Xebat Andok: Devlet ölümünü gördü
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, Türk sömürgeciliğinin, Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi'nin düzeyi karşısında ölümünü gördüğü için topyekun saldırdığını söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, Türk sömürgeciliğinin, Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi'nin düzeyi karşısında ölümünü gördüğü için topyekun saldırdığını söyledi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinin en zayıf, PKK'nin ise tarihinin en güçlü döneminde olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, "Vay Nisan’da bitireceğiz, vay Kasım’da bitireceğiz, vay bu kışta bitireceğiz, bitireceğiz de bitireceğiz deyip aslında biteceklerini herkes görecek. İnkar ve imha et zihniyetinin, gelinen koşularda Kürdistan’da artık bir karşılığı yok" dedi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, Medya Haber kanalında yayınlanan özel bir programda Baki Gül’ün sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamı şöyle:
Mücadelenin hangi noktasında böylesi bir yoğunluk yaşandı ve öz yönetim, öz savunma gündeme geldi. Cizre, Sur, Nusaybin, Gever; Kürdistan’ın birçok yerine yayıldı, bu nasıl oldu?
Biz bunu şu şekilde tanımlıyoruz; örneğin Özgürlük Hareketimizin çıkışından günümüze kadar olan süreçleri üç temel kavram halinde ele almak mümkün;
PARTİLEŞME SÜRECİ
* Birincisine partileşme diyoruz. Şimdi toplumun özgürlük sorunu varsa bu topluma öncülük edilmesi gerekiyor. Öncülüğe ihtiyaç duymayan bir toplum zaten kendi kendini yöneten, kendi olmuş olan bir toplumdur. Çıkış koşullarında PKK’yi ele aldığımızda Kürdistan’a yönelik öncülük gerekiyor mu? Gerekiyor. Çünkü kırıma uğratılmış bir halktır. İşte ‘Muhayyel Kürdistan burada meftundur’ diye soykırımcı faşist TC’nin zafer kazandığını düşündüğü ve buna inandığı bir süreç. Ama Kürtlerin var olma sorunları var. Bırakalım özgür yaşamı inşa etmeyi, kendi varlığını sürdürme sorunu var. Dolayısıyla buna öncülük gerekiyor, bu öncülük nasıl olacak? Hareketimiz o dönem partileşme kararı vermiş, partileşme biçiminde olacak. Bunun belli bir süreci var. İşte bir sürece kadar ideolojik grup dediğimiz ve askeri hamle süreci yani 15 Ağustos askeri eyleme geçişe kadar ki sürece bir bütün olarak partileşme diyoruz.
ASKERİLEŞME SÜRECİ
* İkinci süreç; askerileşme sürecidir. Yani Türk devleti faşist, soykırımcı, farklılıklara kapalı, farklılıkları eritmek istediği, demokratik yolları kapattığı, farklı bir yol bırakmadığı için hareketimiz karar veriyor; ancak ve ancak askeri olarak savaşabiliriz, diyor. Kök kurutmaya karşı, topyekun saldırıya karşı, tanımayan, inkarcı ve imhacı politika ve duruşlara karşı ancak ve ancak Kürdistan koşullarında savaşarak mücadele verilebilir ve bunun da en iyi ifadesi 15 Ağustos Atılımı'dır. Bunun da gelmiş olduğu bir süreç var. Bu da 2000’li yıllara tekabül ediyor. Artık şu oluştu; Kürdistan’da bir ordu var. Kürdistan, Kürt gençleri başta olmak üzere aslında Anadolu’daki başta Türk halkı olmak üzere ve yine başka değişik farklı tüm halklardan olmak üzere özgürlük ordusuna akın akın geldi. Şu ispatlandı; biz, askeri olarak Türk faşist sömürgeciliğini yenemedik, o dönemin paradigmasına, stratejimize göre yenemedik, ortadan kaldıramadık ama yenilmedik de. Bu belli bir denge oluşturdu. Kendisiyle savaşmış olan Özgürlük Hareketi'nin savaşla ortaya çıkarmış olduğu kimi kazanımlar oldu, alan açıldı. Türkiye’de kimi değişimler oldu. Kürt sorunu ilk defa gündeme gelir oldu. Uluslararası alanda artık Kürt sorunu tanındı. Bilinen süreçler var. Turgut Özal’ın işte mevcut olan gerçekliği görmesi ve bu sorunu bir şekilde halledelim çerçevesinde görüşleri var. Önderliğimizin çok yoğun müzakere yoluyla, diyalog yoluyla sorunu çözme yaklaşımları var.
