Tutsak gazeteciler yargılamaya devam ediyor

Tutsak gazeteciler yargılamaya devam ediyor

Kürt basın davasında savunmaları alınan tutuklu gazetecilerden Yüksel Genç, "Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalacak bir iddianame" derken, Nevin Erdemir, gelinen aşamada bu davanın anlamsızlaştığını söyledi. Yaptıkları haberleriyle "KCK" davalarının "Türkiye'yi uçuruma sürükleyecek" mesajı verdiklerini belirten Semiha Alankuş, "Herkes bu çıkmaz yolu artık görmüştür" dedi. Bu gün KCK'nin yaptığı açıklamaya değinen Mehmet Emin Yıldırım ise, "Kandil'e gittiğimiz iddiasıyla suçlanıyoruz. Ama bu duruşma devam ederken yüze yakın Türk gazeteci Kandil'de KCK'nin düzenlediği basın toplantısını izliyor" diye konuştu.

Silivri Cezaevi Yerleşkesi'nde bulunan İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Kürt gazetecilerin davasının dördüncü duruşmanın üçüncü oturumu tutuklu gazetecilerin savunmasıyla son buldu. 26'sının tutuklu 46 gazetecinin yargılandığı davada öğlen arasından sonra tutuklu gazeteci Yüksel Genç'in savunmasıyla devam etti. Yargılamanın salt Kürt gazetecileri değil aynı zamanda barışçıl, demokratik siyaset ve çözüm olanaklarını da kapsadığını dile getiren Genç, yargı alanının barışçıl çözüm süreci karşısındaki sorumluluğunu yerine getirerek, tüm "KCK" davası tutuklularını serbest bırakması gerektiğini ifade etti. Hiçbir şiddet eylemi hakkında yargılanmadıklarına da değinen Genç, bu yargılamanın temel sebebinin Kürt özgür basın kuruluşlarında çalışıyor olmalarından kaynaklı olduğunu kaydetti. İddianamede savcının Türkiye'nin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin basın özgürlüğü ile ilgili maddelerini ayrıca AİHM kararlarının da ihlal ederek tüm faaliyetlerinin suç kapsamına alındığını dile getiren Genç, iddianamenin gazetecilik mesleğinden bi haber olarak hazırlandığına işaret etti. "Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalacak bir iddianame" diyen Genç, "Bu iddianamenin reddini, yargının barış ve çözüm sürecindeki asli rolünü oynayabilmesi için bizlerin serbest bırakılmasını talep ediyoruz" dedi. Genç'in savunmasının ardından mahkeme heyeti Genç'e hakkındaki delil klasörlerinde yer alan delillerle ilgili savunmasını sordu. Genç ise savunmasını delil ikamesi aşamasında avukat ile birlikte yapacağını dile getirdi.

Genç'in ardından savunmasını yapan tutuklu gazeteci Nevin Erdemir ise, Kürtçe yaptığı savunmasında anadilde savunmanın para ile yapılmasını eleştirerek en kısa zamanda Türkiye'nin bu "ayıptan" kurtulması gerektiğini söyledi. Tarihe bakıldığında en çok göze çarpan konunun iktidarın, düşünce ve örgütlenme karşıtlığı olduğunu dile getiren Edremir, haklarında yapılan yargılamaya bakıldığında da bunun açık bir şekilde görülebileceğini söyledi. Bugün gelinen aşamada devletin tüm kurumlarının çözüm ve demokratikleşme söylemini kullandığını ifade eden Erdemir, yargılandıkları mahkemenin ise süreç karşısındaki tutumunun dikkat çekici olduğunu belirtti. Mahkemenin alacağı kararlarla sürece katkı sağlayabileceğini ifade eden Erdemir, "Bu yargılananların değil sizin sorununuz. Bu sorunun giderilmesi de sizin göreviniz. Baştan sona hukuksuz gelişen bu süreç gelinen aşamada artık tümden anlamsızlaşmıştır" dedi.

