Armanc gibi dimdik ve asil yaşamak var

Armanc demek, ahde vefa demekti. Verdiği sözden, başı pahasına dönmemekti. Zagroslar buna tanıktı. Herkes onu öyle tanıdı, kavga etti fakat kavganın en yoldaşça, hakiki olanını onda gördü, yaşadı ve onu çok sevdi.

Kıskanıyoruz. Bizim yapamadığımız ve zaman ayıramadığımız, çoğu zaman seyretmek durumunda kaldığımız kütüphanedeki onlarca kitabı bir anda su içer ve yutar gibi okuyor. Her okumanın bir de yoğun ve hararetli bir tartışma ve paylaşıma dönüştüğü zaman; görmeyin bizim kıskanç hallerimizi. Okuduğu her bir kitabı elimize alıp, “teknik gelişmenin esas aşaması, bir anda bütün bir kitabı beynimize ve hafızamıza yüklemesidir” diyerek avutuyoruz kendimizi. “O zaman biz de senden geri kalmazdık” diye espri yapıyoruz.

Kürdistan ve Ortadoğu tarihini okumaya ağırlık vermişti. Kürdistan tarihinde Doğu Kürdistan gerçeğini okudukça, “Ben Doğu Kürdistan’a gitmeye adayım. Yeni mücadele yerimi belirledim” diyordu. Doğu Kürdistan’ın tarihi birikim, felsefi düşünüş biçimi ve sanata dönüşmüş orijinal yaşam kültürünü saatlerce sohbet konusu ediyordu. Doğu Kürdistan’ın müziğinin cezbediciliği üzerine felsefi ve tarihi tartışmalar içinde kayboluyor ve zaman kavramını unutuyorduk. Sohbetin ve tartışmanın en güzel ve heyecanlandıran halini birlikte yaşamaktan büyük keyif alıyorduk. Tabii Kürdistan tarihinde kadının rolü ve etkisini gördükçe, çok daha fazla heyecanlanır ve tartışmamızın nabzı yükselirdi. Bizim kitap okuyamama sızlanmalarımıza anlam verirdi. Fakat “yıllardır okuma imkanı ve zamanı bulamadım. Hazır fırsat bulmuşken bırakın okuyayım” diyordu. Okuma sevdası yanındakileri de teşvik ediyordu.

ZAGROS ÖNÜNDE HİZAYA GELMİŞTİ

Armanc Goşkar (Suna Kızılkaya) yoldaştır yazımın ve ona dair sohbetimin konusu. Botan’dan döneli çok olmamıştı. Gerillanın en dervişane, heyecanlı hali ve rengi olarak Cilolar, Zagroslar ve Botan’ı adım adım gezmişti. Yıllarca Zagroslarda gerillacılık yapmıştı. Zagrosları görmüş ve yaşamış olanlar bilir; zor ve çetindir. Her kadının ve erkeğin harcı değildir Zagroslar’da gezmek ve gerillacılık yapmak. Bu asi coğrafya ile kavgan dostça paylaşıma ve desteğe dönmek durumundadır. Uçurumların kenarında, Zagrosların zirvesinde, zemheri soğuğunda yaşamak güç getirmeyi gerektirir. Dimdik, saatlerce yokuş yukarı yürümeye inanç, takat ve güç biriktirmeden yol almak mümkün olmuyor. Bir de bu coğrafyada düşman ile savaşmak ve mücadele etmek vardır. Hepsine yetecek bir duruş ve kararlılık kaçınılmazdır. Zagrosların asiliği ve dik başlılığı; Armanc yoldaşın asi ve dik duruşu önünde hizaya gelmişti. Ceylan gibi ele avuca sığmaz, yerinde durmaz, tutulmaz ve zapt edilmez bir Armanc vardı karşısında. Zagroslar, girişi kavga ile olsa da, zamanla Armanc yoldaşı kucaklamış, saygı duyarak ve onunla dost olarak yaşamayı seçmişti. Sırt sırta vererek yaşamaya ve birbirini korumaya ahdetmişlerdi. Armanc demek, ahde vefa demekti. Verdiği sözden başı pahasına dönmemekti. Zagroslar buna tanıktı. Herkes onu öyle tanıdı, kavga etti ve fakat kavganın en yoldaşça, hakiki olanını onda gördü, yaşadı ve onu çok sevdi. Şehit Reşit Serdar yoldaş ile Zagroslarda, böyle büyük bir kavganın ve birlikte mücadele etmenin en büyük ve güzel yoldaşlığını yaratmışlardı. Böyle derin mana yaratan ve unutulmaz kılan bir yoldaş olarak hep anıldı ve aranır oldu Zagros’larda.

