1994'ün yaz mevsimiydi. 'Faili meçhul' cinayetlerin, köy boşaltma ve yakmalarının olduğu, işkencelerin ve hak ihlallerinin en yoğun olduğu dönemlerden biriydi. O gün, 1993’te boşaltılan köyümde (Zeviya) bir çatışmanın haberini duymuş, 'meraktan' on kilometrelik yolu koşarak katetmiştim. Olay yerinde bir sürü asker, korucu ve köylü vardı.
Henüz 9 yaşımdaydım. Anlamaya çalışıyordum. On kilometrelik koşu henüz kafamdaki soruları gidermemişti. Etrafa meraklı gözlerle bakarken dağdan bir cenazenin korucular tarafından taşınıp aşağıya indirildiğini gördüm. Köyün kadınları ağlıyordu. Sessizce. Cenazeyi köy meydanına bıraktılar. O sırada orada bulunan askerler akbaba misali cenazenin üstüne üşüştüler. Korku içindeydim ancak merakım ağır basıyordu, kalabalığı yararak daha iyi görebileceğim bir yere geldim. Askerler ile korucular arasında bir kargaşa yaşandı; korucular silahlarına davranıp bir köşeye çekildiler.
Sonradan öğrendim: Kadın bir gerilla çatışmada yaralanmış ve sağ ele geçmemek için kafasının altında bulunan el bombasını patlatmıştı. Askerler cenazeyi soymak isteyince halk karşı çıkmıştı. Tepkiler üzerine cenaze olduğu gibi kaldırılmış.
O gün büyük bir öfkeye kapılmıştım. İnsan bu kadar barbarlaşabilir mi, diyordum. Çaresizlikle içim içimi yiyordu. Cenazeye bile saygısı, tahammülü olmayanlar bize nasıl 'katlanabilirdi' ki?
HEDEF KÜRDÜN TOPLUMSALLIĞI, İRADESİ
Daha sonra ve şimdi yaşananlara baktığımda, biraz daha iyi anlıyorum. Bu devlet politikası ve barbarlığı hiç de tahavvül etmiyor. DAİŞ çetelerine karşı insanlık değerlerini koruyup şehit düşen YPG ve YPJ cenazelerinin Habur Sınır Kapısı'nda günlerce bekletilmesi; Ekin Wan’ın çıplak bedeninin teşhir edilmesi; Hacı Lokman Birlik’in cenazesinin hakaret eşliğinde yerlerde sürüklenmesi ve şimdi de Silopi, Cizre ve Sur’da devlet güçleri tarafından katledilenlerin cenazesinin günlerce sokakta bekletilmesi; defnedilmesinin engellenmesi; ailelerinden habersiz cenazelerin gömülmek istenmesi... Yetinmiyorlar; gömülenlerin de mezarlıklarını bombalıyorlar.
Cenazeler üzerinde bir halkın iradesini kırmak, onu çaresiz bırakmak, direncini kırmak için savaş hukukunun da dışına çıkıp DAİŞ zihniyetiyle tüm ahlaki ve vicdani değerleri ayaklar altına almayı kendine hak görüyorlar. Sesi çıkanları 'hain', 'düşman', 'terörist' sayıyorlar. Yozlaşmış ve kokuşmuş bir zihniyetin Kürdistan’da kendini bu şekilde var etmesini istiyorlar.
Aslında AKP, halihazırdaki gücüne de inanmıyor zira 'görünenin' aksine, 1 Kasım'da kaybeden oldu. Bu yenilgi onu daha saldırgan yaptı. Bütün egemen güçler gibi, hünerleri artık karşılık bulamazken, saldırının dozunu da yükseltiyor. Çırpınıyor, diyelim. Kırk milyonluk bir halkı katliam ve topraklarını terk etmeye zorlayarak yok edemeyeceğini o da biliyor ama yılgınlık yaratarak bir iradeyi, toplumsallığı yok edeceği yanılgısında.
MEDYA: BEBEKTEN TERÖRİST, İŞGALCİDEN CÖMERT
Bu ahlaksızlığı, batıya 'vatanın bütünlüğünü korumak' etiketini yapıştırıp satıyorlar! Olup bitenleri sahiplenen medyaları ise, devletin bekasını korumak adına her türlü iftirayı atmaktan geri durmuyor.
Basit denklemle düşünelim: 'Sivil öldürmüyoruz' diyorlar. Ölen onca sivilin aileleri ise katil olarak devlet güçlerini işaret ediyor. Bunun muamma bir tarafı yok; halk katili tanıyor. Peki, bunlar 'operasyon kazası' olabilir mi? (Olsaydı da tanımı değişmezdi) Kaldı ki, doğrudan evleri bombalamanın; sokağa çıkanı, pencereye çıkanı doğrudan hedef almanın; keskin nişancı kullanmanın böyle bir olasılığı da ilga ettiğini görmek lazım. Sivil öldürmeyi 'günah' mı addediyorlar? Kendilerine yakıştırmıyorlar mı? Bu onların kırmızı çizgisi, hassas noktası mı? Buna da hayır. Sadece, psikolojik savaşta güçlerini ve uluslararası alanda meşruiyetlerini kaybetmek istemiyorlar. 'Nasılsa sivil öldürerek mesajı asıl adresine (yine sivil halka) veriyorum, açıktan niye sahipleneyim' diye düşünüyor olmalılar. Ne var ki, psikolojik savaşta bile tıkanmış durumdalar. Mesela yenilmek üzere olduğumuzu söyleyenlere bakmayın. Ona bakarsanız, doğmasıyla ölmesi bir olan küçük bedenleri 'terörist'; işgal edip içindekileri katlettikleri evlere para bırakmalarını 'cömertlik'; gözü önünde babası vurulmuş evladın algısını 'huzur operasyonu'; hastalarını başka yerlere götürüp geri dönenlerin 'kaçtığını' görürsünüz. Kaldı ki, bu devlet ve medyası bebekten katil, katilden kahraman çıkarmanın da erbabı.
DİK DURANLAR ÇOĞALDIKÇA...
Senelerdir kaç hükümet değişti, kaç zalimin adı sövgüyle anılıyor ama Kürt halkı hep ayakta! Varlığını, haysiyetini korumak için hiçbir bedelden tereddüt etmiyor. Dik duranlar çoğaldıkça, artık çaresiz olmadığımızı da anlayabiliyorum. Zulmün olduğu yerde direnmek, bütün güzelliklerin tek seçeneği olarak yeşeriyor. Özcesi; bahar gelecek, Cudi çiçek açacak!
Ferhat Encü
HDP Şırnak Milletvekili