Güney'deki kriz ve Barzani-Erdoğan ittifakı...-Halit Ermiş

KDP'nin, Güney Kürdistan'da 'mutlak iktidar' olma ısrarının, mevcut krizin derinleşmesinde en büyük etken olduğu yorumları geniş kesimlerce kabul görüyor.

Kürdistan Bölge Başkanlığı etrafında dönen tartışmalarla birlikte Güney Kürdistan'da toplumsal, siyasi ve ekonomik kriz gittikçe derinleşiyor. Hükümet bileşenleri KDP, YNK, Goran, İslami Hareket ve Komala arasında 2015’de yapılan toplantılar serisi herhangi bir sonuç almadan son buldu.

Bölgedeki mevcut krizlerin aşılması için tarafların nasıl bir yol izleyeceği, çözümün önünü tıkayanların kimler olduğu, 'çözümün gelişmesi olası mı' gibi sorular halen cevaplanmayı beklerken, 22 Ocak’ta, siyasi ve ekonomik krizden dolayı ülkeyi terk eden onlarca Güney Kürdistanlı bir kez daha Akdeniz sularında can verdi.

Bu durum krizlerin geldiği aşamayı açık bir şekilde yansıtırken, sorunun iç ve dış etmenlerine yeniden göz atmak, sorunun ana kaynağının ne olduğunu yeniden irdelemek, krizin neden ve sonuçları kadar çözüm yollarını görmemiz açısından da yardımcı olacaktır.

KRİZİN NEDENİ NE YA DA KİM?

KDP'nin, Güney Kürdistan'da 'mutlak iktidar' olma ısrarının, mevcut krizin derinleşmesinde en büyük etken olduğu yorumları geniş kesimlerce kabul görüyor.  Ancak hükümeti oluşturan partilerin de buna karşı benzer iktidar hesapları, dolayısıyla doğru ve gerçekçi politikalar geliştirememeleri, sorunun çözümünü zorlaştıran siyasi, ekonomik ve toplumsal krizi derinleştiren ana etmen.

Bölge bu krizin ilk sinyallerini verdiğinde, -görünürde de olsa-partiler bunu önlemek için Haziran 2015'te parlamentoda yeni ve demokratik bir anayasanın hazırlanması için 21 kişilik bir hazırlık komitesi oluşturdu.

Ancak ilk dönemler komite çalışmaları hakkında kamuoyuna bilgi verilse de, gelinen aşamada komite çalışmalarının ne düzeyde olduğu bilinmiyor. Aslında başkanlık kriziyle birlikte anayasa çalışmalarının da tümden rafa kaldırıldığını söylemek daha doğru olur.

BARZANİ ANAYASAYI İHLAL EDİYOR

Anayasa hazırlıklarıyla eş zamanlı olarak başkanlık sorunu bölgenin temel gündemiydi. Güney Kürdistan hükümetini oluşturan 5 siyasi parti yeni anayasal sistemin ne olacağından çok aslında başkanın kim olacağı sorunuyla ilgiliydi. Ancak bu sorunu parlamento zemininde tartışmak yerine kimi zaman ikili görüşmeler kimi zaman da 5’li toplantılarla sorunu kendi aralarında görüşmeye başladılar.

Ancak seçim tarihi gelip çattığında sorun halen çözülememişti ve seçimler de yapılamadı. Süre bitince, yürürlükteki anayasa taslağı gereğince görev ve yetkilerini parlamento başkanına devretmesi gereken Mesut Barzani, koltuğunda oturmaya devam etti, ediyor. Dolayısıyla şu anda Güney anayasası eski başkan Barzani tarafından resmen ihlal ediliyor.

Barzani’nin anayasal mevzuat dışına çıkarak başkanlık yapmaya devam etmesi hükümet içinde ve tabii toplumda eleştirilere, tepkilere neden oldu.

Bu durumda 'Mutlak İktidar'ında ısrar eden KDP ve Mesut Barzani bölgenin krize girmesinde ana atken oldular. Ancak, hükümeti oluşturan partilerin de doğru bir siyaset izleyerek çözüm yöntemlerini geliştirememeleri, yine dar iktidar hesapları yapmalarından kaynaklı bölge içinden çıkılması zor bir krize yuvarlandı.

