'Kendi tarihimizi kendimiz yazıyoruz'

Barış İçin Kadın Sesi Video Serisi kapsamında Güliz Sağlam’ın yönetmenliğini yaptığı “Rosa - Haklarımız ve Hayatlarımız İçin!” KHK’ler sonrası açılan Rosa Kadın Derneği’ni anlatıyor.

SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu için Barış İçin Kadın Sesi Video Serisi kapsamında üretilen, Güliz Sağlam’ın yönetmenliğini yaptığı “Rosa - Haklarımız ve Hayatlarımız İçin!” 15 Temmuz sonrası başlayan OHAL ve de kayyumlarla kapatılan Kürt kadın kurumlarının ardından açılan Rosa Kadın Derneği’ni anlatan kısa bir belgesel film. Barış İçin Kadın Sesi Video Serisi kapsamında Aysel Tuğluk ve Eren Keskin’i de anlatan yine aynı formatta başka belgeseller de bulunuyor.

“Rosa - Haklarımız ve Hayatlarımız İçin!” belgeselinin yönetmeni Güliz Sağlam ile belgeseli konuştuk.

Belgeselin yapım süreci nasıl başladı?

SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği'nin Operation 1325 ve Swedish Institute işbirliğiyle hayata geçirdiği "Barış İçin Kadın SESi” projesi kapsamında geldi bu kısa belgeseli yapma önerisi. Ana teması da barış” ve güvenlik” meselesini kadınların perspektifiyle ele almak ve toplumsal olarak barış sesinin yükseltilmesiydi. Bu kapsamda 5 adet video üretildi. Benim de zaten bir süredir aklımdaydı Rosa Kadın Derneği ile ilgili bir film yapmak ve öneri gelince de hiç düşünmeden Rosa Kadın Derneği’nin kuruluş ve çalışmalarına dair bir film yapmaya karar verdim. Bir feminist olarak zaten çeşitli platformlarda, mecralarda iletişim içindeydik,  dolaysıyla Rosa Kadın Derneği'nde yer alan arkadaşlara böyle bir şey yapmak istiyorum dediğimde onlar da çok olumlu yaklaştı. Böylece çekim sürecine başlamış olduk

Barış için Kadın Sesi projesi kapsamında üretilen tüm video ve podcastlerin kadınların tarihi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Kadınların kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin yine bu mücadelenin özneleri tarafından belgelenmesi, kayda geçmesiyle genellikle görünmez olan, gözardı edilen "tarihimizi kendimiz yazıyoruz." Bir de sanatsal yaratım sürecinde rahat, kısıtlamasız çalışmak da önemliydi benim için.

Sizin belgeseliniz genel projenin de bir parçası değil mi?

Evet, SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nun Barış İçin Kadın Sesi Video Serisi projesinde üretilen 5 farklı video var. 5 video filmden birisi Aysel Tuğluk’un portresi,  diğeri Eren Keskin'le ilgili, bizim çalışmamız Rosa Kadın Derneği, bir tanesi yine Diyarbakır'da yaşayan Fatma adlı bir şairin portresi. Bir tanesi de erkek şiddetine dair haberler yapan kadın bir gazetecinin portresi. Bu filmlerin hepsi birbiriyle konuşan, birbirini tamamlayan filmler.

KHK ile kapatılan birçok Kürt kadın kurumu oldu. Bunların yanı sıra atanan kayyum, çatışmalar… Rosa Kadın Derneği tam da bu atmosferde kuruldu. Peki, oradaki çalışmaları da izleyen biri olarak sizin gözlemleriniz neler, tüm bu kuşatılmışlığa rağmen orada nasıl bir kadın çalışması var?

Özellikle Sur’daki o çatışmalı dönemden sonraki yıkım ve kayyum ataması konularına odaklanmak istedim. Orada bir kayyum atandı evet, ilk zamanlar bizler de her yerde sesimizi çıkardık bu duruma ama bir süre sonra unutuldu. “Peki kayyum yönetiminde  yaşamak ne anlama geliyor? Şiddet alanında çalışan Rosa Kadın Derneği’nde yer alan kadınlar  hangi şartlar altında çalışıyorlar?" sorusuyla başladık filmi tasarlamaya.

Uzun yıllardır çeşitli vesilelerle gidiyorum Diyarbakır’a, belgesel film atölyeleri ya da film gösterimleri yapıyorduk. Barış İçin Kadın Girişimi zamanında da birkaç kez gitmiştik. Zaten film de 2016 Şubat ayında Barış İçin Kadın Girişimi’nden yüzlerce kadınla Diyarbakır'a gittiğimiz o büyük buluşmayla açılıyor. Rosa Kadın Derneği kurucularından, şu anda maalesef birçok Kürt kadın aktivist ve siyasetçi gibi cezaevinde olan Ayla Akat Ata’nın o günkü konuşması  çok etkilemişti beni. O yüzden filmi de o konuşmayla açmak istedim. Diyarbakır'da HDP’nin yerel yönetimlere gelmesiyle çok güzel işler yapılmaya başlanmıştı. Sinema akademisi, kadın dernekleri, kadın danışma merkezleri vesaire çok hareketli bir dönemdi. Bunlar OHAL ile birdenbire kesintiye uğradı ve kayyum yönetimi  tüm kurumları ya kapattı ya da içini boşalttı,  özellikle de kadın danışma ve dayanışa merkezlerini, kültür kurumlarını kapattı. Bu özellikle kadınlar açısından çok büyük bir boşluk yarattı.

Tırmanan bir erkek şiddeti var, özel savaş politikaları uygulanıyor, kadın cinayetleri artıyor derken OHAL kaldırıldıktan sonra tekrar bir araya gelen kadınlar Rosa Kadın Derneği'ni kurmaya giriştiler.  Rosa Kadın Derneği, kısıtlı imkanlara ve baskılara rağmen kısa sürede şiddet alanında çalışmaya başladı ve her türlü şiddete maruz kalan kadınların başvurduğu bir dernek oldu. Filmde de dile getiriyorlar "Aynı zamanda kadınların nefes alabilecekleri bir alan yaratma kaygısıyla da kurduk bu derneği" diye. Tabii ki Kürt kadın özgürlük  mücadelesinin mirasıyla, oradan gelen bilgi ve deneyimle ve o deneyimin aktarımıyla da…

Peki, Rosa Kadın Derneği'ni bu anlamıyla anlatmak, hikâyesini bir belgeselde aktarmak sizin için ne anlam ifade ediyordu?

Rosa Kadın Derneği’nin yaptığı çalışmaları zaten yakından takip ediyorum. Bunun belgelenmesini istedim, çünkü daha geniş kesimlere duyurmak lazım. Şahsen Rosa Kadın Derneği'nin varlığı bana da güç veriyor. Ben Diyarbakır'da yaşamıyorum ama burada bana da güç veriyor. Kaldı ki Kürt kadın özgürlük hareketi, Kürt kadınlarının mücadelesi bize her zaman güç vermiştir. Tüm dönemlerde baskılar, gözaltılar, tutuklamalarla karşılaşsa da devamlılığı olan ve hiçbir zaman bitmeyecek bir hareket bu.  Türkiye'nin farklı bölgelerinde yaşayan kadınlar olarak birbirimizden güç almamız, dayanışmanın devamı ve büyümesi adına da önemli olduğunu düşünüyorum.