Irak’ın orta kuşak hattında çözüm ve çözümsüzlük savaşları

Suriye’nin, Güney ve Rojava Kürdistanı’nın belli kesimlerini kapsayan ve ‘Orta Kuşak’ olarak adlandırılan coğrafya; Irak ve Suriye kadar Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek denli önemli bir alan.

Şu anki haliyle Irak Anayasası’nın 140. Maddesi’nde ‘statüsü belli olmayan bölgeler’ şeklinde tanımlanan bölgeyi, Suriye’nin, Güney ve Rojava Kürdistanı’nın belli kesimlerini kapsayan ve ‘Orta Kuşak’ olarak adlandırılan coğrafya; Irak ve Suriye kadar Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek denli önemli bir alan.

Fırat ile Dicle’nin suladığı verimli toprakları (Irak Mezopotamyası) içerisinde bulunduran bu topraklar, hem yer altı kaynaklarıyla hem de üzerinde yaşayan topluluklarla hayli canlı ve zengin bir coğrafya.

Etnik kimlikleri kadar dini ve külterel zenginliğiyle de dikkat çeken bölge, geçmişte olduğu gibi bugün de bir çok gücün buraya göz dikmesinin temel sebebi.

Orta Kuşak kentleri, Ortadoğu’nun en zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip yerleşim alanlarının başında geliyor.

Ulus devlet sınırlarını baz alacak olursak; ‘Irak Mezopotamyası’, Türkiye ve Suriye sınırından başlayarak Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı verimli topraklar boyunca Irak’ın içlerinden uzanarak Güney ucu Bağdat yakınlarında bulunan Kurna kentinde birleşerek Şattul-Arap ismini aldığı ve Körfez’e döküldüğü bölgeye kadar uzanıyor. Bölge doğuda ise İran’ın Kırmanşah eyaletine komşu Xaneqin ilini kapsıyor.

BÖLGENİN ETNİK VE DİNİ YAPISI

Osmanlı’daki Musul Eyaleti, Doğuda Irak’ın İran sınırından (Şii Goran lehçesi konuşan Kürtlerin yaşadığı Xaneqin’den) başlayıp, Sincar dağlarına (Êzîdîlerin yaşadığı), kuzey doğuda Zaxo’ya, batı yönünde Fırat’ın batısında bulunan Afrin ve Halep’e, güneyde Basra körfezine kadar uzanan geniş bir coğrafya. Bölge; Kürt, Arap, Türkmen, Ermeni, Asuri (Süryani-Keldani) Kakai, Şii-Sünni, Alevi, Nusayri, Hıristiyan, Êzîdî ve Şebek etnik ve dini toplulukların yaşadığı Kerkük, Musul, Germiyan, Süleymaniye, Hewler, Duhok, kentlerini, Cizire, Kobane, Afrin kantonlarını ve Halep’i kapsıyor.

Buralarda Kürt, Arap, Türkmen, Ermeni, Asuri halkları yaşıyor. Müslüman (Şii-Sünni), Êzîdî, Kakai (Zerdüşti) Kürtler, Hıristiyan topluluklar, Süryani-Keldani inancına sahip insanlar içiçe yaşıyor.

Var olan farklılıkları bağrında taşıyan Orta Kuşak Hattı, Ortadoğu kördüğümünün çözümü bakımından önemli bir zemin olmakla birlikte, çatışmaların süreklileşmesi potansiyeliyle de tam bir Gordion düğümü olma özelliği taşıyor.

Çok sayıda bölgesel aktörün ve uluslararası gücün 100 yıldır aktif siyaset yaptığı bu coğrafya, günümüzde de çeşitli ideolojik güçlerin ideolojik ve siyasal etkinlik kurma mücadelesine sahne oluyor.

Bölgenin en önemli aktörleri PKK, İran, Türkiye, Irak ve Güney Kürdistan hükümeti. Ayrıca İngiltere, İsrail, ABD, Rusya gibi güçlerin de, bölgesel aktörlerden birisini veya bir kaçını destekleyerek ortak olduğu bir mücadele sahası.

Ayrıca DAİŞ’in ilan ettiği güya ''Irak Şam İslam Devleti'' haritası, bahsettiğimiz coğrafyayı da kapsıyor.

