Günay: Birçok yaralı kan kaybından yaşamını yitiriyor
Amed Tabipler Odası Başkanı Cengiz Günay, hastanelerin pencerelerine ve çatılarına keskin nişancılar yerleştirilip askeri yığınak yapılarak devlet güçleri tarafından karargâh olarak kullanılması gibi uygulamalara tepki gösterdi.
MELEK YÜKSEL
AMED / ANF
Perşembe, 31 Aralık 2015, 07:01
Haftalardır süren devlet ablukası nedeniyle yaralıların ve ölülerin çatışma bölgelerinden çıkarılamaması, hastanelerin pencerelerine ve çatılarına keskin nişancılar yerleştirilip askeri yığınak yapılarak devlet güçleri tarafından karargâh olarak kullanılması gibi uygulamalara tepki gösteren Amed Tabipler Odası Başkanı Cengiz Günay, “Birçok yaralı çatışma çemberinin dışına çıkamadığı için kanamadan dolayı hayatını kaybetti” dedi.
Öz yönetimin ilan edildiği yerlerde devlet tarafından sürdürülen ve resmiyette karşılığı ‘sokağa çıkma yasağı’ olan katliam ablukaları birçok şehirde haftalardır şiddetlenerek devam ediyor. Bu ablukalar ya da ‘yasaklar’ mahallelere ya da ilçelere uygulanmakla kalmayıp hastalara, yaralılara hatta ölülere kadar uzanıyor. Söz konusu bu ilçelerde devlet güçlerinin saldırı ve engellemeleri yüzünden hala birçok yaralı hastanelere götürülemeyip kan kaybından yaşamını yitirirken, cenazeler ise sokak ortasında ya da okul bahçelerinde ailelerinin gelip onları almasını bekliyor. Devlet tarafından ‘terörist’ olarak yaftalanan bu insanların büyük çoğunluğu ya hendeklerin başında saldırılara karşı öz savunma gerçekleştirilirken keskin nişancılar tarafından katledildi ya da devlet güçlerinin yoğun saldırıları nedeniyle evlerine mermiler, havan topları isabet ettiği için yaralanıp hastaneye götürülemediği için yaşamını yitirdi. Devletin terörist olarak ilan ettiği ve ölümünü mubah saydığı bu ‘teröristler’ arasında anne karnındaki bebekten tutun 35 günlük bebeğe, hamile kadınlardan tutun 11 çocuklu kadınlara, sokakta oyun oynayan çocuktan tutun da 75 yaşındaki insana her yaştan insan yer alıyor. Bu da çok net gösteriyor ki devlet ‘sokağa çıkma yasaklarının’ ilan edildiği bölgelerdeki halk kadın, çocuk, yaşlı ayrımı gözetilmeden sistematik bir katliama tabi tutuluyor.
Haftalardır süren bu ablukalara ve bu ablukalar esnasında yaralıların ve ölülerin çatışma bölgelerinden çıkarılamaması, hastanelerin pencerelerine ve çatılarına keskin nişancılar yerleştirilip askeri yığınak yapılarak devlet güçleri tarafından karargâh olarak kullanılması gibi uygulamalara tepki gösteren Amed Tabipler Odası Başkanı Cengiz Günay, “Sur, Silopi, Cizre, Dargeçit ve Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı haftalardır devam ediyor. Nusaybin’deki yasak resmiyette kalkmasına rağmen fiiliyatta hala sürüyor. Malum bundan sonra sokağa çıkma yasaklarının resmiyette kaldırılsa dahi fiiliyatta süreceğini devlet yetkilileri belirtmişti” dedi.
‘BİRİNCİ KUŞAK HAKLAR İHLAL EDİLİYOR’
Amed Tabipler Odası, Amed Barosu, İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV), sokağa çıkma yasaklarına ilişkin ortak hazırladıkları raporlarda; daha önce ilan edilen yasaklarla beraber 17-18 merkezde toplamda 200 günü aşkın bir süre sokağa çıkma yasaklarının devam ettiğini belirten Günay, “Daha önceki yasaklarda da yaptığımız net tespitlerimiz var; sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerlerde yaşam hakkı ihlal ediliyor. Birçok merkezde sivil yurttaşlar hayatını kaybediyor. Özellikle barınma, beslenme, sağlık, eğitim hakları yani doğuştan gelen birinci kuşak haklar dediğimiz haklar ihlal ediliyor ve bu hak ihlalleri esnasında özellikle bebekler, çocuklar, yaşlılar ve kadınlar mağdur oluyor” ifadelerini kullandı.
