Ortadoğu'nun en savaşkan halkı olarak tanınır Kürtler. Yüzyıllardır, hatta bin yıllardır vatanı etrafında kurulmuş çeşitli devlet rejimlerinin bayrağı altında savaş yürüten, kısa süreli özyönetim dönemleri dışında “kendi için savaşmayan” halk olarak adlandırılır.
Birçok devletin fetih, zafer öykülerinde, bir komutan, oldukça önemli bir rol oynayan asker, savaşın kaderini değiştiren kişiler içinde sıkça rastlanır ismine Kürtlerin. Şam'da, Kudüs'te Selahaddin olur, Irak'ta İngiliz sömürüsüne direnen, Türkiye'de savaştaki başarısı nedeniyle Kahraman, Şanlı ilan edilen.
Bu savaşkanlığını kendi değerlerini korumak için kullanmak istediğinde ise adı şaki, haydut, hain, terörist olur. İsyancı olup bastırılır, tehdit sayılıp katledilir, arta kalanlar da Türkleştirilir, Araplaştırılır, Farslaştırılır. Kürt düşmanlığı böyle kökleşir. Kürtler kendilerinden böyle uzaklaştırılır.
Son 35 yıldır bu durumu tersine çevirme çabalarının yalnızlaşmasının, karşısındaki ittifakın güçlenmesinin nedenini de burada aramak lazım. 'Başkalarının Askerleri'nin, artık kendisi için savaşıyor olmasında.
Evet, hep “başkaları için savaşan”, “başkalarının askeri” olan halkın çocukları bugün ikinci yılını doldurmuş özgür Rojava topraklarında tarihi değiştiriyor. Cizir, Kobanê ve Efrîn kantonlarına; yani özgür Rojava topraklarına yönelen sayısız terörist saldırıyı bertaraf edebilmiş Kürt halkı, bugün belki de en azgın düşmanla, DAİŞ ile savaşıyor. Yenilgi tecrübeleriyle sabit, 35 yıllık savaştan çıkarılan derslere dayanan bir düşman ittifakına karşı savaşıyor.
DAİŞ'in komployla düşürülmüş silahlı farklı küçük gruplar, tehdit ve şiddetle sindirilmiş aile ve aşiret üyeleri, özel yetiştirilmiş istihbarat elemanları ve değişik ülke ordularında savaşmış profesyonel katillerden oluştuğu tartışma götürmüyor. Bilinçli propagandalarla yıllardır örgütlenen, şiddet yanlısı, ahlak ve ilkeden boşalmış toplum dışı kişi ve grupları bünyesinde buluşturması gücünün kaynağı. Şiddetin, tecavüzün, fethin, her türlü güdüsel ihtirasın yaşam şansı bulabildiği ilkesiz, ahlaksız, ölçüsüz bir ortamın çekiciliği ise binlerce teröristin buraya akmasının temel nedeni.
Bölge devletlerinin yanlış politikalarının yarattığı zeminde güçlenen, bizzat bu devletlerin yarattığı imkanlarla büyüyen bu güruhun Ortadoğu'da “işlevselliği” oranında bir aktör olabildiğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Burada önemli olan statükocu devletler, uluslararası güçler ve paravan örgüt arasındaki çıkar birliğidir. Bu çıkarlar sürdükçe DAİŞ ve benzeri örgütler bu ittifakın elindeki sopa görevini görmeye devam edecektir. Şu anda Rojava'da devam eden çatışmalı durumu bu şekilde okumak, daha doğru sonuçlara ulaşmak açısından önemlidir.
Ortadoğu'ya yön vermeye çalışan hakim politikaların altın kuralı “hiçbir güç rakiplerini yok edecek kadar güçlenmemeli”dir ve tüm ilişki ve ittifaklar da bu kural çerçevesinde planlanıp pratikleştirilmektedir. YPG'nin DAİŞ karşısındaki savaşında da bu kuralın yönlendiriciliği açık bir şekilde görülmektedir. İnsanlığın tüm ortak değerlerini ayaklar altına alan bu çetelere karşı en sonuç alıcı savaşı yürütmesine rağmen YPG'ye halen mesafeli yaklaşılmasının altında bu kuralın sevk ediciliği yatmaktadır.
Yoksa o kadar söz verilmesine rağmen bir türlü destek sunulmaması nasıl açıklanır? DAİŞ'e karşı alınan her zafer ardından kendisini bu zaferin bir parçası olarak sunan kesimler neden pratik bir destekten kaçınır ki?
Açık söyleyelim; DAİŞ karşıtı koalisyon da içinde olmak üzere bölge ve uluslararası arenada mevcut sistemin devamından yana olan hiçbir güç YPG'nin DAİŞ'e nihai darbeyi vurmasını istemiyor. Farklı gerekçeler öne sürmekle birlikte, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi halen Kürdistan'ı sömürgeleri sayan devletler, bölgedeki çıkarlarını zedeleyeceğini iyi bilen ABD öncülüğündeki batı dünyası, kimi çıkar ve etkinlik çelişkileri yüzünden Kürdistanî ve bölgesel parti ve hareketler YPG'nin, dolayısıyla Özgür Rojava'nın bu çete güruhuna son darbenyi vurmasını istemiyorlar.
Hoş, onlar istemiyor diye bu darbe vurulmayacak değil. Lakin bölgede kendi alternatif güç ve sistemlerini yaratabilmek amacıyla zaman kazanmanın peşinde olan bu güçler maalesef bu darbeyi geciktirmeye devam ediyorlar.
Bu gecikme de ne yazık ki DAİŞ çetelerinin kendini toparlamasına, yeni çeteler devşirmesine, silah ve cephane takviye etmesine zemin sunuyor. Til Temir ve çevresine yönelik 30 Nisan günü başlayan kapsamlı saldırıların da bu zeminden faydalanılarak düzenlendiği ortada.
Peki bu durum böyle devam edecek mi? YPG-DAİŞ çatışmaları uzun bir süre daha gündemde mi olacak?
Bu an'dan ve Rojava'dan bakılınca bu tür oyunların, suni gündemlerle oyalama politikalarının devam etme ihtimali oldukça yüksek. Çatışmalı durumun devamı anlamına gelen bu ihtimalin bertaraf edilebilmesi ise ancak YPG etrafında toplanan güçlerin sergilediği iradeli duruşun yürütülen siyasi-diplomatik faaliyetlere yansıtılmasıyla mümkün olabilir. Bu konudaki girişimlerin sonuç alması durumunda çok da uzak olmayan bir zamanda DAİŞ'in başta Rojava Kürdistan'ı olmak üzere bölge üzerindeki tehdidinin ortadan kalkacağı beklenebilir.