek de istediler. Önder Apo da buna karşı mücadele etti. Partimiz, halkımız, Önderlik gerçeğini daha iyi anlayarak söz konusu saldırıları boş çıkartan bir mücadeleyi bu geçen süreçte yürüttüler.

ULUSAL KONGRE ETRAFINDA OLMALI

Dikkat edilirse ulusal bilinç, ruh, duyarlılık bakımından dört parça Kürdistan ve yurt dışında çok önemli bir düzey vardır. Bir defa bunu görmek lazım. Yine PKK öncülüğü etrafında oluşmuş çok önemli bir ulusal demokratik birlik söz konusudur. Bunun yanında diğer Kürt partilerinin, örgütlerinin de belli bir gelişimi, farklı anlayışlardaki, çizgilerdeki siyasetlerin, örgütlerin de kendi somutluklarını geliştirmeleri söz konusudur. Burada mevcut olanı aşacak bir birliğin Ulusal Kongre etrafında olması gerekiyor. Biz hareket olarak böyle düşünüyoruz, buna inanıyoruz. Böyle olması için de çalışma yürütüyoruz.

ASLINDA TOPLUM BİRLİK HALİNDEDİR

2013’te çok önemli bir mesafe kat edilmesine rağmen bazı güçler çomak soktular ve boşa çıkardılar. Şimdi de çok büyük bir ihtiyaç olmasına rağmen yine bazı çıkar çevreleri engelliyorlar. Aslında toplum birlik halindedir. Şu an dört parça Kürdistan ve yurt dışındaki Kürtler açısından ulusal ruh, bilinç temelindeki birlik yüzde 95’leri aşan düzeydedir. Bu çok ileri bir düzeydir, çok önemli bir gelişmedir. Zaten her türlü hile, oyun, kışkırtıcı çabaya rağmen yine de iç çatışmaların önlenmesi partilerin, örgütlerin birbiriyle ilişki içerisinde olması aslında toplumda ortaya çıkan bu düzeydeki ulusal duyarlılığa ve birliğe dayanıyor. Onun etkisiyle bu sağlanıyor. Olmayan mevcut parti ve örgütlerin demokratik siyasal birliği yaratmalarıdır. Bu da gerçekten de Ulusal Demokratik Kongrede gerçekleşecek bir durumdur. Bütün partiler, örgütler burada yer almalı, kendisini temsil etmeli, düşüncelerini ortaya koymalıdırlar. Ulusal Kongre çeşitli farklı parti ve örgütlerin birbirlerini geriletici bir mücadele zemini değil de aslında Kürt ulusal birlik ruhunu, bilincini, örgütlülüğünü geliştiren, dolayısıyla bütün partilerin kazanmasına, kendisini geliştirmesine yol açan bir organ olmak durumundadır.

HER TÜRLÜ DEMOKRATİK BİRLİĞE AÇIĞIZ

Ulusal Kongreyi böyle anlıyoruz. Herkese kazandıracak bir platform olarak görüyoruz ve bunun mümkün olduğuna da inanıyoruz. PKK olarak bu temelde de katılmak istiyoruz. Fakat ifade ettik, bunu engelleyen çevreler var, katılmadılar. Toplumda bir duyarlılık oldu, bir gelişme oldu. Partiler ve Kürt siyaseti üzerinde daha fazla baskı uygulanabilir, partilere daha çok sorulabilir. Ulusal birlik siyasetleri nelerdir? Kimler katılıyor, kimler katılmıyor? Birliğe katılmayanlar kimlerdir, neden katılmıyorlar? Bunları sormak lazım. Başta KDP ve YNK olmak üzere diğer bütün Kürt partilerine bunu sormak lazım.

Biz PKK olarak her türlü demokratik birliğe açığız, hazırız. Bunu net bir biçimde ifade ediyoruz, buna göre bir politika izleyeceğimizi taahhütte ediyoruz. Bu konuda hiç kimse kaygılanmasın, öyle aldatıcı, yanıltıcı bir durumumuz kesinlikle yoktur. Bu konuda yüzde 100 samimiyiz. Zaten Önder Apo açıkça ifade etti, en temel mesajının, çağrısının bu olduğunu belirtti. 1990 sonunda temel hedefi böyle bir birliği sağlatmak ve bunu örgütlü hale getirip işletmekti. Komplo zaten buna saldırdı. Şimdi de aynı durumun gerçekleşmesi için çalışıyor, çağrılar yapıyor. Biz bunları çok önemli ve anlamlı buluyoruz, hepsini esas alıyoruz. Fakat dikkat edilirse birleşmeyen partilerdir. Ulusal Kongre de partilerin, örgütlerin katılımıyla olacak. Demek ki mevcut Kürt siyasetinde bir sorun var. Bu siyaseti temsil eden güçlerde, partilerde, gruplarda, örgütlerde, liderlerde sorun var. Birliği kendi çıkarlarına görmüyorlar ya da Kürt birliğini engellemek isteyen, Kürtlerin parçalı durmasından, dolayısıyla zayıf olmasından çıkar sağlayan bazı çevrelerin etkisi altında kalma var. Bunları net ifade edebiliriz. Hiç kimse başka bir neden göstermesin. Hele hele PKK’yi birliği engelleyen bir etkenmiş gibi hiç kimse göstermeye çalışmasın, zaten pratik bunu yalanlar, gerçek durum net ortadadır.