Öte taraftan Özgürlük Hareketi'nin yürütmüş olduğu savaşın ortaya çıkardığı kazanımlar, devlette yaratmış olduğu yarılmalar nedeniyle başta siyasi partiler olmak üzere demokratik kurumlara açılmış olan bir alan var. Yani halklaşan, serhildanlarla kendisine sahip çıkan, yurtseverlik bilinci edinen, adeta yeniden dirilen, kendisinde yeni bir ruhsallık oluşan ve oluşan ruhsallığın yönetmiş olduğu bir Kürt halkı oluştu. Özellikle 90’lı yıllarla birlikte artık PKK’nin gittikçe toplumlaştığı ve toplumun içerisine yayıldığı serhildan halklaşma dediğimiz süreç var. Öte taraftan demokratik siyaset, demokratik kurumlaşmayla ortaya çıkan sonuçlar var. Savaş o dönemde belli oranda ürünler ortaya çıkardı.
DEMOKRATİK ULUSLAŞMA SÜRECİ
* İşte bu ürünlere dayanarak 3. Dönem dediğimiz demokratik uluslaşma dönemi gelişti. Partileşmenin ortaya çıkarmış olduğu askerileşme ve partileşme ile askerileşmenin toplam ürünü olarak ortaya çıkan demokratik uluslaşma olarak tanımlamış olduğumuz süreç özellikle 2000’li yıllardan sonra ortaya belli bir düzey çıkardı. PKK’nin duruşu teslim olmayan, kendiliği esas alan, Kürtlerde derin bir yurtseverlik bilincini ortaya çıkarmayı amaçlayan o yaklaşımı toplum içerisinde kök saldı. Özellikle seçimlerde de kendisini gösterdi. Her ne kadar seçimler anti demokratik bir şekilde yapılsa da aslında şu ispatlandı ki; Kürdistan’daki herkes artık kendisine oy veriyor, sömürgeciliğe oy vermiyor. Ve bu zemin, demokratik uluslaşma demiş olduğumuz süreç artık yurtseverliğin tüm topluma yayılmış olduğu, Özgürlük Hareketi'nin tüm topluma yayılmış olduğu, sloganlarla da bunu ifade ettiler. ‘PKK halktır, halk burada’ diye. Bu slogan çerçevesinde ifade edilen bir düzey ortaya çıktı. Bu düzey artık şunu bize gösterdi; bu toplum artık kendi kendini yönetebilir.
SADECE KUZEY'LE SINIRLI DEĞİL
Hareketinizin temsilcileri, 30 Ekim 2014’te Kobanê serhiladanlarından sonra topyekun 'çöktürme planı' diye tanımladı. 7 Haziran seçimlerinden sonra böylesi bir saldırı başlattı. Öz yönetim süreçlerinin başlaması da bu döneme tekabül ediyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devletinin Kürtlere karşı yaklaşımını sadece Kuzey Kürdistan olarak ele almamak lazım. Bir bütünlük halinde ele alıyor, güncelde de bunu görüyoruz. Güney Kürdistan’daki referandum sürecinde sömürgeciliğin koordinatörü olarak devreye girdi ve ortaya çıkan sonuçlar ortadadır. Yine Rojava Devrimi'ne olan yaklaşımı zaten ortada. DAİŞ’i, El Nusra’yı güçlendiren aslında DAİŞ olarak savaşan, bunlar biliniyor, belgelerle de bütün herkesin bilmiş olduğu şeylerdir. Türk devletinin 1925’ten beri Kürtlere karşı mevcut yaklaşımı Kürt'ü inkar et, Kürtlük adına ortaya çıkmış her şeyi de imha et... Bu AKP tarafından da sürdürüldü. Bahsetmiş olduğunuz süreçlerde Önderliğimizin özellikle devletin bu zihniyetinde, inkar ve imhaya dayalı zihniyetinde kimi değişimleri yapmaya yönelik yürütmüş olduğu bir süreç var. Bilinen müzakere ya da diyalog süreci denilen ya da o süreçte 'çözüm süreci' olarak adlandırılan süreç toplumun her kesiminde büyük beklenti oluşturan hatta hacminden fazla bir beklentiye neden olan aslında olumsuz sonuçlarını sonradan çokça gördüğümüz bir süreç gelişti. Ama TC acaba gerçekten zihni bir değişime uğramış mıydı? Acaba gerçekten imha ve inkar politikasından vazgeçmiş miydi? Şu andan bakıldığı zaman o dönemde çok dile geldi. Önderliğimiz çokça dile getirdi, Hareketimizin farklı açıklamaları oldu. Ama gerçekten devletin şu andan daha iyi görülüyor ki özü itibariyle bu süreci de inkar ve imha siyasetiyle değerlendirme yaklaşımı vardı. Özü itibariyle buydu. Tamam, Kuzey Kürdistan’da, Türkiye’de sıcak savaş belli ölçüde durmuştu ama AKP yine Kürtlere karşı bir üst perdeden savaş içerisindeydi.
ASLINDA SAVAŞ SÜRÜYORDU
Neydi o?
