GÖRÜNTÜLÜ

Altun: Türkiye, Suriye’de iflas etti, Irak’ta açılım yapmak istiyor

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Türkiye’nin Ortadoğu siyasetini, Suriye’de devam eden iç savaş, bölgesel güçlerin politikaları ve Kuzey Kürdistan’daki sürece ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Türkiye’nin Ortadoğu siyasetini, Suriye’de devam eden iç savaş, bölgesel güçlerin politikaları ve Kuzey Kürdistan’daki sürece ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye’nin Musul’a asker göndermesini ve Ortadoğu siyasetindeki etkilerini değerlendiren Rıza Altun, “Türkiye’nin Başika’ya askeri göndermesi olası Musul operasyonunda etkin olabilmesi, hem Sünni cephenin Suriye’deki başarısızlığını tekrar yaşamaması ve hem de hareketimizin bölgede başarıların önünü alarak bize operasyon yapmayı amaçlamaktadır’’ tespitinde bulundu.

ANF’nin sorularını yanıtlayan Altun: “Bugün bölgede güçler hegemonya savaş veriyorlar. Üçüncü yol, Rojava örneğinde olduğu gibi, halka dayalı demokratik mücadeleyi yürüten tek güç Kürt Özgürlük hareketidir. Bunu siyasetleri için tehlike olarak gören güçler birlikte hareket etmektedirler. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve KDP gibi güçler Sünni cephede yer alarak bizzat bu savaşı yürüten güçlerdir’’ ifadesini kullandı.

‘TÜRKİYE’NİN BAŞINI ÇEKTİĞİ BLOK BAŞARILI OLAMADI’

Türkiye Musul’a asker gönderdi, bu uluslararası krize neden oldu. Türkiye’nin yapmak istediği nedir, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin Güney Kürdistan’a ve özellikle Başika’ya asker göndermesi yeni bir durum olarak değerlendirilebilir. Bunu eski siyasi bağları içerisinde ele almak daha izah edici olabilir. Ortadoğu’da var olan kriz süreci içerisinde Türkiye’nin genel politikalarıyla bağlantılı gelmiş olduğu bir durumu ve yeni aşamayı ifade ediyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da yürütmüş olduğu bir politikası vardır. Yürütmüş olduğu politikalarda Türkiye iflas noktasına geldi. Kendisine temel aldığı bazı güçler var. Bunlar Suudi Arabistan, Katar KDP ve bununla birlikte DAİŞ, Nusra ve Ahrar u Şam gibi güçlerle ittifak içerisinde bulunup bunlara dayalı siyasetini yürütüyordu. Bu siyasetin anlaşılır bir tarafı şudur; Ortadoğu’da birçok güç var, uluslararası bir müdahale var, bölgesel güçler var, bunlar farklı farklı cephelerde ve Ortadoğu’da kendi varlıklarını ifade etmek istiyorlar, Türkiye’de böyle bir oluşum içerisinde, böyle bir kamplaşma içerisinde bir siyaset yürütüyordu. Fakat Türkiye’nin yürütmüş olduğu siyaset çok başarı bir siyaset olmadı. Hem dayanmış olduğu bölge güçleri, hem de Ortadoğu krizinde DAİŞ’in, Nusra’nın ve benzeri örgütlerin başını çektiği kesimlerin yürütmüş olduğu politika çok tehlikeli bir politikadır. Hem mezhepsel hegemonyaya dayalı bir politikaydı, hem de bu politikanın pratikte uygulanması ve yaratacağı sonuçlar bölgede büyük tahribatlara, birçok bölgesel gücün kabul edemeyeceği sonuçlara yol açıyordu. Aynı zamanda, uluslararası düzeyde Ortadoğu’ya müdahale etmek isteyen güçlerin, stratejik ve taktik yaklaşımları oldukça ters bir sonuç ortaya çıkardı. Bu süre içerisinde yapılan müdahaleler, Türkiye’nin başını çektiği blok çok başarılı olamadı.

‘DAİŞ’IN IRAK’A SOKULMASI TÜRKİYE’NİN BİR YAKLAŞIMIYDI’

Geliştirdikleri ilk hamleler Suriye’de rejime karşı belli bir mücadele yürüttüler. Bu her ne kadar DAİŞ adıyla yürütüldü ise, bunu esas besleyen, yönlendiren ve günlük onu ayakta tutup savaştıran güç Türkiye’ydi. Katar’ın ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle buradan sonuç almak istiyorlardı. Suriye’de giderek Irak’ta Sünni bir rejim yaratarak bölgesel Sünni hegemonya oluşturmak istiyorlardı. Bunu da DAİŞ öne çıkarılarak yaptırıldı. Kısa sürede DAİŞ El Kaide’den koparıldı, El Kaide’den koparılmış DAİŞ, önce Rojava’da belli bir güç haline getirildi. Ardında da hiç kimsenin beklemediği bir dönemde, beklenmeyen bir düzeyde DAİŞ’in Musul’un üzerinden Irak’a sokulması Türkiye politikasının bir yaklaşımıydı.

DAİŞ’in önüne koymuş olduğu hedefler birçok bölge gücünü rahatsız etti. Irak’ı, Suriye’yi ve İran’ı rahatsız etti. Bununla bağlantılı Mısır, Ürdün ve birçok yeri rahatsız ederek, bunlar için büyük bir tehlike oluşturmaya başladı. Bunlar, bütün bu gelişmeler karşısında kendi varlığını koruyabilmek için belli bir tutum içerisine girdiler. Hem DAİŞ’in uygulamalarının uluslararası etkileri, hem de bölgesel düzeyde önüne koymuş olduğu hedefler, uluslararası müdahalede bulunmak isteyen güçler için de oldukça tehlike oluşturmaktaydı. Bunun karşısında kısa süre içerisinde bir tutum ortaya çıktı. Hem bölge güçleri tutum ortaya koydular, hem de uluslararası güçler DAİŞ’e karşı bir koalisyon kurdu.