HEPKAVGA HALİNDE

Yeterdi, çok kalmıştı buralarda. Şimdilerde başka zaman ve mekanlara açılma zamanıydı. Gitmek, görmek ve yaşamak gerekti. Ama aynı zamanda her bir an ve mekanda da iz bırakmak… Değdiği ve dokunduğu zamanın ve mekanın ona dair bir hatırası, hikayesi olmalıydı. İz bırakmak, Armanc yoldaşın farkı olarak hep vardı. Botan’da da böyle başlamıştı hikayesi. Gabar’daydı. Neolitik değerlerden kalmış, ana tanrıça ruhu ve yaratıcılığının nakış nakış işlendiği bir tarih parçasında yaşıyor gibiydi. Ayağının değdiği her bir mekan insana; yaratılışın öykülerini anlatır gibiydi. Yaratma, oluşturma ve paylaşıma dair tüm hikayeler sanki Gabar’ı anlatır gibiydi. Belki de yaşam Gabar’da başlamıştı. Ya da en azından Gabar da, yaşamın ana tanrıça öncülüğünde oluşum sürecinin ilk mekanı ve kaynağıydı. O halde ona göre yaşamak ve mücadele etmek gerekti. Olanı asla kabul etmemek ve eleştirmek hakikatlice yaşamanın gereğiydi. Gabar’a sığdırdığı yaşam kesiti böyleydi. Her türlü geri, gelişme yaratmayan ve eski zihniyet, alışkan ve yaşam tercihleri ile kavga halindeydi. Kavgasının sesi bizim bulunduğumuz mekanlarda sıklıkla duyulurdu. Ama herkes bilirdi ki bir yerde Armanc yoldaş varsa orada durağan, kendiliğinden ve statik yaşam zemin bulmazdı. Hep yenilik, doğruluk, yaratıcılık ve gelişme olurdu. Gabar hakikatı da böyleydi. Hakikate göre yol almak ve yaşamaktan öte bir dünyanın ve geleceğin anlamı olmazdı.

BIRAKTIĞI İZLER HİÇ KAYBOLMADI

Botan’da kaldığı beş yıl içinde şehitliklerin inşa emekçiliğinden, her yoldaşının yanı başında olmaya kadar ve öz yönetim gerçeğinin anı anına yaşayanıydı. Armanc yoldaş hiç bir zaman sadece bir komutan ve yönetici değildi. Hepsinin üzerinde, özgür kadın yüreğinin en hakikiliğiyle bir yoldaştı. Öz yönetim sürecinin başarısı için kavganın ve mücadelenin en görkemli ve kahramanca yaşayan temsilcilerinin yanı başındaydı. Çıkıp, gelenleri ilk kucaklayanı ve yürekten karşılayanıydı. Onun için onu çok seviyor ve inanıyorlardı. Armanc yoldaş sadece Zagroslar ve Botan ile sınırlı bir mücadele yaşamından ibaret değildi. Avrupa’da bir ajite ve propaganda öncüsü ve halk çalışmalarında büyük emekçi olarak birçok evin konuğuydu. İz bırakan paylaşımları ve çalışmaları buralarda da damgasını vurmuştu. Buralarda bıraktığı izler hiç kaybolmadı. Yıllar yılı hep sorulur ve aranılır oldu.

Dönüp, geldiğinde çok sevinmiştik. Anı anına gelişinin takipçileriydik. Biz biliriz ki, her gidişin, sevgi ve özlem yüklü zamanlarının dönüşü inanılmaz güzeldi. Böyle karşılamış ve kocaman sarılmıştık. Artık birlikte, doyum olmaz sohbetlerin mekanlarını paylaşma adına ısrarla davet etmiştik. Kaldı ki bizler, tüm mekanlar ve zamanlarda birlikte, ortakça ve yoldaşça paylaşım ile yaşamanın peşine düşenlerin ve onu bulmanın yolunda yürüyenlerin takipçileriydik. Bunun dışında, ötesinde ve uzağında yaşamak bize dair ve ait olamazdı. Ana’yı da böyle karşılamış, misafir etmiş ve Ana yüreğinin sevgisini kattığı Zerevet ziyafetini, yılların biriktirdiği özlemi gidermenin şölenine dönüştürmüştük. Özgür günlerin ve geleceğin hayalinden öte, sevgi yüklü yaşam mekanlarını yaratma ve oluşturmaya dair planları birlikte çizmiştik…

İSYANINA SEVGİ YÜKLEMEYİ BAŞARMIŞTI

Armanc yoldaş, kadronun örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikatinin tavizsiz haliydi. Bruno’un şu sözü Armanc yoldaşı anlatır gibidir: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım.” Özgürlük kavgasındaki isyan yürüyüşüne kocaman sevgiyi yüklemeyi başarmış istisna yoldaş ve kadındı. Çarpışmaları sert ve sarsıcı olduğu kadar, derin ve büyük etkilerdi. Sıradan olmayı, ucuzundan kabul görmeyi asla kendine layık görmedi ve kabul etmedi. Retlere, isyanlara ve kavgalara yürekleri fethedecek ve hep aranır hale gelecek kadar sevgi eklemenin büyük farkını yaratmıştı. Özgür kadının çözümleyici ve netliği ile yetkinleşmiş bir militan, komutan ve kadroydu. Tutarlılık, eğer özgürlük mücadelesinin bir ilkesi ve ölçüsü olacaksa, en önde yürüyeniydi.

Yoldaşlığı sevgi hazinesi ile kalıcı olarak yüreklere ekmenin bizde bıraktığı kocaman bir özlem ve kabullenmeme halini yaşıyoruz. Yaşama, insana ve yoldaşlığa dair biriktirdiğin hazineni yüreğimizin, ruhumuzun, zihniyet ve düşünce dünyamızın en güzide ve korunaklı mekanında saklayacağız. Özgür yarınları kadın sevgisi ve öncülüğü ile örmeyi ve geliştirmeyi anına bağlılığın gereği sayacağız. Seni çok özleyeceğiz. Ama seni kocaman ve asla unutulmayacak bağlılık ile seveceğiz ve takip edeceğiz. Yaşamı kendi renginde, tavizsiz yaratan yoldaş…

Kaynak: Yeni Özgür Politika