Rojava beni değiştirdi

İtalyan gazeteci ve yönetmen Benedetta Argentieri "Rojava gerçekten beni değiştirdi. Özellikle de nasıl ortak çalışma yürütülür, nasıl birbirine bağlanılır, nasıl ilişkilenilir konusunda. Hatta özeleştiri vermeye kadar…" diyor.

Kadınların öncülük ettiği Rojava Devrimi, uzağında yaşayan kişileri ve toplumları da etkilemeye ve hayatlarına yön vermeye devam ediyor. Bunlardan biri de İtalyan gazeteci ve yönetmen Benedetta Argentieri. Şu sıralar New York’ta yaşayan Argentieri’nin yeni anlam arayışı onu 2013’te Rojava’ya götürdü. Geçen yıllar içinde ’Çapulcu-Voices From Gezi, Our War (Bizim Savaşımız) adlı filmi ve I Am The Revolution (Ben Devrimim) belgeselini çekti. Argentieri ile Ortadoğu yolculuğunun kendisini ne şekilde etkilediğini ve dün (15 Kasım) New York’ta prömiyeri yapılan ‘Ben Devrimim’ belgeseli hakkında Yeni Özgür Politika'nın sorularını yanıtladı.

Benedetta kimdir, onu Kürdistan’a götüren neydi?

2013’ten beri savaş alanlarında; Rojava başta olmak üzere Suriye ve Irak’ta çalışıyorum. Farklı öyküler bulmak amacıyla birçok kez gittim bu ülkelere. İlk önemli gidişim 2013 yılına tekabül ediyor. İlkin dağlara gittim, sonra Rojava’ya… Bu kişisel olarak önemli bir etki yarattı bende. Tabii mesleki anlamda da etkilendim; çünkü ben gerçekten buralarda yeni anlamlar ve yeni yaşanmış öyküler bulmak istiyordum.

Ziyaretlerin gazetecilik nedeniyle miydi yoksa film yönetmenliği için mi?

İlki gazetecilik içindi. Sonucunda bazı haberler yazdım. Diğeri ‘Our War’ (Bizim Savaşımız) adlı film nedeniyleydi. Bu film, YPJ’ye katılan üç yabancı üzerineydi. Üçü de farklıydı; biri İtalyalı, biri İsveçli, biri de Amerikalıydı. Bu filmle kamuoyunun bu yabancı insanların neden YPJ saflarına katılmaya karar verdiğini, ne yapmak istediklerini anlamasını sağlamak istiyordum. Bir de yaşadıkları tecrübelerin onlarda ne gibi etkiler yarattığını…

Gel gelelim yeni yaptığın ‘Ben Devrimim’ belgeseline. Fikir nerden çıktı?

Daha çok kadın konusuyla ilgilenmek istedim. Özellikle ana akım medyanın hem kadının durumunu hem de onun mücadelesini genelleştirme çabasını gördükten sonra… Ana akım medya, kadını hep arka cephede, çocuklarla birlikte, toz, kir, duman içinde olduğu görüntüleri öne çıkarmak istiyordu.

Kadın gerillalar ya da YPJ savaşçılarının görüntüsünü verdiği zaman, konuyu hep ne kadar seksi olduklarına kilitliyordu; ‘Hele bakın şu seksi kadınlara’ diyorlardı. Bu kadın mücadelesini içeriğinden boşaltmaya yönelikti.

Bu nedenle çalışmam yoluyla kadın mücadelesinin esas yüzünü göstermeye karar verdim. Yine Rojava Devrimi’nin Ortadoğu geneline yayılmakta olduğunu göstermek istedim. Bunun sırf içe yönelik değil, Ortadoğu’nun diğer ülkelerinde yaşayan kadınlara da tesir ettiği bir devrim olduğunu göstermek istedim. Bu nedenle Irak ve Afganistan’daki kadınları Rojava’dakilerle birlikte, farklılıkları görelim diye göstermek istedim. Ki, böyle değerlendirirsek çelişkileri de görebiliriz. Kısacası; bunların sadece DAİŞ’e karşı savaşmak için omuzlarında silah taşıyan birkaç kadın olmadığını göstermek istedim. DAİŞ’e karşı savaş sadece küçük bir yanı. Esas yanı, çok yönlü bir kadın devrimi niteliği taşımasıydı.

