Zindanlarda kolektif direniş hattı

Türkiye’deki en önemli gündemlerden biri şuan devam eden “zindan direnişleri”…

Bu kolektif direniş hattı, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde devam eden derinleştirilmiş, insanlık dışı mutlak tecridin kırılması için örüldü.

Her ne kadar özel savaş bu direnişleri görünmez kılmaya, yaşanmıyor gibi kamuoyuna yansıtıp kriminalize etse de direnişin yaygınlaşarak büyümesini engelleyemiyor. Elbette zindanlar 7/24 direniş halindedir. Çünkü yaşam orada her zaman askıya alınır.

Bilindiği üzere şuan 23 zindanda 91 tutsağın süresiz-dönüşümsüz açlık grevleri devam ediyor. Taleplerin karşılanmaması durumunda süresiz-dönüşümsüz greve 300 tutsak daha eklenecek.

12 Eylül faşizmine rahmet okutan bir süreçten geçerken zindanların tekrar gündem olması elbette tesadüfi değil. Diyalektik olarak bir zorunluluğa işaret ediyor. Bu işaret iki yönlüdür. Birincisi zindanların bir amaç olarak neyi hedefledikleri üzerinedir. Zindan sıradan bir yer değildir. Her şeyden önce önemli bir mücadele alanıdır, fakat engellerle doludur; tahammül edilmesi daha zor bir alandır. Sabır isteyen, kendi özgünlüğünden ötürü farklı mücadele biçimlerine de ihtiyaç duyan, imkansızlıklarla baş edilmesi gereken bir yerdir. Hepimiz biliyoruz ‘Türk devleti zindanları Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme ve bastırmada bir araç olarak kullanmaktadır. Özellikle günümüz dünyasında öldürmeler tepki çektiğinden, yine ölümleri başvurmakla birlikte esas olarak da zindanlara atarak Kürt halkının iradesini kırmak, mücadeleyi tasfiye etmek istemektedir. İşte zindan direnişi Türk devletinin bu politikalarını zindanda boşa çıkarmada önemli bir moral kaynağıdır.’

İkincisi ise tıkanan siyasete bir müdahale mekânı olarak zindan gerçekliğidir. Zindanların ‘içeriden dışarıya’ bir nevi köprü kurması ve bunu bedenleri ile üzerinden yapmaları, siyasal alanın yükselen şiddetine paralel gelişen nihai bir direniştir.

Bu direnişin gelişimine ve önemine biraz odaklanmak, bugünü bilince çıkarma açısından anlamlı olacaktır. Mazlum, Kemal, Hayri, Ferhatlar ve daha nicelerinin öncülüğünde başlayan bu süreç, özgür iradeyi ortaya koymada ve yaşamda ölçü için bir çıtadır! Çünkü zindan direnişini bir geleneğe çevirme, hele de bunun konferanslarını yapmak hiçbir harekette görülebilecek bir şey değildir. Bu sürecin gelişimi başlı başına bir inceleme alanıdır.

O halde soralım!
Bir hareket zindan direniş konferanslarına niye ihtiyaç duysun?
Ve buna 1991 gibi erken bir yılda el atsın?

Bunun cevabını Öcalan “Zindana alınan Kürt, imhaya alınan Kürt’tür” diyerek çok sade vermektedir. Çünkü Kürt, burada özünden boşaltılır ya da imha edilir…
Öcalan, devamla “Düşman ya imha eder, ya da kendi çıkarlarına göre tasfiyeye ve dönüşüme uğratır. Bu reformizmden başlar, açık veya gizli bir işbirlikçi örgütlenmeye, harekete veya eğilime kadar gider. Düşmanın, hele hele yüzyılların deneyimine dayanan ve bu konuda özellikle imha etmek ve teslim almaktan başka bir şey dayatmayan durumu göz önüne getirildiğinde, PKK'ye neyi dayatacağı açıktır. Bu bir gerçektir ve güçlüdür. Bir defa bunu veri olarak görmek ve düşmanı başka türlü değerlendirmemek gerekir. Düşmanın gerçeği budur” demektedir.

İmha, devletin gerçekliğidir. Dinmeyen arzusu, bitmeyen siyaseti talebidir.

12 Eylül faşizmi sırasında Amed zindanında olanlar imha hakikatinin boyutlarını en dehşet sınırlarda gösterir. Böylesi bir anti-yaşam formunda yapılacak tek şey vardır: Direnmek… Başka türlü o şiddet ve kötülüğü ifşa edemezsiniz.