TARAFLARIN ÇÖZÜM YÖNTEMLERİ

Peki, neydi 'mutlak iktidar' KDP ve diğer partilerin talepleri?

İşin özü ve ayrışma noktası tam da burasıydı. KDP 2005’ten bu yana bölge başkanlığını elinde bulunduran Mesut Barzani’nin 2013'te parlamento kararıyla 2 yıl görev süresinin uzatılmasına karşın, 2015 Ağustosu'nda biten görev süresinin yeniden uzatılmasını istedi.

KDP’nin Barzani’nin görev süresini uzatma talebine gerekçe ise Ortadoğu'da yaşanan kaotik süreçte Barzani gibi durumu idare edecek bir başka temsil gücünün olamayacağı idi.

Ne var ki, hükümeti oluşturan YNK, Goran Hareketi, Kürdistan İslami Birlik ve Kürdistan İslami Toplum partileri bu talebe karşı çıktılar. Bu partiler, anayasa gereği başkanlık seçimlerinin yapılarak, erkin bir başkasına devredilmesini talep ettiler.

KDP bunu ısrarla reddetti. Ancak, KDP’nin tutumu tamamen anayasaya aykırıydı ve açıkça yönetime el koymaydı. KDP, kabul etmese de yapılan özünde bir sivil darbeydi.

Hükümeti oluşturan diğer dört partinin, bölge yönetiminde merkez iktidar gücü haline gelen; yürütmeyi, ekonomiyi, bürokrasiyi elinde bulunduran KDP’ye söz geçirmeleri oldukça zordu. Dolayısıyla görüşmeler yoluyla bir çözüm formülü yaratma yolları uzun süre denendi. Ancak geliştirilen tüm çözüm formülleri Hewler duvarlarına çarpıp sonuçsuz kaldı.

YURT DIŞINA KAÇIŞLAR, PROTESTO GÖSTERİLERİ

Tüm tartışmalar devam ederken, bölge derin bir ekonomik krize çoktan yuvarlanmıştı. En azından toplumun yaşadığı gerçeklik buydu. Aylarca memur maaşları, Peşmerge maaşları ödenmedi. Derken gençler gruplar halinde yurt dışına kaçmaya başladı. Birkaç ay içinde on binlerce genç kaçak yollarda yurt dışına gitti. 22 Ocak’ta olduğu gibi şimdiye kadar yüze yakın genç kaçakçı botlarında denizlerin hırçın sularında boğuldu.

Duruma hiçbir müdahalede bulunmayan hükümet, sattığı petrol gelirlerinin nereye gittiği, nasıl harcandığını adeta hasır altı ederek, ekonomik krizden Bağdat yönetimini sorumlu tuttu. Ancak ekonomik krizin tazyiki altında nefes almayan toplum tepkilerini 4 ekimden itibaren alanlara taşırdı ve neredeyse her yer halk eylemleriyle inledi. Hükümetin bu eylemleri de oldukça sert oldu. Onlarca kişi öldü, onlarca kişi de yaralandı. Fakat maaşlar yine ödenmedi ve toplumun yaşadığı kriz bugüne kadar süregeldi.

12 EKİM DARBESİ

Siyasi ve ekonomik krizden dolayı bölgeden kaçışlar, kalanların alanlardaki protestosu devam ederken KDP bölge siyasal tarihine geçen bir hamle yaptı; hükümete ve başkanlığa resmen el koydu. 12 Ekim’de parlamento başkanının başkent Hewler’e girişine KDP asayiş güçlerince izin verilmedi. Ardından Goran Hareketi’ne bağlı 4 bakanlığa da el konularak parlamento tümden siyaset dışı bırakıldı.

Aslında KDP siyasi krizle birlikte tüm toplumu saran ekonomik krize tepkilerin giderek sokağa yansımasından ve başkanlık sorununun çözülmemesinden sorumlu bir günah keçisi bulmuştu. Bu da Goran Hareketi’ydi. Goran Hareketi’nin sorunun çözümünün önünde engel olduğunu, halkı sokağa çıkardığını gerekçe göstererek Goran’ı fiili olarak hükümet ve parlamento dışına itti. 