Savunmasında Kürt basın tarihinin çok güçlü bir altyapıya sahip olduğuna da değinen Erdemir, bu gücü ise kendi kültürünü ve kendi dilini zemin almasından aldığını dile getirdi. Kürt özgür basının tüm baskı ve şiddete rağmen ötekileştirilenlerin, yüzyıllardır inkar edilen toplumların sesi olduğunu kaydeden Erdemir, Kürt basınının tarihi boyunca "gerçeklerden taviz verilmez" sloganıyla kimsenin yazmaya cesaret edemeyeceği gerçekleri sürekli halka duyurduğunu ifade etti. Erdemir, "20 yıldır tüm saldırılara rağmen hakikati savunmak ilkemiz oldu" dedi. Bir gazetecinin gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılamanın Türkiye için "yüzkarası" olduğunu belirten Erdemir, iddianamede yer alan iddialara cevap vererek, bu "kirliliğe" ortak olmayacaklarını ifade etti. Mahkeme heyetine seslenerek, "Siz de bu kirliliğe ortak olmayın. Özgürlüğümüzü iade edin ve iddianameyi reddedin" sözleriyle savunmasına son veren Erdemir'e mahkeme heyeti tarafından iddianame ve ek klasörlerinde yer alan iddialar, yurt dışı giriş çıkış kayıtları ve gizli tanık beyanları ile ilgili savunması soruldu. Erdemir, konu hakkında savunmasını avukatı tarafından delil ikamesi aşamasında yapılacağını ifade ederek, beyan da bulunmadı. Erdemir'in avukat Özcan Kılıç ise hukuka aykırı yapılan delil ikamesini kabul etmediklerini belirterek, ekleyecek bir hususun bulunmadığını söyledi.

Duruşmada savunma yapan bir diğer tutuklu gazeteci Semiha Alankuş ise, Kürt özgür basını olarak Türkiye'nin karanlıkta bırakılmış gerçeklerini açığa çıkartmak için emek verdiklerini dile getirdi. Özellikle son 3 yıldır "KCK" adı altında siyasetçilere, avukatlara, sendikacılara, kadınlara ve gençlere yapılan operasyonların gerçekleştiğini kendilerinin de yayınlarında bu operasyonların "Türkiye'yi uçuruma sürükleyeceği" yönünde haberler yayınladıklarını söyleyen Alankuş, gelinen aşamada tüm kesimlerin artık bu söylemi kullandığını vurguladı. "Herkes bu çıkmaz yolu artık görmüştür" diyen Alankuş, iddianameye bakıldığında basın ve ifade özgürlüğü noktasında ulusal ve uluslararası tüm yasaların çiğnendiğinin görüleceğine dikkat çekerek, "Bu sebeple iddianameye cevap vermemiz hem gazetecilik etiği hem de özgür basın ilkeleri açısından doğru olmayacaktır. Eğer bu iddianameye cevap verirsem hakikatten uzaklaşmış olurum" dedi. Musa Anter Gazetecilik yarışmasında juri üyesi olmasının bile iddianameye konu edilmesini eleştiren Alankuş, Başbakan Erdoğan'ın Musa Anter hakkında yaptığı konuşmaları da hatırlatarak, "Başbakan Musa Anter'i faili meçhul cinayetler her gündeme geldiğinde hatırlatır. Ama bu iddianameyi hazırlayanların Başbakan'dan da haberi yok" diye konuştu.

