Bayındır: Türkiye savaşın esiri olmuş

DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır, Türkiye’nin savaşçı politikalarının esiri durumuna geldiğini; bir kısır döngünün içerisine girdiğini belirterek, “Bir avuca karşı milyonlarız. Tüm kesimler birlikte çalışarak bu zulme ‘dur’ diyebiliriz” dedi.

DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır, yüzyıllardır bedeller ödeyen Kürt halkının ilk defa böylesi bir ortak duyguyla hareket ederken tüm kaygıların bir kenara bırakılmasını ve ulusal birlik yönünde amasız, fakatsız, koşulsuz bir araya gelinmesini istedi.

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eşbaşkanı Keskin Bayındır, ANF’nin sorularını yanıtladı.

KDP, koronavirüs bahanesiyle Başûrê Kurdistan’ın Zînî Wertê alanına güçlerini yerleştirdi. Bu konu başta diğer Kürdistani taraflar olmak üzere halkta büyük bir tepkiye neden oldu. Oraya gönderilen gücün çekilmesi isteniyor, sizce neler oluyor?

Dünyadaki birçok iktidar yapısı, özellikle de totaliter ve baskıcı rejimle, salgını fırsata çevirme arayışına girdi. Demokratik teamüllerden uzak, halk çıkarlarını gözetmeyen kararlar alındı. Zînî Wertê’ye askeri güçleri konuşlandırırken İran sınırının sıfır noktasında olduğunu ve bundan dolayı yaptığını kamuoyuna deklare etti. İşin aslının böyle olmadığı açıktır. Aslında bu, KDP’nin kendi kararı değildir. YNK ile KDP’nin zaman zaman anlaşmazlıkları da olsa sonuçta daha önceki anlaşmalarına bağlı olarak birbirinin bölgelerinde bu yönlü hak ihlali yapmamaktadırlar. Burada etkili olan, KDP’ye bunu dayatan güçlerdir. Yani tüm bu olayları basit bir salgın döneminde alınmış güvenlik politikaları olarak nitelendirmemek lazım. Kandil’e ve İran’a yakın böylesi bir alanda kimin çıkarları var. Buradan bakıldığında işin içine Türkiye girmektedir. Türkiye’nin zaten Başûrê Kurdistan’da 20’den fazla askeri üssü bulunmaktadır. Bu üsler, KDP denetimindeki alanlardadır. Türkiye bölgenin stratejik merkezi olan Kandil’i denetim altına almak için uğraşıyor.

Dolayısıyla KDP, doğru bir siyaset izlemiyor. Halkın çıkarlarını esas almayan, ulusal birliğe katkı sağlamayan bu yöntemleri bizlerin de tasvip etmesi beklenemez. Bizler ulusal çıkarları esas alan söylemlerin ve pratiklerin olmasından yanayız. Farklı devletlerin dayattığı, Kürt halkına hiçbir fayda sağlamayan yeni bir çatışmaya sebep olacak gerginliklerden kaçınmak lazım.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, ilk telefon görüşmesinde oradaki sorunlara dikkat çekerek, ulusal birlik ihtiyacının gerekliliğini vurguladı ve 1982’de İdris Barzani ile üzerinde anlaştığı protokolü hatırlattı. Sizce bu çağrı yerini bulur mu?

Sayın Öcalan, bölge politikalarını iyi gözlemleyen ve yön veren bir siyasetçidir. PKK silahlı mücadeleye başlamadan yaklaşık iki yıl öncesinde 1982’de stratejik bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmaya derinlikli bakmak lazım. 38 yıl öncesinden yapılan bu anlaşma ile aslında ulusal birlik amaçlanmıştır. Bu ulusal birlik temelinde ise bölgede bulunan siyasi partilerin birlikte çalışmalar yapmalarına olanak sağlamakla birlikte, çalışmaların çatışmaya dönüşmeden, birbirine zarar vermeden, bağımsız yapılabilmesi de öngörülmüştür. O dönemin koşullarını göz önüne getirmekte yarar var. KDP, İran ve Irak tarafında tehdit olarak algılanmaktadır. Çalışmalarına müsaade edilmemektedir. Kürdistan bölgesine sınır olan devletler bu alanlarda hakimiyet kurmak istemekte, Kürt halkının ulusal birliğini istememektedirler. İşte böylesi bir dönemde yapılan anlaşma önemlidir.