İşte Rojava’da savaşıyordu. Örneğin Kobanê’ye saldırtan aslında oydu. Şimdi zihniyetinde herhangi bir değişiklik yaşamayan TC, kendi sınırları içerisinde sıcak bir savaşımı yapmıyordu ama sınırlarının hemen ötesinde Kürtlük adına ortaya çıkan her şeyi tasfiye etmek için elinden geleni yapıyordu. PKK kendisini sadece bir parçayla sınırlandırmış olan bir Hareket değil ki. PKK Bakur’daki Kürtlüğü sahiplendiği kadar Rojava’daki Kürtlüğü de sahiplenecek, Başûrdakini de, Rojhilat'takini de sahiplenecek. Bunun için çıkmış. Çıkış amaçlarına ters düşen bir PKK düşünülemez. Rojava Kürdistan’ına TC’nin yaklaşımı tabi ki beraberinden bir gerginlik yaratıyordu. Zaten Erdoğan’ın Kobanê için konuşması vardı ‘Kobanê düştü, düşecek’ diyordu zaten savaşı yürüttüğü ve anlık tekmil aldığı için öyle söylüyordu. Unutmayacağım dedi yani. Dolayısıyla onun perde arkasındaki gelişmeleri sadece Kuzey Kürdistan’daki olaylar biçiminde ele alırsak yanılgıya düşeriz. TC’nin Kürdistan’a ve Kürtlüğe olan yaklaşımının bir bütün olduğunu bilip o dönem sadece Kuzey Kürdistan’da işte ‘görüşmeler oluyor, bu savaşta, bu gerginlikte nereden çıktı? Yaklaşımında olmamak gerekiyor. Yani AKP yine gergin, Türkiye devleti yine gergin, yine soykırımcı, yine imhacı, yine inkarcıydı. Tamam, o dönem bir taraftan müzakere yürütüyordu ama bunu da yapıyordu. Özgürlük hareketi açısından da bir sorundu ve zaten savaşılıyordu. Aslında pratik sahada Özgürlük Hareketi'nin felsefesiyle mücadele eden Rojava halkıyla, direnişçileriyle Türkiye’nin bizzat içerisinde olduğu bir savaş zaten vardı.
KUZEY KÜRDİSTAN'DA OLANLAR
Kuzey Kürdistan’da da şu oluyordu; aslında AKP, PKK’yi tasfiye etmek için bu süreci yürütüyordu. Gün geçtikçe mevcut olan süreçten AKP’nin gittikçe daha fazla eridiği görülüyordu. Özellikle seçim sistemi AKP açısından çok önemliydi. Zaten biliniyor; AKP bir biçimiyle sürekli anketler falan yapıyor. HDP’nin ortaya çıkma biçimi vardı. Kürdistan’da mevcut olan düzey ile Türkiye’deki devrimci, demokrat kesim kendi güçlerini birleştiriyorlardı. Türk faşist sömürgeciliğinin eritmek istemiş olduğu tüm farklılıklar HDP projesi içerisinde bir araya geldi. Aslında Türk ulus devlet sistemini yerle bir eden bir projeydi aynı zamanda. Onun için şu anda bu kadar hedeftedir. Aslında 7 Haziran seçimlerine gelmeden önce de bahsetmiş olduğumuz 30 Ekim 2014'te alınmış olan karar vardı. O karara götüren Kobanê, Kobanê süreciyle başlamış olan 6-7-8 Ekim sehildanları süreci, özcesi o dönemde Bakurê Kurdistan’daki halkımız tabi ki Kürtlüğe sahip çıkıyordu, kendine sahip çıkıyordu, direniyordu. Şunu gördü; ben PKK’yi tasfiye etmek istiyorum, ben Kürt halkına aslında diz çöktürmek istiyorum, teslim almak istiyorum ama karşımda müthiş bir topluluk var. Rojava Kurdistan’ını müthiş sahipleniyor, herkes ayakta.
7 HAZİRAN'DA YENİLDİ
Seçim olacak, seçimde bakıyor ki anketlerde hep eriyor, herkes kendisine oy veriyor. 7 Haziran seçimleri oldu, 7 Haziran seçimlerinde yenildi. Hem de büyük bir yenilgi aldı. Yani yenilgisini de sadece şu şekilde ele almamak lazım; yani sadece oylarında bir düşüş ve HDP’nin barajı aşmak suretiyle Meclis'e girmesi biçiminde ele almamak lazım. 7 Haziran seçimlerinin asıl zaferi şudur; ulus devletçi zihniyeti yerle bir etmiştir. Çünkü ulus devlet zihniyetinde farklılıkların tekil içerisinde eritilmesi var. Ama 7 Haziran seçimlerinde o erittik dedikleri bütün farklılıkların HDP projesi üzerinden Meclis'e girme süreci var. Bütün o farklılıklar canlanıyor, öyle üstü örtülemez. Eğer zihniyetleri demokratik olmuş olsaydı HDP’nin mevcut olan birleşeni gibi olurdu Meclis.