‘GÜVENLİK GEREKÇESİ İLE İZİN VERİLMİYOR’
Öz yönetimin ilan edildiği yerlerde birçok sağlık merkezinin ‘güvenlik’ gerekçesi ile hizmet veremediğini vurgulayan Günay, “Özellikle 112 ekipleri emniyet ve oradaki güvenlik güçleri engellediği için mahallelere gidip oradaki hastaları ya da yaralıları tedavi edemiyor. Girdiklerinde de ancak onların istedikleri tarz ve yöntemle izin verdikleri kadar tedavi edebiliyor ya da hastanelere getirebiliyor. Mesela Sur’da daha önceki sokağa çıkma yasağında Abdülaziz Taluk adında bir yurttaşımız kalp krizi geçirmiş ve güvenlik güçleri izin vermediği için 112 ekipleri mahalleye girememişti. Orada da sokağa çıkma yasağı olduğu için vatandaşlar da araç ile hastaneye ulaştıramadılar ve bu yurttaşımız yaşamını yitirdi” şeklinde konuştu.
‘SAĞLIK TAKİBİ YAPAMIYORUZ’
Abluka altına alınan mahallelerde çok sayıda kişinin sürekli sağlık takibinin yapılaması gereken hastalar olduğunu hatırlatan Günay şöyle devam etti: “Diyaliz hastaları, kronik hastalar, tansiyonu ve şekeri olanlar var. Bu hastaların sürekli takip altında olması gerekiyor. Bunun yanı sıra bu mahallelerde çok sayıda gebe kadın olduğunu biliyoruz. Bu gebelerin belirli aralıklarla takip edilmeleri gerekirken var olan yasaklardan dolayı hastaneye gelip kontrollerini bile gerçekleştiremiyorlar. Çoğu kadın evde o kötü şartlar altında doğum yapıyor.”
‘SALGIN HASTALIKLAR YAŞANABİLİR’
Elektriğin, suyun olmadığı, kanalizasyonun açıktan mahallelere aktığı ve belediyelerin yasaktan dolayı haftalardır çöpleri toplayamadığı mahallelerde acil önlemler alınmazsa salgın hastalıkların yaşanabileceğini ifade eden Günay, “Kış ayları özellikle alt ve üst solunum yolu enfeksiyonu salgınlarının yaygınlaştığı bir dönem. Bu tür rahatsızlıkları olan insanlar da hastanelere ulaşıp tedavilerini alamıyorlar. Yine çocukların aşılanamıyor. Bunun sebebi de TSM dediğimiz aile sağlık merkezlerinin güvenlik nedeniyle açılamaması ya da açık olan merkezlerde de elektriklerin olmaması nedeniyle aşıların korunamayarak bozulmasıdır. Bu durum belki tolore edilebilecek bir zaman dilimi için geçerli ama bundan sonra aynı durumların yaşanması ciddi sorunlara neden olur” dedi.
‘SAĞLIK MERKEZLERİNE KURŞUNLAR İSABET EDİYOR’
Yasağın ilan edildiği bölgelerdeki sağlık merkezlerinin de sık sık kurşunların hedefi haline geldiğini belirten Günay şunlara dikkat çekti: “Yasağın ilan edildiği bölgelere yakın olan sağlık merkezlerimize sık sık ateşli silahlardan çıkan kurşunların isabet ediyor. Mesela burada Dicle Üniversitesi Onkoloji Merkezi, Çocuk Hastanesi, Selahattin Eyyübi Devlet Hastanesi ve kardiyoloji merkezine sık sık mermiler isabet ediyor. Düşünün bu savaşın dışında olmasına rağmen mermiler isabet ettiği için arkadaşlarımız Sur’u gören cephede odaları boşaltıp burada sağlık hizmetleri vermiyorlar. Çünkü can güvenlikleri yok. Her an bir kurşuna hedef olabilecekleri korkusu ile işe gidip geliyorlar.”
‘HASTANELERE KESKİN NİŞANCILAR YERLEŞTİRİLİYOR’
Cizre Devlet Hastanesine devlet güçleri tarafından el konularak karargah haline getirildiğini aktaran Günay, “Cizre’deki sağlıkçı arkadaşlarımızdan aldığımız bilgi şu; güvenlik güçleri orayı tamamıyla abluka altına almış ve birçok güvenlik görevlisini hastaneye doldurmuş. Keskin nişancılar çatıdan ve pencerelerden mahallelere ateş ediyor e tabi buna karşılık gelen ateşler de maalesef hastaneye isabet ediyor.
