Türkiye’de 7 Haziran 'hayaleti' dolaşıyor

Türkiye’de 24 Haziran baskın seçimlerine giderken Erdoğan rejiminin yok saydığı 7 Haziran seçimlerinin hayaleti dolaşıyor. Baskın seçimleri, kazanmanın garantisi olarak hesaplayan rejim, şimdilerde ağır bir telaş içerisinde.

Karl Marks, Komünist Pati manifestosunu yazdığında, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti” diyordu. Eski kıtadaki tüm güçler,  “kutsal bir ittifak” halinde bu hayaletin peşine düşmüşlerdi: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları...

Marks şu sonucu çıkarıyordu: “Komünizmin kendisi, daha şimdiden, bütün Avrupa güçleri tarafından bir güç olarak tanınmıştır. Komünistlerin açıkça, tüm dünyanın karşısında, görüşlerini, amaçlarını, eğilimlerini yayınlamalarının ve bu Komünizm Hayaleti masalına partinin kendi Manifestosu ile karşılık vermelerinin zamanı çoktan gelmiştir.”

Koşulları, kapsamı ve içeriği farklılık gösterse de 7 Haziran seçimlerinden sonra, “kutsal ittifak” bu hayaleti def etmek için her yönden saldırdı. O süreçte ortaya çıkan yanılgılara kapılmamak için başta HDP olmak üzere demokratik güçler ve gerçek sol, artık güçlü bir yanıt vermeli.

7 HAZİRAN’DA NE OLDU?

7 Haziran 2015 seçimlerine gidildiğinde AKP iktidarının hesapları başkaydı. Kazanma üzerine kuruluydu, tüm hesaplar buna göre yapılmıştı.  Adına “çözüm süreci” denilen ve çoğunlukla Kürt tarafının barışçıl çabalarıyla sürdürülebilen sürecin meyvelerinin sadece AKP kasalarını dolduracağı düşünülüyordu. İktidar, barış umudunun hala güçlü olduğu ve baskıların göreceli olarak daha az olduğu o dönemde seçim sonuçlarını kendisine karşı bir tehlike olarak gördü. HDP geniş bir temsiliyetle girdiği seçimlerde tarihi bir sonuç elde etti. Yüzde 13.1 olarak kayda geçen bu skor, tüm bir sistemi sarsmaya yetti. AKP yüzde 40.9 ile 258 milletvekili çıkarabilmiş ancak, politikalarını hayata geçirebilecek çoğunluğu elde edememişti. Diğer bir ifadeyle “teklik” zihniyeti,  “mutlak iktidar” anlayışı darbe almıştı. Bu sonuçlar, gerçek bir barış ve demokrasi için de eşsiz bir fırsat sunuyordu. Meclisin yeni yelpazesi, parlamenter demokrasiye daha uygun bir görüntü oluşturduğu gibi, HDP’nin 80 vekille meclise gitmesi bu hat üzerinde yürümek için önemli bir seçenek olarak kendisini ortaya koymuştu.

7 HAZİRAN’IN DİNAMİKLERİ, SONUÇLARI

7 Haziran seçimleri bir çok açıdan analiz edilmeyi gerektiriyor. Bu sürece götüren dinamikler, her biri kendi başına önemli bir sonuç ortaya çıkararak belli özgünlükler kazansa da 7 Haziran’ın diyalektiğini oluşturuyor. Burada söz konusu olan, İmralı görüşmelerinden Gezi ve Kobanê isyanına uzanan direniş ve çözüm çabaları ile örülü bir diyalektikti. Uzak bir geçmişe yolculuk etmeden, 7 Haziran’ın temel dinamikleri sıralandığında, HDP’nin kendi bünyesinde topladığı kimlikler bu açıdan anlam kazanıyor. İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile özellikle 2009’da bir biçim kazanan ve 2013’ün başında heyetler halinde görüşmelerle yeni bir boyut kazanan süreç, sonraki siyasi gelişmelere beşiklik etti.  27 Mayıs 2013’te başlayan Gezi isyanı, 81 ilin 78’ine yayıldı. Talepleri ve polis şiddeti nedeniyle bu gösteriler Arap Baharı, ABD’deki Occupy hareketi, İspanya’daki Bıkkınlar hareketi ya da Fransa’daki Mayıs 68 hareketi ile kıyaslandı.