HERKES TUTUMUNU NETLEŞTİRMELİDİR

O halde herkes bizim gibi tutumunu netleştirmelidir, net ortaya koyabilmelidir. Çeşitli çıkar çevrelerinin engelleyici, oyalayıcı durumuna kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Engelleyen nedenler nelerdir? Kürt birliğinden, özgürlüğünden, demokrasisinden, Kürt sorununun çözümünden korkan, Ortadoğu’nun demokratikleşmesini istemeyen dış çevreler bunu engelliyorlar. Kürt sorunundan faydalanan, devamından yarar sağlayan çevreler, Kürt sorunun sürmesi için en temel etken olarak Kürt siyasetinin parçalı ve çatışmalı kılmayı görüyorlar ve bunu uygulamaya çalışıyorlar. Bazı partiler ve örgütler de bu çevrelerden etkileniyorlar, çıkar birlikleri var, ilişki ve ittifakları var.

KDP VE YNK DE İSTESE BİR AYDA SAĞLANIR

Şunu söyleyebilirim: Mevcut KDP ve YNK yöneticileri ulusal demokratik birliği esas alsalar, bütün partilerin kazanacağı bir platform olarak Kürt ulusal demokratik birliğini, onun ifadesi olan Ulusal Kongreyi görseler, çok kısa sürede böyle bir ulusal birlik ve kongre gerçekleşir. Önemli olan bu iradeyi gösterebilmektir, kendi partilerinin gelişimini, çıkarını da burada bulmaktır. Yani ‘kazan kazan politikası’ deniliyordu. Kürt Ulusal Kongresini, dolayısıyla ulusal demokratik birliği tüm Kürt partilerine ve örgütlerine kazandıracak bir demokratik platform olarak görüp geliştirebilmek. Bunun için demokratik bir zihniyeti ve siyaseti esas alabilmektir. Bu ortaya çıkarsa bütün engeller yok olur ve bir ayda da en ileri düzeyde bir Kürt Ulusal Demokratik Birliği gerçekleşir.

ULUSAL DEMOKRATİK İTTİFAK PROTOKOLÜ

Rahmetli İdris Barzani ile 1982’de yaptığı görüşmede varılan bir mutabakat/protokolden söz ediliyor. Öcalan, daha önce de bu görüşmeye atıf yapmıştı. 1983’te bu protokolün Mesud Barzani tarafından imzalandığı biliniyor. Aradan 40 yıla yakın bir süre geçti ama protokolün kapsamı neydi, ne kadar bu protokole bağlı kalındı, günümüzde bu protokol nasıl güncellenebilir?

Önder Apo’nun atıf yaptığı 1982 protokolü, 11 maddelik bir Ulusal Demokratik İttifak belgesiydi. Zaten eldedir, basında yayınlandı, şimdi herkes biliyor. Artık herhangi bir gizliliği söz konusu değildir. PKK ile KDP arasında böyle bir ittifakın oluşması, bunun bir protokole dayalı olarak gerçekleşmesi için en çok çalışan kişinin Şehit Mehmet Karasungur yoldaş olduğunu burada ifade etmem gerekiyor. Bu temelde de şahadetinin 37. yıl dönümünde bir kere daha saygı ve minnetle anıyorum. 1981-82 yıllarında partimizin Doğu ve Güney Kürdistan çalışmalarından sorumlu olan arkadaştı. Zaten Hilvan-Siverek direnişlerine komuta etmişti. Partimizin ilk Merkez Komite üyelerindendi. Aynı zamanda Merkez Komite’nin askeri sorumlusuydu. Doğu ve Güney Kürdistan’daki çalışmalar da askeri çalışmalar olduğu için baştan itibaren söz konusu çalışmaların içerisinde yer aldı. Hem Doğu Kürdistanlı hem Güney Kürdistanlı örgütlerin hepsini tanıdı. Hepsinin yöneticileriyle tekrar tekrar görüşmeler yaptı, ilişkiler kurdu. PKK’nin bütün Kürt örgütleriyle söz konusu zeminlerdeki ilişkilerini sağladı. Bunları sözlü ve yazılı çeşitli protokollereler düzeyine de getirdi. Bu ilişkiler içerisinde KDP-PKK ittifakı ortaya çıktı. Bunun gerçekleşmesi için de çok yoğun bir çaba harcadı. Birkaç kez Doğu ve Güney Kürdistan ile Lübnan arasında gidip geldi. Yaptığı görüşmelerden ortaya çıkan sonuçları Önder Apo’ya aktardı. ’82 sonunda protokol somutlaştı. 83’te ise Önder Apo ve KDP Genel Başkanı Mesud Barzani tarafından imzalanarak uygulanmaya kondu. Biz o dönemde hem Kürt hem de Türk diğer örgütlenmelerle de benzer ilişkiler ve protokolleri geliştirdik. Örneğin Türkiye’de ‘Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’ diye 8 Türk örgütüyle bir ittifak oluşturduk. Ortadoğu’da çeşitli Filistinli ve diğer örgütlenmelerle benzer ilişkilerimiz ve ittifaklarımız oluşmuştu.