O anlamda “zindan direnişleri, mevcut kötülüğü, vahşeti açığa çıkarmak üzerine kuruludur” diyebiliriz.
Buna niye ihtiyaç duyuluyorun veya açığa çıkarılan şeyin cevabını özetlemek ve hatırlatmak gerekirse:
“Özgür yaşamda ısrar, insan olmada, özde ahlaki ve politik toplum olmada ısrarın kendisidir.
Sayıları binlere varan ve her gün sayıları artan açlık grevi eylemcileri kalıcı bir barış ve çözüm için kendi bedenlerini köprü yaparak, tarih yaratan bir duruş ve kararlılık sergilemektedirler. Bu direniş TC zihniyetinin insanlık onurunu, hak-hukukunu yerle bir eden, yok sayan sistemine karşı gelişmiş bulunmaktadır, Özellikle Kürt halkına karşı geliştirilen inkârcı ve asimilasyonist-soykırımcı politikalarına karşı insanlığını, onurunu koruma eylemidir. Çünkü tarihte bu coğrafyada bu zihniyet tarafından birçok halka yaşatılan soykırım gerçeği, AKP ve Erdoğan şahsında en ince, en tehlikeli tarzda Kürt halkına yaşatılmaktadır. Bu nedenle mücadele tarihimizde Zindan Direnişleri Kürt halkına dayatılan onursuzluğa dur deme, insan varlığını anlamlaştıran onurlu ve kutsal yaşama yöneliş eylemidir.”

Kürt zindan direniş geleneğinde 3 önemli aşama vardır.

Birincisi 12 Eylül faşist darbesi altında Amed zindanında yürütülen mücadeledir
İkincisi ise Öcalan tarafından İmralı’da başlatılan mücadeledir.
Üçüncüsü de 2012 yılında zindanlarda yürütülen mücadele…

Bu üç dönem, birbirine benzeyen yanları olduğu gibi, genel olarak birbirinden ayrılırlar. Bu farklılığın temelinde yatan ana olgu, uygulanan faşist-sömürgeci işkence, zulüm ve zorbalığın amacı ve hedefleridir. Hem çıkış dönemleri ve sebepleri hem de açığa çıkardıkları hakikatler açısından farklıdırlar. Totalde hepsi hükümetlerin gerçek yüzü ve ölüm üzerine kurgulanmış politikalarını açığa çıkarmıştır. Almanya’daki RAF üyelerinin, ağır tecrit koşullarına ve yoldaşlarının katledilmesine karşı direnişi, Britanya sömürgesine karşı İrlandalı devrimci tutsaklar tarafından yürütülen açlık grevi eylemleri ve Bobby Sands gerçeği ile buna benzer daha örnek verilebilecek pek çok dünyadaki direnişler de kendi dönemlerinde ilgili gerçeği ifşa etmişlerdir!

Başta Kürdistan’da olmak üzere tüm dünyada geçerli tek ortak nokta ise bu zindan direnişleri, çok büyük zorluklarla yüz yüze gelmişlerdir. Başlarına çok ağır şeyler getirilmek istenmiştir. Örneğin Büyük Ölüm Orucu’nda (14 Temmuz) tek tip elbiseyi dayatma, içten ve dıştan şebekeler eliyle sağlanan kontrolle yapıyı tamamen kendine bağlama, zorla grevi bitirmeye girişme gibi şeyler yaşandı, özce tasfiye istendi! Fakat başarılı olunamadı. 40 yılın sonunda amacına ulaşmadı ve bundan hala çok uzaktır.

O halde buradan bir başka önemli tespite varabiliriz:
“Zindan direnişi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin sürekliliği demektir.”

Bugün on binler zindanda! Devlet de her gün yeni bir zindan inşaatı başlatmakta, yeni bir tane açmakta ve bununla övünmektedir. Öyle ki Kürde bir müjde olarak bunu pazarlamaya çalışmaktadır. Demek ki devletin bu alana dair politikaları güncelleniyor. Buna ihtiyaç duyuyor! Zindanlarda 2018 yılı itibariyle ağır işkenceye geri dönmesi, akıl almaz uygulamalara geçmesi anlık bir işkence pratiği değildir. Sistematiktir…

Üçüncü ve son bir tespit olarak da zindan direniş geleneğinin “ilkesel” tutumudur.

Zindan direnişi tarihimizin tutunduğu iki temel ilke vardır.

Birincisi ve en temel olanı Öcalan’ın bir tespitidir. Öcalan şunu dedi “Ben düşmandan iki tokat yedim, hiçbir zaman o tokatları unutmayacağım ve sürekli o tokatların intikamını almak için yaşayacağım!”

İşte bu söz, zindan direnişinin temel ilkesidir. İçinde veya dışında, ilke budur.

İkincisi ise Hayri Durmuş’un son isteği olan “mezarıma borçlu yazın!” sözüdür. Bu da ikinci ilkedir.

Zindan direnişini anlamak, bu iki temel ilkeyi ve söylediği şeyi anlamaktan geçiyor. Bugün tüm ülkede yayılan zindan direnişini de bu iki ilke üzerinden sahiplenir ve okursak onların sesi olabilir, güçlerine güç katabilir ve direnişi sonuca götürebiliriz.