Tutuklu DİHA Ankara Temsilcisi Kenan Kırkaya ise, Kürtçenin Kurmancî lehçesinde yaptığı savunmasında iddianameye göre "sözde Kürt" ve "sözde gazeteci" olarak yargılandıklarının belirtildiğini ifade ederek, esas "sözde" olanın dava ve iddianame olduğunu kaydetti. 17 ay tutuklu kalmalarının ardından ilk kez kendilerine söz hakkı verildiğine vurgu yapan Kırkaya, "8 yüz sayfalık skandal ve rezaletlerle dolu acayip bir iddianame ile karşı karşıyayız. Pozisyonumuz savunma değildir. Elle tutulur bir suçlama yok ondan hangi haberi ne amaçla, nasıl yaptığıma dair bir açıklama yapma ihtiyacı duymuyorum. Merak edenler açıp içeriğine bakabilir. Ben yaptığım gazetecilikten, haber faaliyetlerimden dolayı başı dik ve mutluyum. Çünkü haberlerimde barış, demokrasi, yaşadığım coğrafyanın ilerlemesi vardı. Gelinen aşamada da yaptığımız haberler bir bir doğrulanıyor. Bu ülkede tek bir insanın ölmemesi, barış ve demokrasinin gelmesi için büyük bedeller ödedik, halen de ödüyoruz. Ancak bize bu bedelleri ödetenler merak ediyorum yarın ne diyecekler. Tarihe karşı nasıl savunma yapacaklar. İddianamenin mantığını anlamak için defalarca okudum, bunca ay tutuklu bulunmamıza ne delil gösteriliyor diye baktım ancak bir şey bulamadım. Gizli bir iddianame ile yargılanıyoruz. Neyle suçlandığımız doğrudan söylenmiyor. Yargılanmamız için gerekçe yok, yaptıklarımız da suç değil. Biliyoruz ki devlet bize karşı ön yargılıdır. İddianame de bu ferasetle hazırlanmıştır. Devlet diyor ki, 'Benim dediğimi yapın, sizi aydın yaparız, ekonomik anlamda sizi ihya ederiz.' Ama biz bunu istemiyoruz. 10 yıldır gazetecilik yapıyorum, yıllardır da egemen basını takip ederim. Bu ülkede yaşanan acı olaylarda egemen basının sorumluluğu var. Onlar görevini yapsaydı onca insan yaşamını yitirmez, anneler babalar evlatsız kalmazdı" diye konuştu.

Gözaltına alındıkları dönemde egemen basının haklarında attığı "Terör basını" manşetlerini hatırlatan Kırkaya, mahkeme heyetine şöyle seslendi: "Eğer siz bağımsız olsaydınız bizi savunurdunuz. Tutuklandığımızdan bu yana birçok hakarete maruz kaldık. Siz bizim terörist olduğumuzu biliyor musunuz, hayır. Ama egemen basın ve iktidar bizi terörist olarak gösterdi. Bunun hesabını sormaya çalışmadınız. Bu da gösteriyor ki, aslında karar çoktan verilmiş." Haklarında hazırlanan iddianamenin bir önceki İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in yeni getirdiği bakış açısının bir ürünü olduğunu vurgulayan Kırkaya, "Açıkça bize deniyor ki, siz kendi kimliğinizle ve isminizle bir iş yapamazsınız. Şimdi gelinen aşamada bizim yıllardır yazdıklarımız, önerdiklerimiz sanki yeni bir şey keşfedilmişçesine uygulamaya konuyor. Müzakere yapılsın diyorduk şu an bu yapılıyor. Ancak biz bundan yargılanıyoruz. Bizi terörist olarak itham edenler şu an akil insan oldu. Biz bu ülkenin vatandaşıyız, Kürt sorunu da bu ülkenin en önemli sorunu bizim görevimizin yaşadığımız coğrafyanın en iyi koşullara gelmesidir; ancak her nedense savcı bizim Kürt sorunu ile ilgili haber yapmamızı suç görüyor. Biz ne yapacağız o zaman. Ben yaptığım haberlerden dolayı idama da gitsem, ülke gerçeklerini dile getiririm. Yoksa kendime saygım kalmaz. Herhalde savcı bunu istiyor" dedi.

