3. Cenevre Konferansı'na katılacaklar belli oldu. Katılacakların davetiyeleri özel temsilci Stefan De Mistura tarafından gönderildi. Türkiye’nin tehdit ve şantajlarından ötürü Kürtler davet edilmedi. Konferans dört günlük ertelemeden sonra başlayacak. Sonuçları ne olur, diye sorulacak sorunun cevabı ise belli: Tıpkı 1 ve 2. konferanslar gibi olacak. Çünkü Suriye’de şu ana kadar hem rejim hem de çete gruplarına karşı savaşan güçler, siyasal irade olarak davet edilmedi.
PYD, MSD’nin konferansı kabul etmemeleri, 'kararlarını tanımıyoruz' dememeleri için Cenevre’de bir formül üretilerek tutulmak istendiler. Ancak heyet görüşmelerini bitirdikten sonra terk etti. Bu da daha şimdiden konferansın hiçbir anlamının kalmadığı, çıkacak hiçbir sonucunun geçerliliğinin olmayacağının ilk adımı oldu. Zira PYD, MSD ve birlikte oldukları halkların temsilcilerinin attıkları bu adım, De Mistura planının temel hedefi olan ateşkesin sağlanmayacağını gösterdi. Çünkü Rojava ve Suriye’de gerek rejim gerekse tüm çete gruplarına karşı savaşan, direnen asıl güç YPG ve QSD güçleridir. O yüzden bu güçlerin siyasal iradelerinin temsil edilmediği bir konferansın sonuçlarını onaylayıp kabul etmesi, biraz da saflıktan öte bir şey olur. Zaten QSD yöneticileri yaptıkları açıklamalarla 3. Cenevre Konferansı'nın alacağı kararları tanımayacaklarını kamuoyuna duyurdu.
TÜRKİYE'NİN TEHDİT VE İTİRAZI, DİĞER ÜLKELERİN İŞİNE GELDİ
Kürtlerin 3. Cenevre Konferansı'na bir taraf olarak katılması önünde açık bir şekilde engel olan Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimindeki Türkiye oldu. Zira Erdoğan ve ekibi Kürtlerin bir taraf olarak katılması durumunda Kürtlerin direnişleriyle uluslararası alanda meşruiyet kazanmalarının resmiyete kavuşmasını istemedi. Kürtlerin bin yıllardan sonra tarih sahnesinde özgür bir önderlik, özgür bir halk, özgür bir gelecekle halklarla bir arada barış içinde yaşamasından ürktü. O yüzden inkar ve imha siyasetinde ısrar etti. Türkiye’nin ısrarı, 'Rojava’ın siyasal, askeri iradesi katılırsa protesto ederim' şeklinde oldu. Aslında görünen yüzü protesto idi. Bunun arka planında ne olduğuna ilişkin ise çeşitli görüşler var. Bazı görüşlere göre; Türkiye ile ABD arasında yaz aylarında İncirlik'e ilişkin yapılan ve birçok yönüyle gizli kalan anlaşmanın iptaline kadar varan şantajlar... Diğer görüş ise Türkiye kendisinin protesto etmesinden çok destek verdiği çete gruplarının protesto etmesini isteyerek konferansı etkisiz kılmak istediği yönünde. Zaten bunun bir sonucu olarak da baştan beri Türkiye'nin adamı olarak kabul edilen Riyad Hicap görüşmelere bir gün kala baskı oluşturmak için grup olarak katılmayacaklarını söyledi.
Türkiye’nin bu tehdit ve şantaj siyaseti Suriye’deki iç savaş ve sorunun nedeni olan, aynı zamanda çözüm arama zorunda kalan ABD ve Rusya’nın işine geldi. Her ne kadar Rusya görünürde PYD, MSD ve Rojava iradesinin katılmasını ısrarla istese de gerçekte öyle olmadığı ortaya çıktı. Zira konferans ertelenmeden bir gün önce Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 'PYD’siz yapılacak bir konferanstan çözüm çıkmaz' dedi ama ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve BM Özel Temsilcisi De Mistura ile yaptıkları toplantıyı işaret ederek 'Ancak toplantıdan çıkacak kararı da veto etmeyeceğiz' dedi. PYD’nin katılmasını istemeyen güçlere onay verdi.
Sonuç; PYD, MSD davet edilmedi ve elbette bunda Türkiye kadar olmasa da ABD ile Rusya’nın da payı var. Zira Rusya her zaman Kürtlerin Suriye Baas Rejimi ile aynı cephede katılmasını istedi. Kürtler yani PYD ve MSD bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Durum böyle olunca Rusya tıpkı 2. Konferans’ta olduğu gibi muhalefet kanadının güçlenmemesi için Türkiye’nin PYD ve MSD’nin üçüncü bir taraf olarak katılmasını istememesini kendi çıkarı gereği daha uygun görerek ses çıkarmadı. Kürtleri tümden kendine çekme politikasını devam ettirmek için Kürtlerin lehine açıklamalar yapıldı. ABD ise her ne kadar askeri açıdan bir işbirliği ve ittifak olsa da Kürtlerin taraf olarak gitmesini istemedi. Zira Kürtlerin üçüncü bir taraf olarak katılması KDP’nin Rojava üzerindeki plan ve hedeflerinin bitmesi anlamına geliyordu. ABD KDP’siz Kürt siyasetini hala benimsemediği bu yaklaşımında bir kez daha ortaya çıktı.