ROJAVA MODELİ

PKK, bölge için öz yönetim modeli öngörüyor. Halkların kendi kendilerini yönetecek bir sistemin inşa edilmesini istiyor ve bölgede önemli bir güç pozisyonunda. Şengal’de nasıl ki Êzîdîlerin öz yönetimini talep ediyorsa, aynı şekilde Tel Afer’de Türkmenler için aynı hakkı talep ediyor. Bütün halkların özgür ve eşit bir şekilde yönetimde yer aldığı demokratik özerklik modelinin en fazla da halkların içiçe yaşadığı bu coğrafyada çözüm gücü olacağını öngörüyor.

QSD VE MSD IRAK İÇİN MODEL OLABİLİR Mİ?

PKK’li yetkililer bu bağlamda Cizire kantonunu ve Tel Abyad yönetimini örnek gösteriyor. Cizîr Kantonu’nun Eşbaşkanlığını Arap ve Kürtler yapıyor. Halk meclisleri, kent konseyleri, kadın meclisleri ve bakanlıklar, bütün toplumsal kategorilerden, etnik ve dini farklılıklardan oluşuyor.

Ayrıca geçen yıl 12 Ekim’de kurulan Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ve 9 Aralık’ta ilan edilen Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Suriye’de olduğu kadar bölge açısından da yeni bir durum ifade ediyor. Rojava devrimi, bu oluşumlarla devrimi ve çözüm modelini Suriyeleştirme perspektifi güdüyor. QSD, Kürt, Arap, Türkmen, Süryani, MLKP gibi enternasyonalist askeri güçlerinin çatı örgütlenmesi olarak son dönemlerde önemli başarılara imza attı. Hakeza Suriye halklarının demokratik muhalefeti olan ve önemli bir temsil düzeyi sağlayan MSD, yeni Suriye’nin önemli bir siyasi gücü olarak öne çıkıyor.

Benzer oluşumların Irak’ta da çözümü getireceği kanaati söz konusu.

ÖCALAN’DAN ÇAĞRI: DAYANIŞMA VE BARIŞ KONFERANSI

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 2013 yılı Newroz Mesajı’nda, “Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır” diyor. Sayın Öcalan bölge için aynı mesajda şöyle bir çağrı yapıyor: “Misak-ı Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurîleri ve Arapları birleşik bir ‘Milli Dayanışma ve Barış Konferansı’ temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.”

SÜLEYMANİYE’DEN TIL KOÇER’E ÖZ SAVUNMA HATTI

Kürt Halk Önderi; Irak’ın Orta Kuşak Hattı’nda, bölgenin ruhuna uygun bir biçimde tüm halkların öz savunmasının geliştirilmesi gerekliliğine ise şu sözlerle vurgu yapıyor: ‘’Irak’ta Süleymaniye’den, Bradost’tan Til Koçer’e kadar öz savunma hattı oluşturulmalı. Sadece Kürt gerillası şeklinde değil, Suriye benzeri özgürlük gerillası oluşturulabilir. Irak’ta Telafer ve Sincar mıntıkasında Suriye ve Kandil üzerinden YNK ve Goran’la birlikte yeni bir cephe oluşturalım. Üçüncü bir yol, üçüncü bir merkez savunma karargahı oluşturalım’’

TÜRKİYE SURİYE IRAK ÜÇGENİNDE ROJAVA ÇÖZÜMÜ

Öcalan, 3 Temmuz 2013 tarihinde HDP heyetiyle yaptığı görüşmede ise çözüm modeline dair başka detaylar paylaşıyor ve Misak-ı Milli Komisyonu’nun kurulmasını öneriyor. “Türkiye, Irak ve Suriye üçgeninde tam bir kaos halini alan sorunlara ancak Misak-ı Milli’yi güncelleştirecek projelerle çözüm aranabilir. Hem Maliki’nin hem de Barzani’nin başıboş ulus-devletçi çözüm dayatmaları çözümsüzlüğü dayattığı gibi, büyük kayıplara ve antidemokratik tutumlara götürmüştür. Goran, YNK ve benzeri hareketlerle (Buna Araplar ve Türkmenleri, diğer aşiretler ve mezhepleri de eklemek gerekir) yeni bir üçüncü yolu denemek tek çıkış yolu olarak gözükmektedir. Bir nevi Suriye Rojavası yani Rojhılat çözümü geliştirebilirsiniz.”

İRAN’IN POZİSYONU

İran, Şii güçlere yaslanarak bölgenin Merkezi Irak hükümetinin ve Suriye’nin egemenlik alanından çıkmasını istemiyor. Ancak şimdilik PKK ile çatışmayı kendi çıkarlarına görmüyor. Ayrıca İran’ın siyasi tarihinin bize öğrettiği gerçek, uzlaşma olasılığına yakın duracağını gösteriyor.