İddianamede 32 haberine yer verildiğini aktaran Kırkaya, haberlerde "örgüt" görenlerin; ancak meslektaşları Hrant Dink'in öldürülmesinde "örgüt" bulamadıklarına dikkat çekti. "23 Nisan Çocuk Bayramı ile övünen bir devlet var; ancak halen Ceylan Önkol'un, Uğur Kaymaz'ın, Enes Ata'nın katillerine ceza vermiyor" diyen Kırkaya, "Bu da bu ülkenin gerçekliğidir" diye konuştu. 1999 yılında DGM'de yargılandığını dile getiren Kırkaya, o dönem mahkeme heyetinde askeri hakimin de yer aldığını; ancak o zaman bile şu an yaşadığı gariplikleri yaşamadığın ifade etti. Savunmasında yanında getirdiği Milliyet gazetesinde yayınlanan "İmralı Zabıtları" başlıklı haberi getiren Kırkaya, "Burada yazılanlar bizim için suç olarak gösterildi. Milliyet gazetecilik yaptı; biz de. Radikal gazetesinde Ömer Şahin imzalı çıkan bir haberde Erbakan Hükümeti döneminde MGK'de alınan bir karara göre 3'ten fazla çocuk yapanların ağır biçimde cezalandırılacağına dair bir haber çıkmıştı. Ben bu haberden 7 gün önce, belki de cümleleri bile aynıdır, haberi yaptım. Bu haberim iddianamede yer alıyor. Ben yapınca suçlu oluyorum, o yapınca gazeteci. Burada bir suç var, doğrudur. O da Kürt halkına karşı işlenen bir suçtur. Yaptığım haberlerden onur duyuyorum, yarın olsa yine bu işi yapacağım. Bedeli neyse zaten ödüyoruz; ama burada ailelerimiz, çocuklarımız cezalandırılıyor" dedi. İddianameye konuşan "Hevi Jiyan" isimli DVD'ye değinen Kırkaya, "Evim arandığında ele geçirilen bir DVD'den bahsediliyor ek klasörlerde. Bilmeyen acaba içinde ne var diye düşünür. İtiraf ediyorum sayın savcı; o DVD'de kızımın doğduğu günden bu yana çekilmiş görüntüleri var" dedi.

Savunmasında "derin devlet" tarafından katledilen Kürt bilgesi Musa Anter'i örnek veren Kırkaya, Anter'in Kürt olduğu için yargılandığını ancak o zaman onu yargılayanların şimdi Kürt realitesini kabul etmek zorunda kaldığını vurguladı. Kırkaya, "Belki biz de onun gibi cezalandırılacağız. Hayatımızdan bazı güzellikler gidecek; ancak elbet birileri bunun da hesabını soracak. Biz gelinen sürecin önünün kapatılmasını istemiyoruz. Gelinen barış umudunda bizim de alın terimiz, emeğimiz var. Bundan dolayı da mutluyuz. İsteriz ki, süreç ilerler, barış ve demokratikleşme ülkeye egemen olur. Bunun bedeli ne olursa olsun biz kalemimizi, mücadelemizi bu yolda kullanırız. Mahkeme heyetinden de bu yolu açmasını, gülünç duruma son vermesini istiyoruz" diye kaydetti. Mahkeme Başkanı Ali Alçık'ın dosyası hakkında söylemek istediği bir şey olup olmadığını sorması üzerine Kırkaya, eşi ile yaptığı ve her hangi bir utanç duymadığı telefon görüşmelerinin özel hayatını ilgilendirdiği için ve hukuka aykırı biçimde dosyaya konduğu için kaldırılmasını talep etti. Kırkaya, delil ikamesi hakkında daha sonra avukatının savunma yapacağını belirtti.