Bu durum bir darbe olarak nitelendirildi. Zira parlamento başkanının çalışma sahasından uzaklaştırılması, bölge yönetiminde parlamentonun işlevsiz bırakılması ve anayasal düzenin tümden rafa kaldırılması anlamına geliyordu. Kaldı ki o günden bugüne kadar parlamento tek bir toplantı yapamadı, bölgenin yaşadığı siyasi, ekonomik ve toplumsal krizin aşılması noktasında tek bir oturum gerçekleştiremedi. Dolayısıyla bu, açıktan '12 Ekim sivil darbesi' olarak Güney Kürdistan siyaset tarihine geçmiş oldu.

KDP-YNK STRATEJİK ORTAKLIĞI GÜNCELLENİYOR MU?

Bu krizli durum olduğu gibi 2016 yılına taşırıldı ve halen de zaman zaman hükümetteki bazı partiler arasında ikili görüşmeler olsa da sorunun çözümü noktasında bir adım atılmış değil.

Hatta, darbe süreci devam ederken, 2007 yılında parlamentoyu oluşturan ve bölgenin yönetim erklerini aralarında geliştirdikleri 'Stratejik Anlaşma'yla paylaşan KDP ve YNK, bu anlaşmayı yeniden gündeme getirdi.

Bunun için iki partinin kurmayları 12 Ocak 2016’da Hewler’de bir araya geldi. Amaç, diğer siyasi güçleri dışarıda bırakacak 2007 stratejik anlaşmasını yeniden görüşmekti. Görüşme sonrası yapılan açıklamalarda, tarafların 'Stratejik Anlaşma'dan vazgeçmedikleri, ancak döneme uygun yeni maddelerin de eklenmesi gerektiğini belirttiler. Fakat, bu görüşmede ne tür kararlar alındı; tarafların yeni anlaşmanın yeni maddeleriyle neyi kasttetikleri kamuoyuna açıklanmadı. Zira 2007 'Stratejik Anlaşma'sının maddeleri de halen tam olarak açıklanmış değil. 

PARLAMENTO BAŞKANI: HER ŞEY ALENİ OLMALI

KDP-YNK arasındaki bu görüşmeye dair 18 Ocak günü Rojnews haber ajansının sorularını yanıtlayan Parlamento Başkanı Yusuf Muhammed, şu değerlendirmeleri yaptı:

“Siyasi partiler kendi aralarında bir anlaşmaya varabilirler. Ama bunun halka açık ve net olması gerekir. Bizim toplantılarımızda konuştuğumuz şeyleri halka da söylememiz ve ne yapmak istediğimizi halka da açıklamamız gerekiyor.”

Muhammed, başkanlık krizine ilişkin ise şu tespitleri yapmıştı: “Bu kriz 2013 yılında başladı. Çünkü sayın Barzani’nin görev süresi o dönemde bitti. İki dönem görev süresi tamamlandı. Yasalara göre de Kürdistan bölgesi başkanlığı için kendisini ancak iki dönem aday gösterebilir. Bundan dolayı da sayın Barzani bu dönemde görevi bırakmak istemeyince, Kürdistan bölge başkanlık seçimi parlamento seçimleriyle birlikte yapılacaktı, görev süresi iki yıl uzatıldı. Bu dönem de 19 Ağustos 2015’te sona erdi. Kürdistan bölgesi eski başkanının görevi bırakmamasından dolayı siyasi kriz başladı.”

Partiler arasındaki görüşme ve krizin derinleşmesinin nedenlerine dair Parlamento Başkanı'nın yapmış olduğu bu tespitler son derece önemli. Bu tespitler, sorunun nedenleri ve gelinen aşamayı da özce tanımladığı için, bir yere not edilmeyi hak ediyor.

UFUKTA ÇÖZÜM VAR MI?

Soruna Türkiye ve KDP ittifakı penceresinden bakmadan önce, mevcut durumu ortaya koymak ve çözüm ihtimalinin ne düzeyde olduğuna bakmak önemli.