KUZEY, KAZANIMLARIN TEMİNATIDIR
24 Temmuz saldırıları oldu. Çok büyük saldırıydı. Tam o sürece denk gelen öz yönetim direnişleri var...
Evet, öyleydi zaten. Yani biz sömürgecilerin kavramlarıyla, kafalarıyla ortaya çıkarmış olduğu sonuçları tartışmak durumunda değiliz tabi. Onlar parçalamış ama bizim kafamızda Kürdistan bir bütündür. Tabi ki Rojava’ya karşı Kuzey Kürdistan’daki halkın göstermiş olduğu büyük destek vardı, sahiplendi. O noktada Kobanê sürecindeki mevcut olan duruşu zaten biliniyordu. Öte taraftan Bakurê Kurdistan hep öyleydi, şimdi de öyledir. Kürdistan’daki kazanımların teminatı aslında Bakurê Kurdistan’daki mevcut olan mücadele oldu. Hem gerilla mücadelesi açısından öyle oldu hem de en dinamik olan, en fazla yayılan, sorumlulukları da var. Kürdistan’ın en büyük parçası da oluyor aynı zamanda. Direniş geleneği de oldukça köklü. Bu yönüyle Bakurê Kurdistan’ın belirleyici rolü her zaman vardı, sürüyor. Bahsetmiş olduğunuz o süreçlerde de oldu. Öz yönetim direnişleriyle tabi ki Kürdistan’ın diğer bölgelerine, diğer parçalarına da büyük nefes aldırttı ve aynı zamanda bir miras da ortaya çıkardı.
ÖZ YÖNETİM DİRENİŞLERİ
Ortaya ne değerler çıkardı?
O koşullarda böylesi bir direnişe girmek herkesin göze alacağı bir şey değil. O sürecin halen de hakkı verilerek tartışmasının yeterince yürütüldüğü ya da anlaşıldığı söylenemez. Çünkü şöyle bir şey var; başlatılmış olan bir süreç dolayısıyla sadece bir sürecin sonrasında ortaya çıkmış olan yıkımlar üzerinden ele alınırsa işte yıkılmış olan ve hala da girişi engellenmiş olan şehirlerimiz var Sur gibi, eğer sadece devletin saldırıları çerçevesinde ele alınacaksa o süreç asla anlaşılamaz.
Nasıl ele alınması lazım?
Büyük bir saldırı vardı. Bu saldırıya karşı direnme kararı alabilme ve bu direnme kararı çerçevesinde harekete geçebilme çok büyük bir duruştur. Bunun hakkının verilmesi gerekiyor. Bu noktada kimi yanlış yaklaşımlar ya da algı sorunları olduğunu söylemek mümkün.
O sürecin ortaya çıkarmış olduğu düzeyleri de en iyi o sürecin öncülerinde insan görebilir. Halk büyük acılarla karşı karşıya geldi ama halk gerçek anlamda kendi öz yönetim sürecine sahip çıkan bir halktı. Özellikle Cizre ile başlamış olan ve bahsetmiş olduğumuz diğer şehirlerimize yayılmış olan o süreçte halk şunu ispatladı; ben kendi kendimi yöneteceğim, madem ki ey devlet sen beni tanımıyorsun, benim kendi kendimi örgütlememi, benim kendimi ifade etmemi engelliyorsun, buna fırsat vermiyorsun sen beni tanımıyorsan ben de seni tanımıyorum noktasına geldi. Bu noktada belli bir çaba içerisine girdi. Bu noktada halkımızın mevcut olan düzeyi açığa çıktı.
SÖMÜRGECİLİĞE REDDİYE
Nedir o düzey?
O düzey şudur; sömürgecilik altında, saldırılar altında, kimliksizlik altında yaşamak istemiyorum. Ben kendim olarak, bir bütün halinde kendi kendimi yönetir bir düzeye geldim ve ben bunu istiyorum... Düzey budur. Bu, önceki dönemlerde çok fazla yoktu. Bu düzey oluştu.
YURTSEVERLİK DÜZEYİ
Ortaya çıkarılmış olan çıta itibariyle şunu söyleyebiliriz; bu halkın içerisinde halkın gerçek anlamda öncüleri çıktı. Mehmet Tunç arkadaş, Pakize Nayır, Asya Yüksel arkadaşlar buna en iyi örnektir. Bunların ortaya çıkarmış olduğu bir düzey var. Aslında bu yurtseverliğin çıtası anlamına geldi. Bütün her şeyiyle kendisini topluma veren, topluma öncülük eden, kendi yaşamını verme pahasına bundan asla vazgeçmeyen, diz çökmeyen Mehmet Tunç kişiliğinde sembolize edilen bir duruş çıktı. Dolayısıyla yurtseverlik açısından bir çıta oluştu. Dikkat edilirse; yurtseverlerimiz bile fedaidir. Kendisini feda ediyor, çünkü insan toplumsal bir varlıktır. Toplumu ile var olan bir varlıktır. Şu anda bireyciliğin peşine düşmüş olan bu yaklaşımların ötesinde gerçek insan tanımlamasına gidilirse felsefik olarak insan aslında toplumu ile vardır. Kürt, Kürt yapan faktörleriyle vardır. Bunların dışında farklı bir şeydir.