Duruşmanın devamında savunmasını yapan tutuklu gazeteci Sibel Güler, kendisine yöneltilen iddiaların mesnetsiz olduğunu belirterek, kabul etmediğini söyledi. "Gizli tanık ve sahte belgelerle gerçek yargılanamaz" diyen Güler, "Biz muhalif gazeteciler olarak gerçek arayış mücadelesini verdik. Bu yayınlarda sayfalarımızda 'kadında var' dedik. Türkiye'nin ilk kadın yayın yönetmeni Gurbetelli Ersöz ama siz onu da mahkemelerde yargıladınız. Yine gerçeğin peşinde koşan gazetecileri tutuklandı, katledildi. Biz gerçeğin peşinde koşan gazetecilerle aynı gazetede çalışmayı bir onur sayarız. Savunmam budur" dedi. Mahkemenin dosyadaki delillere ilişkin sorduğu sorulara ise Güler, yurt dışı giriş ve çıkışların gazetecilik faaliyeti olduğunu ekledi. Son olarak savunmasını yapan tutuklu gazetecilerden Mehmet Emin Yıldırım ise, davanın hukuki bir dava olmadığını belirterek, bu sebeple dosya ile ilgili bir şey söylemeyeceğini ifade etti. İddianamenin suçlamak ve ceza vermek amacıyla hazırlandığını belirten Yıldırım, suçlamanın ve cezalandırmanın susturma ve göz korkutma amacıyla yapıldığına dikkat çekti. Yıldırım, "Bu yolun ise iktidarlar tarafından sessiz bir toplum yaratmak için her zaman kullanılıyor. Dosyanın yüzde 90'ı gazetecilik faaliyetleridir. Yüzde 10'u ise iftiradır. Kandil'e gittiğimiz iddiasıyla suçlanıyoruz. Ama bu duruşma devam ederken yüze yakın Türk gazeteci Kandil'de KCK'nin düzenlediği basın toplantısını izliyor" diye konuştu.

Savunmasında Kürt dili üzerinde uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına da değinen Yıldırım, bu davada Kürt dilinin de yargılandığını söyledi. Yıldırım, "Bu davaya da konu olan ve 20 yıldır tek Kürtçe gazete olarak çıkan Azadiye Welat gazetesine bakıldığında Kürtçe üzerindeki haksızlık ve hukuksuzlukları açık bir şekilde göreceksiniz. Onlarca kez kapatıldı ve yüzlerce dava açıldı. Çalışanlarına rekor cezalar verildi. Gazetemiz şahsında bu insanlık dışı yaklaşımlar Kürt diline uygulandı. Devlet yetkilileri Avrupa'ya giderken yanlarına Azadiye Welat gazetesini götürerek 'Türkiye'de Kürtçe gazete var' propagandası yapıyorlardı. Ama içeride yaşanan baskı ve zulümdü" dedi. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçeye getirilen yasakları hatırlatan Yıldırım, Kürt bilgesi Musa Anter'in sadece Kürtçe ıslık çaldığı için yargılanıp işkence gördüğünü sözlerine ekledi. "Bugün de Kürt basını ve Azadiye Welat gazetesi gerçeğinde görüleceği gibi Kürt dilinin yargılaması devam ediyor" diyen Yıldırım, haklarında açılan bu davalarda da Kürt dili üzerindeki asimilasyon politikalarının devam ettiğinin kanıtlandığını söyledi. Anadilde savunmanın sınırlanmasına savunmasına değinen Yıldırım, dünyanın hiçbir yerinde anadilde savunma için tercümanla para ödenmesi gibi bir ayıbın bulunmadığını söyledi. Yıldırım savunmasını "Dil insanın elinde alınırsa kendi gerçekliğinden uzak kalır. Dil sadece bir iletişim aracı değildir dile sahip çıkmak. Siyasi amaçlardan öte yaşamsal bir meseledir. Hazırlanan iddianamede 'sözde' kelimesi üzerine kurulmuştur. Bu hem Kürt diline hem de Kürt halkına hakarettir" sözleriyle sonlandırdı.

Yıldırım'ın savunmasının ardından mahkeme heyeti, yarın görülmek üzere duruşmaya ara verdi.