‘SAĞLIK MERKEZLERİNİZİ KORUMAK ZORUNDASINIZ’
Sağlık bakanlığı, sağlık merkezlerinizi korumak zorundasınız. Avrupa ile yapılan birçok sözleşme var, Cenevre sözleşmesi var. Özellikle sağlık birimlerinin savaş esnasında korunup, çatışma alanında hastalananların, yaralananların hastaneye götürülmesine ya da sağlıkçıların gidip buralarda sağlık hizmeti vermelerini sağlamak zorunda olduğunu hatırlatmak istiyoruz” diye konuştu.
Sokağa çıkma yasakları bir savaş hali tanklar yürüyor, toplar atılıyor diyen Günay şöyle devam etti: “Bir annenin tamamı ile sivil bir kişinin cenazesinin bir hafta yerde kalması gerçekten korkunç bir tablo. Sivillere bile tahammül edemiyorlar. Bir cenaze bir hafta yerde kalır mı? Birçok yaralı çatışma çemberinin dışına çıkamadığı için kanamadan dolayı hayatını kaybetti. Yaralıların büyük çoğunu hastaneye getirmeye çalışan kişiler gözaltına alınıyor. Yine yaralı olarak gelen kişi eğer genç ise tedavisini yarıda kesip, gözaltına alınıyor.
‘CENAZELER AİLELERE TESLİM EDİLMELİ’
Sur’da iki cenazenin bir okulda olduğunu ve bu cenazelerin de alınamadığını sayın valimize, bürokratlara gerekli görüşmelerde hatırlatıyoruz. Özellikle yaralıların kim olduğu; kimliği, dili, dini hiç önemli değil. Bu yaralıların olay yerinden alınıp hastanelere götürülmesi gerekiyor. İçerideki cenazeler bir an önce alınmalı, gerekli yasal işlemler yapılmalı, hastaneye götürülüp, savcılık eliyle otopsilerinin yapılmalı ve ailelerine teslim edilmeli. Bunların hepsinin acil bir şekilde yapılması gerektiğini gerekli mercilere ilettik. Cevap olarak sayın vali de bu cenazelerin yoğun çatışmalı ortamdan kaynaklı alınamadığını söyledi. İki tarafa da sesleniyorum içeride yaralı, hasta ya da cenazelerin olduğu durumlarda çatışmalara ara vermeli ve yaralılar çatışma bölgesinden çıkarılmalı.”
Devlet güçlerinin “sivil vatandaşlar bize ulaşırsa onların güvenli bir şekilde bölgeden çıkarırız” sözlerine tepki gösteren Günay, “Çatışmanın ve ablukanın sık olduğu yerde insanlar hastanelere gidemiyorlar. Önceki raporlarımızda oradaki yurttaşlarla yaptığımız görüşmelerde direkt şunu belirtiyorlar: ‘Biz evlerimizde çıkamıyoruz. Çıktığımız zaman keskin nişancıların hedefi olacağız korkusundan dolayı kafamızı bile çıkaramıyoruz.’ Bu iddia çatışmaların olduğu tüm yerlerde geçerli. Hani emniyet birimleri sivil vatandaşlar bize ulaşabilirlerse güvenli bir güzergah belirtip onları hastaneye götürebileceğiz diyor ya; elektrik yok, su yok, cep telefonundan tutun ev telefonuna kadar tüm iletişim araçlarının kesildiği bir yerde size nasıl ulaşacak bu insanlar? Varsa yaralısı, hastası, kalp krizi geçireni, havale geçiren çocuğu vs. size nasıl ulaşacak? Bu bir çözüm değildir. Tek çözüm sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması, müzakere masasına oturulmasıdır.
‘BURADAYIZ BİR YERE KAÇMADIK’
Devlet öz yönetim ilan edilen alanlardaki tüm sağlık emekçilerinin oraları terk ettiğine dair bir algı yaratmaya çalışıyor. Bizler sağlıkçılar buradayız bir yere kaçmadık! Neden şehir dışından sağlıkçıları bu bölgelere getirecekler? Bu sağlıkçılar bir hafta burada kalacak, sağlık hizmeti verecekler gibi açıklamalar yapıyor. Buna ne gerek var? İstemimiz çok nettir; izin verin ekiplerimizle sivil yurttaşlarımızın olduğu bölgelere girelim, varsa ihtiyaçlarını karşılayalım tedavilerini yapalım. Gerekirse yarlıları, hastaları hastanelere götürelim. Yetkililerden tek isteğimiz bu olmasına rağmen her başvurduğumuzda aktif çatışma var, siz hedef olursunuz. Bu çatışma bölgesine sizi alamayız şeklinde söylemlerle başvurumuz reddediliyor” dedi.