Gezi’nin üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçtikten sonra bu kez Ekim 2014’te Türk iktidarına karşı “Kobanê isyanı” başladı. 6-7 Ekim olayları olarak da adlandırılan bu isyan, işgal saldırılarına maruz kalan Kobanê’ye yardımların Türk devleti tarafından engellemesine karşı gelişti. Bu sürece götüren başka tepkiler de vardı kuşkusuz.  Onlarca kente yayılan eylemler sırasında, 46 kişi hayatını kaybetti. Resmi rakamlara göre 7-12 Ekim arasında 682 kişi de yaralandı, 323 kişi tutuklandı. Bu eylemler Kürt özgürlük mücadelesi açısından benzeri görülmemiş halk ayaklanmalarından biri olarak kayda geçti. 

Çözüm süreci hem Kürtler, hem Türkiye hem de bölge açısından hayati bir önem taşıyordu.  Gezi, Türkiye’nin iç demokrasisinin sağlanması için güçlü bir müdahaleydi. Kobanê olaylarının hem bölgesel hem de uluslararası boyutlarda etkisi vardı. Son iki dinamik, hem rejimin anti-demokratik karakterine hem de Kürt karşıtlığına yönelik öfkeyi ifade ederken, İmralı görüşmeleri hem çözümün yolunu göstermiş hem de bu yönlü umutları yeşertmişti. Tüm bunlar, çözümün adresine işaret ederken, 7 Haziran seçimlerinde HDP’yi büyüttü.

7 HAZİRAN SONRASI...

Kuşkusuz 7 Haziran seçimleri sadece alt yapısını oluşturan dinamiklerle izah edilemez. Zira bu sürecin bir öncesi ve bir de sonrası var.  Demokrasi cephesi büyüdüğünde, karşıtları da yeniden pozisyon aldı ve benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı. Tekçi, muhafazakar, ultra-liberal ve faşist cephede yaşananlar, demokrasi ve özgürlük düşmanlığında yeni bir form kazandı. 7 Haziran seçimleri, Erdoğan’ın planlarını alt üst ettiği için siyasi bir darbe yapılarak sonuçlar yok sayıldı ve aynı yıl 11 Kasım’da seçimler tekrarlandı. Sonuçlar AKP’nin istediği şekilde yeniden düzenlendi. Sonrası, cehennemin kapısının aralanması oldu.  Karanlık, bir dönem başladı.

Kürt kentlerine yönelik yıkım ve katliamlar geliştirildi. Cizre, Şırnak, Nusaybin ve Sur’da ağır suçlar işlendi. Yüzlerce sivil katledildi, bazı mahalleler yerle bir edildi. Bu saldırı konseptinin 2014’te planlandığı, daha sonra ortaya çıktı. 7 Haziran seçimleri, faşist konsepti sekteye uğratmıştı, ancak durdurmaya yetmemişti. 2000’li yılların başında iktidara gelen AKP, yıllar içerisinde tüm süreçleri kendi çıkarları için kullanarak, medyayı, polisi, askeri, adaleti kendi kontrolüne aldı.

Katliam, yıkım, yargı kıskacı, polis terörü ve yolsuzluklar arasında Temmuz 2016 darbe girişimi gerçekleşti. Halen bir çok yönüyle aydınlatılmayan bu darbe girişimi, hiç kuşkusuz en çok iktidarın işine yaradı. Erdoğan da bunu “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirdi.

