Son Dakika: Stêrk ve Medya Haber: Baskın korsanvari ve komplodur, susturamayacaklar!

Cizre kaç Kobanê eder...-Hacer Altunsoy

Bu kuşatılmışlık ve çaresizlik Şengal ve Kobanê'yi hatırlatıyor. Özellikle Kobanê'yi...

Cizre’de on gündür yaralılar alınamadı. HDP’nin bütün girişimleri sonuçsuz kaldı. Halkın bütün çabaları engellendi. En son analar ellerinde beyaz bayraklarla Cizre’nin yollarına düştü. Onlar da yolda engellendi. Tüm bunlar olurken, bizler 7 kişinin kan kaybından yaşamını yitirmesini çaresizce izledik. Uluslararası kurumların yasaları ve vicdanları ise ulusal çıkarlara hapsolmuş durumda.

Bu kuşatılmışlık ve çaresizlik Şengal ve Kobanê'yi hatırlatıyor. Özellikle Kobanê'yi...

DAİŞ olanca tekniği ile saldırıyordu, sivilleri katlediyor ve kafa kesiyordu. Kobanêliler, amansız bir direnişe geçmişti. DAİŞ ilk kez ciddi bir direnişle karşılaşmıştı. Kobanê ise o zamana kadarki en kapsamlı saldırı ile karşı karşıyaydı. Kürdistan'da yer gök Kobanê olmuştu. Her parçadan insanlar şu veya bu şekilde destek olmak için çaba harcıyordu. Türkiye'nin demokratik kesimleri Suruç sınırına destek için yığılmıştı. Kobanê direnişi sınırları aşmış, Avrupa'nın ve dünyanın bir çok farklı ülkesinde destek eylemleri gerçekleşmişti.

İnsanları en çok etkileyen, Kobanê'nin amansız direnişi kadar insani trajediydi. Göz göre göre halkın katledilmesi, Kobanê'nin işgal edilmesi herkesi derinden etkiledi. Çocuk, kadın, yaşlı demeden yapılan vahşi saldırı karşısında halkların vicdanları sessiz kalmaya elvermedi. Yediden yetmişe herkes yapabileceği şeylere yöneldi. Maddi, manevi destek kadar, sokaklar aylarca boş kalmadı.

Kürt halkını ve dostlarını en çok etkileyen yan ise belki DAİŞ'in yaptıklarından daha fazla, AKP hükümeti ve Erdoğan'ın tutumuydu. Erdoğan'ın 'Kobanê düştü düşecek' söylemi adeta travma etkisi yarattı. Tabii bununla sınırlı kalmayarak, sınırlardan DAİŞ'in geçişine izin verildi. Silah sevkiyatı yapıldı. Tüm bunlar Suruç'ta nöbet tutan halkın gözü önünde cereyan etti.

Adeta denize düşmüş ama kurtulmaya çalışan birini ha bire denizin dibine itmek gibi bir durumdu yaşatılan. Kobanê'de halk yaşam savaşı verirken, nefesini kesmeye dönük açıklamalar ve uygulamalar başta Kürtlerde olmak üzere büyük bir travma yarattı. Bu travma öfkeye, öfke 6-7 Ekim 2015'te sokaklara döküldü. Yaşanan bu öfke; sadece Erdoğan ve AKP'nin Kürt halkının siyasi kazanımlarına karşı olması değildi -evet bu da vardı belki-, esas öfke insani yanıydı. Kobanê direnişine AKP ve Erdoğan'ın yaklaşımı dört parça Kürdistan'ı ilk kez bu kadar yaklaştırdı. Birlik ruhunu açığa çıkardı.

İşte, günlerdir Cizre'de bir bodrumda ölmeleri beklenen yaralılar sürekli bu kareleri hatırlatıyor. Yaralılardan yedisi kan kaybından yaşamını yitirdi. Diğerlerinin ölmesi içinse adeta her şey yapılıyor. Ambulans ve halk engellendiği gibi, binaya sürekli tank ve top atışı yapılıyor.