ABD ve Türkiye, ortaya çıkan tabloyu, Suriye Ulusal Konseyi içinde çağrılan KDP yanlısı iki ya da üç kişi ile Kürtlerin temsil edildiği noktasında gördü. Rusya ise Baas Rejimi heyeti içinde yer alan Ömer Osê ile Kürtlerin temsil edildiği düşüncesinden hareket etti. Bu yaklaşımlarla aslında Türkiye ile birlikte ABD ve Rusya Kürtler için bağımsız, ayrı bir taraf olmaktan çok hala egemenleri ile birlikte temsil edilmeleri çizgisini benimsediler. Bu da hala Kürtler için 20. yüzyılda belirlenen inkar ve imha politikasına onay verdiklerini gösteriyor.
KDP DE KENDİ CEPHESİNDEN OYNADI
Türkiye’nin paralelinde Türkiye ile stratejik işbirliği içinde olan KDP cephesinde de benzer girişimler oldu. ENKS adına hareket eden birkaç kişi Kobanê ve Cizire kantonlarında ‘Kürtler Cenevre’ye’ diye gizli toplanmaya başladılar. Öte yandan da aynı kişiler daha önce olduğu gibi provokasyon girişimlerini sürdürmeye devam etti. Girkê Legê, Derik, Qamışlo’da PYD, Özerk Kanton Yönetimi, Asayiş, YPG ve QSD’ye karşı halkı kışkırtmaya çalıştı. K24 gittiği her yerde program yapma adıyla YPG/YPJ sizi koruyabiliyor mu, koskoca Rojava’yı korumaya gücü yetiyor mu, gibi sorularla halkın kafasını karıştırmayı istedi, 'Rojava peşmergesi' dedikleri çetelere alan açmaya çalıştı.
Mesud Barzani ise Erdoğan ve AKP’nin çeteleri ile Bakur’u katliam, insanlık dışı, vahşet uygulamalarıyla yeniden işgal, inkar ve imha siyasetine devreye sokmasına rağmen bu politikayı kınayan şu ana kadar herhangi bir açıklama yapmadı, yaptırmadı. Bunun aksine Bakur’daki direnişi zayıflatmak, direnişin konusunda kafa karıştırma girişimlerinde bulundu. Tam da böyle bir dönemde bağımsız Kürdistan için referandumunu gündeme getirdi. 3. Cenevre Konferansı ile aynı güne gelecek şekilde Güney'deki partilerle toplantı alarak, referandum çalışmalarını sürdürdü. Ancak konferans ertelendiği için bu toplantı yapılmadı.
KÜRTLERİN OLMADIĞI HİÇBİR GİRİŞİM SONUÇ ALAMAZ
Kürtler bir biçimde içinde olmadan, sonuç alınmayacağını anlayan ABD, Rusya ve BM Özel Temsilcisi Kürtleri rest çekmeleri, konferans kararlarını tanımıyoruz dememeleri için Cenevre’ye çağırarak ayrı ayrı görüşmeler yaptılar. Görüşmelerde 'birinci aşamada değil de ilerleyen aşamalarda katılırsınız' gibisinden söylemlerle Kürtler ikna edilmeye çalışıldı. Aslında bununla asıl güç olan Kürt ve ittifak halinde oldukları halklara asıl değil de her zaman yedek oldukları mesajı verilmek istendi. Kürtler ve ittifak halinde oldukları halkların temsilcisi yaptıkları görüşmelerde niyetin bu yönlü olduğunu anlayınca 'ya baştan itibaren katılırız ya da hiçbir aşamasında katılmayız' diyerek Cenevre’yi terk ettiler.
Durum böyle olunca ateşkes üzerine kurulu olan De Mistura planı ölü doğdu. Zira şu an Suriye ve Rojava’da gerek çetelere gerekse Baas rejimine karşı savaşan temel ve başta gelen güç YPG ve QSD güçleridir. Bu güçlerin katılmadığı bir ateşkes anlaşmasını kim ve nasıl uygulamaya koyacak, doğrusu merak konusu. O yüzden daha şimdiden 3. Cenevre Konferansı da sonuçsuzdur, demek yanlış değil. Çünkü 3. Konferans da tıpkı 2. Konferans gibi daha başlamadan bitti, denebilir.
Bir kez daha görüldü; Kürtlerin olmadığı hiçbir bölgesel girişim ne Suriye sorunu açısından ne de bölge barışı açısından sonuç alabilir.