Cûdî: Leyla Güven susmayan bir isyan çığlığıdır

PAJK Koordinasyon Üyesi Bêritan Cûdî, "Leyla Güven bir çığlık oldu. Boğdurulan ses bir defa haykırdı mı artık gerisi hiç susmayan bir isyan çığlığı olur” dedi.  

PAJK Koordinasyon Üyesi Bêritan Cûdî, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasına yönelik başlatılan açlık grevleri ve Türk devletinin Güney Kürdistan’da 4 sivili katletmesi üzerine başlayan serhildanları ANF'ye değerlendirdi...

Sürecin gidişatını belirleyen önemli gelişmelerden biri Leyla Güven öncülüğünde yürütülen süresiz dönüşümsüz açlık grevleri oldu. Bunun halk üzerinde, süreç üzerindeki etkisi ne oldu? Bu grev kendisiyle neyi getirdi, neyi geliştirdi?

Aslında bu direnişle beraber öncü kimdir sorusuna net cevaplar almaktayız. Kim ki, sürecin tıkanmalarını aşıyorsa, sürece yön veriyor ve yeni gelişmelere imza atıyorsa öncü odur. Bu halktan olur, kadro olur fark etmiyor. Önemli olan sürecin yürütücü gücü olmaktır. Öncü kimdir sorusunu daha da açımlarsak; canı pahasına kendini bu davaya adayanlar ve sürecin tıkanmalarını aşan sürece direniş tadında nefes verenlerdir, diyebiliriz. Aynı zamanda bağlı olduğu toplumsal kutsallıkları tüm hücrelerince yaşayanlardır. Bu anlamda KJK’nin ‘İmralı işkence sistemini parçalayacağız, Önder Apo ile özgür yaşayacağız’ şiarı ile KCK’nin ‘Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim’ şiarları etrafında gelişen hamleye katılanları, Leyla Güven şahsında gelişen halk direnişini yine ister dağda olsun ister zindanda olsun PKK ve PAJK’lı kadroların yürüttüğü eşsiz direnişi, 4 parça Kürdistan’da ve yurt dışında gelişen büyük ve anlamlı direnişi selamlıyorum. Aslında burada PKK’lileşen halk gerçekliğini de çok somut görüyoruz. Bu anlamda Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Leyla Güven ve Nasır Yağız doğal halk önderleri olarak mücadelemizde önemli yer edindiler.

Tabii bir de gelişen direnişte PKK-PAJK kadrolarının ve halk nezdinde gelişen kadın öncülük pozisyonunda önemli bir çıkış ve büyük etkiyi görmek lazım. Bugün kadın direnişi ülke siyasetine damgasını vurdu. Özellikle Leyla Güven şahsında başlayan direnişle beraber aslında neden, niçin ve nasıl bir direniş konusunda önemli perspektifler vermişlerdir. En önemlisi de direniş gelişince toplumların temel düşmanı olan iktidarların istediği doğrultuda hareket edemeyeceğinin gösterilmiş olmasıdır. Bugün, gelişmelere baktığımızda her şeyin iktidar ekseninde yürümediği, yaptıkları hesapların bozulmaya başlandığı, en önemlisi de halkların, özelde de kadınların kaderinin onların elinde olmadığının gösterilmesi önemli ve anlamlı bir gelişme olmuştur. Kuşkusuz bu durum özgürlük hareketinin çıkışından beri öyle süregelmiştir. Ama özellikle de sertleşen faşizmin sözde güç gösterilerinin artmasından bu yana son dönemde gelişen özgürlük hamlemiz şunu göstermiştir ki; direniş olunca her şey onların istediği gibi yürümemekte ve yürümeyecektir de. Onlar şimdi önemli oranda ‘bu halkı susturdum, istediğim gibi atımı koşturabilirim’ dediği anda her şey tersine döndü. Ve uzun süren bir sessizlikten sonra Leyla Güven bunu kırmada öncülük etti. Leyla Güven tüm kadınlara ve Kürt halkına cesaret vermiştir. Direniş ile kazanacağımızın umudunu ve inancını tekrar tazelemiştir.