BUGÜN DE O İLKELERE İMZA ATABİLİRİZ

PKK-KDP arısındaki ittifak da bu temeldeydi ve önemliydi. Yine YNK yönetimiyle de önemli görüşmeler yapılmıştı, benzer ilişki-ittifak YNK ile de vardı. Dolayısıyla bizim KDP-YNK ile ilişkilerimiz dostça, karşılıklı yarar temelinde, ulusal demokratik birlik anlayışı temelindeydi. Kesinlikle örgütlerin birbirlerine karşı desteklenilmesi ya da ilişkilenilmesi anlamında değildi. Biz hiçbir örgütle ilişkimizi başka bir örgütün aleyhine kesinlikle oluşturmadık ve geliştirmedik. Bunu herkes biliyor.

Söz konusu protokolün içeriğine gelince, biz bugün de o ilkelere imza atabiliriz. Örneğin KDP yönetimi kabul ediyorsa yeniden imzalayabiliriz. O düzeyde ilkeler önemliydi. Tamamen ulusal demokratik çerçevedeydi. Parçaların birliğini, örgütlerin dayanışmasını, Kürtlerin ulusal demokratik gelişimini, birliğini, dört parçadaki Kürt sorununun demokratik temelde nasıl çözüleceğini içeriyordu. 40 yıl önceki bir belge olduğu için belki içeriğindeki bazı kavramlar değişmiş olabilir, çünkü dünya değişti, Kürdistan değişti, Ortadoğu değişti, bu temelde değiştirilmesi gereken yönleri vardır ama bunun dışında anlayış olarak, öz ve içerik olarak Kürt Ulusal Demokratik Birliğinin ve mücadelesinin geliştirilmesi bakımından bugün de reddedeceğimiz hiçbir görüş kesinlikle yoktur.

İMZALAYAN YÖNETİMLER BUGÜN DE GÖREV BAŞINDA

Böyle ilkeli, önemli, anlamlı, içeriği dopdolu olan bir protokoldü. Mesela 9. Maddesi gerçekten de Kürt parti ve örgütleri arasındaki ilişkilerin nasıl olması ve sorunların nasıl çözülmesi gerektiğini çok net bir biçimde ortaya koyuyordu. Hem PKK hem de KDP yönetimleri bunu kabul etmişti ki, bunu kabul eden ve imzalayan yönetimler bugün de görev başında olan yönetimlerdir. O halde sorumluluk duymak lazım. Örneğin ‘PKK-KDP ilişkileri bu temelde yürüyor mu, aralarındaki sorunlar söz konusu protokole ve onun 9. Maddesi’ndeki anlayışa göre çözülüyor mu?’ diye bakmak, sormak lazım. Dikkat edilirse öyle değildir.

İTTİFAK, KDP VE PKK’YE KAZANDIRDI

O ittifak için şunu söyleyebilirim: Öyle bir ittifak PKK’ye ve KDP’ye kazandırdı. 83-84-85 yıllarında her iki parti de önemli gelişme kaydettiler. KDP’de 75’ten sonra çok zayıf bir duruma düşmüştü, zor süreçler yaşamıştı. Yeniden toplanıp Kürdistan’a dönme ve bir pêşmerge hareketi haline gelmesi sürecinde söz konusu ilişkinin, ittifakın KDP’ye önemli güç kattığına, destek verdiğine inanıyorum. PKK’nin de Kuzey Kürdistan’da 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı gerilla direnişini geliştirme anlayışı ve hazırlıkları vardı ki, zaten gelişmeler bu temelde 15 Ağustos Atılımı’yla somutluk kazandı. Günümüzde Kürdistan’ı da Ortadoğu’yu da hatta dünyayı da aydınlatan önemli bir gelişme bu temelde ortaya çıktı. Yani her iki parti de bundan kazandı, Kürt toplumu kazandı. Kürt ulusal ruhu, duygusu, bilinci, birliği kazandı. Kürt özgürlüğü ve demokrasi hareketleri önemli kazanımlar elde ettiler.

KDP İLE PKK ARASINDAKİ İTTİFAKI PARÇALADILAR

Ne zaman ki Kürt özgürlük mücadelesi biraz gelişti, Kuzey Kürdistan’da da gerilla devamlılığını kanıtladı, önemli bir mücadele gücü haline geldi, bu temelde bütün Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişeceği ve Kürt sorunun çözümünün dayatılacağı anlaşılınca işte Kürt sorununu ortaya çıkartan ve onun varlığından fayda sağlayan güçler o zaman da hemen devreye girdiler ve ilk iş olarak da KDP ile PKK arasındaki söz konusu ilişki ve ittifakı parçalamayı öngördüler. Bunu gerçekleştirdiler de. KDP’yi o zaman da TC ile ilişkiye yönelttiler. NATO içerisinde bazı çevreler bunu yaptı, daha fazlasını ABD vb. güçler bunu yaptı. Böylece PKK’nin mücadele ettiği güçlerle KDP’yi ilişkilendirip PKK-KDP ilişki ve ittifakını parçaladılar. Gerçeklerin bu biçimde görülmesi ve bilinmesi lazım. Kısaca biz o protokolün ruhuna, özüne, içeriğine hala bağlıyız. Onun daha da geliştirilmiş bir düzeyini hareket olarak yaşıyoruz.

