Temelli: Ekonominin demokratikleştirilmesi lazım

3. Olağan Kongreye hazırlanan HDP’nin ekonomik programının radikal demokrasi bağlamında eşitlikçi bir temele dayandığını dile getiren Sezai Temelli, emek ve ekonomik alanla demokrasi mücadelesinin birbirinden ayırılamayacağını söylüyor.

Türkiye 2016’nın sonundan bu yana ciddi bir ekonomik kriz içerisinde. Geçici ekonomik programlar ve önlemlerle de krizin önüne geçilemediği gibi bu buhran daha derinleşiyor. 15 yıllık iktidarı boyunca talan ekonomisini hayata geçiren AKP’ye karşı HDP, iktisadi alanın demokratikleşmesi gerektiğini dile getiriyor.

11 Şubat 2018’de 3. Olağan Kongresini yapacak olan HDP’nin ekonomik çözüm yolunu, iktisada dair tespitlerini ve önümüzdeki süreçte emek alanında yürüteceği mücadeleyi Sezai Temelli ANF’ye anlattı.

Türkiye şu an ciddi bir ekonomik kriz içerisinde, HDP 3. Olağan Kongreye giderken ekonomik ve sosyal politikalar bakımından nasıl bir tahlil yapıyor ve dahası nasıl bir program koyuyor önüne?

HDP kurulduğu günden bu yana programında çizmiş olduğu bir hat var. Biz bugün bu hattı çok daha net ve belirgin bir şekilde tanımlayabiliyoruz. Artık daha güçlü bir kavram olarak hem iktisadi, hem toplumsal hem de siyasal alanda birlikte mücadeleyi ve bunun ortaklaşması anlamında radikal demokrasi kavramını çok daha güçlü dile getiriyoruz. Bunu da HDP’nin programının bir ifadesi olarak tarif ediyoruz. Radikal demokrasinin özellikle sosyal, iktisadi ve emek alanına olan yansımalarını tartışırken; geçmişte olduğu gibi bugün de ‘Ekonomik ve toplumsal hayatın siyasete yansımasını nasıl istiyoruz?’ sorusunun cevabını üretmeye çalıyoruz. Bunu yaparken de emekten, doğadan yana, cinsiyet eşitlikçi bir yaşamın kurgulanması anlamında ekonomi politiği, toplumsal hayatı ve buna bağlı olarak gelişecek siyasal hayatı ele alıyoruz. Dolayısıyla biz en baştan beri bu temel anlayışımızı zenginleştirdik ve güçlendirdik. Şimdi yine 3. Olağan Konferans ve Kongre süresince bu ana referansımızı güçlendirecek çalışmalar yapıyoruz.

Nedir bu çalışmalar?

Bugünkü iktidar daha önce örtülü faşizmini açığa çıkarttığı ve açık faşizm koşullarının yaşandığı bir dönemde emek, doğa ve özellikle kadınların alanlarına ciddi saldırılar gerçekleştiriyor. Bu alanlara saldırması aslında Kürt sorununun Türkiyelileşmesinden kaynaklanıyor. Diğer yandan bu alanlara saldırdıkça Kürt sorununa dair çözümsüzlüğü yeniden yeniden üretiyor. Biz de çalışmalarımızda buna dikkat ederek ilerliyoruz. Geçmişe dönüp değerlendirme yaptığımızda Türkiyelileşme kavramını dile getirdiğimizde ‘nasıl bir yol kat ettik’ diye bakınca ortaya şu çıkıyor; bir doğa katliamı yaşanıyor, maden, konut, enerji sektörünün tahrip edilmiş kentler meselesi ortada. Tüm bunların hepsini alt alta koyduğumuzda bunun nasıl derin bir sorun olduğunu ve aslında Türkiye’de demokrasi meselesinin buralardan geçtiğini görüyoruz. Biz işte şimdi bu diyalektiğin ve ilişki ağındaki sorunların tümüne dair politikalar üretiyoruz. Örneğin kadın cinayetleri, şiddet, taciz, kamusal alanlardan kadının yok edilmesi, bunların hepsi faşizmin döngüsüne ait bir politika. O yüzden ekonomik alanı da ayrı tutmuyoruz buradan. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyorsanız bu alanlardaki temel sorunlar üzerinden ilerlemek gerekiyor. Şu anki temel çalışmamız da buralardaki mücadeleyi yoğunlaştırmak.

Özellikle emek alanından ciddi saldırılar var, KHK ile çıkarılan taşeron yasası, öte yandan OHAL süresince grevlerin yasaklanması. Peki, kongre ile başlayan yeni dönemde nasıl bir adım atılacak bunlara dair?

İş cinayetleri, grevlerin engellenmesi, taşeron yasası ile çözüyoruz derken daha da büyük bir hak gaspına yol açması gibi sorunlar da aslında bir nevi Türkiye’deki demokrasi eksikliğine işaret ediyor. Bütün bu alanlarda mücadeleyi yükseltmek aslında iktisadi alanın demokratikleşmesiyle mümkün. Yani söz ve yetkinin halka verilmesine, sınıf mücadelesinin yükseltilmesine, dayanışmasına ve demokratikleşmiş topluluklar ekonomisinin hayata geçirilmesinin olanaklarının yaratılmasına bağlı. Zaten programımızda vaat ettiğimiz ve başından beri çalışmasını yürüttüğümüz sürecin çok daha belirgin bir noktasındayız. Yani iktisadi alanın demokratikleşmesinden kastımız bu çarkın kırılmasına yönelik. Emekçilerin, esnafın, çiftçinin hak ettiğini bu ortak zenginlikten alabileceği bir çözüm üretmek. En başta da eşitsizlikle mücadele etmek. Hak gasplarını engellemek. Bunları yapabilmek için de bütçe hakkından başlayarak bütün siyasal, sosyal ve iktisadi alandaki hakların mücadelesini vermek ve bu anlamda örgütlenmek. HDP zaten bu anlamda bunun öncülüğünü yapagelen bir parti. Tüm toplumsal dinamikleri, muhalefeti ve emeği kendisine ait hakların peşinde örgütlenmeye, mücadele etmeye ve bu talan, yoksulluk ile suç ekonomisine karşı mücadele etmeye çağırıyor.

Kongre sürecinde ekonomik kıskaçta bulunan emekçilere ve halka örgütlenme çağrısında mı bulunuyorsunuz?

Evet, kongremize giderken de bu çağrımızı çok daha güçlü bir sesle yapmak istiyoruz. Elbette bunun birlikte mücadele etmek anlamına geldiğinin de farkındayız. Çünkü artık faşizmin kurumsallaştığı bir evreden geçiyoruz. Çünkü rejim her geçen gün baskıyı ve şiddeti artıracaktır bu şiddetin içinde iktisadi şiddet de var. Bu da nedir, işsizliktir, yoksulluktur, evine ekmek götürememektir. Bunlara baktığımızda Türkiye’nin çok büyük kesiminin iktisadi şiddetin mağduru olduğunu görüyoruz. Bu baskı altında kendi öz kaynakları bir grup tarafından gasp edilmiştir ve bu da ancak mücadele işe kazanılır. İşte HDP de bu mücadelenin mümkün olduğunu faşizmin yıkılabileceğini ve bütün halklarımızın özlemini duyduğu demokratik cumhuriyeti kuracağımızı söylüyor. Bunu tek yolu iktisadi alanın da demokratikleşmesinden geçiyor. Üretirken de tüketirken de demokrasi. Bu eşitlikçi bir yaklaşımdır ve biz de bunu bir radikal demokrasi programıyla hayata geçirmek istiyoruz.