Türk devleti ise Lozan’ı Kürtlere statü verilmeden güncellemek temelinde bir siyaset yürütüyor. Türk devletinin Rojava’yı ve Güney Kürdistan’ı kapsayan egemenlik ve işgal planlarına biraz daha yakından bakmakta fayda var.

TÜRK DEVLETİNİN ‘KÜRT’E STATÜSÜZLÜK’ SİYASETİ

Türk devletinin Başika’ya asker göndermesiyle Irak ile Türkiye arasında krize dönüşen meselenin arka planında yüz yıllık egemenlik hesapları var. Öyle ki Türk devleti Öcalan’ın ve PKK’nin öngördüğü temelde bir sistemin buralarda inşa edilmesini istemiyor. Çünkü Rojava ve Güney Kürdistan’da PKK’nin öngördüğü özerklik modeli bir yandan Kürtlere statü kazandırıp Lozan’ı etkisiz kılarken öte yandan Türk devletinin hegemonyal Misak-ı Milli anlayışlarını ve Musul ile Kerkük’ü ilhak etme hayallerini de suya düşürüyor. Türk devletinin buna karşı hamlesi ise, Riyad toplantısında alınan kararlar temelinde bahsettiğimiz bölgede Sünni güçlerle ve stratejik ortağı KDP ile etkili olmak!

TÜRKİYE'NİN İÇİNDEKİ UHDE

Mısak-ı Milli sınırları içinde var sayılan Musul (Osmanlı’daki Musul Eyaleti), bugünkü Hewler, Süleymaniye, Duhok, Rojava ve Halep’i de kapsıyor.

Misak-ı Millî ya da Millî Misak (Günümüz Türkçesi ile Millî Yemin ya da Ulusal Ant), İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de oybirliği ile kabul edildi 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklandı.

GÜNEY KÜRDİSTAN’I KAPSIYOR

Atatürk’ün, 1923’teki Musul vilayeti ve Misak-i Milli sınırlarının tarifine kulak verelim:
"Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya'dan, Halep ile Katma istasyonu arasında Carablus köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor'a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi içine alır."

KISA BİR TARİHÇE

Osmanlının dağılmasına yol açan ve bölgenin yeniden dizaynı ile sonuçlanan 1. Dünya savaşı daha devam ederken; İngilizler ve Fransızlar 16 Mayıs 1916’da imzaladıkları Sykes-Picot anlaşmasıyla “Musul vilayeti” olarak adlandırılan ve Güney Kürdistan ile Rojava’yı da içine alan bölgeyi kendi aralarında paylaşmışlardı.

Ancak daha sonra hesaplar değişince 1920’de yapılan San Remo Konferansı’yla Suriye Fransa’nın; Güney Kürdistan ise İngiltere’nin mandası olacaktı.

Osmanlı’nın yenilgisi anlamına gelen ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes anlaşmasıyla, Osmanlı ordusu Musul vilayetinden çekildi ve bölgeyi İngilizlere teslim etti. Ancak Musul meselesi sorun olarak kaldı. Lozan’da da en fazla tartışılan Musul sorunu, aslında Kürt sorunuydu. Lozan 24 Temmuz 1923’te sonuçlandı ancak Musul sorunu yani Kürtlerin durumu çözülemedi. Daha sonra anlaşma gereği Türk İngiliz görüşmeleri de sonuç almayınca, konu o dönemin BM’sine yani Milletler Cemiyeti’ne taşındı. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925’te güney Kürdistan’ı Irak’ın bir parçası olarak kabul etti.

LOZAN’IN İLGİLİ MADDESİ NE DİYOR?

5 Haziran 1926 tarihli Türkiye-İngiltere- Irak Anlaşmasıyla Türkiye-Irak sınırları kesinleşmiş oldu. Anlaşma kapsamında ve ‘toprak bütünlüğünün sağlanması’ koşuluyla Türk devleti Musul’dan çekildi. Yıllar yılı Türk devlet yetkilileri ve askeri uzmanlar, anlaşmada geçen ilgili ibareyi, Türk devletinin Musul ve Kerkük’e ‘müdahale etme hakkı var’ şeklinde yorumluyor.
Türk devlet yetkilileri, Irak'ın toprak bütünlüğü esas alınarak yapılan İstanbul Anlaşması'nı, otorite boşluğundan kaynaklanan kaos ortamını gerekçe göstererek, “Türkiye'nin Kerkük ve Musul'a girebilmesi için uluslararası hukukta meşru zemin” var yaklaşımına götürüyor.