O PROTOKOLLER, KONGRE SÖZLEŞMESİYLE YENİLENEBİLİR

Günümüzde bu protokol nasıl güncellenebilir? Çeşitli partiler kendi aralarında ilişkiler kurabilirler fakat dönem artık onu aşmıştır. Bütün partilerin ortak bir demokratik anlayışta birliklerini sağlayacak yeni bir platforma ihtiyaç var. Kürdistan Ulusal Kongresi bunu ifade ediyor ve içeriyor. Artık bir Kürt demokrasisini gerçekleştirme ve tüm parti ve örgütler olarak, tüm Kürt siyaseti olarak böyle bir demokratik siyasi hareket içerisinde yer alma zamanıdır. Dikkat edilirse dönüp dolaşıp sorunun çözümü ulusal demokratik kongrenin gerçekleştirilmesine dayanıyor. Bu çok önemli bir durumdur. Ulusal Kongre, ulus-devlet anlayışıyla, Demokratik Ulus anlayışının bir arada birbirini güçlendirici temelde nasıl var olabileceği, nasıl örgüte ve eyleme dönüştürülebileceği sorunlarını çözebilir, bunun ilkelerini içerebilir. Aynı zamanda bütün Kürt partileri ve örgütleri içinde hareket edecekleri bir ulusal demokratik siyaset çerçevesi, onun ilke ve ölçüsünü ortaya çıkartabilir. Bu da herkesi bağlar.

Aslında 40 yıl önce PKK-KDP, PKK-YNK ilişkileri söz konusu protokollerle gerçekleşmişti. Şimdi o protokolleri Kürdistan Ulusal Kongresi’nin sözleşmesi temelinde yenileyerek yeni bir protokol haline getirebiliriz. Bütün diğer partiler de buna katılabilir. Yine de 11 madde ile yapabiliriz. Daha aza da indirebiliriz. 2013 deneyimi biraz tartışmalı oldu. Aslında daha genel bir ulusal demokratik ilkeler çerçevesinde birleşebiliriz. Dış güçlerin ve çıkar çevrelerin yarattıkları engel aşılabilirse bunun önünde herhangi bir engel yoktur. Böyle bir çıkardan arındırılmış, herkesi güçlendirecek ulusal birlik anlayışını ve ilişkisini geliştirmeye de biz hazırız. Ulusal Kongrenin yolunu açacak ilişkiler, görüşmeler, gerekirse yeni ittifak protokolleri ortaya çıkartabiliriz. Herkes bilmelidir. KDP ve YNK yönetimlerine PKK hakkında ne tür bilgiler veriliyor, onlar neler düşünüyorlar bunları bilemiyoruz. Bu konuda sadece çok olumsuz rol oynayan önemli bir küresel ve bölgesel çevrenin olduğunu biliyoruz. Sonuçta herkes ne yapıyor ne söylüyor, dolayısıyla KDP ve YNK yönetimleri PKK hakkında neler düşünüyorlar, belki bunu tam bilemiyoruz ama biz şunu söyleyebiliriz: Mevcut PKK yönetimi olarak 1982-83’te imzalanan protokolün ruhuna, özüne, ilkelerine bağlıyız. O temelde ve onun güncel olarak ortaya çıkan gelişmelere de dayalı daha da geliştirilmesini ifade eden görüşme, ilişki, ittifaklar oluşturabiliriz. Bu temelde bizden yana bir engel kesinlikle söz konusu değildir. KDP ve YNK yönetimleriyle her düzeyde her türlü konuyu görüşüp tartışan, her türlü sorunu görüşme yöntemiyle demokratik siyasi anlayışa dayalı olarak taraflara kazandırıcı temelde çözmeye hazırız.

‘KAZAN KAZAN’ ANLAYIŞINA UYGUN POZİTİF YAKLAŞIM

Biz başta KDP, YNK olmak üzere bütün Kürt partileriyle ilişkilerimizi ‘kazan kazan’ anlayışına uygun olarak ele alıyoruz, kurmak ve yürütmek istiyoruz. İlişki kuran her iki partinin de kazanmasını sağlatacak pozitif bir yaklaşımı esas almayı öngörüyoruz. Yine başka partilerin aleyhine zaten herhangi bir şeyin olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu temelde bizden yana herhangi bir sorun yoktur. Bazen etrafta dolaşan bilgilen biçiminde duyduğumuz şeylerin de bir geçerliliği yoktur. İşte ‘PKK filan yeri bitirecek, sadece kendisini düşünüyor, böyle yok etmek istiyor…’ gibi söylemlerin de gerçeklikle herhangi bir alakası yoktur. Eğer böyle sözler söyleniyor ise bunu çıkar çevreleri yapıyorlardır. PKK’den yana böyle bir durum söz konusu değildir, eğer çeşitli Kürt örgütleri onlara dayanarak politika oluşturuyorlarsa bu doğru değildir. Esas güçle görüşüp ona göre politika oluşturmak en doğrusudur.

BİRLİK SORUNUNUN TAM BİR ÇÖZÜME KAVUŞMASI İÇİN

“Kürtler artık bir yerde anlaşıp aralarında bir sorun varsa bunu diyalogla çözmelidirler. Bunu yapacak olanlar da Barzani ile Talabani aileleri ve Kandil’deki arkadaşlardır. Hem Kürt halkının hem de bizim beklentimiz Kürtler arasında artık kanın dökülmemesidir” diyen Öcalan, Kürt parti, kurum ve şahsiyetlerini göreve çağırıyor. Sizce seslendiği taraflar bugün nasıl bir pozisyonda ve cevapları nasıl olmalı, bundan sonra ne yapılmalı?