Gelinen aşamada hükümeti oluşturan 5 siyasi parti artık ortak toplantılar yapmıyor. KDP, Dr. Yusuf Muhammed’i Hewler’e almadığı gibi Goran Hareketi'nden resmi olarak istifa etmeye zorlamasını istiyor.Goran Hareketi ise bunu kabul etmediği gibi mevcut hükümetin istifa ederek yerine teknokrat bir hükümetin kurularak bölgede üç ay içinde yeni bir seçime gidilmesini istiyor.

Barzani ve KDP de, Barzani’nin başkanlığından geri adım atmış değil. Anayasa hazırlıkları tümden rafa kaldırılmış, parlamento işlevsiz, hükümet yetkileri neredeyse tümden KDP’nin elinde.

Ekonomik kriz her geçen gün ağırlaşıyor. Resmi rakamlara göre bugüne kadar bölgede iş yapan 300’ün üzerinde şirket kapısına kilit vurmak durumunda kaldı. Memur maaşları yine aylardır ödenmediği gibi, hükümet krizi aşmak için açıkladığı reform paketinde özelleştirme ve memur maaşlarını yarıya indirmeyi öngörüyor. Memurlar buna tepki göstererek yine günlerdir iş boykotları, grevler ve sokak eylemleri yaparak bu reformlara itirazlarını dile getiriyorlar.

BARZANİ-ERDOĞAN'IN 'BAŞKANLIK' ZAMANLAMALARI TESADÜF MÜ?

Şimdiye kadar söylediklerimiz federal bölgenin iç siyasetinde yaşanan krizli durumun bir özetiydi. Sorunun bir de dış ayağı var. Bir de buradan bakmak krizin anlaşılmasında daha yararlı olacak.

Mesut Barzani üzerinden yapılan başkanlık tartışmaları tam da Türkiye’de, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uygulamayı dayattığı başkanlık sistemi tartışmalarının yaşandığı döneme denk geliyor. Gündeme geliş şekli, iktidar partisinin tavrı, muhalefete yaklaşımı, uygulamalar neredeyse tıpa tıp aynı. Dolayısıyla üzerinde durulması gereken önemli bir husus.

KDP-AKP ORTAK ÇIKARLARI

İşin özü KDP hem iç siyaseti ve sitemini hem de bölge siyasetini Türkiye eksenli geliştirmeyi temel yol edinmiş. Türkiye’de Erdoğan’ın 'mutlak iktidar gücü' olmasıyla Güney Kürdistan'da Barzani’nin “mutlak güç ve otorite” olması iki tarafın çıkarları açısından son derece önemli. Zira, bölgede neo-Osmanlıcılık hayalleri kuran Erdoğan ve Türk devletinin yanında durabilecek tek güç, mevcut durumda KDP’dir. Aynı şekilde, KDP’nin geliştirdiği siyaset açısından güvenebileceği yegane ittifak gücü de Erdoğan ve AKP hükümeti.

Dikkat edilirse iki yerde de sorunlar ve sorunların tıkanma noktaları aynı ve iki partinin de öngördükleri çözüm yöntemleri aynı.

Peki bu iki tarafı buluşturan ortak çıkar ne?

Aslında işin püf noktası tam da burası. KDP ve AKP'nin (Erdoğan) ortak çıkarları, iki tarafın aynı siyaseti tercih etmelerinde bir zorunluluk.

KDP’nin Erdoğan’ın yanında durması iki açıdan son derece önemli... Erdoğan’ın Türkiye’de geliştirmek istediği tek adam iktidarı önündeki en büyük engel Kürtler. Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan “çökertme planı” işin iç yüzünü gösterdi. Erdoğan’ın bu planı istediği gibi uygulayabilmesi için Kürtleri Kuzey'de elimine etmesi gerekir. Bunda en etkili rolü oynayacak olan da KDP.

Birincisi, KDP, Kuzey Kürdistan'da Erdoğan’ın Kürt soykırımına karşı, Kürtlerin Kuzey'de yekpare tutum almasına engel olacak. Güney Kürdistan'da yaratılan ve ısrarla sürdürülen siyasi ve ekonomik krizden kaynaklı Güney siyaseti ve toplumu iç sorunlarına gömülerek Kuzey'e yönelik gelişebilecek olası duyarlılığı ortadan kaldırılacak.