Dolayısıyla o çerçevede ele aldığımız zaman aslında Kürt yurtseverliği açısından Mehmet Tunç arkadaşlar şahsında bir düzey yakalandı. Bu bir örnektir, mirastır. Herkesin kendisine esas alması gereken bir düzeydir. Bu halk öncüleri çerçevesinde ortaya çıkmış bir düzey.
GERİLLADAKİ DÜZEY
Gerillamız başından beri mücadelesini yürütüyor. Orada da muhteşem bir düzey çıktı. İşte Çiyager arkadaşın ‘sonu muhteşem olacak’ demiş olduğu düzey. Yani kendisini bütün olanaksızlıklara, zorluklara ve devletin her türlü tekniği ve gücü kullanmak suretiyle yönelimlerine karşı son mermisine, son ana kadar davasına bağlılık, özgür yaşama bağlılık gereği mücadele yürütme, devlete vurulabilecek olan en büyük darbeleri vurma duruşudur. Çiyager arkadaş, Zeryan arkadaş şahsında ortaya çıkmış olan bir düzey var.
DEMOKRATİK KURUMLARIN DÜZEYİ
Hareketimizin mücadelesi sonucu ortaya çıkmış olan demokratik kurumlar var. Mehmet Yavuzel arkadaş, DBP’nin PM üyesidir mesela. Aslında şunu gösteriyor; Bir PM nasıl olmalı? Siyasi parti toplum içerisinde nasıl olmalı? O partiler topluma öncülük etmek için kurulmuştur. İşlevleri, kuruluş amaçları odur. Dolayısıyla Mehmet arkadaş da bu partinin bir yöneticisiydi, onun da ortaya çıkarmış olduğu bir düzey var.
Feride arkadaşımız kültür çalışanıdır. O da mesela demokratik kurumları temsilen orada, çünkü o kurumlar toplumun sorunlarını çözmek için kurulmuş olan kurumlardır. O kurumun bir üyesi olarak, o toplumun öz yönetim çalışmalarında yer alıyor ve o da son ana kadar orada bulundu, direndi, mücadelesini yürüttü ve şehit düştü.
O ve onun gibi arkadaşlar şahsında şu durum ortaya çıkıyor; demokratik kurumlaşmalardaki mevcut çalışma yürütenlerinde nasıl olması gerektiğini ortaya koyuyor. Aslında biraz soyutlarsak hem halk itibariyle hem halk öncü kişilikleri itibariyle hem demokratik kurumlaşmalar ve siyasi partiler itibariyle hem de gerilla düzeyi itibariyle de aslında tutturulmuş olan çıtanın ne kadar üst düzeyde olduğunu bize gösteriyor.
PKK, en basit ifadeyle söylüyorum; Kürt sorununu çözmek için kurulmuş olan bir harekettir. Kürtlerin varlık sorunları, özgür yaşama sorunları var. Bu sorunları çözmek için ortaya çıkan bir hareket. Dolayısıyla öze ulaşmak istiyor, kendisi olmak istiyor. Bütün Kürt toplulukları eritilmeden, asimile edilmeden, yok edilmeden bir arada olmak suretiyle var olmasını sağlayan bir harekettir. Bu yönüyle öz yönetim dediğimiz bir süreç olarak ortaya çıkmış olsa da başından beri bir süreç var.
ÖZ YÖNETİMLERLE OLACAK
Programatiktir. PKK’nin programı bu, diyelim. Toplumun sorunları nasıl çözülecek, diye bir soru Özgürlük Hareketi'ne sorulduğu zaman, bu cevabı verecektir; Öz yönetimlerle olacak. Yani benim ne eksiğim var ki kendimi yönetemeyeyim. Kürt halkı mesela şu anda ne eksiği var kendisini yönetemesin. Alevilerin ne eksiği var kendisini yönetemesin. Bu evrende her şey kendisini yönetebilirken, bu evrenin en mükemmel oluşumu olarak ben kendimi neden yönetemeyeyim ki. Kim bana söylemiş ki ben kendimi yönetemem. Dolayısıyla o noktalarda ele aldığımız zaman bu öz yönetim demiş olduğumuz sürecin arka planında çok derin bir felsefik yaklaşım var, oluş öyledir. Bu ulus devletçi zihniyetin, devletçi paradigmanın ortaya çıkarmış olduğu yaklaşımla evrene bakmayalım, farklı bir çerçevede evrene bakalım; öz yönetim aslında evrensel bir şeydir. Bütün oluşlarda olan bir şeydir. Bir süreç değil, yapmamız gereken bir şeydir.