Sema Yüce arkadaşımız ‘Kadınlar küllenen Kürt ateşinin kıvılcımlarıdır’ dedi ve gerçekten Leylalar şahsında gelişen durum tam da bu olmaktadır. Her ateş küllendikçe kadınlar bu ateşi harlandırmada büyük rol sahibi olmaktadır. Leyla Güven karanlığın içerisinde bir insanın bir mum olacağını hatta bir güneş gibi doğacağını göstermiştir. Bu biçimiyle Kürt kadınları artık tarihe adını yazdırmıyor, tarihin kendisi olmaktadır. Sayın Güven’in de dediği gibi ‘pasifizmin insanı ve iradesini öldürdüğünü ama direnişin çoğalttığını’ toplum nezdinde daha iyi idrak edilmiş olundu. Üstelik bunu sadece dile getirmekle yetinmedi direnişin insanı ne kadar büyüttüğünü, kendisiyle beraber çevresinde de bir inancı ve davayı ne kadar büyüttüğünü göstermiştir.

Direniş içerisinde olan kişi bilinçli kişidir. Ne yaptığının, yapacağının farkındadır. Ve her şeyi hissedecek bir duyarlılığa ve inceliğe sahip olurlar. Onlar kendini aşmış insanlar olur. Bir iken bin olma, çoğalma gibi bir tabiatı vardır. O anlamda Leyla Güven konuşmalarına baktığımızda çok bilinçli bir şekilde kadın öncülüğüne sık sık vurgu yapması ve özellikle tecridin halen yürürlükte olmasının karşında duyduğu öfke ve bunun yarattığı mahcubiyet vurguları çok manidardır. Sonuçta eylemiyle verdiği öz eleştiri büyük bir duyumsamanın, hissiyatın sonucunda olduğunu görürüz. Ancak ne yaptığının farkında olan biri bu kadar içten ve yalın konuşabilir. O anlamda Leyla Güven bir çığlık oldu. Ve dediği gibi ‘açlık grevini kutsamıyorum ama hiçbir muhalif sesin duyulmadığı bir ortamda benim için bu eylem bağırmak gibidir’ diyor. Boğdurulan ses bir defa haykırdı mı artık gerisi hiç susmayan bir isyan çığlığı olur.

Bu eylemler bir yere kadar mesajlarını iletti ama bundan sonrası açısından bu hamlede neler gelişebilir?

Aslında geçen süreç itibarıyla bu hükümetin ya bu inkârcı soykırımcı zihniyetinden vazgeçeceği ya da faşizminde ısrar edip kendi sonunu getireceği tespiti yapılmıştı. Gelişmelere bakarsak birkaç hileci ikiyüzlü tutumun yanı sıra faşizminde ısrar edeceği belli olmaktadır. O anlamda Önderlikle yapılan görüşme de yine Leyla Güven'in bırakılması da bu hile politikalarından biriydi. KJK ve KCK somutunda gelişen her iki hamlede Önderlik üzerindeki tecridin kırılması esas gündemdir. Zaten Önderlik ile yapılan görüşmenin kendisi bir düzmeceydi. Bundan sonrası açısından da görüşmeler yaptırabilir ama kesinlikle bu tecridin kırıldığı anlamına gelmez. Çünkü Önderlik tecridi sadece hukuki düzlemde olan bir tecrit değildir. Önderliğin en başta siyasal hakları var. Ve asıl tecrit burada kilitleniyor. Önderliğin dünyayı bu zulümden kurtaracak, bunca yalandan arındıracak, insanları madden ve manen zenginleştirecek çözüm projeleri var. Ve asıl tecritte olan bu yaşamsal projelerdir. Çünkü bu projelerin uygulanmaması için çok yoğun bir faşizm var. Dolayısıyla bu faşizm yıkılmadıkça Önderlik üzerindeki tecrit de kırılamaz. Bugün birkaç görüşme yaptırır, yarın onu da yaptırmaz. Hatta yaptırdıklarını bile inkâr ederler. Bunu müzakere masası deneyiminde de gördüğümüzden ne kadar ikiyüzlü bir politika peşinde olduklarını deneyimlemiş bir hareketiz. Yani faşizm var oldukça hiçbir şeyin garantisi olmaz.Kaldı ki Önderlik normal bir hükümlü değil ki bir aile ziyareti ile ya da başka hukuksal haklarla hiçbir şey yokmuş gibi bu işi normalleştirelim. Hatta sadece siyasal haklar da değil ideolojik, felsefik, sosyal bilimsel, kültürel bir Önder olduğundan ve en önemlisi de toplumsal devrim Önderi olduğundan tümden özgür olması gerekir. Yani bundan sonrası açısından daha şimdiden belli olan birkaç girişimle beraber işi sadece birkaç hukuki hakka indirgeyen yaklaşımları olabilir buna karşı dikkatli ve tedbirli olmak gerek. Çünkü bu kadar büyük bir direniş daha büyük sonuçları hak etmektedir. Bu esasta en başta Rêber Apo üzerindeki tecridi çok yönlü okuyup ona göre Önderliğin üzerindeki tecridi gündem yapmak gerekir. Çünkü Önderlik üzerindeki tecrit bütün tecritlerin esasıdır ve bu çözülünce hepsi çözülecektir.