Önder Apo söz konusu telefon konuşmasında hem parti yönetimlerine hem de Kürt kamuoyuna sesleniyor ve çağrılar yapıyor. Demek ki sorunun bu temelde ele alınması gerekiyor. Yani ne sadece söz konusu siyasi partilerin, onun yönetimlerinin yalnız başına çözebileceği bir sorundur ne de sadece kamuoyunun tartışması düzeyinde ele alınacak ve tutulacak bir sorundur. Mevcut durum hem partilerin mevcut yönetimlerini ilgilendiriyor hem de Kürt aydınlarını, sanatçılarını, kadınlarını, gençlerini, yazarlarını, tüm dinamik güçlerini, ulusal demokratik bilinçlenme içerisinde olan herkesi ilgilendiriyor. Ulusal demokratik kamuoyunu ilgilendiriyor. Ancak onlarla çözebilecek bir durum oluyor. Bu iki boyutlu durumu görüp ve anlamamız lazım. Yani yalnız başına partiler ve yönetimler de çözemez, ulusal demokratik kamuoyu da çözemez. Ama bunların her ikisi birden olmadan da birlik sorunu tam bir çözüme kavuşamaz.

SİYASET KURUMU ÇÖZSE TOPLUMSAL ENGEL YOK

İfade ettik, son dönemlerde KNK’nin çabası, Kürt sanatçılarının devreye girmesi, basının olumlu roller oynaması sonucunda Kürt Ulusal Demokratik Birliğini oluşturma yönünde önemli bir gelişme yaşanıyor. Ulusal birlik ruhu, bilinci, iradesi çok güçlüdür, toplumda büyük bir duyarlılık var. Dört parça Kürdistan ve yurt dışındaki Kürtlerde, kadınlarda, gençlerinde, aydın ve sanatçılarında gerçekten de çok yüksek bir duyarlılık var. Bu anlamda çeşitli kurum ve şahsiyetler, toplumsal kesimler, Kürt kamuoyu aslında önemli bir duyarlılık yaşıyor. Kendi içerisinde sorunu çözmüş durumdadır. Siyaset üzerinde de önemli bir baskı oluşturuyor, yönlendirici teşviki var. Bu anlamda ciddi bir etkide de bulunuyor. Bunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Aslında siyaset kurumu kendi içerisinde sorunu çözse toplumsal düzeyde hiçbir engel yoktur. Tam tersine büyük bir destek var, teşvik var, katılım ve katkı var. Eğer Kürt siyaseti ulusal demokratik birlik yaratma yönünde adım atsa çeşitli toplumsal kesimler, kamuoyu, kadınlar ve gençler, aydın ve sanatçı çevreler alkışlayacaklar, destek verecekler, büyük bir coşku ve heyecanla katılacaklar, bu çalışmaları selamlayacaklar. Ulusal düzeyde engel olabilecek çok fazla bir güç yoktur. Çeşitli bölgesel ve küresel çıkar çevreleri var, engeller oradan kaynaklanıyor. Bunu çok iyi görüp anlamamız ve bilmemiz gerekiyor.

ZAYIFLIK, EKSİKLİK, YETERSİZLİK VAR

Bu bakımdan Önder Apo’nun kamuoyuna duyarlılık çağrısı önemli ve anlamlıdır. Bu şöyle ifade edilebilir: Önemli bir bilinçlenme, duyarlılık, etkinlik gelişti ama dikkat edilirse sorunu çözmeye, Kürt siyasetini ulusal demokratik platformda yani kongrede birleştirmeye yetmiyor. O halde zayıflık var, eksiklik var, yetersizlik var. Daha fazla mücadele edilmelidir, çalışılmalıdır. Daha çok çaba harcanmalıdır. Daha fazla etkili olunmalı ve mutlaka başarılmalıdır. ‘Belli bir düzeye çıkardık, çaba harcadık ancak bu kadar oluyor, daha ileriye gitmiyor’ denilerek geri çekilme, moralsizliğe düşme, duraksama, vazgeçme olmamalıdır. Önderlik tam tersine daha fazla çaba harcamaya, daha çözücü, etkin, siyaseti birleştirici yol yöntemler bulup uygulamaya Kürt ulusal demokratik kamuoyunu çağırıyor. Biz bir boyutuyla bunu anladık.

KDP, PKK VE YNK YÖNETİMLERİNİ KASTEDİYOR

Diğeri de partilere ve yönetimleredir. Önder Apo’nun belirttikleri öyledir. KDP, YNK ve PKK yönetimlerini kastetmiştir. Aslında ‘Barzani ve Talabani aileleri ve Kandil’ derken kastettiği her üç partinin yönetimidir. Bunun böyle olduğunu net olarak biliyoruz. Önder Apo’nun tanımladığı yönetim düzeyleri Ulusal Kongre düzeyinde bir demokratik birlik yaratmaya yönelseler hiçbir parti içerisinde engelleyici bir tutum gelişmez. Ne PKK’yi, ne KDP’yi ne de YNK’yi engelleyecek ciddi bir muhalefet ortaya çıkmaz. Önder Apo biraz da bu gerçekliğe vurgu yapmış oluyor.