‘DAİŞ, KOBANE YENİLGİSİNDEN SONRA GERİLEDİ’

DAİŞ’e karşı Rojava’da geliştirdiğimiz mücadele, Irak ve Güney Kürdistan’da geliştirdiğimiz mücadeleyle bağlantılı ele alırsak, burada artık çok başarılı olamayacağı anlaşıldı. DAİŞ, Kobani ile birlikte kırıldı. Arkasından Abdulaziz dağlarının alınması, Hesekê’de ortaya çıkan durum ve benzeri birçok gelişme, bölge güçlerin ve uluslararası güçlerin gelişmeler karşısındaki tutumları giderek netleşmeye doğru gittiği için, DAİŞ’te büyük bir kırılma yarattı. İlk Musul’a müdahale ettiklerinde kısa süre içerisinde çok ciddi sonuçlar elde ettiler. Ama bölge güçlerinin müdahalesiyle uluslararası güçlerin müdahalesi DAİŞ’in ilerlemesi bir yerde durduruldu. Hatta gerileme sürecine girdi ve Irak hükümetini yavaş yavaş toparlanarak bunun karşısında daha etkili bir duruma geldiği sonucu ortaya çıktı. Şimdi bu sonuçlar ortaya çıktıktan sonra, Türkiye’nin kendi politikasından ısrar etmesi artık çok mümkün görünmüyor. Çünkü bundan ısrar etmesi durumunda, kendisine temel aldığı ve pratikte de kendi siyasetini uygulattığı güçlerde yaratılan kırılma artık hamle yapma gücünün kalmayışı Türkiye’nin mevcut politikasını iflas noktasına getirdi.

RUSYA MÜDAHALESİ VE TÜRKİYE

Rusya’nın Suriye’ye aktif olarak güç göndererek müdahale etmesi Türkiye’nin Ortadoğu siyasetini etkiledi mi? İç siyasete nasıl yansıdı?

Evet, etkiledi. Rusya’nın Suriye’ye güç göndermesi, Suriye’de yeni bir gücün devreye girmesi, Ortadoğu’da şimdiye kadar hiç gündemde olmayan gücün devreye girmesi anlamına geliyor. Bu gücün devreye girmesi ve bu gücün de çok daha aktif Suriye’deki rejimle birlikte hareket etmesi, Türkiye’nin politikalarının artık uygulama aşamasının çok daha gerilediği, zayıfladığı sonucunu ortaya çıkardı. Öbür tarafta, Türkiye’deki mevcut AKP ve Erdoğan hükümetinin içinde bulunduğu durum, hem 7 Haziran seçimleri sonrasındaki gelişmeler ve 1 Kasım da ortaya çıkan seçim sonuçlarına baktığımız zaman, bu yürütmüş olduğu siyaset sadece bölgesel siyasette bir tıkanmaya yol açmadı. Aynı zaman da iç politikalarda yansımaları oldu ve sonuçları ortaya çıktı. 7 Haziran seçimlerinde sonuçlar çok net ortaya çıktı. 7 Haziran seçimlerinde bu sonuçların ortaya çıkmasıyla birlikte, adeta darbe yapar gibi bütün güçleriyle sürece müdahale etmesi ve 1 Kasım seçiminde neye mal olursa olsun tek başına iktidara gelme gibi bir zorunluluk içerisine girdi. Ama bu sorunları çözme temelinde değil de, daha çok baskıyla sorunları derinleştirmek temelinde Türkiye içerisinde belli bir kriz durumu ortaya çıkardı. AKP hükümeti mevcut Ortadoğu siyasetini eskisi gibi yürütme imkanı olmadığını net olarak gördü. Şimdiye kadar Ortadoğu’da yürütmüş olduğu siyasetin ülkenin içerisindeki yansıması, sorunlara hakim olma fırsatı vermediği gibi sorunların giderek derinleşmesine neden oldu. Çünkü sorunları çözüm perspektifiyle hareket etmedi. Daha çok Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da hegemonya temelinde hareket ediyor. Bu hegemonyacı yaklaşım sorunları giderek derinleştiren krizi bütün boyutlarıyla ortaya çıkarttı. Bütün boyutlarıyla ortaya çıkan kriz, ister istemez AKP’nin mevcut siyasetini gözden geçirmesi gerektiği bir sonuç ortaya çıkardı. Belki çok köklü stratejik değişiklik yapmadı, ama en azından Ortadoğu siyasetini bu sefer nasıl ve hangi araçlarla harekete geçireceği konusunda bazı gelişmeler oldu. Özellikle uluslararası koalisyonla girdi, ilişkilerde yapmış olduğu değişimler vardı. Daha önce çok aşırı karşı karşıya gelmişti. Özellikle DAİŞ’e desteği çok açık ve uluslararası koalisyonun Ortadoğu ile ilgili projelerinde ciddi bir çelişki ortaya çıkarttı. Bir süredir bunda bir değişiklik yaratmaya çalıştı. Uluslararası koalisyonla ilişkiye girdi, bir yanıyla bu ilişkide ortaya çıkacak sonuçlardan faydalanmak isterken, diğer taraftan da alttan eski ilişkilerini mümkün olduğu kadar canlı tutarak ikili bir politika uyguladı. Çünkü temel amacı Ortadoğu’ya müdahale etmek olduğu kadar Türkiye’deki hegemonyasını sağlama alması gerekiyor. Özellikle Kürt meselesine yaklaşımı belirleyici bir rol oynuyor. Eğer bu konuda belli bir sonuç elde edemezse bu politikada yol alamaz. Onun için yapması gereken nedir? Direk bütün bölgesel güçleri karşısına aldığında her alanda kendisine ters gelişmeler oluyor.

“ULUSLARARASI KOALİSYONDA YER ALMASI STRATEJİK DEĞİL TAKTİK’

