Türk başbakanı Tayyip Erdoðan ilk önce partisinin Kızılcahamam toplantısında, daha sonra Türkiyeden kilometrelerce uzak turistik Bali adasında ve en son Skorsky tipi helikopter de ölen askerlerin cenaze töreninin ardından idam ipini sallamaya başladı.
Türk başbakanı idam sehpası kurmak istiyor. Bir cellat başı gibi bu sehpada muhaliflerini sallamak istiyor. Ancak Erdoðan bir gerçeði unutuyor. Tarih bir cellat başı gibi ortaya çıkan giyotin ve idam sehpaları kuran ve daha sonra bizzat kendisi kurban edilen kişilerle doludur.
Osmanlı tarihinde hiçbir padişah, sadrazam, vezir eceliyle şöyle aðız tadıyla yataðında ölmedi. Öldürüldü. Ya zehirlendi, ya başı baltayla vuruldu, ya boðularak bir çuval içinde Ýstanbul boðazının serin ve derin sularına bırakıldı, ya da halkın gözleri önünde kurulan bir idam sehpasında can verdi. Hepsi bir öncekini infaz ederek iktidara yürüdü. Bir gün zehirli bir yiyeceðin, keskin bir balatanın ya da yaðlı bir urganın kurbanı olacaklarını düşünmemişlerdi herhalde.
Osmanlı padişahları gibi Fransız Maximilien Robespierre de binlerce insanı giyotine gönderirken o yaðlı, keskin bıçaðın bir gün kendi boynuna da ineceðini hiç düşünmemişti. Robespierre mahkemeler aracılıðıyla sayıları bugünde dahi tespit edilemeyen, kimi kaynaklara göre 40 bini bulan her meslek grubundan, kadın ve erkeklerin boynunu büyük bir soðukkanlılıkla giyotinde vurdurttu. Bunu sözde terörün yükselişini önleme adı altında yaptı. Ancak giyotin o keskin bıçaðını bir gün de onun için biledi. Ve 28 Temmuz 1794te başını gövdesinden koparıp aldı.
Robespierreden yaklaşık 140 yıl sonra Almanyada Adolf Hitler peş peşe girdiði seçimlerde partisinin oyunu hızla artırdı. 1933 yılının Mart ayında Potsdam Garnizon Kilisesi'nde düzenlenen bir törenle başbakanlık görevini üstlendi, daha doðrusu gasp etti. Bu muhteşem Nazi törenine Hitler frak giymiş halde katıldı. Dönemin Alman cumhurbaşkanı Von Hindenburg'a oldukça nazik davrandı. Belki o salonda olan hiç kimse bu Avusturya asıllı Almanın ve ekibinin çok hızlı bir şekilde tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kıyım tezgahı kuracaðını bilmiyordu. Tahmin bile edemezlerdi.
Hitler, Fransanın Robespierresi gibi giyotin kurma işiyle zaman öldürecek deðildi elbet. Öldüreceði, infaz edeceði insan sayısı milyonları bulduðu için tek tek, daha sonra toplu olarak kurşuna dizmekten vazgeçti. Gaz odaları kurdu. Yüz binlerce insanı gaz odalarında diri diri öldürdü. Ve Krematoryum fırınlarında yaktı.
Hitlerin can dostu, ülküdaşı ve müttefiki namı deðer Duce Benito Mussolini ise, aynı tezgahı Ýtalyada kurmuştu. Ýktidarının çöktüðü ve bir Alman subayının üniformasını giyerek Ýtalyadan kaçmak istediði zaman, kurduðu faşist mahkemelerde idama mahkum ettiði insanların sayısını artık bilmiyordu. Dahası bir gün kendi hakkında da bir mahkemenin ölüm kararı alacaðını hiç düşünmemişti. Çünkü o Ýtalyanın ölümsüz ve sonsuza kadar yaşayacak olan biricik Ducesiydi.
Ama hayat acımasızdı. Rüzgar eken fırtına biçer misali, o da ektiðini biçecekti. Ýkinci Dünya Savaşı sona doðru giderken diktatörlüðü çökmüş ve kendisi bir grup Partizan tarafından saklandıðı saman yüklü bir arabanın içinde bulunmuştu. Hakkında devrim mahkemesinin verdiði idam kararı orada uygulandı. Ve Ýtalyayı titreten, idam sehpaları kuran Duce ibreti-alem olsun diye ayaðından bir iple Milano meydanında asılarak teşhir edildi. Ýp bu kez gelip Mussoliniyi bulmuş ve onu ayaklarından Milano meydanında sallamıştı.
Cesedi ipte sallanan Mussolininin akıbeti en çok ülküdaşı Hitleri ürkütmüş olsa gerek. Hitler ele geçmemek için, yargılanmamak, daha sonra bir ipte sallanmamak veya bir askeri birlik tarafından kurşuna dizilmemek için savaşın son saatlerinde, Berlinde saklandıðı ininde eşiyle birlikte intihar etti. Cesetleri ise birkaç asker tarafından yakıldı. Halbuki dünyanın en güçlü führeri idi. Dudaðının arasından çıkan her kelime yüzünü dahi görmediði, adını dahi bilmediði yüz binlerce, milyonlarca insanın kaderini deðiştiriyordu. Bir söylentiye göre ayaklarından Kızıl Meydanda ipte sallandırılmasın diye cesedinin yakılmasını kendisi istemişti. Her halde Hitler öldükten sonra da ipin onu rahat bırakmayacaðını düşünüyordu.