Bu anlaşmanın içerisinde Kürdistan ve bölgede emperyalizmin plan ve komplolarına karşı mücadele etmek vardır. Anlaşmanın 4. maddesinde bölge halklarının ve Kürdistan ulusal kurtuluşunun ve önderliklerinin düşmanı olan siyaset anlayışlarına ve rejimlerine karşı savaşmaktan bahseder. 8. maddesinde Kürdistan ulusal sorununun tartışılıp belli kararlan alınması, üst düzey toplantıların organizasyonunun yapılması istenmektedir. Yani bu anlaşmanın genel hatlarına baktığımızda ortaya ulusal birlik çıkmaktadır. 1982’de İran, Irak ve Türkiye rejiminin Kürt kimliğini tanımadığı, Kürt halkına karşı imha politikalarını geliştirdiği bir dönemde, yok oluşa karşı bir varoluş mücadelesi istenmektedir. İşte burada Sayın Öcalan’ın öngörüleri devreye girmektedir. Burada tüm Kürt siyasi temsilciliklerin bölgede çalışmalar içerisinde olması, ulusal birliğe yönelik adımlar atılması ve özellikle de Kürt halkına karşı yapılacak saldırılara karşı ortak tavır alınması gerektiği belirlenmiştir. Kürt güçleri arasında kan dökülmesini önleyici bir anlaşmadır, diyebiliriz.

Şimdiye dönersek; 40 yıl geçmesine rağmen halen Kürtler arasında birlik sağlanamamıştır. Ulusal bir birliğin olmamasından dolayı bölgede Kürtler birbirlerine karşı kullanılabilmektedir. 1990’lı yıllarda 2000li yıllarda defalarca gerginlik ve çatışmalar yaşandı. İşte Sayın Öcalan, böylesi kritik bir süreçte yeniden devreye girerek tüm bu olumsuz gelişmelerin yaşanmaması için çağrılar yapmaktadır. Bu çıkışa bir an önce karşılık verilmelidir. Kürdistan topraklarında ulusal birlik sağlanmalıdır. Bizler de bu yönlü çağrıları destekliyoruz.

Bu süreçte tüm parçalardaki Kürtlerin birliği için neler yapılmalı?

DBP’nin de içinde olduğu siyasi partilerin bir süredir ulusal birlik yönünde çalışmaları bulunmaktadır. Birçok siyasi parti ve temsilciliklerin bir araya gelip toplantılar alması ve halkın beklentilerine göre hareket etmesi olumlu gelişmelerdir. Halk artık ulusal birliktelik istemektedir. Rojava’da, Başûrda, Bakur’da yani tüm alanlarda, tüm siyasi güçlerin bir araya gelmesini ve halkların çıkarlarını temel alarak bir birliğin sağlanmasını istiyor. Bu süreçte böylesi bir çalışma var. Bunu hızlandırmak gerekmektedir. Siyasi partilerin, kurumların ve kişilerin kendileri, aileleri veyahut aşiretsel ilişkileri, çıkarları değil de halkların çıkarları esas alınarak bir çalışma yürütülmelidir. Yani kişiler ve partiler kişisel kaygılarını değil ulusal kaygıları ön plana almalıdır. Yüzyıllardır bedeller ödeyen bir halk, ilk defa böylesi bir ortak duyguyla hareket ederken, bu kadar yakınken, tüm kaygılar bir kenara bırakılmalı ve ulusal birlik yönünde amasız, fakatsız, koşulsuz bir araya gelinmelidir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit devam etmektedir. Türk devletinin tecridi devam ettirmesindeki amaç nedir?

Sayın Öcalan’ı sadece PKK ile değerlendirmek yanlış olur. PKK siyaseti üzerindeki etkisi yadsınamaz. Fakat bölgedeki siyasi gelişmeler üzerindeki etkisini de göz ardı etmemek lazım. Bunu her süreçte görmekteyiz. Özellikle çözüm sürecindeki belirleyici güç olması, Türkiye ve bölgedeki siyasetin belirlenmesindeki çabasını herkes gördü. Sayın Öcalan’ın çağrısı sonucu çatışmazlık süreci başladı. Demokratik mücadele esasları yeniden belirlendi. Türkiye’nin dışarıda ve içerideki politikaları yeniden şekillendi. Bu sadece Türkiye ve PKK açısından değil bölgedeki diğer devletler açısından da böyleydi. ABD yeniden Irak’taki ve bölgedeki politikasını şekillendirmek zorunda kaldı.

Türkiye’nin savaşçı politikalarını şekillendirdiği, Kürt düşmanlığı üzerinden yeni bir siyaset tarzı yürüttüğü böylesi bir süreçte, kendisinin belirlediği siyasetin hakim kılınması ve başarıya ulaşması için tüm muhalif sesleri bastırmak istiyor. Kendisinin belirlediği yol ve yöntemlerin başarısı için, kendisinden daha güçlü siyaset yapabilecek, yön verebilecek kişiler ve kurumlar üzerinde baskılarını sürdürmektedir. Bölge için önemli bir yön gösterici olan, geliştirdiği söylemler ile alternatif bir siyaset üretebilen, demokratik bir zeminin güçlenmesi için çalışmalar yapan Sayın Öcalan’ın tecridini sürdürerek özünde Kürt siyasi hareketini siyasetsiz bırakmak, bölge hakları üzerindeki hegemonyasını sürdürmek istiyor.