Kobanê'yi hatırlatan sadece yaralılar değil. Anne karnında vurulan bebekler, günlerce cenazesi yerde kalan Taybet Ana, Sur'da sokak ortasında bekletilen cenazeler, 70-80'inde kapısının önünde vurulan yaşlılar ve kapısının önünde vurulan hamile kadınlar. Evet, tüm bunlar Kobanê direnişinde Erdoğan ve AKP'nin tutumunu hatırlatıyor. 'Ev ev, sokak sokak temizleyeceğiz'den 'dünyayı başınıza yıkarız'a kadar söylemler benzer. Savaşın en ağır yanı, yarattığı insani trajedi oldu. En fazla etkileyen de buydu.

AKP ÖFKE BİRİKTİRİYOR...

HDP'lilerin günlerdir yaralıları almak için çalmadık kapı bırakmamasına rağmen sonuç alamaması Kürtleri rencide ediyor. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim Kobanê'de kapı kapı destek aramıştı. Şimdi HDP milletvekilleri ya yaralıları, ya cenazeleri almak için kapı kapı dolaşıyor. Ama sonuçsuz kalıyor. Kürdistan ve Türkiye'de destek ve sahiplenme eylemleri yapılıyor, bütün eylemlere saldırılıyor. Bir spor galibiyeti sevinci bile çok görülüyor. Sokaktaki eylemlere saldırmak yetmiyor tabii. Akademisyenlere, gazetecilere, avukatlara, sanatçılara, siyasetçilere saldırılıyor. Kimsenin insanlık adına, demokrasi ve barış adına, hele hele Kürtler adına iyi bir şey söylemesi istenmiyor, adeta soruşturmalarla, yargılamalarla susturulmak, sindirilmek isteniyor.

Ama bu öfke sadece Kürtlerde birikmiyor. Türkiye'nin demokratik kesimlerinde de birikiyor.

Türk devleti bununla da sınırlı kalmıyor. Kürtlük adına ne varsa 'terörist' veya 'düşman' ilan ediyor. Cenevre-3'te Kürtlerin yer almaması için kıyameti kopardı adeta. En son Erdoğan 'PYD masada olacaksa DAİŞ de olsun' dedi. Yani bu noktaya kadar vardırıldı. Kürtler her yerde yalnızlaştırılmak isteniyor.

Öte yandan 'Sevr Antlaşması yeniden masada' gibi tartışmalarla milliyetçi kesimler sürekli provoke ediliyor. Bölünme korkusu ile toplum esir alınarak Kürt halkına dönük katliamlar özenle gizleniyor. Havuz medyası ise yeni katliam ve baskı politikalarını meşrulaştıran yayınlar yapıyor, toplumu kışkırtıyor. AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan resmen bir yok etme güdüsü ile hareket ediliyor.

KÜRTLER NASIL ETKİLENİYOR?

Akademisyen Arzu Yılmaz; "Bazı milletleri 'devletler', bazı milletleri de 'travmalar' yaratır. ‘Kürtler de bugüne kadar devlet olamamış bir halk olarak yaşadıkları travmalar üzerinden şekillenen bir millet’ diyerek yaşanan acı ve travmaların Kürtler üzerindeki etkisini belirtiyor. Nitekim yaşanan süreç tam da böylesi bir sonuç yarattı. Kürtlerin eşit yaşam adına elde ettikleri en küçük kazanımı bile dünyanın her köşesinde boğmaya çalışan Türk devletine olan tepkiyi ve sonuçta da örgütlülüğü büyütüyor.

Tabii sorun bu kadar basit değil. Bugün 'Sevr yeniden masada' diye kıyameti koparanlar 20. yüzyılda Kürtleri neden statüsüz bıraktıklarını konuşmuyorlar. Doğuştan kazanılmış hakların neden inkar edildiğini, yasaklandığını sorgulamıyorlar. 20. yüzyılda en büyük devletsiz halk olan Kürtler dışında inkar edilen, yok sayılan hiçbir halk yok. Yüzyıllık acılara, isyanlara rağmen halen aynı politikalar uygulanmak isteniyor.