TC ÖLÜMÜ GÖRDÜ
Türk devleti açısından nasıl sonuçlar ortaya çıkardı?
Türkiye Cumhuriyeti'ne yaşattırdıkları var. O dönemde büyük şeyler yarattı. Bitiriyorum, bitireceğim dedi. Bir halkın asla bitirilemediğini gösterdi. Aslında mevcut olan mücadele düzeyini onlara gösterdi. Yani bizim ne olduğumuz onlara gösterdi bir kere. Aslında ölümü gördüler. Bunun üzerinden şu anda da süren seferberlik halinde, topyekun bir şekilde üzerimize geliyor. Zihniyeti değişmiyor, zihniyetini değiştirmediği için de ya kırılırsın ya kırarsın. Yani farklılığı tanıma, ya bunlarında yaşama hakkı var, bunlar da bir varlıktır, bir oluştur dolayısıyla bunlar da kendi haklarını yaşamalı, kendileri olmalı gibi bir zihni dönüşümü Türk sömürgeciliği yaşamadığı için anladığı tek şey vardır o da kırmadır. Zaten iyi ifade etmişler. Çöktürme. Çöktürmeyi amaçlayan bir zihniyet ya çöktürür ya çöker. Şu an ki yürütmüş olduğu süreç de biraz böyledir. Şimdi böyle üzerimize geliyor o süreçte de geldi. Mevcut olan direniş onlarda büyük şeyler yarattı. Bir kere AKP şahsında TC’nin nasıl bir devlet olduğunu herkese gösterdi, gerçek yüzünü hepimize gösterdi. Kürt düşmanlığında milim şaşma olmadığı gibi ne kadar hunhar, vahşi olan devlettir, sömürgeciliktir zaten ahlaktan falan beklentiye girmek gerekmiyor ama sonuçta her devlette kendi tarafından bir şeyi ifade ediyor.
AKP'NİN MASKELERİNİ İNDİRDİ
İç savaştı aslında. Adı iç savaştı. Bunu bir kere gösterdi. Çünkü şunun için önemli; sanki AKP sorunu çözecek, aslında 2002 yıllarında özgürlükçü, işte mağdurların dili falan filan diye o şekilde işin içerisine girdi. Birçok çevreyi aldattı. Aslında öz yönetim direnişlerindeki mevcut olan duruşu, bütün o maskelerini indirdi. Gerçek yüzleri ortaya çıktı. Hem uluslararası alanda güçler, bütün dünya kamuoyu bunu fark etti. Hem de Kürt halkı olmak üzere Anadolu’daki herkes bunu gördü. AKP’nin gerçek yüzü ortaya çıktı. Şu anda da zaten herhangi bir dostluk kalmadı. AKP’nin bu kadar teşhir olmasında, gerçek yüzünün ortaya çıkmasında öz yönetim süreçleri başta olmak üzere o gelenek üzerinden mevcut olan mücadele ortaya çıkardı.
ORDUYU TARUMAR ETTİ
Orduyu tarumar etti. Ordunun savaşma kabiliyeti ne kadar? Nusaybin sendromu, denildi. Kendilerinin söylemi, tabur üstüne tabur Sur’da 60-70 devrimciye karşı ne hallere düştüğü ortadadır. Aslında herhangi bir başarı yoktur. Böyle meydan da oradaki mevcut olan direnişçilerle çatışan, onları ortadan kaldıran bir duruş yoktur. Bütün tekniği kullan, hava saldırıları da dahil olmak üzere şehirleri yerle bir et, bütün binaları yıka yıka, o teknikle sayısız bir ordu gücüyle gir, bunun herhangi bir kazanımı yoktur. Öz yönetimlerde devletin ordusunun, polisinin asla bir zaferinden bahsedilemez. Mevcut olan savaş itibariyle söylüyorum, asla söylenemez. Sayı üstünlüğü, teknik üstünlüğü odur yani.