Bizim sürece müdahale etmemiz, DAİŞ karşısındaki tutumumuz, Rojava’da yine benzeri yerlerde geliştirdiğimiz mücadele, elde ettiğimiz sonuçlarla Kürt meselesi giderek bölgesel ve uluslararası bir düzey kazandı. Aynı zamanda bu mücadeleyi yürüten PKK’nin dünya gündemine girişi çok yeni perspektifle tanımlanmaya başlandı. Bu haliyle devam etmek onun için çok sakıncalıdır. Sakıncalı olduğu için politikasında bir takım taktik değişiklik gerektiriyordu. Bu taktik değişiklikleri yaparsa, Türkiye’nin devlet gücünü, Türkiye’nin daha önceki uluslararası gücünü kullanarak uluslararası koalisyonla belli bir ilişki içerisinde, bu gelişmelerin önünü kapatmak gibi bir taktiğe yöneldi. Bunda başarılı olursa giderek Ortadoğu’daki bütün gelişmelerde güç olabilmenin fırsatını da buradan yakalayabileceği yaklaşımı ortaya koydu. Bunun için uluslararası politikasını gözden geçirdi. Başta ABD ve uluslararası koalisyon olmak üzere belli bir ilişkilenme düzeyi ortaya çıktı. Fakat bu ilişkilenme düzeyi çok istikrarlı bir ilişkilenme değil, çok taktik ve pragmatik olduğu, herkes tarafında çok rahatlıkla görülebileceği bir ilişkidir. Ama uluslararası güçler Türkiye’yi elde tutmak için bunu bilerek bu şekliyle kabul etmek gibi bir durum içerisine girdiler. Böylece ne yaptı, göstermelik olarak Suriye’deki terör örgütlerine karşı DAİŞ ve Nusra olmak üzere belli bir tavır alacağını ilan etti. Bununla uluslararası koalisyondaki yerini yarattı. Uluslararası koalisyondaki yerinden hareketle el altından DAİŞ gibi, Nusra gibi hareketlerle ilişkilerinin sürdürülmesinin avantajını elde etti.

“MUSUL’A ASKER GÖNDERMESİ HEGEMONYA PEKİŞTİRMEK İÇİNDİR’

Rojava’daki Kürtlerin yürütmüş olduğu mücadele ile gelişmelerinin önü alındı, etkileri ortaya çıktı, hem onlara dayalı olarak tümden izole ve tecrit olmuş, Suriye merkezli gelişmelerde olumlu bir pozisyona girmenin taktirini görecekti. Alttan alta da eski müttefiklerini besleyerek onlarla adeta Kürtlerin üzerinden, Rojava’daki Kürtler üzerinde Kürtlerdeki Kanton statüsünün gelişmesini engelleyecekti. Böyle bir durum içerisine girdi. Bu yönlü kendilerine avantaj sağlamaya çalıştı. En azında uluslararası koalisyonun Suriye’ye yaklaşımında, kantonlara yaklaşımında belli bir tereddüt durumu yarattı. Eskisi gibi değil. Hatta Türkiye’nin de Suriye’de biraz kendisinin ifade etmesinin yolunu açmasıyla belli bir imkan ele geçirdi. Fakat beklenmedik bir gelişme oldu, bu beklenmedik Sünni temsilcilerin Türkiye’deki varlığı ile çok yoğun bir ilişkilenme başladı. Ve bu bütün ilişkilenmenin sonuçları, Irak’a asker gönderilmesi bununla bağlantılıdır. Türkiye mevcut durumda Irak’a yeni asker göndermekle birlikte şimdiye kadar Ortadoğu’da yürütmüş olduğu siyasetine yeni bir boyut kazandırarak, Irak’ı yeni bir açılım sahası olarak ele almak, bu müdahaleyle ortaya çıkacak sonuçları kendisi için bir ilişki, ittifak ve hegemonya sahası haline getirmenin yaklaşımı olarak değerlendirmek gerekiyor. Krize yol açan esas neden budur.

‘AMAÇ SÜNNİ HEGEMNYA’

Ne yapılmak isteniyor? Şu anda mevcut Türkiye’nin pozisyonuna baktığımız zaman girmiş olduğu ilişkilere ilk akla gelen şudur; Türkiye hem Güney Kürdistan, hem de Irak üzerinde gelecekte adeta Irak’a müdahale etmenin bir yaklaşımının ifadesi olduğu net görülebiliniyor. Neden bu kadar asker gönderiliyor? Neden bu kadar gelişmiş savaş tekniği ve araç gönderiliyor? Bütün bunların bir nedeni olmalıdır. Sadece birilerini eğitmek için gönderdikleri malzeme çok fazladır. Eğer böyle bir şey yapılmışsa o zaman bir hamlenin yapılacağını gösteriyor. O zaman şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür. Türkiye yeniden eski müttefikleri olan Suudi Arabistan, Katar ve KDP ile ve Irak’taki Sünniler ile görüşerek yeni bir süreç başlattı. Bu süreç Irak’a müdahale sürecidir. Şu anda Sünnilerin hakim olduğu ve DAİŞ’in elinde gibi görülen bölgede yeni bir çıkış yaparak adeta DAİŞ’in artık devreden çıkarıldığı, bunun yerine Sünnilerin siyasi bir varlık olduğunu ilan ettiği meşru bir durum yaratmak isteniyor. İstenen meşru durum eğer gerçekleşebilirse, Irak’ta artık DAİŞ’in elinde bulunan bölgelerden ziyade daha çok Sünnilerin yaşamış olduğu bölgede kendisini siyasi olarak ifade etme meşruiyeti üzerinde yeni bir konsept yaratmak isteniyor. Şimdi bu konuda DAİŞ ciddi bir sorun değil. DAİŞ nasıl ki bu güçlerin desteğiyle bir gün içerisinde Musul’a girdiyse, bu güçler göstermelik bir iki hareketle DAİŞ’i rahatlıkla ortadan çıkarıp bunun yerine oradaki Sünnileri devreye sokarak daha çok terör görüntüsü vermeden, savaş görüntüsü vermeden bu güçleri devreye sokarak orada belli bir hakimiyet sahası oluşturmaktır.

‘TÜRKİYE VE KDP BASİT PLANLAR PEŞİNDE’