Leyla Güven'i bırakmaları ve bunu bize bir lütufmuş gibi yansıtmaları elbetteki kabul görülmez bir tutumdur. Leyla Güven'in bırakılması Önderlikle görüşmenin olması elbette sevindirici, ama bu adaletin yerini bulduğu anlamına gelmiyor. Kaldı ki bunun da yapılan direnişin eseri olduğunu unutmamak gerekir. Aslında Leyla Güven'i bırakmaları başta Önderlik olmak üzere şu anda tutuklu olan milletvekillerinin, eşbaşkanlarının, belediye başkanlarının, meclis üyelerinin ve tüm yurtseverlerin, kadroların rehin statüsünde tutulduklarının açık beyanıdır. Demek ki istedikleri zaman bu özgürlük tutsaklarını en ağır cezalara çarptıracakları gibi gelişmelere göre bazı tavizleri de verebilir ve ya onları bir koz olarak kullanabilirler. Ama tabii yürürlükte olan esas politikaları gerçekleri örtbas etme, direnişi bastırma öteleme ve görmezden gelip büyük saldırılarla boşa çıkarma politikasıdır. Nitekim eylemcilere açlık grevinde kullanılan vitaminler bile ‘pahalıdır’ gerekçesiyle verilmemekte ve bazı eylemcileri yalnızlaştırma projesiyle ayrı tutma, sürgün etme gibi yaklaşımlara baş vurdukları biliniyor. Bu tür baskıların arttırılması, hatta daha da öte saldırıların olması muhtemeldir. Bir diğer yaklaşımları ise daha şimdiden açlık grevinde olan herkesin ailelerine baskı uygulayarak eylemcilerin bu tutumlarından vazgeçirmelerini dayatmadır. Tabii bunun çok tutacak bir dayatma olmadığını biliyorlar. Çünkü direnişlerinde kararlaşmış bu eylemcilerin bir duygu sömürüsü ile vazgeçmeleri düşünülemez. Aileler bunu yapacaklarına bu eylemi desteklemekten de öte bu eylemin kendilerini de kapsaması gerektiğini ve kendilerinin de içinde olduğu olması gereken bir hamle olduğunun bilinciyle hareket etmelidir. Sonuçta bugün çocuklarıdır, yarın diğerleridir. Ve bu fark etmez. Çünkü bu faşizm sürdükçe bu eylemler katlanarak büyüyecektir. Önemli olan faşizmi alt edecek topyekûn bir direnişe geçmektir.

