Gurgum, Semsur, Dîlok, Meletî yani Maraş, Adıyaman, Antep ve Malatya.. Tarihte Güneybatı Kürdistan olarak bilinen bölgede bugünkü literatür ile bu iller yer alıyor. Her biri Kürdistan tarihinde ayrı bir anlam ve öneme sahip. Kendi başına ağırlığı olan bu merkezler, özellikle cumhuriyet döneminde yürütülen soykırım ve asimilasyon politikaları nedeniyle bugün büyük bir kimlik bunalımı yaşıyor. Gerçek isimlerinin unutulması hatta hiç kullanılmaması bile yaşanan vahşeti anlamaya yetiyor. Diyarbakır’ın Amed olduğunu, Tunceli’nin Dersim olduğunu, Şırnak’ın Botan olduğunu, Hakkâri’nin Colemerg olduğunu bugün hemen herkes bilir ve devlet de kabul etti zaten. Ama bu şehirlerin orijinal adları Türkçe isimleriymiş gibi bir hava yaratılır, birnevi toplum belleksizleştirilir.
ENGİZEK: CUMHURİYET İÇİN 'TEHLİKELİ BÖLGELER'
Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz KCK Edebiyat Komitesi Üyesi Cafer Engizek, "Fırat’ın batısı dediğimiz bölge Kürdistan’ın güneybatısıdır. Devlet bu bölgeyi Kürdistan’dan saymıyor. Buralar hem tarihte hem de cumhuriyet döneminde bir tehlike olarak görülmüştür" dedi.
PKK’nin çıkışı olmasa, bugün belki de bölgede Kürtlükten ve Alevilikten söz edilemeyecekti. Kuşkusuz son yıllardaki uyanış ve kendi özüne dönme arayışları Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin yürüttüğü mücadelenin sonucunda gelişti.
KÜRDİSTAN-TÜRKİYE SINIRI
Tarihi ve coğrafik olarak Kürdistan ile Anadolu arasında sınır hattını oluşturan ve bu anlamıyla kozmopolit özellikler taşıyan bölge, Türk- Sünni (Hanefi) esaslara dayalı cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte baskı ve zor politikalarına maruz kaldı. Soykırım ve asimilasyona tabi tutuldu. Bu da yetmedi, göçertme politikaları ile ‘bataklığı kurutma’ siyaseti en üst düzeyde hayata geçirildi ve yerleşim yerlerinin demografik yapısı ile oynandı. Bahsi edilen şehir merkezlerinde kendilerini Kürt ya da alevi olarak tanımlayanlar azınlık durumuna geldi.
Haliyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tekçi uygulamalarından en fazla etkilenen ve kendi geçmişinden koparılan temel yerlerin başında Güneybatı Kürdistan geliyor. Tarihte Kürt-Alevi şehirleri olarak bilinen bu merkezlerde bugün Kürtlükten söz edilememekte, Alevilik ise sistemin koltuk değneği görevi görmektedir.
İNKARA KARŞI UNUTARAK YOL ALMA
Malum Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu aynı zamanda belli kimliklerin de inkarı anlamına geliyor. İslami, sol ve Kürt kimliklerinin reddi üzerine inşa edilen cumhuriyet tarihi bu nedenle çok sancılı bir süreç yarattı. Daha cumhuriyetin kuruluş yıllarında hayata geçirilen katliam siyaseti, Kürtlerin ayağa kalkmak bir yana tümüyle sisteme entegre olma arayışlarını güçlendirdi. Devlet karşısında zayıf ve çaresiz bırakılan Kürt toplumu, devletin zulmünden korunma adına devletle uyum yollarını aradı. Bu toplumsal psikolojinin en fazla yaşandığı yerlerin başında Güneybatı Kürdistan geldi. Bu açıdan bölge insanı için Kürtlük uzak durulması, reddedilmesi ve hatta unutulması gereken bir kimlik oldu. Bu duruma gelinmesinde, Koçgiri ve Dersim katliamlarının etkisi de büyük.
DILPET: BASTIRMA VE YABANCILAŞTIRMA POLİTİKASI
KCK Kültür Komitesi Üyesi Delil Dılpet, şu değerlendirmeyi yaptı: "Türk devleti cumhuriyetin kuruluşundan sonra toplumsal ret politikasını benimsedi. Özellikle 1924 Anayasası'nın resmiyete girmesiyle beraber bu politika Kürdistan’ın her alanında uygulanmaya başlandı. Güneybatı bölümünde de çokça kullanıldı. Örneğin balkanlardan insanlar getirilip belli yerlere asimilasyon amacıyla yerleştirildi. Diğer yandan Kürt dili ve kültürünün yasağı topluma dayatıldı. Bu yasakların en fazla etkin kullanıldığı yerler buralardı. Sınır kısmında bulunmasından dolayı buralarda daha fazla etkili girişler yapılabildi. Kürdistan’ın Türkiye’ye sınır olduğu bu illerde uygulanan politikalar farklıydı. Kendi özüne yabancılaşan bir komprador burjuvazi oluşturmak, bu burjuva eliyle de toplumu bastırıp etkisizleştirme temel politikaydı. Bunun yanında yer yer aşiretçiliği de kullanma olmuştur. Dolayısıyla '80’li yıllara doğru gelindiğinde Güneybatı, diye tabir ettiğimiz bu alanda Kürtlük namına çok fazla bir şeyin kalmadığı, Kürtlüğün kendine en fazla yabancılaştırılan yer olduğu gerçekliği ortaya çıkmıştı."