O zaman Suudi Arabistan ve Katar bunu fiilen desteklediler. Özellikle Cumhurbaşkanının Katar’a gitmesi enerji anlaşmaları yapmaları görüntüsü adı altında yürütmüş olduğu askeri ve siyasi görüşmeler ve bu konuda Türkiye’ye açık bir destek verdiği kesindir. Yine Suudi Arabistan’ın hem Türkiye ile yaptığı görüşmeler, hem Barzani’yi Suudi’ye çağırması, Barzani’nin yaptığı görüşmeler sonucunda 8 milyar doların kendisine verilmesi, Riyad’da Suriyeli muhaliflerle yapmış olduğu toplantılar ve bu toplantılardan Türkiye’nin buraya müdahale etmesi şunu gösteriyor ki, böyle bir konsept var ve bu konseptin içerisinde Katar ve Suudi Arabistan roller oynuyorlar. Siyasi, askeri ve de ekonomik olarak katkılarını ortaya koyacaklar. Gerisi uygulamadır. Şimdi uygulamaya baktığımız da, uygulama öncelikle Türkiye’nin başlatacağı bir durumdur. Türkiye’nin pozisyonu ve konumu çok iyi değerlendirilebilirse Sünnilerin ve KDP’nin de içinde olmuş olduğu bu gelişmede bazı sonuçlar elde etmek mümkün olacaktır. Arkasından Barzani’nin Türkiye’ye gitmesi orada yapılan görüşmelerin sonuçları ve Türkiye’nin Irak’a ve Güney Kürdistan’a asker göndermesi doğal olarak herkes tarafından anlaşıldı. Anlaşıldığı için de bir itiraz ortaya çıktı. Ortadoğu’da rol almak isteyen bütün güçler Irak’a yapılan müdahale karşısında belli bir tutum, belli bir tavır içerisinde süreçle ilgili bir duruş ortaya koydurlar. Bu duruş krize yol açtı. Eğer Türkiye sessiz olarak götürseydi, kısa süre içerisinde Irak’taki Sünni bölge, belki de bağımsızlığını ilan eden bir Sünni çıkışı ve onun arkasında KDP’nin de bağımsız Kürdistan çıkışıyla bunu tamamlayan yeni gelişmeye yol açabilecekti. Niyet buydu. Türkiye’nin Irak’a müdahalesi bu temelde değerlendirmesi gerekiyor. Türkiye, Suriye’deki durumuyla Irak’taki durumunu böyle bütünlüklü ele almak, Suriye yapmak istediklerine paralel, Irak’ta yapmak istediklerini bu şekliyle de değerlendirmek gerekiyor. Eğer bunda başarılı olsaydı, sessiz sedasız götürseydi Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirecekti. Ama bu o kadar kolay değil. Çünkü şu anda Ortadoğu’da yürütülen bir dünya savaşıdır. Ve bütün dünyadaki güçler kendisini burada ifade ediyorlar. Bölgesel bloklaşmalar var. Bu bölgesel bloklar Ortadoğu’da ortaya çıkacak bir durumun içinde kendi meşruiyetini veya hakimiyetini korumanın yaklaşımı ve fiili tutumu içerisindedirler. Böyle bir ortamda bu kadar basit planların tutması çok zordur. Tam tersine mevcut durumu daha ağırlaştıran sonuçlar ortaya çıkarabilir.

‘ARTIK KÜRDİSTAN’DA TEK MUHATAP KDP DEĞİL’

Barzani’nin Türkiye ziyareti ve öncesinde Riyad ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ziyaretler Rojava, Bakur, Güney Kürdistan’a ve Irak siyasetine yansıması nasıl olacak?

KDP’nin yürütmüş olduğu bir politika var. KDP mevcut gelişmelerin ve siyasetin içindedir. Onun için de uzun bir süredir Türkiye ile ittifak içerisinde siyaset yapıyor. Belki herkesle bağı var. Herkes ile görüşebiliyor, Avrupa’yla ABD’yle çeşitli ilişkileri var, ama bu ilişkiler eskisi gibi değil. Eskiden onun dışında muhataplar yoktu Kürdistan’da şimdi muhataplar var. Uluslararası güçler politikalarını yürütürken KDP’yi tek başına bir referans olarak almıyor. Bu KDP’yi oldukça zorlayan bir durum. KDP’nin varlık nedenine çok ters ve KDP’nin de mevcut iktidarını korumasında oldukça zorluk çıkaran bir durumdur.

Şimdi bu giderek KDP’nin Türkiye ekseninde bir şeye kaymasına neden oldu. KDP çok eskiden beri Türkiye’yle ilişkileri var. Daha federe devlet kurulmadan önce ilişkileri vardı. Zaman zaman sancıları olsa da bu ilişkiler hiçbir zaman kopmadı ve federe devletin kurulmasının ilk dönemlerinde belli sancılar olsa da bu sancılar kısa bir sürede aşıldı ve Türkiye’deki federe devlet neredeyse de-facto olarak kabul etti ve federal devlet haline geldi. Zihniyet, niyet olarak kabul etmese de siyaseten fiilen kabul edilir bir noktaya geldi. KDP, Türkiye ile ilişkilerini bu temelde geliştirdi. Daha önce Rojava’daki Türkiye politikasıyla da belli bir yakınlığı vardı. Bu çok belirgin olarak yüzeye vurmasa bile paralel bir politika geliştiriyorlardı.

‘KDP, TÜRKİYE’NİN YENİLGİSİNDE PAYINI ALACAKTIR’

Özellikle Rojava’da gelişen devrim karşısındaki tutumu, kantonlar karşısındaki tutumu, oraya defalarca oradaki duruma yönelik geliştirmiş olduğu eleştiriler, Türkiye’nin adeta Suriye’deki kanton politikalarıyla belli bir paralellik arz ediyordu. Hatta DAİŞ’in Musul’a girişinin önünü açan toplantılarda KDP’nin hep en önde olduğu söylendi. Böyle bir politik geçmişi var, böyle bir ittifak biçimleri var. O zaman politikayı aynı kulvarda yürüyorlarsa Türkiye’nin içerisine girdiği durum benzeri bir şekilde onun ittifaklarına her zaman yansır. Eğer Türkiye’nin Suriye’de ve Ortadoğu politikalarında başarısız olduğunu söylüyorsak, Türkiye üzerinden bir politika yapmak isteyen KDP’nin çizgisi de, Türkiye’nin Ortadoğu’daki yenilgili sonuçtan payını mutlaka alacaktır. Türkiye ne kadar Ortadoğu’da marjinalleşiyorsa, Suriye’deki politikaları ne kadar iflas ediyorsa, özellikle Rusya kriziyle birlikte tam bir çıkmaza giriyorsa, KDP de aynı düzeyde bir zorlanma yaşıyor. Bu krizlere yaklaşımında istese de istemese de siyasal olarak daha çok Türkiye’yi destekleyen bir yaklaşım içerisine giriyor. İşte Rusya’nın DAİŞ petrollerinin Türkiye’ye gidişini belgeleri ortaya çıktığında KDP, ‘DAİŞ petrolü değil bizim petrolümüz’ diye sahiplendi. Suriye’de uçak düşürme krizi ortaya çıktığında bu krizde daha çok Türkiye’yi destekleyen bir açıklama pozisyonu ortaya çıktı. Siyaseti bunu zorunlu kılıyor. O zaman AKP sıkışıyorsa KDP de sıkışıyor demektir. O zaman KDP’nin yapması gereken nedir? Yapması gereken; ya yürütmüş olduğu Türkiye eksenli siyasetinden vazgeçmek, ya farklı bir oluşum içinde kendi siyasetini yürütmesi gerekir, ya da onunla devam etmesi gerekiyor.

