Şiddet devlet eliyle meşrulaştırılıyor

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım bürosu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla açıkladığı raporda, şiddetin devlet eliyle meşrulaştırıldığına dikkat çekti.

İnsan Hakları Derneği Eşbaşkanı Avukat Eren Keskin ve insan hakları savunucusu yardımcısı Leman Yurtsever'in kurulduğu Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla hazırladığı raporu açıkladı. Sayısal verilere yer verilen raporda, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindeki artışın, siyasal şiddetten bağımsız olarak tartışılamayacağına işaret edildi.

Şiddetin devlet eliyle bu denli meşrulaştığı bir süreçte, şiddetten en büyük payı da kadınların aldığı belirtilen raporda, 2005 yılında esen Avrupa rüzgarının etkisiyle her ne kadar Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun’da kadınlar lehine önemli düzenlemeler yapılsa da, bu düzenlemelerin pratiğe geçmediğine dikkat çekildi. Devletin 2011 yılında, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi düzenleyen Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olduğunu ancak, yazılı hukuktaki bu olumlu değişikliklerin ne toplumsal ilişkilere ne de yargı pratiğine gerektiği gibi yansımadığı hatırlatıldı.

KADINLAR YAŞAMIN HER ALANINDA AYRIMCILIĞA MARUZ KALIYOR!

Raporda, Anayasanın 90. Maddesine göre uluslararası sözleşmelerin iç hukukun da üzerinde bir etkisi olmasına rağmen, kadına yönelik şiddet alanında imzacı devletlere çok önemli görevler yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nden ve onun etkilerinden coğrafyamızda söz etmenin çok mümkün olmadığına işaret edildi. Kadınların yaşamın her alanında erkekler tarafından ayrımcılığa maruz kaldığı belirtilen raporda, kadınların temsildeki gücünü anlayabilmek için Türkiye Meclisi'ndeki kadın sayısına bakmanın yeterli olduğu ifade edildi.

Kadınların siyasete katılmalarının erkek egemen anlayış nedeniyle engellendiği; ‘erkeğin üstünlüğü’, ‘ailenin kutsallığı’ gibi algılarla her türlü aracın kullanılarak topluma pompalandığı vurgulandı. Raporda ayrıca futbol, TV dizileri, hatta magazin programları dikkatte alındığında, yaratılmak istenen bu algının çok net görülebileceği hatırlatıldı.

Kadınların yaşamın her alanında şiddete maruz bırakıldığına dikkat çekilen raporda, özellikle, çatışmalı alanlarda ve son olarak Kuzey Suriye’ye yönelik saldırıda, Türk askeri ve çeteler tarafından gözaltına alınan kadınlara yönelik işkence görüntülerinin açıkça bir takım sosyal medya hesaplarından yayınlanabildiğine işaret edildi. Kadınlara yönelik resmi işkence yöntemlerinin 90’ları ‘aratmayacak’ şekilde uygulanmaya devam edildiği kaydedilen raporda, çıplak arama, sözlü ya da fiziksel cinsel taciz ve bazı tecavüz olaylar hakkında başvurular yapıldığı aktarıldı.

1990’LARI ARATMAYACAK İŞKENCE YÖNTEMLERİ

Kadın cinayetlerindeki artış oranlarının, devlet yetkilileri tarafından bile kabul edildiği hatırlatılan raporda, işkence ve hak ihlalleri şöyle sıralandı: "Türkiye Cumhuriyeti devleti, görev olarak yüklendiği halde, kadın cinayetlerinin ardında yatan ‘söz de namus’ anlayışını tartışmaya açmak ya da sorgulamak yerine, derinleştiriyor. Sığınmacı kadınlara yönelik şiddet olayları artıyor. Yaşadıkları ayrımcılık, ırkçılık ve ekonomik şiddet nedeniyle fuhşa zorlanan çok sayıda sığınmacı kadınların olduğunu bilmekteyiz.

Küçük yaştaki sığınmacı kız çocuklarının para karşılığında yaşlı erkeklere verildikleri olaylara çok yakında şahit olduk. Trans kadınlar, toplumun tüm kesimleri tarafından tehdit ve taciz edilmeye ve resmi şiddete maruz bırakılmaya devam ediyor. Cezaevinde yatan çok sayıda hasta kadın mahpus var. Adli ya da siyasi nedenlerle tutuklanan çok sayıda kadın, ailelerinden uzak cezaevlerinde ve çeşitli şiddet politikalarına maruz bırakılarak kalmaya devam ediyorlar.

Kısaca bir değerlendirme yapacak olursak, İstanbul Sözleşmesinin birinci imzacısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sözleşmeyi ihlal ediyor. Uyguladığı politikalar, kadınları şiddetten korumaya yetmiyor. Hakim ve savcıların İstanbul Sözleşmesinden haberleri yok. Mahkemeler kadına yönelik şiddettin belgelenmesinde hala resmi bilirkişilik kurumu olan Adli Tıp raporlarını, tek delil olarak kabul ediyorlar. ‘Kadının erkeğin namusu’ olduğu anlayışı, bizzat devlet tarafından topluma dayatılmaya devam ediyor. Biz kadınlar zor dönemler yaşasak da erkek egemen, militer ve feodal sisteme karşı mücadelemizde kararlığımızı 25 Kasım 2019’da da bir kez daha haykırıyoruz."

2019 İSTATİSTİK RAPOR

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’nun 2019 İstatistik Raporu şöyle:

Toplam başvuru sayısı: 31

Türkiye cezaevlerinde bulunan kadınların sayısı: 11 bin

Suç Dağılımı:

Tecavüz: 5

Cinsel Taciz: 26 (1 kadın küçük bebeğiyle birlikte işkence gördü)

Yaş Bilgileri:       

10-18 arası: 2

18–67 arası: 29

Suçu İşleyen Failler Dağılımı

Polis: 24

Jandarma/Asker: 2

İnfaz Koruma Memuru: 3

Diğer Kamu Görevlileri: 3

ÖSO:2

Kadınların Statüsü:

Kürt: 24

Türk: 5

Azeri:2

Kadınların Gözaltına Alınma Nedenleri: Siyasi nedenlerden ya da savaş kaynaklı

Toplam sayı: 31

Siyasi nedenlerden toplam sayı: 24

Adli nedenlerden toplam sayı: 7

Adli nedenlerden dolayı tecavüze uğrayan: 1

Adli nedenlerden dolayı cinsel tacize uğrayan: 6

Davaların Hukuki Durumu:

Toplam dava dosyası: 11

Ceza Mahkemeleri’nde devam eden davalar:1

Savcılıkta bulunan davalar: 10

Projede kapanan, arşive kaldırılan dosyalar:

Toplam sayı: 20

Korktuğu için hukuki işlem istemeyen: 11

Mağdurun kendi avukatları tarafından takip edilen davalar: 9

Mağdur kendi takip ediyor: 2

Suç duyurusu nedeniyle ağır baskıya maruz kalanlar:

Toplam sayı: 1