PKK'NİN TOPLUMU GÖRÜLDÜ
Ordu cephede, savaşta bunları yaşarken bir de içeride kendi içlerinde birbirine girdi. Hem siyasi alanda birbirine girdi hem de ordu olarak birbirine girdi. İşte 15 Temmuz'dan sonra aslında öyle olmadığı da tartışılan o sürecin bir ürünüdür. Yani özü itibariyle değerlendirirsek hem AKP kendi içerisinde büyük zorlanmaları yaşadı, büyük çatışmalar daha belirginleşti. İşte bir süre sonra başbakanı değiştirme süreciyle bile değişiklikler yaşadı. Ordu içerisinde mevcut olan bu parçalanmalar, büyük darbe yemeler, sendromlara maruz kalmalar gibi süreçler gelişti ama bir bütün olarak o süreci kendisinden belli şeyler beklenen AKP’nin gerçek yüzünün ne olduğu her yönüyle açığa çıktı. Bu da devlet cephesinde öz yönetim direnişlerinin ortaya çıkarmış olduğu sonuçlardır. Ama bence, en dipte de şu vardır; Özgürlük Hareketi'nin ortaya çıkarmış olduğu halk gerçekliği, gerilla duruşu, mücadele geleneği ve toplumun öncülüğünü yapmış olan kişilerin nasıl olduğu bu mevcut olan çıtanın devleti aşırı şekilde ürkütmesi gibi bir durum ortaya çıkardı. Devlet bunu gördü; bu PKK ne yaratmış? Bu PKK’nin mevcut olan mücadelesi ortaya nasıl bir tablo çıkarmış.
HALK KENDİSİNDEDİR
Cizre Newrozu tarihsel bir Newroz'dur. Referandum yapıldı, 'Hayır' oranı da daha öncekiler gibiydi. O kadar halk kırılmış denildi fakat halkta değişen bir şey oldu mu?
Zaten propagandası çok yapılıyor. Özellikle AKP bunu çok yaptı. Özel savaş rejimi bunu çok yaptı. Bu öz yönetimin biraz pratikleştirilmeye çalışılmış olduğu yerlerde böyle sanki büyük kırılmalar yaşanmış, işte halkın herhangi bir desteği yok. PKK halklaşmış, toplumsallaşmış diyorsak o halk kendi kendisini inkar etmediği sürece PKK’ye olan desteğini sürdürür. Çünkü Özgürlük Hareketi onların içerisinden çıkan, onların çocukları olan kişilerdir. Herhangi bir bireycilik peşinde olmayan bir harekettir, mal mülk peşinde olan bir hareket değildir. Bütün üyeleriyle, kendisini toplumun sorunlarını çözmeye adamış bir topluluk ve bu halklaşmış, halkta büyük değişim-dönüşümleri yaratmış. Dolayısıyla bu halk kendisini inkar etmeyeceğine göre bu bahsetmiş olduğunuz seçimlerde, referandumda Newrozlarda kendisini sahiplenmesi, kendi olmakta ısrar etme süreci sürüyor, şu anda da sürüyor. Dolayısıyla halk kırılmış, halk şöyle olmuş, böyle olmuş desteğini vermiyor vs. gibi yaklaşımlar tamamen özel savaş rejimi çerçevesinde sergilenen şeylerdir.
ÖNEMLİ OLAN RUHUN ZİNDELİĞİ
Askeri polis kontrolü çoktu ama ona rağmen radikal sloganlar atılıyordu Newrozlarda...
Hem Cizre’de hem Amed’de öyle oldu, aslında diğer yerlerde de öyle oldu. Yani bu dediğim gibi devletin argümanları, soykırımcı rejimin argümanları o argümanlarının dışına biraz çıkıldığı zaman mevcut olan haliyle de tüm faşizm yaklaşımları çerçevesinde bile Kürdistan’da belli yıkımlar söz konusu olmuş olsa da ruhsal yıkım olmadığı müddetçe diğerleri çok sorun değildir. Önemli olan ruhu zinde tutabilmektir. O da şu demektir; ben Kürt'üm, Kürtlüğüme sahip çıkacağım, ben bu ülkedeyim, bu ülke benimdir, bu ülke sömürgeleştirilmiştir, bu ülke işgal altındadır ve bu ülke de sömürgecilik benim ne dilimi, ne kimliğimi, ne vatanımı ne varlığımı hiçbir şekilde kabul etmediği gibi benim fiziki varlığımı ortadan kaldırmaya çalışıyor. İşte köyleri şehirleri, boşaltmak istiyor. Şehirlerde kendine göre mimariler oluşturma var vs. bunlar bilinen şeyler. Dolayısıyla bu soykırımcı rejimin uygulamaları Kürdistan’da sürdüğü müddetçe ben ruhumu buna karşıt biçimde zinde tutmak durumundayım ve bunun gereklerini yapmalıyım. Bu ruh olduğu gibi şu anda Kürdistan’da öz yönetim süreçlerinde olduğu gibi şu anda da sürüyor.