Kürtlükten kaçan bölge insanı psikolojik olarak Aleviliğe sarılmış, devletin merkezi siyasetinin -İslam karşıtı- yarattığı görece ortamdan da faydalanarak bu alanda nefes almıştır. Tabii bu nefes alma hali Aleviliğin öz değerleri ile olmamış; devlete göre olmuş ve 'devlet Aleviliği' gibi bir durumun oluşmasına neden olmuştur. Biliyoruz ki, Alevilik tarih boyunca hep devlet karşıtı bir noktada durmuş ve devlet ile Alevilik iki ayrı kutba işaret etmiştir. Bu anlamıyla gelişen bu yeni durumun yeni toplumsal ilişkiler, yeni bir kamusal alan yarattığı aşikardır. Bölgede önemli bir Alevi nüfusun yer alması devletin çelişkiler yaratmasına ve bunları daima canlı tutmasına neden olmuştur.
Dılpet, yaratılan çelişkiye dair "Bu çelişkiden hareketle toplum her zaman diken üstünde tutulmaya çalışıldı. Yani birbirine karşıtlık, Kürt-Türk ve Alevi-Sünni çelişkileri kullanıldı. Bu mezhep çelişkileri hep gündemde tutuldu" tespitinde bulundu.
CUMHURİYET DÖNEMİ VE CHP SİYASETİ
"Biz laik bir çizgideyiz, yobazlara karşıyız" sloganıyla ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti, kuşkusuz en büyük desteği Alevilerden almıştır. Bunun için de bölge insanı belirleyici rol oynamıştır. Gerek Osmanlı döneminde yaşananlar- başta Yavuz Selim dönemi olmak üzere yapılan katliamlar- gerekse cumhuriyetin kuruluş döneminde yapılan katliamlar Alevi toplumunu yeni kurulan devlete yaklaştırmış, onun sağlam bir destekçisi yapmıştır. Fakat devlet politikalarından vazgeçmemiş, Aleviliğin komünal- demokratik ve direnişçi yanlarının törpülenmesi çalışmalarına hız kesmeden devam etmiştir. Görünürde 'Alevi yanlısı' olan devlet, özde Aleviliği kabul etmemiş, sapkın bir inanış olarak ele almış ve her fırsatta bitirme yoluna gitmiştir.
Bir yandan Aleviliği reddeden sistem diğer yandan Alevilere ‘şeriat geliyor, dinciler başa geliyor, böyle olursa bir tek Alevi bırakmayacaklar’ diyerek neredeyse tüm Alevi toplumunun blok halinde devleti ve özel olarak da CHP siyasetini desteklemesini sağlamıştır. Devlet kendilerini resmi olarak kabul etmeyip kendi inançlarını özgürce yaşamalarına izin vermese de, 'daha kötü durumlara düşeriz' endişesi Alevileri cellatlarına sarılmaya itmiştir.
'İNÖNÜ VE KILIÇDAROĞLU ÜZERİNDEN SİNSİ POLİTİKA'
Engizek'in şu yorumda bulundu: "Sünni-Alevi çelişkisi var ve Aleviler o kadar katliamdan geçirilmişler ki, kendilerini katledenler kendilerini koruyacaklarmış gibi bir ruh hali meydana gelmiştir. Bir de CHP şöyle sinsi bir politika izliyor ve günümüzde de o vardır; 'İsmet İnönü Alevidir, Malatyalıdır' deniliyor. Böyle bir propaganda Aleviler içinde yaygınlaştırılmıştır. Günümüzde ise Kılıçdaroğlu üzerinden bu politika sürdürülüyor."
'BÖLGE ÜZERİNDEKİ POLİTİKALAR DEĞİŞMEDİ'
Cumhuriyet dönemi politikalarının eskiden bir farkı olmamış, hatta daha da ağır bir siyaset devreye konulmuştur. Dılpet ise bu durumu şöyle ele alıyor: "Cumhuriyet dönemindeki politikaların da eskiden farklı yanı yoktur. Zaten cumhuriyet kendisini yıkılan Osmanlı üzerinden var etmiştir. Sistem olarak hilafet ve sultanlığı kaldırmış olabilir ama cumhuriyet döneminde bölge üzerindeki politikalar değişmemiştir. T.C’nin kurucuları kendilerini yeni ve farklı olarak kurma çabaları içine girip, değişimler yapmış olsalar da bu bölge üzerindeki politikalarda pek bir değişim yaşanmamıştır. Bunun somut örneği Dersim katliamıdır. Fiziki boyutu Dersim’de yaşanırken psikolojik boyutu tüm Kürdistan’da yaşanmıştır."
CHP POLİTİKALARINDAN HOŞNUTSUZLUK
1946, 1950 ve 1954 seçimlerinde Aleviler büyük oy oranları ile CHP karşısında DP’yi desteklemişlerdir. Bu, Alevilerdeki sistem karşıtlığını gösterdiği kadar, CHP politikalarından hoşnutsuzluğu da dışa vurmaktadır. Bir arayış vardır. Bu arayış DP’de ifadesini bulmuştur. Fakat 1960’a doğru giderken ortaya atılan ‘ülkeye şeriat geliyor’ propagandasından en fazla etkilenen ve yine ezici bir şekilde CHP’yi destekleyenler de Aleviler olmuştur. Özel olarak bölge insanı olmuştur. Ne var ki, hemen hemen tüm Alevi katliamları CHP döneminde meydana gelmiştir.
Devam edecek
...