İkincisi, Türk devleti de Irak merkezi hükümetini yok sayarak, Barzani’nin darbeyle ele geçirdiği bölge hükümetini muhatap alacak. Bu temelde gerekli ekonomik anlaşmalar, petrol sözleşmeleri ve dolayısıyla Türkiye’ye petrol sevkiyatı tümüyle buradan yürütülecek. Türk devletinin Irak merkezi hükümetinin uluslararası itirazlarına rağmen milyonlarca doları bulan ve onlarca yıl geçerli olacak petrol sözleşmelerini yapması işte bu ittifak sonucu ortaya çıktı.

Yine, Musul’a ve Güney Kürdistan’ın muhtelif yerlerine konuşlandırılan Türk askeri üsleri de bu derin işbirliğinin bir başka yönü. Barzani Ailesi Türk devletinin bu çıkarmalarına karşı da sessiz kalacak. Türk devleti bir taraftan neo-Osmanlıcılık hayallerine Musul üzerinden adım atacak, diğer taraftan PKK’ye yönelik Güney Kürdistan şehirleri üzerinden saldırma imkanı bulacak. Barzani Ailesi de, (KDP yerine Barzani Ailesi demek daha doğru bir belirleme olur) bu anlaşmayla hem Güney Kürdistan'daki tüm rakiplerini bastırarak 'mutlak iktidar gücü' olurken, Kuzey’de de Kürtler arası çatlaklar oluşturarak etki alanını buraya da taşırmaya çalışacak. Zira, Rojava üzerine de Türk devletiyle anlaştığını söylemek mümkün.

Barzaniler'in Türkiye ziyaretleri, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun Güney Kürdistan ziyaretleri ve yine Mesut Barzani ve Erdoğan’ın körfez ziyaretleri işte tüm bu anlaşmaların gereği olarak ortaya çıktı.

Bu anlaşmaların bir de bölgede Şii İslam'a karşı Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'ın geliştirdiği 'Sünni İslam Projesi' de var. KDP, Sünni İslam blokunda da yer alıyor. Ancak konu kapsamından çıkmamak açısından bunu şimdilik daha fazla açmayacağız.

BOŞA ÇIKACAK

Peki, bu ittifak Güney'de sonuç verir mi?

Güney Kürdistan'da yaşanan siyasi ve ekonomik krizin mevcut durumda çıkmaz yaşaması yukarıda belirttiklerimizle kesinlikle kopuk değildir.

Dikkat edilirse, üzerinden aylar geçmesine rağmen sorunun çözümü noktasında tek bir adım atılmadı. Ne ki, KDP Barzani’nin görev süresini iki yıl uzatmak istiyordu. Muhalefet ve hükümet bileşenleri bunu kabul etmeyince, yaptığı darbeyle sadece Barzani başkanlık koltuğunda tutulmadı; anayasa rafa kaldırıldı, hükümet tek elden toplantı, parlamento işlevsiz kaldı ve halk ekonomik krizle adeta terbiye edilerek teslim alınmaya çalışıldı.

Ancak toplumda giderek biriken öfke, muhalefetin çözüm siyasetini oluşturamazsa da KDP’nin taleplerini olduğu gibi kabul etmemesi bu siyasetin son kertede boşa çıktığını, çıkacağını göstermektedir.

Zira Güney Kürdistan toplumunda siyasi ve ekonomik krizin biriktirdiği öfkeyi boşaltmak için Barzani’nin zaman zaman dile getirdiği 'bağımsızlık ilan edeceğiz' vaatlerinin artık hiçbir karşılığı yok. On yıllarca savaşın en zor koşullarını yaşamış Güney Kürdistan toplumu  geride kalan yirmi yılı aşkın bölge yönetim tecrübesinden yola çıkarak demokratik bir sistem gelişmeden, Kürtlerin iç birliği gelişmeden ne bağımsızlığın oluşabileceğine ne de Türk devletiyle geliştirilen ittifak girişimlerine rağbet eder. Bilakis bunun Kürtlere zarar veren temel etmen olduğunu da çok iyi görüyor.

Dolayısıyla KDP’nin Erdoğan ve AKP ile geliştirdiği bu stratejik ittifakın 'Mutlak İktidar'nı sağlamak yerine, onu gittikçe tükenişe götüreceğini söylemek daha doğru olur.