Volta Çark: Hapiste LGBT’li olmak

Rosida Koyuncu yazdığı “Volta Şark: Hapiste LGBT’li Olmak” kitabıyla trans bireylerin cezaevlerinde yaşadıkları zulmü gündeme getiriyor.

Rosida Koyuncu yazdığı “Volta Şark: Hapiste LGBT’li Olmak” kitabıyla trans bireylerin cezaevlerinde yaşadıkları zulmü gündeme getiriyor. Anlatımlarıyla kitabı oluşturan 17 trans bireyden bazıları taciz ve tecavüze maruz kalırken hepsi nefret söylemini ve şiddeti yaşamış. ANF’ye konuşan Koyuncu, tek kişilik hücrelere mahkum edilen trans bireylerin hangi davadan ya da suçtan cezaevine girerlerse girsinler katmerli bir ayrımcılık yaşadıklarını vurguladı.

Kendinizi tanıtabilir misiniz?

Adım Rosida Koyuncu. Rosida Kürtçe güneş gölge verdi demek. Amedliyim, 26 yaşındayım ve LGBT aktivistiyim.

Kitap yazma fikri nasıl doğdu?

Tutsaklara ilişkin hep bir duyarlılığım olmuştur ve onların sesini duyurabilmek için çalışmalar yürütmüşümdür. Bu çerçevede Nor Radyo’da tutsaklara ilişkin program yapıyorum, tecrit altında tutulan hasta tutsakların durumuna dikkat çekmek için her cumartesi günü İHD tarafından yapılan oturumlara katılıyorum. Aynı zamanda Ceza İnfaz Toplum Derneği çalışmalarına katılıyorum ve bu kapsamda özel ihtiyaçları olan mahpuslarla ilgili birçok panel ve projede yer alıyorum. Özel ihtiyaçlı mahpuslar grubu daha çok engelli, yabancı ve LGBT’li mahpuslara dönük çalışma yürütüyorlar, ben de bu çalışmalara elimden geldiğince katkı sunmaya çalışıyorum. Bu çalışmaları yaparken Bafra F Tipi cezaevinde tutuklu bulunan Avşa isimli bir trans kadının 40 gündür açlık grevinde olduğunu facebook paylaşımlarından öğrendim. Bu durum aynı cezaevinde mahpus olan vegan anarşist Osman Ercan’ın avukatına yan hücresinde bulunan trans bireylerin açlık grevine girdiğini, ancak kimsenin seslerini duymadığını, ailelerin de ziyarete gelmediğini aktarması sayesinde duyuldu. Avşa isimli trans kadının neden açlık grevine girdiğini araştırmaya ve onunla mektuplaşmaya başladığımda korkunç gerçek ortaya çıktı. Giresun Cezaevi’nde bir gardiyan tarafından tecavüze uğradığını ve mahkemeye başvurduğunu, ancak mahkemenin dava açmayı kabul etmediğini anlattı. Daha sonra Ağır Ceza’ya başvurdu ve gardiyana 8 yıl 9 ay ceza verilip görevden alındı. Ancak güvenlik gerekçesiyle başka cezaevlerine gönderilen Avşa, gardiyanı görevden aldırdığı gerekçesiyle sevk edildiği her cezaevinde diğer gardiyanların da tacizine ve baskısına uğruyor. Bu durum Bafra cezaevinde de devam ediyor. Burada Avşa gardiyanlar tarafından fiziki şiddete maruz kalıyor. Hem açtığı davalardan sonuç alamadığı, hem de gönderdiği dilekçelere rağmen bir türlü sesini duyuramadığı için önce intihara kalkışan Avşa daha sonra son çare olarak iki arkadaşıyla birlikte bedenini açlığa yatırıyor. 60 gün açlık grevinden sonra Avşa, olayı duyuran Osman Ercan ile birlikte başka cezaevlerine sürgün edildi.

CEZAEVİNDE EN BÜYÜK BASKI TRANS BİREYLERİN ÜZERİNDE

Yazdığınız “Volta Çark: Hapiste LGBT’li Olmak” kitabınızda aynı baskı ve şiddete maruz kalmış 17 kişinin anlatımına yer veriyorsunuz. Bu anlatımlardan yola çıkarak LGBT’lilerin cezaevinde yaşadıkları hak ihlallerini örneklendirebilir misiniz?