Peki neredeyse Hitlerden Mussoliniden bir çeyrek yüz yıldan sonra sayısız idam sehpası kuran, infaz mangalarını harıl harıl çalıştıran, soykırımcı Saddam Hüseyinin iple olan buluşmasına ne demeli? Ýdam kararı imzalamaktan, öldürmekten yorgun düşmüş Saddamda, her halde bir gün iple bu kadar yakın bir kader paylaşacaðını düşünmemişti. Çevresinden hiç kimse onun yaðlı urganın boynuna dolandıðını anlattıðı bir rüyasını duymamıştı.
Ama oldu. Yaðlı urgan onu da geldi buldu. Hem de daha önce onun emriyle başkalarını salladıðı için, bu kez onu salladı. Saddamda Robespierrenin, Mussolininin, Hitlerin yazgısını paylaştı.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte şimdi Ankaranın başkent, Erdoðanın ise başbakan olduðu ülkede idam sehpaları sık sık kuruldu. Ýstiklal mahkemelerinin verdiði kararlar doðrultusunda muhalifler, Kürt liderler ve taraftarları topluca idam edildi. Cellatlar o kadar titiz çalışıyordu ki, Kürdistanlı lider Seyit Rızayı idam etmek için yaşını küçülttüler, oðlunun ise yaşını büyüttüler.
Devlet bu geleneðini bozmadı. Kendi başbakanını da ipte salladı. Daha sonra idam sehpası üç fidan için kuruldu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Ýnan için. Onlar korkusuzca davaları uðruna cellada iş bırakmadan sehpalarını devirdiler. Dönemin balyoz lakaplı başbakanı Nihat Erim aradan dokuz yıl sonra bir deniz kulübünün kapısının önünde otomobilinden indiði sırada öldürüldü. Artık erim erim eriyesin türküsüne gerek kalmamıştı.
12 Eylül 1980de yönetime el koyan generaller de idam sehpasını kurmakta gecikmediler. Önlerine gelen kararnameleri imzaladılar. Erdal Eren tıpkı Seyit Rizanın oðlu gibi yaşı küçük olmasına raðmen, büyütülerek idam edildi. Çünkü generaller asmayalım da, besleyelim mi fikrine sıkı sıkıya baðlıydılar. Ýdam kararı alan generallerin bir kısmı tıpkı Ýstiklal mahkemelerini kuran Atatürk ve arkadaşları gibi onlarca, yüzlerce, binlerce hatta yüz binlerce insanın, farklı inanç ve etnik topluluðun, farklı dillerde ve inançlarda bedduasını ve lanetini alarak ecelleriyle bu fani dünyayı terk ettiler. Kenan Evren ise halen yaşıyor. Adına yaşamak denirse eðer.
Şimdi bu lanetli yoldan Türk başbakanı Tayyip Erdoðan yürümek istiyor. Yürüyor da. Ýktidar hırsı gözlerini kör etmiş. Kalpsiz ve akılsız bir diktatöre dönüştürmüş onu. Rehin aldıðı binlerce insanın ölümünü seyretmekten zevk alacak kadar da vicdansız bir diktatör. Kürtler için idam sehpaları kuracaðını söylüyor. Bir zindancı başı gibi, bir cellat gibi ip elinde ha bire bir o tarafa, bir bu tarafa sallayıp duruyor. Bununla yükseleceðini, büyüyeceðini düşünüyor.
Halbuki tarih bu zindancı başlarının küçüldüðü, idama gidenlerin ise büyüdüðü anlarla yazılıyor.
Örneðin 14 Nisan 1925 sabahı Bitlis'te Kürt liderlerden Yusuf Ziya Paşa, Cibranlı Halit Bey, Teðmen Ali Rıza Bey, damadı Faik Bey ve Molla Abdurrahman ile birlikte idam edildiði zaman ne mutlu benim gibi birisine sizin gibi alçaklara böylesine yüksek bir yerden bakıyorum diyecekti.
Veya TBMM 1. dönem Lazistan vekili Ziya Hurşit 1926 yılında 13 arkadaşıyla birlikte Atatürke suikast düzenlemekten idam sehpasına yürürken beni o kadar yükseðe asın ki, beni asanlar ayaklarımın altında kalsın diyecekti.
Geçmişte idam sehpaları kuranlar lanetle anıldı. Ýdam edilenler ise rahmetle. Bu kural deðişmedi. Bir şey daha deðişmedi: Nasıl ki giyotin en çok onu kullanan Robespierrenin boynunu vücudundan ayırdıysa, nasıl ki bir ip Mussoliniyi Milano meydanında ayaðından salladıysa ve nasıl ki o yaðlı urgan Saddam Hüseyini gelip bulduysa, zulüm zulmedenin yanında kar olarak kalmadı.
Bir gün, hatta öldükten sonrada onu gelip buldu. Çünkü ip sallanmaya görsün, kimin boynuna kimin ayaðına takılacaðı hiç ama hiç belli olmaz.