Rojava’dan önce ilgi ve araştırmaların daha çok Irak ve diğer yerler üzerine miydi, yoksa..?

Hem evet hem hayır. Doğrusu Rojava’ya ilgim vardı ve üzerine araştırma da yaptım. İtalya’da gazeteci olmadan önce üniversite öğrenimimi bitirmiştim. İlgimi toplumsal anlaşmazlıklar ve sorunlar çekiyordu. Sonra 2014’te Gezi Parkı üzerine bir film (Çapulcu: Voices From Gezi)yaptım ve o zaman birçok Kürtle tanıştım. Daha sonra Amerika’da gazetecilik ve siyaset alanında bir yıl yüksek lisans yaptım. Burada birçok Êzîdî tanıdım. Bundan sonra daha çok ilgi duymaya başladım; Şengal’de neler yaşandığını anlamak istedim. Bu nedenle birçok kez Şengal’e gittim. Yani Ortadoğu’yla alakam, gerçekte Kürtlerle başladı, sonra diğer yerlere yayıldı.

Belgeselle neyi anlatmak istedin?

Pek çok amacım var. Esasta kadınlar hakkındaki söylemleri değiştirmek istiyorum. Aynı zamanda her üç kadın, yani Rojda Felat, Yanar Mihemed ve Selay Gaffar sadece birer kahraman değil bir hareketin temsilcileridirler, arkalarındaki kadın toplumuna dayanmaksızın mücadelelerini yürütemezler.

Diğer bir şey de kadınların güçlendirilmesi konseptidir. Yani siz siyasi anlamda bir kadını nasıl güçlendirebilirsiniz? Bunun bir cevabı eğitim yolludur. Eğitim çok önemlidir. Diğer insanlarla birlikte ilişki kuruyorsunuz ve güçlendiriyorsunuz.

Bu her üç kadın da bir sonuç istiyor, ille çözüm değil ama erkeklerle birlikte mücadele etmek istiyorlar. Bu çok önemli bir noktadır. Özellikle doğu toplumu içerisinde feminizm, ayrımcılık olarak görülüyor ama anlamı bu değil. Feminizm, kadınla başlayarak ortak çözüm ortaya çıkarmakla alakalıdır. Ama sonra yeni siyaseti açıklamak ve tarif etmek için erkekle ister istemez çalışırsınız ki bazı şeylere son verebilesiniz.

Sen bunu bir devrim olarak görüyor musun? Devrim nedir sence?

Evet, bunu bazen Kürt kadınlarla da konuşuyorum. Devrim kavramı o kadar sömürüldü ki artık anlamı özünden boşaltıldı.  Filmin adı ‘I Am The Revolution’dur (Ben Devrimim). Sebebi basittir; Bağdat’taki ilk yürüyüşte kadınlar, ‘Ben kadınım, ben devrimim’ sloganını atıyordu. Her birimiz devrim olabiliriz demek istiyorlardı. Devrim uzakta olan bir şey değil ya da ulaşılamayacak kadar yüksekte değil demek istiyorlardı. Mesaj nedir? Bir kadına destek olursanız devrimci bir iş yapmış olursunuz. Mesela insan haklarını öğretin ya da ihtiyacı olan bir konuda yardım edin. Bu, devrimci bir eylemdir. Biz devrim kavramını yeniden anlamlandırma davasını da yürütüyoruz bu şekilde.

Projen vesilesiyle üç değişik coğrafyayı gördün, kadınların günlük yaşamına ve mücadelesine tanıklık ettin. Gördüklerinden biraz bahseder misin?

İlk defa 2014’te gittim Rojava’ya, sonra 2016’da, en son ise 2017’de gittim. Dönüşüm gördüm açıkçası ve beni en çok ikna eden ve olaylara bakışımı netleştiren şey, bir toplumun nasıl siyaset teorisine ulaştırılfdığı oldu. Afganistan’daki kadınların yaşadığı koşullar karşısında gerçekten şok olmuştum. Her üç ülkeyi kıyasladığımda en çok Afganistan’daki kadınların durumu zordu. Örneğin, Afganistan’daki kadınların sadece yüzde 14’ü okur yazar ama ben aynı zamanda Selay Gaffar’ın etrafında toplanan büyük bir toplum gördüm. Ve bu kadın gerçekten mücadele etmek istiyor. Neden mücadele etmek istiyorlar? Çünkü Kobanêli kadınları gördüler. Kobanêli kadınlar onların gözünü açtı. Değişimin birer parçaları olabileceklerine kanaat getirdiler.