Bu kitabı, cezaevindeki LGBT’lilerle mektuplaşarak, cezaevine girmiş ve çıkmış transseksüeller ve eşcinsellerle bire bir görüşerek oluşturdum. Bu bir yılımı aldı. Kitapta 1982 Dev-Yol davasında 45 gün emniyette sorguda tutulan trans kadından PKK davası tutuklusu eşcinsele ve adli tutsaklara kadar birçok kişiyle görüştüm. Kitapta çoğunlukla trans kadınların anlatımına yer verilmesi özel bir seçim değil, ancak cezaevlerinde eşcinsel bir erkek kendini gizleyebiliyorken, trans bir birey bunu yapamıyor, asıl neden bu. Bu yüzden de cezaevlerinde en çok trans bireyler baskıya maruz kalıyor. Adalet Bakanlığı’na sorulduğu zaman cezaevlerinde 95 LGBT mahkum olduğu bilgisi veriliyor, ancak bu sayı içinde eşcinsel erkekler veya lezbiyen kadınlar sayılmıyor. Mesela ameliyat olmamış, yani cinsiyetini değiştirmemiş transseksüeller erkek cezaevlerine gönderiliyor ve tekli hücrelerde tutuluyor. Bu tecrit yazdığım kitapta anlatılıyor, konuştuğum bir kişi Maltepe’de trans bireylerden oluşan bir koğuş olmasına rağmen tekli hücrede tutulduğunu anlatıyor. Hepimiz bir mahpusun tekli hücrede kalması için ya ağırlaştırılmış müebbet cezası alması, ya bulaşıcı bir hastalığı olması veya disiplin suçu işlemiş olması gerektiğini biliyoruz. Ancak söz konusu trans kadınlar olunca bu psikolojik işkence yöntemi sistematik hale geliyor. Trans kadınlar tekli hücrede tutuluyor, erkek cezaevlerine gönderiliyor, saçları zorla kestiriliyor. Çıplak arama adı altında bedenleriyle dalga geçiliyor, aşağılanıyorlar, gardiyanlar ve mahkumların tacizine, tecavüzüne uğruyorlar. Ayrıca eşcinsel erkekler eşcinsel olup olmadıklarının tespiti için zorla psikiyatriye götürülüyorlar veya anal ilişki yaşayıp yaşamadıklarının kontrolü için makatları parmaklanıyor. Mesela bana konuşan bir trans birey de bunu yaşamış. Normalde mahpusları açık cezaevine gönderme prosedürü var, ancak bu prosedür güvenlik gerekçesi öne sürülerek LGBT’li bireyler için geçerli sayılmıyor. Trans bireyler sürekli cezaevi idareleri tarafından nefret söylemlerine maruz kalıyor.

TECRİT İÇİNDE TECRİT

Hangi cezaevlerinde bu tip olaylar çoğunlukla yaşanıyor?

Bafra F Tipi Cezaevi, Şakran Cezaevi, Kandıra T Tipi cezaevi , Manisa Salihli cezaevinde var. Mesela Şakran’da ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılan Esra isimli bir trans kadın var. Koşullar o kadar kötü ki onunla mektuplaşamadım bile. Meydan gazetesinde hakkında yapılan bir röportaj sayesinde durumunu öğrendim. Mektuplaştığı Merve isimli bir kadın, Esra'nın tecrit içinde tecrit yaşadığını, ortak alana dahi çıkartılmadığını, insan yüzü görmediğini ve bu nedenle intiharı düşündüğü haberini aldım. Esra cezaevinde boncuk yaparak geçimini sağlıyor. Funda isimli trans kadın var, mesela şu anda Eskişehir E Tipi cezaevinde trans kadın koğuşunda kalıyor, ancak oraya gelene kadar trans bireylere yapılan baskılar nedeniyle 13 cezaevi değiştirmiş. Funda da Bafra cezaevinde açlık grevine giren trans kadınlardan biri ve birçok kez şiddete ve nefret söylemelerine maruz kaldı. Sibel isimli Azeri bir trans kadın var. Hikayesini “Ölmemek için öldürdüm” diye özetliyor. Türkiye’de yaşayan ve seks işçiliği yapan Sibel’e ilişki kurduğu bir müşterisi “sen benimsin” mantığıyla her gün şiddet uygulamaya başlıyor. Onu çalıştırıp parasını alıyor ve sonunda Sibel’e silah doğrulttuğunda o da silahı elinden alıp ateş ediyor. Avukatlar onu savunmadığı için kendi avukatlığını kendi yapmak zorunda kalan Sibel 30 yıl 8 ay ceza aldı ve şu anda Maltepe cezaevinde tekli hücrede tutuluyor. Azerbaycan konsolosluğuna defalarca yazmasına rağmen oradan da hiçbir cevap alamıyor. Bu kitapta aslında ister Brezilya’da, ister Azerbaycan’da, ister Türkiye’de olsun trans bireylerin ortak acıları, cinsel kimlikleri ve cinsel yönelimleri olduğunu vurgulamak istedim.

‘HASTASIN’ DAYATMASI

Sen de bir süre cezaevinde kaldın, neler yaşadın?