SÖMÜRGECİLİĞE ÖFKE BÜYÜDÜ
Kesinlikle şunu söylemek lazım; daha büyük bir nefretle sürüyor. Daha büyük bir kinle sürüyor. Bu insanlar kuş beyinli değildir, hemen her şeyi unut gitsin. Unutmak ihanettir diye bir laf vardır. Kürdistan’da mevcut ulaşılmış olan bu düzeyin oluşturmuş olduğu gerçeklikler vardır. Asla unutturmayacağız, unutmayacağız. Bahsettiğimiz şehitlerimiz var. O dönemden başlamak üzere Türk sömürgeciliği gittikçe daha fazla tırmandırmış olduğu saldırılar var. Bu saldırılar unutulabilir mi? Dolayısıyla mevcut olan halkın düzeyini öz yönetim süreçlerindeki düzeyin daha gerisinde bir süreç olarak ele almamak lazım. Görünürde öyle olabilir ama işin özünde, derinliklerine inildiğinde sömürgeciliğe karşı ruhta daha büyük bir öfkenin, daha büyük bir nefretin olduğunu bu noktada büyük bir kabarmanın olduğunu ve bunun zamanı geldiğinde çok daha üst düzeyde sömürgeciliğe karşı kendisini dışa vuracağını da söylemek mümkün.
CUMHURİYET'İN EN ZAYIF DÖNEMİ
Çıkan kazanımlar nedir, özellikle de 40. yıl açısından değerlendirirsek, özelde de Kuzey Kürdistan’da açığa çıkan kazanımlar nedir?
Dediğimiz gibi Bakurê Kurdistan’ı diğer parçalardan ayrı ele almamak lazım. Çünkü devletin yönelimleri de bütünlüklüdür. Devlete karşı direnişte bütünlüklüdür. PKK bunu ortaya çıkardı. Sömürgeciliğin planı buydu. Önderliğimiz şahsında temsil edilen Özgürlük Hareketi'nin duruşu bunu ortadan kaldırdı. Şu anda PKK dört parça Kürdistan’daki gençlerden oluşan bir harekettir. Mücadelesini öyle yürütüyor. Bakurê Kurdistan’ı da tahlil ederken sadece Bakurê Kurdistan eksenli bakmamak lazım. Ya da orada da bakarken sadece öz yönetimlerin olmuş olduğu şehirler çerçevesinde de ele almamak lazım. Sadece o çerçeveden bakarsak şöyle çıkıyor; müthiş bir faşizm, yönelim var. Kimsenin bir araya gelinmesine izin verilmiyor. Bu noktada alabildiğine bir yönelim var. Topyekun bir savaş kapsamında bir şeyler yürütülüyor. Şehirler yakılmış, yıkılmış dolayısıyla sanki karabasan gibi toplumumuzun üzerine bir şeyler çökmüş, hiçbir şey kalkmamış gibi bir algı oluşturmak istiyorlar. Halbuki o mevcut olan sınırların ötesine çıkalım. Bir Türkiye’ye bakalım ne kadar başarılıdır, uluslararası siyasette yaklaşımı nedir, nasıl bir konjonktürün içerisindedir, politikaları ne kadar tutuyor, ekonomik, askeri, siyasi olarak mevcut olan düzeyi nedir, diye baktığımız zaman aslında dibe vurmuş olan bir haldedir. Bunu herkes söylüyor, kendileri de söylüyor. Aslında itiraf ediyorlar; ayakta durmaya çalıştıklarını söylüyorlar. Belki de cumhuriyet tarihinin en zayıf dönemini yaşıyorlar.
PKK TARİHİNİN EN GÜÇLÜ DÖNEMİNDE
Özgürlük Hareketi'nin Rojava’daki, Güney’deki, Rojhılat’taki duruşu nedir, bir bütün olarak dünya kamuoyunda mevcut olan algısı nedir? İşte PKK en büyük terörist örgüt olarak bilinirdi. Önderliğimizin bütün halklar açısından duruşu nedir, buna bakıldığı zaman şunu söylemek istiyorum; Bakurê Kurdistan’daki herhangi bir Kürt yurtseverinin kendisini zayıf görmesinin hiçbir nedeni yoktur. Bu bir propaganda değildir, bu gönlü hoş etme de değildir. PKK kendi tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Bütün kuşatmaları kırmış olan bir haldedir. Uluslararasılaşmıştır. Herkes akın akın PKK saflarına gelmektedir.
BİTECEKLERİNİ HERKES GÖRECEK
Aslında devlet, ölümünü görüyor ve en üst perdede yöneliyor. Bu yönelmenin ortaya çıkarmış olduğu kimi zorlanmalar vardır ama şu vardır; Özgürlük Hareketi, her tarafta direniyor. Toplum içerisinde de direnişler vardır, demokratik kurumlar içerisinde de direnişler vardır. Siyasal partiler çerçevesinde de direnişler vardır. En büyük direniş de Önderliğimiz şahsında ve gerillanın duruşunda vardır. Vay Nisan’da bitireceğiz, vay Kasım’da bitireceğiz, vay bu kışta bitireceğiz, bitireceğiz de bitireceğiz deyip aslında biteceklerini herkes görecek. İnkar ve imha et zihniyetinin, gelinen koşularda Kürdistan’da artık bir karşılığı yok.