O halde demek ki sorun biraz da partilerin üst yönetimlerinden ve partilerin siyasetini belirleyen kurumlarından, yönetim düzeylerinden kaynaklanıyor. Mevcut parçalılığı yaratan, Ulusal Kongre birliğini önleyen, gerçekleşmesini engelleyen bu düzey oluyor. Önder Apo bunun aşılmasını istiyor, çağrı yapıyor “herkes sorumluluğuna sahip çıksın” diyor. Biz kendi adımıza mesajı aldık ve ona göre de yaklaşım gösterdik. Zaten toplumdan gelen çağrıları da kuşkusuz dikkate almıştık ama diğer yandan Önder Apo’nun ‘ulusal birlik ve sorunları barışçıl, demokratik siyasi yöntemlerle görüşmeler temelinde çözme’ çağrısını çok önemli bulduk, değerli gördük, yaklaşımlarımızı o temelde yeniden ele alıp geliştirmeyi de öngördük. Bunu ifade edebiliriz.

MUHATAPLARIMIZ BİR ADIM ATARSA İKİ ADIM ATARIZ

Mevcut çağrının diğer muhataplar tarafından da bilinmesi için çaba da harcadık. Basın yoluyla, değişik yollarla Önder Apo’nun çağrısının herkese ulaşması çabasını yürüttük. Bu konuda herhangi bir engelin ya da bilgi azlığının olduğunu düşünmüyoruz. Gerisi muhataplarına kalıyor. KDP ve YNK yönetimlerine kalıyor. Her türlü diyaloğu, sorunları demokratik siyaset ile görüşme temelinde çözmeye açık ve hazır olduğumuzu da ifade ettim. Diğer yönetimlerimiz de kişisel düzeyde, kurumsal düzeyde söz konusu açıklamaları yaptılar. Hareketimiz genel olarak anlayışının bu olduğunu kamuoyuna açıkça taahhüt etmiş durumdadır. Biz inanıyoruz ki ilgili muhataplar da benzer tutum gösterirler. Onlar adına bir şey diyemeyiz, bu durumu onlara sormak lazım. KDP ve YNK yönetimine sormak gerekiyor. Nasıl yaklaşacakları konusunda bilgi almak lazım. Onlar kendileri belirleyecek, biz bir şey diyemeyiz ama elbette ki çağrı yapıyoruz, Önder Apo’nun çağrısını biz de yineliyoruz, sorunları demokratik siyasi yöntemlerle çözelim, ulusal demokratik birliği, ittifakı bu temelde geliştirelim, sorunlar o çerçevede çözülsün çağrısını yapıyoruz. Kesinlikle bir iç çatışmadan, Kürtler arası çatışma ve kan dökülmeden yana olmadığımızı ifade ediyoruz. Bunu değişik arkadaşlar ifade ettiler, burada bir kez daha yineliyorum. Tutum belirleyecek olan ilgili partilerin yönetimleridir. Umut ediyor ve inanıyoruz ki olumlu tutum belirleyecekler, gerçeği daha iyi görecekler, çeşitli çıkar çevrelerinin yalan ve oyunlarına aldanmayacaklar, en büyük gücün Kürtlerin birbirine vereceği güç olduğunu, Kürt birliğinin ve demokrasinin gücü olduğunu görecekler, buna yürekten inanacaklar ve buna göre de hareket edecekler. İsteriz ki böyle olsun. İlgili muhataplarımız bu yönlü bir adım atarlarsa bizim iki adım atacağımızı da herkesin bilmesi iyi olur. Bunu da ifade edebiliriz.

Kuşkusuz Önder Apo “artık kan dökülmemeli” diyor, çeşitli toplumsal kesimler bu konuda çağrı yapıyorlar, önemli bir duyarlılık var. Hiç kimse kan dökülmesini istemez, sorunların o temelde çözülmesini istemez. Bunun Kürt varlığı, özgürlüğü ve demokrasisine hiçbir yararı yoktur, tersine zararı var. Kürtler arası kan dökülmesini kesinlikle dış çıkar çevreleri, Kürt sorununu yaratan çevreler tahrik edip geliştiriyorlar, ondan yararlanmaya çalışıyorlar. Öyle bir durum Kürt düşmanlarına, faşist soykırımcı güçlere hizmet ediyor. Bunu da çok iyi biliyoruz. O halde düşmana hizmet edecek, halka, özgürlük ve demokrasiye zarar verecek bir tutum içerisinde olmamalıyız.

DERİNLEŞMEDE YÜZEYSELLİK, YAYILMADA DARLIK

Öcalan, “Rojava’daki partilerin ve kurumların demokratik yapıyı büyütemedikleri” yönünde eleştirel düşüncelerini ifade ediyor. Bu kurum ve partiler nasıl büyütülebilir ya da ne yapılmalıdır?

Başûr gibi Rojavayê Kurdistan da Kürt ulusal demokratik birliğini ve Kürt demokrasisini geliştirmek için önemli ve büyük imkanlara sahip bir alandı. Örnek bir demokratik sistem geliştirilebilirdi. Bütün bölge halkları hatta insanlık için ön açan, öncülük eden, yön veren bir demokratik siyasi yaşam ortaya çıkartılabilirdi. Bunun diğer parçalardaki Kürt özgürlük ve demokrasi çalışmalarına, mücadelelerine olumlu katkısı olacağı gibi, yeni demokratik Suriye’nin geliştirilmesinde de çok önemli bir rolü olabilirdi. Fakat dikkat edilirse bu konularda da sorunlar var, darlık var, çıkarcılık var; dış güçlerin, yine bölgesel güçlerin eli bu alanın içerisindedir. Herkes kendi ekonomik-politik çıkarını dayatıyor, dolayısıyla bu tür gelişmeler bir biçimde engelleniyor. Dar ve zayıf kalıyor. Rojava örneğinde bir darlık var. Örnek bir demokrasi gelişimi temelinde bütün partilerin katıldığı bir Kürt demokrasisi çok daha etkili toplumun tümünü katıcı bir biçimde gelişebilirdi. Bütün siyasi hareketler katılabilirdi, bütün toplumsal kesiler çok daha hareketli olabilirlerdi. Kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler birer siyasi parti nasıl rol oynuyor o düzeyde rol oynayacak kadar aktif katılabilir, özgürlük devrimine sahip çıkabilir, demokratik yaşamı inşa edebilirlerdi, büyük bir katılımcı demokrasi hareketi gelişebilirdi.

