Tepesi delik Kürt kafatası ve Zilan Katliamı

Tepesi delik Kürt kafatası ve Zilan Katliamı

Aylardan Nisan… Zilan Deresi bütün coşkusuyla akıyor, araba yokuşaşaðı Zelal Gökçe’nin şarkıları eşliðinde iniyor. Çocuklardan Mazlum aşaðı vadiden elinde bir insan kafatasıyla yokuş yukarı çıkıyor. Duruyoruz, Mazlum’un elindeki kafatasını alıyoruz. Arabaya bırakıyoruz. Akşam köydeki lojmanına dönüyoruz, Özcan hocayla saatlerce, masaya bıraktıðımız kafatasına bakıp sigara içiyoruz. Sabah oluyor derse giriyoruz, Mazlum anlatıyor, “Öðretmenim orada daha onlarca kafatası var” diyor.

Söylediði yere gidiyoruz; dere toplu bir mezarı aşındırmış, suya kapılan kemiklerin arta kalanı top top kafatasları, çalılıkların içindeki balçıða saplanmış. Teker teker balçıktan çıkarıp, Seyyid Rıza’ın türbesinin yanı başına gömüyoruz. 80 yıllık Kürt kemikleri ta Van Gölü’ne karışmış, 80 yıllık topraðıyla beraber. Gömmeden önce Ozan, kafatasının birinin tepesinden karşı kıyıya bakıyor. Belikle tepesinden ateş etmişler. Tepesi delik Kürt kafatası… Köyden kadınlar iniyor. Aslında amacımız, bu kafataslarını ilgili bir kuruma inceletmek. Yanı başımızdaki Kürt köyü, bu kafataslarının büyüklerine ait olduðunu biliyorlar. Hemencecik de gömülmesini istiyorlar. Saygının ve teolojinin gereði bu. Ama içimiz ferah, nerede gömülü olduðunu biliyoruz. O gün yine akşam oluyor. Ýkimiz de belgesel film konusunda hemfikir oluyoruz.

TANIKLIKLAR BÝRBÝRÝNÝ TAKÝP EDÝYOR

Sabah oluyor. 1985 model arabamızla, boynumuzda fotoðraf makinelerimizle o gün bütün katliam vadilerini ve tanıklarını gezerek ön çalışma yapıyoruz. Birkaç gün sonra bir kamera bulup Ýkram Ýşler ile belgesel çekimlerine başlıyoruz. Köy köy dolaşıyoruz. Cergeşin Köyü’nden Übeyit Fidan, babasından söz ederken aðlıyor. Katliamdan sað kurtulan Meydanok Köyü’nden Tahir Nas, en ufak detayına kadar bize her şeyi anlatıyor. Ýkinci gün yanımızda Diha Muhabiri Ýdris Yılmaz da var. Ali Taştan, adlı tanık bize ayaðındaki 80 yıllık yara izini gösteriyor. Mirşud Köyü’nün harabelerine gidiyoruz. Bizi toplu mezar deryası karşılıyor. Devlet bu köyün arazisine el koymuş. Elazıðlı bir müteahhide kiraya vermiş. Her yerde su motorları çalışıyor. Daha sonra tanıklar ve tanıklıklar birbirini takip ediyor.

Zilan’ın yarası kabuk tutmamış, hala kanıyor. Hesenevdal Köyü’ndeki katliam sahasına gidiyoruz. Köylülerin anlatımına göre, taşların arasında hala kemikler var. Kemikleri aramaya başlıyoruz. Köyün çocukları da bize eşlik ediyor. Düşünüyorum, dilimde bir cümle; “ Zilan’ın kemiklerini şimdi torunları arıyor.” Herkes böyle bir çalışmaya seviniyor. Çünkü Zilan’ın 80 yıllık çıðlıðı dile gelecek. Sonra devletin yakıp, ahalisini öldürdüðü 12 Kürt köyünün arazisinin üzerinde kurulmuş olan Kırgız Köyü’ne gidiyoruz. Günlerden Pazar. Köyde düðün var. Gerçeði biliyorlar ama çaresizliklerine sıðınıyorlar. “Taliban bizi öldürdü. Türkiye’ye sıðındık. Devlet de bize burayı verdi ne yapalım şimdi?” bir acının üzerine başka bir acı kurulu. Çekik gözler bize mahcup ve kederli bakıyor. Oradan ayrılıyoruz. Mirza Akmaz adlı başka bir tanıðın yanına gidiyoruz. Katliamda bütün ailesini yitirmiş Mirza Akmaz, bir Kürt askerin kendisini ölümden kurtardıðını söylüyor. Zilan’daki belgesel çekimleri birkaç haftada bitiyor. Zilan hala kan kokuyor. Belgeselin ismi belirginleşiyor: “Newala Xwînê- Kanlı Dere Zilan 1930”