Son dönem politikalarına bakarsak sadece sınırları içerisinde muhalif kesimlere değil, dışarıda da Efrîn’de, Başûrê Kurdistan’da, hatta Libya’ya uzanmak istiyor. Böylesi hegemonik, çatışmacı ve savaşçı bir çizgi izlerken, alternatif üretebilecek, halklar tarafından dikkate alınan, bölge siyasetine yön veren bir siyasetçi olan Sayın Öcalan üzerindeki tecridi ise daha da derinleştirmektedir. Bölgenin barış ve refahı için bir an önce tecritten vazgeçilmeli ve Sayın Öcalan’ın siyaset yapmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Türkiye’deki ekonomik kriz tüm toplumda ve özellikle emekçi kesimde büyük sıkıntıların yaşanmasına yol açıyor. Buna rağmen Türk hükümeti Kürt halkına karşı geliştirdiği kesintisiz saldırıları, resmi sınırlarının dışına da taşırmış durumda. Başûrê Kurdistan, Kuzey-Doğu Suriye saldırıları ile Libya’ya da asker ve kendine bağlı çeteleri gönderiyor. Bu saldırılara karşı özellikle Kürt halkı, emekçi kesimler, demokrasiden yana insanlar neler yapmalı?

Türkiye savaşçı politikalarının esiri olmuş durumdadır. İçte başta ekonomi olmak üzere tüm geliştirmiş olduğu politikalardan bir sonuç alamamıştır. Her geçen gün bir kısır döngünün içerisine girmektedir. Ekonomisinin, siyasetinin iflas ettiği bir dönemde, dış ülkelerle ilişkilerinde de büyük sorunlar yaşamaktadır. İktidarını kaybetme korkusu, koltuğunun sallantıda olma korkusu ile düşmanlar yaratarak, milliyetçiliği körükleyerek ayakta kalmaktadır. Tüm başarısızlıklarını ise muhalefete, dış güçlere bağlamaktadır. Söylemlerine, pratiklerine baktığımızda 2. Dünya Savaşı dönemindeki Almanya’yı hatırlatmaktadır. Goebbels’in politikaları günümüzde uygulanmak istenmektedir. Büyük yalanlar ile düşmanlar yaratarak, başarısızlıkları muhalefete bağlayarak, muhalefeti parçala, böl ve yönet anlayışıyla, yandaşlarıyla birlikte algı operasyonları yaparak iktidarını korumaktadır. Dikkat ederseniz; Büyük Türkiye’den bahsedilmektedir. Osmanlıcı söylemleri ayyuka çıkarılmaktadır. Neredeyse Viyana kapılarına dayandık, denilmektedir. Yine üç kıtada at koşturacağız söylemlerini, Türk-İslam sentezini tüm kesimlere dayatmaktadır.

Böylesi bir dönemde muhalif kesimler cılız da olsa seslerini yükseltirken, Kürt karşıtlığı ve söylemleri ile bu muhalif sesleri de susturabilmektedir. Türkiye’de birçok kesim AKP’ye muhalefet ederken konu Kürtler olunca AKP’ye muhalif olma tutumlarını bir kenara bırakıp milliyetçi bir bakış açısıyla iktidarın sarmalında yer almaktadırlar.

Türkiye’ye baktığımızda o kadar birikmiş sorun var ki, iktidar hangisini çözdü, dersek aslında çözmedi daha da katmerleştirdi, diyebiliriz. Büyük bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. İktidar öncelikle kendisine yakın küçük bir kesimi, sermayedar kesimini memnun etmeye çalışmaktadır. Sağlık, eğitim veya ekonomiyi eleştiren tüm kesimleri hain ilan etmektedir. “Terör örgütleri” ile ortaklaştıklarını ima ederek tehditler savurmaktadır. Birçok muhalif kesim ise bu tehditlerden dolayı yeterince mücadele etmemektedir. Hatta bazen iktidarın kimi söylemlerinin kuyruğuna takılıp savrulup gitmektedirler. Yani gündemi belirleyen, yapay gündemlerle asıl sorunları perdeleyen bir iktidar karşımızda var. Bizlerin yapması gereken tüm tehditlere, algı yönetimlerine vb. karşı ülkenin gerçek gündemlerini, sorunlarını öne çıkarmak olacaktır. Bir avuca karşı milyonlarız. Düşmanlaştırma, böl, parçala ve yönet politikalarına karşı bir olmamız gerekmektedir. Savaş çığırtkanlıklarına geçit vermemeliyiz. Bu ülkenin sorunlarını, bu ülkenin insanları çözer. Bizler de emekçiler, kadınlar, gençler, ezilenler, bu ülkeden yaşayan tüm kesimler birlikte çalışarak, örgütlenerek bu zulme dur diyebiliriz. İktidarın değil, halkın çıkarları etrafında birleşerek demokratik bir yönetim anlayışı geliştirebiliriz.