20. yüzyılda Kürtlere hiçbir statü tanınmamasının değişik faktörleri var. Ancak önemli faktörlerden biri Kürtlerin örgütsüzlüğüdür. Nitekim 1919'da Kürdistan'a giden İngiliz istihbarat subayı Binbaşı Edward W. C. Noel, Anadolu’daki Kürtlerin kendi kendini idare edecek durumda olmadıklarını, Kürtlere bağımsız bir devlet kurulmayacaksa, Kürtlerin düşman oldukları Araplara değil, geniş bir özerklikle Türklere bağlanmalarının daha hayırlı olduğunu söylüyordu. (1919-1920 Sevr sürecinde Kürtler/Radikal--31/01/2016)

Demek ki Kürtlerin örgütlülüğü çok önemli. Hem sorunun çözümü ve muhataplığı,  hem geleceğin inşası için önemli.

ESKİ KÜRTLER Mİ?

Kürt halkı ve yetkilileri her zaman 'Kürtler eski Kürtler değil' diye başlar konuşmasına. Gerçek böyle midir? Evet, böyledir. Kürtler eski Kürtler değil. Son kırk yılda büyük bir uyanış, örgütlenme ve mücadele geleneğine sahip oldular. Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde ortaya çıkan bu uyanış bir varlık, kendini tanıma ve tanıtma mücadelesi olarak gelişti. Talepleri netleşti. Ama hem kendilerine, hem de bölge halklarına dönük çözümler ürettiler. Bugün bölgede halklar lehine demokratik çözüm perspektifi olan tek halk olduğunu söylemek abartı değildir. Rojava bunun en somut kanıtıdır. Rojava dışında, Başur'da sorunlu yanları ile birlikte bir statü var. Bakur'da altı aydır süren savaşın esas sebebi de kendi kendini yönetme ve Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlamaktır. Binlerce yıllık Kürt tarihinde- aşiretlere dayalı konfederasyon ve özerklikleri saymazsak, ki bunlar kendi dönemlerinin doğal oluşumlarıydı- belki de ilk kez bilinçli ve örgütlü bir biçimde kendilerini yönetme talebinde buluyorlar. Dolayısıyla statü talep ediyorlar. 20.yüzyıl başlarında Kürtlerin örgütsüzlüğü dışında, liderlik eden kesimler arasında da Kürtlerin haklarına dönük farklılık mevcuttu.

Birçok kaynak 1. Dünya Savaşı döneminde Kürdistan'da iki eğilim olduğunu yazar. Birincisi İslâm Birliği, ikincisi ulusal sorun. Oysa şu anda artık bundan bahsetmek mümkün değil. Kürt liderleri İslam birliğini tercih ederek Lozan konferansında kaderlerini Türk heyetine bırakmıştı. Şimdi ise her örgütlü Kürt bulundukları ülkelerde eşit, özgür vatandaşlar olarak kendini yönetme talebinde bulunmakta.

Bu talep ise bölge ülkeleri kadar uluslararası devletler için yeni bir durum. Üstelik 20. yüzyıl sınırlarıyla da işi yok. Kürtler bulunduğu ülke sınırları içerisinde statü talep ediyor. Tabii bu talepleri yine de sadece kendilerini kapsamıyor. Beraber yaşadıkları bütün halklar ve inançları da kapsıyor.

KAÇINILMAZ SONUÇ

Sonuç olarak; Cizre'de, Sur'daki devlet baskısı ve terörü Kobanê etkisine gebedir. AKP politikaları böyle devam ettiği müddetçe bu kaçınılmaz bir sonuç olacak. Kürtler yaşanan acıları örgütlülüğe dönüştürmeyi öğrendi. Yine demokratik, özgür ve eşit bir geleceğin halkların ortak mücadelesinden geçtiğinin de bilicinde. Yine aynı zamanda Kürtler üzerindeki yüzyıllık inkarın da ancak Kürtlerin birliği ile kaldırılacağının farkında.