’KDP, TÜRKİYE’NİN İÇ VE DIŞ SİYASETİNE DESTEK VERDİ’

KDP eski ittifakları bu işi götüreceği yönünde bir sürece girdi. Türkiye’yle çok ciddi bir diplomatik ve siyasi ilişki ağı gelişti. Seçim süreçlerinde AKP yönünde tavır koydu, Haziran ve Kasım seçimlerinde AKP’ye net destek verdi. Taraflarını AKP’yi desteklemesi için çağrılar yaptı. Seçim sürecinde Sinirlioğlu geldi ve görüşmeler yapıldı. Sinirlioğlu’ndan sonra Barzani Riyad’a davet edildi. Riyad’a gittikten sonra yüklü bir para verdiler. Ardından gelir gelmez Türkiye’ye gitti. Türkiye’de uzun sürebilecek enerji anlaşmaları yaptı. Bunlar hep Rusya-Türkiye krizi eksenli, sanki bir şeymiş gibi lanse edildi ama sorun o değildi. Sorun sadece bir krizle ilgili değildir. O krizin sonuçları ve o krizin sonuçlarından hareket ederek yeni bir hamlenin taşları örüldü. Ve KDP bunun içerisinde yer aldı. Bu ilişki biçimin de Türk askerinin Irak’a gelmesi kesinlikle tek koşulu KDP’dir. Çünkü Irak hükümeti bunu zaten istemiyor. Son almış oldukları tavırlarla da bunu ortaya koydular.

‘TÜRK ASKERLERİ KDP DENETİMİNDEN GEÇTİ’

Peki, Türkiye nasıl geldi buraya? Türkiye ordularını kaldırıp gümrük kapılarından geçerek onlarca arama noktalarından geçerek Başika’ya nasıl gitti?

KDP’nin denetiminden geçti. Ama aynı zamanda eğer bu uluslararası bir krize girdiği zaman KDP adeta bir çağrıcı olarak Türkiye’nin varlığına meşruiyet kazandıracaktı. Şimdi Türkiye bu konuda zorlanıyor. Mesela Türkiye’nin resmi olarak uluslararası anlaşmalara göre Irak’a girmesi için bir devlet çağrısının olması gerekir. Irak çağırmadığına göre, Türkiye girmiş, Türkiye şimdi kendisini nasıl kabul ettirmek istiyor; diyor Musul valisinin çağırmasıyla geldim ki, bu boş bir şey. Bir vali çağıramaz, KDP o zaman bu plan içerisinde yer almış demektir. KDP’nin böyle bir plan içerisine girmesi Türkiye’yle yapmış olduğu ittifak ve Türkiye siyaseti eksenli siyaset yapmasından kaynaklıdır.

‘KDP, İÇTE VE DIŞTA ZORLANIYOR’

Bu durum KDP’yi içeride de zorladı. Türkiye’nin durumuyla KDP’nin durumu birbirine çok benziyor. Türkiye’de nasıl ki 7 Haziran ile birlikte bir siyasal boşluk ortaya çıktı ve siyasal kavgaya dönüştüyse benzeri durum Güney Kürdistan’da gelişti. Süresi dolmuş bir hükümetin hükümeti bırakmadan iktidarda kalmasının darbesi Türkiye’de nasıl yürütüldüyse burada da yürütüldü. Türkiye siyasetine bağlı bölgesel düzeyde kan kaybetmesi, özellikle de Şengal ve Rojava politikalarının oldukça sonuçlarının iyi teşhir edilmesi KDP’yi oldukça zorlayan bir durumdur. Ama bu aynı zamanda Güney’deki iktidarda da aynı sonuç ortaya çıktı. Birçok güç bundan rahatsız oldu. KDP’nin yaklaşımlarını kabul etmediler, kriz ortaya çıktı. O da adeta Türkiye gibi öyle bir krize girdi ki, neye mal olursa olsun ya iktidarda kalırım, ya da iktidardan düşersem bu benim sonum olur gibi bir çıkmaz içerisine girdi. Şimdi tamda bu çıkmaz içerisindeyken Türkiye’nin kendi çıkmazına bir çıkış arama hamlesine girmesi onun için girebileceği bir konsept haline geldi. Ve bu konseptin içine girerek adeta Türkiye’nin Musul, Sünniler üzerinde geliştireceği politikada kendisi için sonuçlarını hesaplayarak böyle bir ittifak içerisine girdi ve Türk ordusunun da Musul’a girmesine ön ayak oldu.

‘KDP, TÜRKİYE GİBİ AĞIR BEDEL ÖDEYECEK’

Ne gibi çıkarları olabilir?

Birincisi; Türkiye gibi bir gücün siyasi desteğini alacaktı. Türk ordusunun gelip de KDP bölgesinde 11 noktada askeri üslenmesi ve bu askeri üslenmeyi Başika’ya kadar götürmesi arkasından bunu Kerkük’e kadar taşıması onun arkasında somut askeri ve siyasi gücün ortaya çıkması demektir. Bu Güney Kürdistan’da kendisine karşı olan hareketlere karşı büyük bir askeri güç demektir. Bir darbe demektir. Bu darbe onu güçlendirecekti, bunu hesapladı. İkincisi; Türkiye’nin bu planı eğer belli bir açılım sağlayabilirse, onun giderek Irak’taki Sünni aşiretlerle ittifak içerisinde ortaya çıkabilecek bir Sünni bölgesini desteklemek kadar kendi bölgesinde de kendi egemenliğini ilan etmek biçiminde yeni bir çıkış imkanı verecekti Türkiye’nin desteğiyle. Bu da mevcut Türkiye’nin siyasi ve askeri desteğini giderek bir siyasi hamleye dönüştürme şansını ortaya koyacaktı. Şimdi KDP böyle bir süreçte yer aldı. Bunu yanlış değerlendirmemek gerekir. Yani sadece ‘peşmergeyi eğitmek’ biçiminde bir yaklaşımla mevcut durumu anlamak mümkün değildir. Her şeyden önce sormak gerekiyor; Türkiye’nin Güney Kürdistan’da ne işi var? Birçok noktada var, hepsini sayabiliriz. Türk ordusunun Başika’da ne işi var? Hangi gereklilik bunu ortaya çıkarıyor? Gereklilik olarak ne gösteriyor; peşmergeye eğitim vermek biçiminde gösteriyor. Mevcut siyasi durumun üstünü örtüp sadece peşmergeye eğitim veren, peşmerge de DAİŞ’e karşı savaşan bir güç konumunda göstererek, kendi ilişkilerini gizliyor, Türkiye’yi aklıyor. Ayrıca Türkiye’nin istediği zaman siyasi ve askeri olarak her düzeyde müdahale etmesinin kanallarını ve karargahlarını canlı tutuyor. Böyle tehlikeli bir plan içerisindedir. KDP de tehlikeli bir plan içerisindedir. Ama plan tutmazsa bu krizin Türkiye’ye bedeli ne kadar ağır olacaksa KDP’ye de bedelinin o kadar ağır olacağını düşünüyorum.