Yine Rojava’daki gelişmeler demokratik Suriye’nin gelişimine çok büyük bir düzeyde rol oynayabilirdi. Ama bütün bunlarda dikkat edilirse darlık var. Önder Apo daha önce de görüş belirtti. Sadece Rojava ile sınırlı kalınmaması, Suriye’nin her alanına demokratik anlayış ve siyasetin yayılması, demokratik Suriye birliğinin esas alınması, Kuzey-Doğu Suriye’deki gelişmelerin Suriye’nin diğer alanlarına da taşırılması gerektiğini, bunda eksikliklerin olduğunu ifade etti.

Yine sorunlar yaşanıyor, çeşitli görüşmeler oluyor, bunları aşmak için çalışmalar var, bunların hepsi basına da yansıyor ve izliyoruz. Demek ki sorunlar var ki çözüm için bazı çabalar var. Söz konusu çabalar ne kadar çözücü oluyor bunu yeterince belki bilemiyoruz, ama önemli bir alan, büyük bir devrimsel gelişme yaşanıyor. Önder Apo’nun paradigmasının, özgürlük felsefesinin, ideolojik-siyasi çizgisinin esas alındığı belirtiliyor. O halde bu çizginin gerektirdiği demokratik özerkliğin ve Demokratik Konfederalizmin her düzeyde uygulanması, her alana yayılması, her türlü darlığın bu temelde aşılması gerekiyor. Bölgesel darlığın, yerelliğin, partisel darlığın, etnik ulusal darlığın kesinlikle aşılması lazım. Herkesi içine alan, birleştiren demokratik toplum hareketi, demokratik toplum yaşamını ortaya çıkartmak gereklidir. Demokratik özerklik ve Demokratik Konfederalizm bunları sağlatacak bir zihniyeti ve siyasi sistemi ifade ediyor. O halde bunların uygulaması da pratikte söz konusu sonuçları mutlaka ortaya çıkartmalıdır. Rojava’ya dönük değerlendirmelerin bu temelde olduğunu düşünüyoruz. Hem derinleşme hem de yayılma sorunları var. Büyümeyi bu iki boyutta ele almak ve görmek lazım. Derinleşmede yüzeysellik, yayılmada darlık yaşanıyor. Dolayısıyla darlık ve yüzeyselliği Önder Apo’nun eleştirmekte olduğunu düşünüyoruz.

‘AZ OLSUN BENİM OLSUN’ YAKLAŞIMI

Genel olarak büyümemek, daha fazla örgütlenmemek ve güç olmamaktan söz ediyor ve eleştiriyor. “Dükkan benim olsun, küçük olsun” darlığını da öyle. Beklentisi nedir, bu durum nasıl aşılır?

Ne yazık ki ‘az olsun benim olsun’ anlayışı ciddi bir durum ve tarihin değişik kesitlerinde birçok alanda ortaya çıkan, devrimsel gelişmelere zarar veren bir durumdur. Böyle bir anlayış, hemen hemen bütün devrim hareketlerinde şu ya da bu düzeyde ortaya çıkıyor ve de yaşanıyor, bu da devrimsel gelişmeye zarar veriyor. Nedenini dar ideolojik kalıplarda, teorik yaklaşımda, politik olamamada, daha geniş bir yönetim gücü haline gelememede, buna göre sistem kurup işletememede görmek lazım. Devrimsel hareketler yoğun bir teorik-ideolojik mücadele sonucunda çoğunlukla devrimci savaşa ya da devrimci direnişe/isyana dayanarak gelişiyor; biraz da büyük cesaret ve fedakarlığa dayalı, acıları çok olan, zorluklar içerisinde geçen mücadele ile kazanılıyor. Bunun ileriye götürülmesinde bazı yanlış anlayışlar ortaya çıkıyor. ‘Biz yaptık, zorluklar içerisinde bu işi yürüttük, zarar gördük, emek harcadık o halde her şey benim olmalı’ gibi bencil, bireyci, biraz da böyle dar yaklaşım içeren anlayış ortaya çıkıyor.

Diğer yandan aşırı teorik-ideolojik kalan, politikaya dönüşemeyen dar, dogmatik, kalıpçı yaklaşımlar ortaya çıkabiliyor. Devrimi büyütmenin, derinleştirmenin ve yaymanın ciddi zorlukları gündeme gelebiliyor. Yeni yaklaşımlar ve çabalar istiyor. Buna göğüs gerememe durumları ortaya çıkabiliyor. Söz konusu durumlar; gelişen devrim hareketinin derinleşmesini, yayılmasını, büyümesini, toplumlara taşırılmasını, bölgeyi ve dünyayı daha güçlü etkiler hale gelmesini engelliyor. ‘Az olsun benim olsun’ yaklaşımı böyle ortaya çıkıyor. Darlığın ve yüzeyselliğin bir sonucu oluyor. ‘Az olsun benim olsun’ değerlendirmesi Rus devrimcilerinin de değerlendirmesidir. Ekim Devriminden sonra uzun süre devrimin önünde engel oluşturan, devrime zarar veren ciddi bir anlayış olarak yaşanmıştır. Bunlara karşı yoğun mücadele edilerek, aşılarak devrimin derinleşmesi ve yayılması sağlanmak durumunda kalınmıştır.