Halkın Dêralok’ta ve Duhok’ta yoğunlaşan halk hareketliliği oldu. Yerel hükümetin bunu engellemeye çalışan tutumları ve sonrasındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabii Başur halkımızın bu kadar yoğunlaşan saldırılar karşısında tepki göstermesi kadar doğal bir şey yoktur. Hiç kimse kurbanlık koyun değil ki uzatılan bıçağa başını yatırsın. Ve bu saldırıları şu veya bu biçimde meşrulaştırmaları, tepkisiz kalmaları beklenemez. Çok radikal bir çıkıştı ve Başur'un raperinlerle dolu tarihine yakışır bir tutumdu. Selamlıyorum. Özellikle de bu başkaldırıda haykırdıkları sloganlar önemliydi. TC’yi sömürgeci bir varlık olarak görmeleri ve yapılanın katliam olarak yorumlanması gelişen bilinci ve iradeyi göstermektedir. Bu serhildanlarda da kadınların pankartları ile ön saflarda yer alması da dikkat çeken bir boyuttu. Tabii bir de sloganlarında ‘yaşasın Kürt’lerin birliği’ denilmesi de 4 parçada TC öncülüğünde yaratılan soykırıma karşı birlik mesajının verilmiş olması çok önemliydi. Bu birlik mesajı en çok da yerel hükümete karşı verilmiş bir beyanattır. Zaten bu gösterilerde yerel hükümetin bu katliam karşısındaki duruşları açıktan eleştiri konusu yapıldı. Halk bu çok meşru olan tutumlarını göstermelerine rağmen sözde halk temsilcilerinin buna bu kadar lakayt kalması hatta göstericileri tutuklamaları ve soruşturma dosyasını açmaları kabul görülmez bir tutumdur. Bugün Kürdistan’ın herhangi bir yerinde bir çocuğa bile Kürtlerin düşmanı kimdir diye sorulsa hiç duraksamaksızın direkt AKP’dir, Erdoğan’dır, der. Ama yerel hükümet bu faşizan hükümet ile iş birliği yapmaktan çekinmemektedir. Keşke bir açıklamaları Kürt yararına olsaydı ama siyaset adına yürütülen bu durum tam bir iradesizlik durumu ve Kürt katliamcılarına göbek bağıyla bağlanma durumudur. Şu an dünyada bile en anlaşmalı devletler bile hatta çıkar birliği içinde olan güçler bile kazara da olsa veya direkt kendi direktiflerinde bile olmasa eğer halkından birinin canına kast edilse, hatta tutuklansa bile bunu büyük bir gündem yaparak üzerinde politika yürütüyorlar. Halkından tek bir insanın parmağı bile kanasa bunu siyasi bir mesele haline getirip kıyamet koparırlar. Kaşıkçı olayı öyle değil miydi? Ya da Avrupalı bir gazeteci Türkiye’de tutuklandığında onun üzerinde siyasi pazarlıklar yapılmıyor mu ama Kürt adına çıkan bu siyasi liderler bu katliamın hesabını soracağına, onları suçlayacağına özgürlük hareketini bundan sorumlu tutup gerçeği manipüle etmektedirler. Çünkü suçluyu güç görme durumu var. Halbuki bu serihildanlarda da görüldü ki en büyük güç halkın gücüdür. Halkın yanında yer almayanlar zaten siyaset yapamazlar. Siyasetteki tek yoğunlaşmaları PKK teşhiri ve tecridi üzerinedir. Erdoğan bunu zaten yapıyor. Ama aynı ağız birliği yapmalarıyla o zaman Erdoğan'dan hiçbir farkları kalmamaktadır. Onun için Kürt katliamlarına onay veren bu politikasızlık durumlarına bir an önce son vermelidirler.

Son olarak halka bir çağrınız var mı?

Yurtsever Kürdistan halkı, özgürlük isteyen tüm halklar ve tüm demokratik kamuoyu eğer geleceklerini bu sistemde görmüyorlarsa ve bu sistemin faşizan yüzü olan AKP’nin dayatmalarını düşmanca görüyorlarsa, o zaman hiçbir şeye geçit vermeyen bu faşizmi sınırlandırma, baskılama üzerine yoğunlaşmalıdırlar. Bu hamlenin önemli bir parçası olan süresiz dönüşümsüz açlık grevlerinin herkese yüklediği bir misyon var ve herkesi kapsayan bağlayıcı görevler vardır. Bunu yerine getirmek önemlidir. Kürt halkı artık bilinçsiz ve iradesiz bir halk değildir. Bunu direniş meydanlarında, seçim sandıklarında, direnişin olduğu her mevzide göstermek lazım. Açığa çıkan bu ruhu devam etmek, hiçbir baskı karşısında yılmamak ve direnişini daha da yükseltmek olmalı.