Musul krizini söylemişken, Musul ‘da bulunan askeri birliklerin bir kısmını geri çektiğini duyurdu genelkurmay. Bu ne kadar doğru? Geri çekildi mi, bu askerler nereye gitti? Sınırdan geçtiğine dair genelkurmay açıklama yaptı. Sizce bu askerler nereye gitti?

Şimdi doğru, Türkiye’nin yapmış olduğu hamleyi kimse yutmadı. Bunun karşısında çok önemli bir duruş çıktı ortaya. Bu sadece bölgede Türk askerinin karşısında bir duruş değil BM’e başvurmaya kadar giden sonuçları var. Yine Irak’ın mevcut tutumu şimdiye kadar olduğunda çok daha radikaldir. BM’e başvurduğu, Türkiye karşısında başka güçler Irak’a davet etmek gibi bir durumda ortaya çıkarıyor. İran ve Rusya gibi güçlerde çağırabiliyor. O zaman Türkiye tam bir bela, bataklık içerisine girdi. Erdoğan her ne kadar bağırıyorsa, ne diyorsa da; biz hiçbir şart altında çekilmeyiz. Aslında biraz korkusunun üstünü örtmek için kendisini yiğit göstermeye çalışıyor. Bu böyle değil. Çünkü eğer Türkiye bu hamlede ısrar ederse, Irak’taki mevcut Şii hükümeti kendi varlığını koruyabilmek için bir karşı hamle yapmak durumundadır. Bu karşı hamlede ilk akla gelecek olan nedir? İran’ın resmi olarak davetine yol açacak bir sonuca götürür. Çünkü bu İran içinde tehlikelidir. Bu İran’ın hakimiyet sahasına müdahale anlamına da gelecektir. İran bu konuda çok isteklidir. Yine Rusya-Türkiye krizini dikkate aldığımızda, Rusya’nın bir Ortadoğu’ya müdahale gücü olarak düşündüğümüzde, Irak’la mevcut ilişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda mevcut Irak hükümetinin Rusya’yı kendi ülkesine çağırma gibi bir durum da ortaya çıkabilir. İran ve Rusya’nın Irak’a gelip yerleşmesi sonucunda Türkiye’nin sadece KDP, Sünni, Katar ve Suudilere dayalı bu planı uygulama şansı olabilir mi? Mümkün değildir, olamaz. Bunda ısrar etmesi giderek bu mevcut durumun giderek olgunlaşmasına yol açacaktır. Şimdi burada kandırmaca bir şey içerisine giriyor. Başika’yı tümden iptal etmiyor. Sorun sadece Başika değil ki. Sorun Güney Kürdistan’ı kapsıyor.

KERKÜK BÖLGESİNDE 40’TEN FAZLA MİT AJANI YERLEŞTİRİLMİŞ

Başika da yine varlığını sürdürüyorlar. Altınköprüye yeni güç getirmişler. Buradaki varlıkları hiç tartışılmıyor. Yine Kerkük bölgesinde 40’tan fazla istihbarat MİT ajanı özel bir güç olarak yerleştirilmiş bir pozisyondadır. Kimse ondan bahsetmiyor. Yine Başika’dan çekilen güçler Bamerne’ye yerleştiği ortaya çıktı. Ama bu ortam içerisinde gücümüzü çekiyoruz görüntüsü adı altında Güney Kürdistan’daki mevzilerini güçlendirdiler. Güçleri oraya takviye ettiler. Şimdi bu şu anlama gelir ki, Türkiye adeta denize düşen yılana sarılır gibi bu projeye sarılmış durumdadır. Başka yapacağı bir şey yok, Suriye’de yapacağı bir şey yok, Irak üzerinde hamle yapması zorunludur. Aksi takdirde, kuşatama onu sürekli Türkiye’nin içine hapsediyor. Türkiye’nin içine hapsolmuş bir iktidar ise, Türkiye’deki kiriz karşısında varlığını koruyamayacak düzeyde boşluklarla doludur. Bu riski göze almak durumundadır. Ama bu riski göze almak isterken de, mümkün olduğu kadar en avantajlı bir ortamda fiili olarak bir adım atmak istiyor. Onun için de askerlerini çekmesi söz konusu değil tam tersine Irak’taki askeri varlığını daha da güçlendiren daha da organize eden bir pozisyon içerisindedirler. Ve bunların tümü ağırlıklı olarak Güney Kürdistan da KDP bölgesinde üslenmiş durumdalar. Fakat bunun karşısındaki güçler mevcut durumu kabul etmiyor.