Evet, 21 ay cezaevinde kaldım. Siyasi kimliğimden kaynaklı içeriye alındım, PKK örgütüne üye olmak iddiasıyla tutuklandım ve Kandıra 1 nolu F Tipi cezaevinde kaldım. Cezaevine ilk girdiğimde idareye kimliğimi açıklamasam da, birbirimizi tanıma anlamında hücre arkadaşlarımla paylaştım. O dönem Diyarbakır’da Roşin Çiçek isimli bir genç eşcinsel olduğu gerekçesiyle amcaları tarafından öldürülmüştü. Bu olay beni çok etkiledi ve Adalet Bakanlığı’na, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na ve İmralı adasına mektuplar yazdım. Yazdığım bu mektupların özeti yazdığım kitapta da var. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na , “Yaşama hakkımızın anayasada güvence altına alınması gerektiğini ve anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine cinsel yönelim ve kimliği ibarelerinin eklenmesi gerektiğini belirttim. Türkiye’de nefret suçları yasası çıkartılmadığı takdirde bu ülkede ölecek olan her LGBT’li bireyden sorumlu olacaklarını söyledim. Adalet Bakanlığı’na yazdığım mektupta, trans ve eşcinsellerin cezaevlerinde hak ihlallerine maruz kaldığını, taciz ve tecavüze uğradığını aktardım. Sayın Öcalan’a gönderdiğim mektupta ise, Özgürlük Sosyolojisi savunmasından örnekler vererek , “Neden bedel veren bir halk bize bedel ödetiyor?” diye sordum. Devamında demokratik cinsiyet ekolojik özgürlüğü paradigmasının LGBT’lileri kapsayıp kapsamadığını sordum. Bu yazdığım mektupları okuyan cezaevi idaresi kimliğimi böylece öğrenmiş oldu ve baskılar başladı. Göz rahatsızlığı nedeniyle sevk edildiğim Kocaeli Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde göz doktoruna göründükten sonra, cezaevi stajyer doktoru bana psikiyatriste görünmem gerektiğini söyledi. Ne alaka diye sorduğumda, bana mektuplarımdan kaynaklı olduğunu söyledi, ben de o zaman mevzuyu anladım. Doktora bunun bir hastalık olmadığını hatırlatmama rağmen, psikiyatriye gönderildim. Burada amaç beni başka bir cezaevine veya tekli hücreye göndermekti. Neyse ki psikiyatr iyi bir doktor çıktı. Bana istediğim yönünde rapor yazdı. Ancak bu kez cezaevi idaresi başka bir rapor yazdırmak için beni tekrar başka bir psikiyatra göndermek için zorladı ancak kabul etmedim. Cezaevindeyken üç hücre değiştirdim, hücrelerden birinde de kendini siyasi olarak tanımlayan ancak o bilince ulaşmayan bir tutsak tarafından kimliğim gerekçesiyle hırpalandım. Bu saldırı sonucunda tek kişilik hücreye gitmek zorunda kaldım.

 CEZAEVİ YAPACAĞINA ZİHNİYETİ DEĞİŞTİR

Kitabın ismi niye “Volta Çark”?

Volta bildiğiniz gibi cezaevlerinde boydan boya atılan adımlara denir, çark ise hem bir sistemin dönen çarkı vardır, hem de transseksüellerin, seks işçilerinin geceleri sokağa çıkmasına çark atmak dedir. O nedenle ikisini birleştirerek bir metafor oluşturmaya çalıştım.

LGBT’li tutsaklara yönelik bu zulmü durdurma konusunda bir çözüm öneriniz var mı?

Bir LGBT bireyi hangi davadan ya da suçtan cezaevine girerse katmerli bir ayrımcılık yaşıyor. Bir trans kadın bilgi edinme hakkı çerçevesinde Adalet Bakanlığı’na bir dilekçe göndermiş ve Adalet Bakanlığı kendisine 2015 yılında İzmir’de özel bir LGBT cezaevi inşa edeceklerini belirtmiş. Cezaevi yapacaklarına önce bu zihniyeti değiştirmeleri gerek. Eğer gerçekten özel LGBT cezaevi oluşturmayı düşünüyorlarsa, bunu niye sadece İzmir’de yapıyorlar? İkincisi özelden kasıt ne? Özel kavramı bizim için bir ayrıcalık değil, bir ayrımcılık anlamı taşıyor. Üç, eğer böyle bir cezaevi yapılacaksa personelin de bu konuda eğitilmesi lazım. Eğer böyle bir cezaevi oluşturuluyorsa, önce bunu LGBT tutsaklarıyla paylaşmaları ve onların bu konuda ne düşündüklerini, taleplerinin neler olduğunu öğrenmeleri lazım. Aynı şekilde sivil toplum örgütlerine de danışılmalı. 

...