AKP iktidarının adına “barış süreci” denilen görüşmeleri nasıl kullandığı ve ne amaçladığı, bugün çok daha net olarak anlaşılsa da, 7 Haziran seçimleri bu iktidarın demokrasi ve barış değil, kendi iktidarına odaklanan ve bunun için her yolu mubah gören bir anlayışı daha somut bir şekilde gözler önüne serdi. 7 Haziran seçimlerinin bir boyutu da, klasik bir ifadeyle “AKP’nin gerçek yüzünü” daha görünür hale getirdi.  

FARKLI KOŞULLARDA NASIL BİR 7 HAZİRAN?

Üzerinden yıllar geçse de 7 Haziran seçimleri halen AKP iktidarını ürkütüyor.  Zira, 7 Haziran sert bir direniş ve barış çabaları üzerinden gelişti. 7 Haziran hayaleti, bugün de güçlü bir umut olarak, seçmenlerin önünde duruyor. “Başarmak”, “başka bir ülke”, “başka bir yönetim” ve “başka bir dünya” umutlarını barındıran 7 Haziran seçimleri, kuşkusuz başka bir zeminde ve daha farklı toplumsal dinamikler üzerinde gelişti. Bu dinamikler yıllar içinde ezildi, yok sayıldı ya da ağır darbeler aldı. Faşist yönetim, demokrasi dinamiklerine acımasız bir şekilde yöneldi, canlılık belirtisi gösterdiği tüm alanları kırıp geçirdi. İşkence, cezaevi, sürgün, sansür ve biat, sunulan tek seçenekler oldu. Kısaca, 7 Haziran’dan sonra fiili bir rejim değişikliği yaşandı. Koşullar değişti, ama mücadele ve umut tükenmedi.

Göreceli olarak istikrarın olduğu koşullardaki 7 Haziran seçimleri ile faşist baskı ortamında 24 Haziran 2018 seçimlerinin sonuçları da taraflar açısından aynı olmayacak. Matematiksel hesaplar, sonuç ortaya çıkarmak için yeterli olmayacağı gibi, zafer veya yenilgi de kaçınılmaz değil. Kırılgan bir zeminde hem kazanma hem kaybetme olasılığı var. Her iki halde de sonuçlar 7 Haziran gibi olmayacak. Bu seçimlerde matematik daha farklı işleyecek. Her sayı, sarsıcı olacak. Bu sarsıntının gücü, 24 Haziran sonrası gelişmeleri de belirleyecek. İktidar yeni senaryolar devreye koymaktan çekinmeyecek, ancak başarısı karşısındaki güçlerin duruşuna bağlı olacak. Kırılgan olsa da kurumlaşmış bir yapı var. Devletin zor aygıtları halen bu iktidarın denetiminde. Yıllar içerisinde tehdit ve tahrip gücü yüksek bir örgütlenme haline geldi. Diğer bir ifadeyle, bu tehdit karşısında “umut” ve “mücadele” tek başına başarının garantisi olmayacak, her ikisinin örgütlü bir güce dönüşmesi, ancak sağlam bir temel oluşturabilir. Demokrasi de ancak bu temel üzerinden güçlü adımlar atabilir.  Aksi halde kırılgan zeminler, muğlak ifadeler, kimliksiz, her yöne çekilebilir duruşlar ve kendi içinde tutarlı bir bütünü oluşturmayan projeler, çözümü daha öteleyecek ya da bir kez daha kaçıracaktır. Faşist iktidara güçlü bir karşılık vermenin zamanı geldi. Bugünkü koşularda Türkiye’deki krizden çıkış yolu halen seçimlerde ve temsili demokraside görülüyorsa, o halde ilk sert yanıt seçimlerde verilmeli. 7 Haziran başka koşullarda bunun mümkün olduğunu göstermişti, 24 Haziran ise bunu bir zorunluluk olarak dayatıyor. Demokrasi güçleri hem başarmak için, hem de seçim sonrası tehlikeler karşısında durabilmek için, çok daha dikkatli, çok daha hesaplı, çok daha donanımlı ve güçlü olmak zorunda.