IRAK İLK DEFA BÖYLESİ BİR TAVIT KOYUYOR

Eskiden beridir Türkiye’nin Irak’ta askerleri vardı. Hiçbir zaman Irak böyle bir tutum içerisine girmedi. Belki zaman zaman küçük açıklamalar yaptılar. Ama öyle Türkiye’ye karşı tavır almadı. Türk ordusunun Irak’tan çekilmesi için tavır almak bunu uluslararası kurumlara götürmek, bunu giderek uluslararası ilişkiler dönüştürmek gibi bir tutum içerisine girmediler. İlk defa bunu yapıyorlar. İlk defa böyle ciddi bir tutum var. Bu tutum şu düzeydedir. Güney Kürdistan dahil Başika’daki tüm askerlerin geri çekilmesi demektir. Çünkü tehlike görüldü. Sadece Peşmerge eğitimi değil, eğer sadece Peşmerge eğitimiyle sınırlı olsaydı ve Peşmerge de DAİŞ’e karşı savaşsaydı, Irak hükümetinin en çok istediği odur. Böyle bir gücü kendisi beslerdi. Zaten Irak hükümeti DAİŞ’le bir çatışma içerisindedir. DAİŞ’le savaşacak bir gücün eğitimine neden karşı çıksın. DAİŞ’le savaşacak eğitimli güçlere neden karşı çıksın. Demek sorun o değil. Sorun benim söylediğim gibidir. Ve bunu kendisi için çok büyük bir tehlike görüyor. Bu mevcut durum Irak’ın bölünme ve parçalanmasına DAİŞ ismi yerine yeni bir Sünni iktidarın ortaya çıkması biçiminde yorumladığı için de bunun karşısındaki tutumu nettir. Bu tutumu Birleşmiş Milletlere götürmüştür Ve Birleşmiş Milletlere götürmesiyle birlikte de Uluslararası yankıları yavaş yavaş ortaya çıkacaktır.

 ‘ORTADOĞU’DAKİ SAVAŞ KÜRTLERE KARŞI YAPILMAKTADIR’

Şimdi Kürdistan’da direnişi var. Buna karşı AKP tarafından geliştirilen bir savaş var. Şehirlere bombalar yağdırıyor. Suriye’de alınan yenilginin bu savaşta ne kadar etkisi olacak bunu biraz değerlendirebilir misiniz?

Türkiye’nin şöyle bir politikası var. Ortadoğu’da gelişmeler ve özellikle de Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı kuzey Kürdistan’da Kürt sorununa yaklaşımını netleştirme gibi bir politika güdüyor. Üç dört yıldır Ortadoğu’da bir savaş sürüyor. Özellikle de Suriye’de yürütülen savaş kırk yıldır Türkiye Cumhuriyetine karşı yürüttüğümüz savaşın bir yansımasıdır. Çünkü Suriye’de bizin savaştığımız güçler daha çok Türkiye’nin beslediği ve silahlandırdığı ve uluslararası cihat çağrısıyla getirip orada toplattırdığı ve bize karşı savaştığı güçlerdir. Türkiye’nin Kürt sorununa bakışı şöyle bir politika güdüyor; Bu siyaseti eğer gelişirse ve sonuç alırsa zaten Kürt sorunu diye bir sorun kalmayacaktır. Bu başarısıyla Kürt sorununu bitirmiş olacak. Şu an Ortadoğu politikası aynı zamanda Kürt politikasını ifade eder. Bu konuda Barzani’nin Kürt sorunu diye bir sorunu yok. Onun bir egemenlik hegemonya ve çıkar sorunu var. Yoksa normal Kürt meselesi bağlamında yaklaşsak Güney Kürdistan’ın bitişi demektir. Çünkü Türkiye’de bugün Erdoğan ve AKP’nin yaptığı konuşmalar son derece açık.

‘ROJAVA’DA DAİŞ’LE DEĞİL TÜRKİYE İLE SAVAŞILDI’

Bütün bunlar bize neyi gösteriyor?

Kürtlerin varlığını hiçbir yerde kabul etmeme gibi bir perspektif gösteriyor. Yürüyen savaş nedir? Yürüyen savaş Ortadoğu’da büyük ölçüde Kürtlere karşıdır. DAİŞ’e şöyle bir bakarsak, savaşını daha çok rejime mi yürüttü yoksa kantonlara karşı mı yürüttü? Kantonlara karşı yürüttü. Neden kantonlara karşı yürüttü? Halbuki sadece bir Arap gücü olsaydı ve eğer rejime yönelip rejimi devirseydi Kürtlerle belli bir uzlaşma içerisinde bu sorunu kendi lehine çözebilirdi. Ama DAİŞ böyle bir politika gütmedi. DAİŞ daha çok rejimi bir tarafa bıraktı kantonlara saldırdı. Bu Türkiye’nin Kürtlerle savaşıdır. Kürtlerle yürütmüş olduğu savaştır. O zaman Suriye’deki sonuçlar çok Kuzey’i belirliyor. Dikkat edilirse biz seçimden öncede yaptığımız tartışmalarda AKP ve Erdoğan’ın Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğunu söyledik. Seçimi kazanırsa nasıl bir tehlike olacağını söyledik. Eğer seçimi kaybederse darbe yapma ihtimali var. 7 Haziran’dan sonra darbe yaptı. Ama eğer seçimi kazanırsa gözü kara bir Ortadoğu macerasına gireceğini söyledik. Ve eğer halk istikrara oy vermiş diyorsa büyük bir yanılgı içerisindedir. Dünyanın en büyük istikrarsızlığın merkezi haline geleceğini söyledik. Neticede dediğimiz çıktı. Çünkü AKP’nin varlık nedeni Kürtlere karşı yürüttüğü politika, onun böyle hareket etmesini gerekli kılıyor. Uluslararası koalisyonla, Türkmenlerle, DAİŞ’la, Nusra’yla ve herkesle ilişkileri daha çok Kürtlerin orada bir statüye sahip olmaması gerektiğidir. Alanlarını genişletmesini engellemek içindir. Cerablus ve Fırat’ın batısını kapatması bununla ilgilidir. O zaman Suriye’de bu konuda sonuç alırsa, Suriye’deki kanton oluşumlarını yenilgiye uğratırsa, kuzeyde bir Kürt sorunu kalmayacaktı. Zaten Kuzeyin temel gücü orada savaşarak yenilgiye uğrayacaktı. Yenilgiye uğramış bir gücün kuzeyde bir sorun diye kendini ortaya koyması mümkün değildir. Bununla bağlantılı ele alıyor.