Rojava’da da genel hareketimizin gelişim çerçevesinde de bunlar yaşanıyor. ‘Az olsun, küçük olsun, benim olsun, her şeyi denetleyeyim, her şey benim istediğime göre olsun’ bu bir darlık, bireycilik, biraz da mülkiyetçilik oluyor. Aslında hükmetmeyi ifade ediyor. Özgürlükçü, demokratik bilinç ve yaklaşımı yeterince geliştirememeyi içeriyor.

Önder Apo geçmişte de “büyük düşüncenin büyük örgütlenememesi durumunu yaşıyoruz” demişti. Örgüt ve eylem alanındaki darlığı, yüzeyselliği ciddi bir biçimde eleştirmişti. Devrimin gelişimi önünde en büyük engel olarak bunları görmüştü. Düşüncenin, ideolojik-politik çizginin hedeflerin büyüklüğüne, herkese hitap eden, herkesi içine alan, herkes için yeni bir yaşam öngören gerçekliğine karşın; bunu herkese götürememe, herkesi bu temelde eğitememe, herkesi işin içine çekememe, katamama, herkesi mücadelenin bir parçası haline getirememe durumunun yaşandığını belirtmişti. Bu darlık tehlikeli bir durumdur. Gerçekten de devrimi daraltıyor ve küçültüyor. Aslında tasfiyeci bir yaklaşım olarak görülebilir. Aslında kendisiyle sınırlandırarak devrimin büyümesini, güçlenmesini engellemiş oluyor. Bu dar, geri çekici, sınırlandırıcı, bireyci ve ben merkezci anlayış gerçekten de örgütün ve eylemin gelişmesine, çeşitli toplumsal kesimlerin devrime katılımına ciddi bir biçimde zarar veriyor, engelleyici oluyor, bir tür mülkiyet edinme gibi bir şey oluyor. Bir biçimde katılmış belli bir görev, sorumluluk, yetki almış ve onu daha rahat uygulayabilmek için kendisiyle sınırlandırmayı yaşıyor. Kendiyle başlatan, kendisiyle sınırlandıran, dolayısıyla herkesi katmayı ve devrimi, özgürlük ve demokrasiyi herkesin katılıp geliştirmesi, yaşaması gereken bir zihniyet ve politika durumu olarak göremeyen bireyci, bencil, mülkiyetçi yaklaşımın küçük burjuva bireyci kişiliğinin bir pratik-politik duruşu olarak ortaya çıkıyor. Bu durumu öyle eleştirmemiz lazım. Bir küçük burjuva sınıf eğilimidir. ‘Küçük olsun, benim olsun’ eğilimidir.

‘BÜYÜK OLSUN HEPİMİZİN OLSUN’

Bunun karşısında doğru devrimci eğilim nedir? ‘Büyük olsun hepimizin olsun’ eğilimidir. Derinliğine ve yaygınlığına devrim genişlesin, büyüsün, herkesi katsın hepimizin olsun. Böyle olursa küçük olup benim olandan daha fazlasını büyük olan hepimizin olanın içinden sağlayabiliriz, bundan korkmamak lazım. Bu bir küçük üreticinin, küçük burjuvanın bireyci, mülkiyetçi anlayışın bir sonucu oluyor. Bu anlayışı kesinlikle eleştirip kırmak gerekiyor. Buna karşı ‘büyük olsun hepimizin olsun, herkes katılsın, herkes yer alsın, herkes paylaşsın’ anlayışını geliştirebilmemiz lazım. Bunun da örgüt ve eylemdeki ortaya çıkışı, kesinlikle herkesin devrim hareketine katılmasıdır; herkesin devrime daha etkili katılımının sağlanması, herkesin özgürlük mücadelesi içerisinde yer alması; Demokratik Ulus inşasına katılması, böyle bir devrimci çalışmanın sadece partiyle, parti kadrolarıyla ya da yönetim kadrolarıyla sınırlı tutulmamasıdır.

Gençlik ve kadın kesimlerinin belli bir kısmıyla sınırlı tutulmaması, herkesi katmayı esas almak, herkesin katılıp devrime bir şeyler verebileceğini öngörmek, herkesin katılmasıyla devrimin daha güzel, daha zengin, dolayısıyla daha coşku ve heyecan verici olacağının görülüp böyle bir devrimci anlayış ile pratiği yönelinmesi en doğrusu oluyor. Buna karşı öngörülmesi gereken anlayış budur. Bu anlamda küçük burjuva bireyci, mülkiyetçi, ben merkezci anlayışlara, ruh hallerine, duygu ve düşüncelere, tarz ve üsluba karşı mücadele etmek; onu mutlaka aşmak, büyümeyi ve genelleşmeyi ve herkesin katılımını öngörmek lazım, zaten demokrasinin de esası da budur. Dolayısıyla gerçekten demokratik olmak gereklidir.