TÜRKİYE İŞGAL SEBEBİ YAPMAK İÇİN BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’I DESTEKLİYOR

İşte Türk devleti, sözüm ona uluslararası meşruiyeti olan bu hakkını kullanmak için türlü planı yapıyor. Amaç ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürtlerin statü sahibi olduğu yeni bir anlaşma hukuku yani Misak-ı Milli’nin Kürt-Türk kardeşlik ruhuna uygun güncellenmesi projesine karşıt olarak, AKP’nin ‘statüsüz Kürt’ gerçeğini temel alan hegemonyal Misak-ı Milli güncellenmesi!

TÜRKİYE’NİN İŞGAL PLANI

Bu yaklaşım, tas tamam AKP’nin dış politikasının neden Rojava’nın ve Güney Kürdistan’ın işgali üzerine kurulu olduğunu bize gösteriyor. Örneğin bu bölgede bir Kürt devletinin ya da Sünni devletin ilan edilmesi, Türk devletinin Lozan’ın ilgili maddesini gündeme getirmesine yol açabilir ki Türkiye’nin tam da istediği bu. Türk devletinin bölge üzerindeki hesapları göz önünde bulundurulduğunda ‘Güney Kürdistan işgal edilmek isteniyor’ söyleminin ciddi bir olasılık olmaktan öteye, bir plan olduğu görülmek durumunda.

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Kuzey Irak’ta hata yaptık ancak Suriye’nin kuzeyinde aynı hatayı yapmayacağız’ söylemi izlenen siyaseti özetliyor. KDP Politbüro üyesi Kemal Kerküki’nin “Ankara Bağımsız Kürdistanı destekliyor” sözü ile Erdoğan’ın söylemi bir araya getirildiğinde Türk devletinin neden bağımsızlığı özendirdiği anlaşılır oluyor. Son dönemlerde Hewler-Ankara-Riyad üçgeninde hızlanan diplomatik trafik, Türk devletinin gözettiği plana KDP’nin de riayet ettiğini gösteriyor.

SÜNNİ VE TÜRKMEN KARTI

Benzer biçimde Türkiye ve Suudi Arabistan destekli Sünni Milis Güçleri de, Sünni bölge için bağımsızlık talep ediyor. Silahlanan bu grupların Musul’da odaklanmasının Türkiye’nin projesi olduğu Riyad görüşmeleriyle ortaya çıktı. Türk devleti, işgal harekatında Musul Eski Valisi Esil Nuceyfi’nin komutanlığını yaptığı ve Sünni Türkmenlerin de içerisinde yer aldığı Sünni Kuvvetleri (Heşd El Vatani) hem bir destek güç hem de işgal için bahane olarak kullanma hesabı yapıyor.

SONUÇ;

DAİŞ, bu coğrafyada Etnik ve dini soykırım uygulayarak Orta Kuşağı faşizmin kalesi haline getirmek istiyor. Osmanlı bakiyesi yeni Osmanlıcı-yeni İttihatçı AKP ise, bölgede hegemonyal hesaplar peşinde. PKK, her iki güce karşı verdiği başarılı mücadele ile doğal olarak Şii jeopolitiğin önemli iki aktörü olan İran ve Irak’ın, yanı sıra bu bloku destekleyen Rusya’nın taktik müttefiki pozisyonunu almış durumda. Ancak Suriye’nin geleceği ve Doğu Kürdistan’ın statüsü işin içine girdiğinde İran’ın ve Irak’ın nasıl bir pozisyon alacağı şimdilik net değil. İran’ın bu konuda olumlu bir tavır sergilemesi yakın olasılık görünmüyor.

2. Lozan tartışmalarının yaşandığı günümüzde, sınırların fiili olarak ortadan kalkmasına, zor durumda olan Irak ve Suriye rejimleri şimdilik ses çıkarmıyor. Eğer Kürt iradesini tanıyan en azından uzlaşan bir siyaset öne çıkarsa, eski statüko tamamen dağılır. Türk devletinin bölgesel hegemonik hesapları da çöker. Ancak eski statükoda ısrar ve BAAS’çı politika sürdürülmek istenir ve Şii jeopolitiğin önderliğini yapan İran rejiminin de desteğini alırsa; o zaman Kürdistan’ı baştanbaşa etkisi altına alacak daha büyük bir savaş kapımızda demektir. Ki, uluslararası güçlerin hesapları da burada devreye girecektir. O zaman çokça bahsedilen 3. Dünya savaşının tam merkezine Kürdistan veya Orta Kuşak Hat dediğimiz alan, bir başka ifadeyle Misak-ı Milli sınırları oturmuş olacaktır.