‘TÜRKLERİN GÜNEY’E GELİŞİNİN AMACI PKK’YE YÖNELİK OPERASYON’

Ama bu sefer onunla da sınırlı kalmadı. Şimdi Irak’ta da geliştirmek istediği plan oldukça tehlikelidir. Suriye’de yürütmüş olduğu politikanın çok daha gelişmiş bir halidir. Eğer KDP ile ittifak içerisinde kendisini güçlendirebilirse bizim Güney’deki varlığımıza yönelik bir operasyon olduğunu kabul etmek lazım. Bizim Medya Savunma Alanlarında, Maxmur’da, Kerkük’te ve Şengal’de varlığımıza karşı bir askeri giriş olarak da değerlendirmek gerekiyor. O zaman burada başlatmış olduğu bir hamlede var. Suriye’deki ve Irak’taki mevcut durumdan netleşmeden AKP’nin Türkiye’de Kürt sorununu gündemleştirmesi, doğru ele alması mümkün değildir. Onun için diyor ki, Suriye’deki durumlarla bağlantılı olarak ortaya çıkacaktır. Suriye’deki mücadele eğer başarılı olursa Kürt sorununun çözümü Türkiye’de bir biçimde gündeme gelecek. Ama eğer başarısız olursa, yine Kürt sorunu bir biçimde gündeme gelecek. Irak’taki hamle eğer gelişme şansı bulursa sorunlar ve çatışmalar daha da derinleşecek, ama eğer bu hamle başarısız olup içe doğru bir büzülme olursa Kürt sorunu yine gündeme gelecek. Böyle birbiriyle bağlantılı bir durumdur.

“ERDOĞAN’IN MASAYI DEVİRMESİ SURİYE’DEKİ POLİTİKASININ İFLASIDIR’

Ama şimdi bu aşıldı. Özellikle Erdoğan’ın seçim öncesi çözüm sürecine yaklaşımı ve masayı devirmesiyle birlikte başlayan çatışmalı süreç asıl Türkiye’nin kendi savaşını Suriye’de bizimle yürütmesinin politikasının bitmesi demektir. Çünkü savaş bir yönüyle Suriye’de sürerken, bugün Türkiye’de de bir savaş çatışma durumu vardır. O zaman şimdiye kadar oluşan kantonların Suriye’deki varlığına karşı çıkıp tasfiye etmeyi temel alan bir politikayla başarı kazanmak isteyen bir AKP hükümeti, bu seferde kendi toprakları içerisinde Kuzey Kürdistan’da bununla karşı karşıyadır. Burada da özerklik ilanları gündemdedir ve özerklik ilanları temelinde savaş artık ilk defa şehirlere girmiş bir durumdadır. Bu yeni bir durumdur. Türkiye siyasetinin yanlışlığı ve acizliğinin yaratmış olduğu sonuçlardır. Biz kırk yıldır bir siyasal ve askeri mücadele yürütüyoruz. Gerilla savaşı yürüttük şimdiye kadar. Tarihte ilk defa şehirlerde özerklik ilan edip şehirlerde Kürt Özgürlük Mücadelesine yeni bir boyut kazandırdık. Bu Rojava’yla paralel ele alındığında Türkiye’nin çok becerikli olmadığı ortadadır. Kürt Sorununu Suriye’de boğmak isterken dengesiz yaklaşımlarıyla Suriye’deki çatışmanın kendisini adeta kendi ülkesini çatışmanın içerisine sokarak içinden çıkılmaz bir hal eyledi. Bağlantıyı böyle düşünmek lazım.

‘TÜRKİYE’DE DEVLET YAPISI VE ZİHNİYETİ DEĞİŞMEMİŞTİR’

Peki, Türkiye’nin önümüzdeki süreçte bölge politikasında gerilimi tırmandıracak bir noktada kalmaya devam edebilir mi?

Türkiye’nin mevcut politikaları ve çıkmazlarıyla sürekli bir açmazın içinde sürekli Ortadoğu da bir krizin nedeni olarak varlığını sürdürmek durumundadır. Başka seçeneği yok. Onun siyasetiyle ilgilidir. Türkiye’de bir geleneksel devlet siyaseti vardır. Bu devlet siyaseti tümden aşılmamıştır. Değişim yok, Türkiye de çok tartışıyorlar, Türkiye’deki değişimden söz ediyorlar. Bunlar doğru şeyler değildir. Türkiye’deki devlet yapısı ve zihniyeti değişmemiştir. Bazı taşlar yerinden oynamış olabilir. Ama zihniyet yerinde duruyor. Bazı kişiler değişmiş olabilir. Ama o kişilerin yerine girenler geçmişi aratacak düzeyde çok daha bağnaz çok daha statükocu bir pozisyondadırlar. Devlet politikalarında bir değişiklik yok. Dünya’daki gelişmeleri değerlendiren, bölgedeki gelişmeleri değerlendirerek oradan sonuçlar çıkarmak, yeni bir siyaset üretmek ve bu siyaseti dünyanın oluşumuna paralel bir uyumluk içerisinde ele almanın aklı yok. En akıllısı Davutoğlu’dur, onunda döndüğü yer Osmanlıcılıktır. Tayyip Erdoğan ve AKP en demokrat, en özgürlükçü göstermeye çalışıyor, onun da referansı Osmanlıdır. Yani yaklaşım bu kadar geri, güncel gelişmelere müdahale düzeyleriyse hegemonya ve mezheple sınırlıdır.

Böyle bir oluşumun herhangi bir yere istikrar getirebilmesi mümkün müdür. Dünya değişiyor, bölge değişiyor, her şey değişiyor. Bu değişim süreci kendisini Türkiye’ye dayatmıştır. Türkiye değişir gibi görünerek bir türlü değişmiyor. Ama değişmediği gibi de eski zihniyetine yeni argümanlar katarak sürece müdahil olmak istiyor. Bu hem Türkiye’deki toplumsal siyasi bir krize neden oluyor, hem de geliştirmiş oldukları politikaya nerde el atıyorlarsa orda bir çöküntüyle karşı karşıya geliyorlar. İyi ilişki kurduklarını batırarak yada ilişki kurduklarıyla batarak adeta tam bir kaos yaratıyorlar. Bununla bir yere gidemezler. Akıllı bir iş değil. Yani bugün Suudi ve Katar gibi oldukça siyasal ve mezhepsel statülerle ittifaka gitmek Türkiye gibi bir ülke için ne getirebilir? Türkiye’nin kendisini tanımlamasıyla birlikte Suudi krallığının varlığı bir sefer yan yana gelmelerini mümkün kılmıyor. Peki, nasıl yan yana geliyor? Ya Türkiye kendi varlığını tanımlarken yalan söylüyor, gerçeği Suudi’nin kendisidir, dönmek istediği tiptir. Ona dönecek. Ya da burada bir sorun vardır.