Kürdistan’da haftalardır süren sokağa çıkma yasaklarını kastederek “Bu savaşı ne zaman duyacaksınız?” diye soran Günay şöyle devam etti: “Haftalar batıdan bir ses yok. Biz batıdaki insanların sesimize ses katmalarını, bulundukları yerde bu savaşa karşı duruşlarını net bir şekilde göstermelerini istiyoruz. Bu savaş bir çözüm değil. 90’lı yıllarda, faili belli cinayetlerin olduğu dönemlerde, devletin tüm gücünü, tüm askeri unsurlarını kullandığı bir dönemde bile bu iş çözülmedi. Bizler o günleri yaşayan insanlarız. Tabi ki güvenlik çerçevesinde bazı prosedürler gerçekleştirilebilir ama topun tankın yürüdüğü, evlerin direk hedef alındığı, yıkıldığı, barınmanın ortadan kaldırıldığı ve o insanların göçe zorlandığı bir dönem yaşıyoruz. 90’lı yıllardaki gibi bizi onursuzlaştıramazsınız. Çünkü o zaman da insanlarımızı göçe zorlayarak onursuzlaştırmak istediğiniz gibi bu gün de bunu yapmaya çalışıyorsunuz. Biz onursuzlaşmayacağız. Barış talebimizi, demokrasi talebimizi sahipleneceğiz. Bir an önce bu çatışmaların durmasını, orada yaşayan insanların başta, barınmasını, beslenmesini, sağlık hizmetlerini, eğitim hizmetlerinin bir an önce devreye girmesini, yaşama geçirilmesini talep ediyoruz. Bu hususta biz kurum ve sağlık emekçileri olarak hazırız. Biz zorluyoruz. O bölgelere bir kaç arkadaşın gitmesini dahi önemsiyoruz.”
‘DEMOKRATİK YÜRÜYÜŞLERDE GENÇLER KATLEDİLİYOR’
Her yürüyüşte çok sayıda gencin yaralandığına ve yine çok sayıda kişinin de yaşamını yitirdiğine dikkat çeken Günay, “Umarım siyasal anlamda bir araya gelinir ve Dolmabahçe mutabakatı çerçevesinde bu yangına bir su serpilir. Ortadoğu kazanı zaten karmakarışık kaynıyor. Aynı şeyi bu bölgede yaşamak istemiyoruz. Gerçekten psikolojik bir sınırda ve kopuşun eşiğindeyiz. Bunu fiziki bir kopuşa götürmeyelim çünkü artık psikolojimiz kaldırmıyor. Demokratik hak taleplerimiz var. Yürüyüşler oluyor. Buna karşı orantısız güç gösteriliyor. Tonlarca gaz atılıyor. Diyarbakır’ın birçok mahallesine gaz atılıyor. O mahallelerde yaşayan astımı ya da kronik hastalığı olan insanlar bu gazdan etkileniyor. Çocuklar etkileniyor. Yine her bu tarz tepkide 6-7 gencimiz hayatını kaybediyor. Mesela en son sokağa çıkma yasağı protestolarında Şiyar Baran isimli genç yaşamını yitirdi. Ondan önce yine protestolar esnasında Şiyar ve Şerdil yaşamını yitirdi. Bu tür yasal çerçevelerde gerçekleşen yürüyüş ve protestoları destekliyoruz ve yurttaşlarımızın yaralanmaması ya da yaşamını yitirmemesi için de devleti sorumluluğa davet ediyoruz” diye konuştu.
‘ULUSLARARASI KAMUOYU ACİL HAREKETE GEÇMELİ’
Günay uluslararası kamuoyuna da şöyle seslendi: “Şu ana kadar hazırladığımız raporları birçok dile çevirip, birçok ülkeye ve Avrupa Parlamentosuna faksladık. Aynı şekilde İHD aracılığı ile oradaki insan hakları derneklerine de acil çağrılarda bulunduk insan hakları derneği üzerinden. Uluslararası kamuoyundan da yeniden diyalog ve müzakere sürecine dönülmesi ilişkin açıklamalar yapıldı fakat biz yine de burada yaşananların görülmesini istiyoruz. İnsan hakları ve sağlık alanında çalışma yürüten örgütleri çok acil bir şekilde zaman kaybetmeden buraya gelmeleri için davet ediyoruz. Dünya tabipler birliği, Türk tabipler birliği sık sık buraya gelip mevcut durumu değerlendiriyor. Biz onların şahsında Türkiye’de sağlık çalışması yürüten kurum ve kuruluşların üyelerini ve başkanlarını da buraya davet ediyoruz. Sağlıkçılar olarak bu savaşın durması için ellerinden geleni acil bir şekilde yapmaları gerekiyor.”