Elbette Irak’ta da devasa sorunlar var; sözde namusla alakalı kadın katliamları, kadınları ezmek isteyen kanunlar gibi. Ancak bilinçlenmeyle bu durumu değiştirebileceklerine inanıyorum. Bununla kadınlara yardım edebilir ve siyasi olarak güçlendirebilirler. Bu çok uzun vadeli bir çalışmayı gerektiriyor. Ve elbette Rojava farklıdır; çünkü bir yeri kontrol edebiliyorsanız, kadına destek vermeniz daha kolaydır. Buna karşılık Irak ve Afganistan’da kadınları kontrol eden devlet zihniyetidir. Ancak bir şey daha var ki; her üç ülkedeki kadınlar birbirine yardım edebilir, birbirlerinden yeni fikirler alabilirler.

Batılı bir kadın olarak Ortadoğu coğrafyasına dair ne tür önyargılarla gitmiştin? Bakış açın değişti mi?

Önyargılarımın olduğuna inanmıyorum. Öyle bir insan değilim. Bilgileniyorum ve hiçbir zaman tek doğruyu kabul etmiyorum.

Hakikat birbirinden farklılık gösterir. Ama elbette Ortadoğu kadınlarına yönelik birçok önyargı olduğuna inanıyorum. Mesela Ortadoğulu kadınların hepsi kurbandır, haklarına sahip çıkmak ve destek için erkeklere ihtiyaç duyarlar gibi önyargılar…

Perspektifimdir; ben iş değiştirmedim, çok yer değiştirdim. İşim perspektifime yansıdı. Rojava’daki kadın hareketinden çok şey öğrendim. Özellikle de nasıl ortak çalışma yürütülür, nasıl birbirine bağlanılır, nasıl ilişkilenilir konusunda. Hatta özeleştiri vermeye kadar… Kürt Özgürlük Hareketi’nin en çok sevdiğim tarafı, batı toplumlarının kadınlarında yok. Nedir bu? İnsan birbirine karşı iyi olmalı, birbirini korumalı. İnsanı düşman olarak görmüyorlar. Sistem düşmanlaştırıyor. Eski Latin söylemidir; “Mors tua, Vita Mia”. Anlamı ‘senin ölümün benim yaşamımdır’. Çünkü sistem çok bireyci olmanızı istiyor.

Rojava hakkında söylemek istediğim diğer bir şey de şu ki, o beni gerçekten değiştirdi, özellikle kadınla ilişkimi, bağlılığımı değiştirdi. Şimdi dar ve küçük çevremde bu şekilde ilişkiler geliştirmek istiyorum. Birbirini eleştirmek iyidir, özeleştiri çok iyidir ama insan her zaman birbiriyle iyi olmalı, kız kardeş olmalı, her zaman birbirini korumalı. Bu benim için çok iyi oldu.

Çektiğin belgesele dönecek olursak; ne tür zorluklarla karşılaştın? Çekimler esnasında neler hissettin?

Kadınlar için ve kadınlar üzerine olan bu belgeseli kadınlar çekti. İlk kez tamamı kadınlardan oluşan bir grupla çalıştım. Bunun üzerimde yarattığı tesirden dolayı olduğuna inanıyorum. Birçok bakımdan zorluydu; özellikle belgesel için siyasi manada yeterince profesyonel olan kadınların bulunması konusunda.

Diğer bir sorun da herkesi savaş alanlarına gönderip yapmak istediğimiz şeyi yaptırabilmekti. Rojava’ya git, bütün tehlikeleri göze al, ki bunu yaptık. Birçok zorluk vardı ama harikulade bir çalışmaydı.

Filmi iki versiyonla hazırladık. Biri sinema için 72 dakika uzunluğunda, diğeri ise televizyon için. Filmin finansmanını sağlayanlara çok borçluyuz. Bu nedenle televizyon versiyonunu da hazırladık. Satabilmeyi umut ediyoruz.

Belgesel; Kürtçe, Arapça, Türkçe, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Farsça, Paştu ve Dari dillerinde alt yazılı olarak edite edilecek. Zorlukları çoktu ancak sonuçta izlenebileceği ve çalışmamızın olumlu ya da olumsuz olduğu konusunda fikir beyan edileceği için bahtiyarım.