ZÝLAN’DAN SÜRÜLENLERÝN PEŞÝNE DÜŞÜYORUZ

Haziran ayının sonlarında, Zilan’dan sürülenleri aramaya çıkıyoruz. Adana üzerinden Akdeniz sahiline iniyoruz. Torosların ortasında bir Zilan Köyü. Ýsmi deðiştirilmiş. Gümüşdamla yapılmış. Köyün ortasından geçen dereye Zilan adını koymuşlar ama kendilerine Türk diyorlar. Asimilasyon çok ama çok başarılı olmuş. Oradan Burdur’un Bucak Ýlçesi’ne gidiyoruz. Ýlçenin ortasındaki yıkık eve “Kürt yıkıðı” diyorlar. Süleyman ve Murat Şencan ile görüşüyoruz. Dedeleri Zilan’ın Hacıkaş Köyü’nden sürülmüş. Biz belgeselden söz edince heyecanlanıyorlar. Bilmedikleri akrabalarını çok özlediklerini söylüyorlar. Oradan Didim’in Akbük Beldesi’ne gidiyoruz. Ben de ayrı bir heyecan var. Çünkü burası aile olarak bizim ikinci vatanımız. Babam burada doðmuş. Bizi de buraya sürmüşler. Akrabalarımın çoðu Chpli. Beni dedeme benzetiyorlar. Yusuf dedemin sahildeki evinin yanındaki Rum kilisesinin yanında soluklanıyorum. Hiçbiri beni tanımıyor. Babamı ve dedemi tanıyorlar. Dedemin amcasının eşi Makbule, bana sarılıyor. Yaşlılar Kürtçe konuşuyor, seviniyorum. Müthiş bir ilgiyle karşılanıyorum. Orta yaşlılar babam ile olan anılarını anlatıyorlar, yaşlılar dedemi… Sonra belde mezarlıðına gidiyorum. Eski mezarlar hayli fazla.

KÜRT MUSTAFA’YA POMAK SOYADI

Şöhret nine durmadan, bana yüz yıllık akraba yaşlıların hala yaşayıp yaşamadıðını soruyor. Sonra ekliyor, “biz buraya ilk geldiðimizde Rumlardan kalma kuyu sularını içtiðimiz için çoðumuz öldü. Bu mezarlar onlara ait” diyor. Ýkinci gün oradan ayrılıyoruz. Söke’nin Sazlı beldesine gidiyoruz. Oradaki büyük halam gülerek, “buralara ilk geldiðimizde Zeytin yemiyorduk. Böcek sanıyorduk” diyor. Bir trajediyi zeytin üzerinden anlatıyor. Sonra Manisa’nın Akhisar Ýlçesi’ne baðlı Beyova Kasabası’na gidiyoruz. Orada Zilan direnişinin sembollerinden Reşoyê Silo’nun akrabaları var. Avluda buralara ait olmayan cinste bir köpek görüyoruz. Buruşuk yüzünde Kürtlerin çoban köpeklerinin asil edası… Bizi Reşo karşılıyor. Dedesi Reşo’nun ismini ona vermişler. Kocaman bıyıklarında, yokluðun yarattıðı ızdırap asılı duruyor. “Sürdüler de bizi buraya, sefalete mahkûm ettiler ya, mahpusluk belasından kurtulamadık burada da” sözleriyle özetliyor sürgündeki Kürdün durumunu. Oradan, Çanakkale’nin Ezine ilçesine baðlı Mahmudiye Kasabası’na gidiyoruz. Zilan’ın Sogitli Köyü’nden sürülen Mustafa’ya Pomak soyadını vermiş devlet. Gülüyor, “soyadımız Pomak ama biz Kürdüz anadan babadan” diyor. Sonra Kerim Demir, Zilan’ın Ýncesu Köyü’nden sürülen dedesi Halit ile bir Türk çocuðunun kısaca hikâyesini anlatıyor: “Dedem Halit buraya ilk geldiðinde, buradakiler ona kuyruklu Kürt diyor. Bir gün dedem kahvenin önünden geçerken, çocuðun biri babasına soruyor, baba yahu bu Kürdün kuyruðu yok ki! Babası ne bilem gayrı, öyle diyolar Kürde!”

Kısacası her sürgünün ayrı bir hikâyesi var. Hikâyeler az çok benzer. Acılar ortak… Ama hiçbir sürgün, sürüldüðü yerde mutlu deðil