Taylan Pir: Tutsakların eylemi dünyada bir ilk

Taylan Pir: Tutsakların eylemi dünyada bir ilk

Daha önce pek çok açlık grevi ve ölüm orucuna giren eski tutsaklardan Taylan Pir, cezaevlerinde 65.gününe giren açlık grevlerinin sadece Türkiye'de deðil dünyada da bir ilk olduðuna dikkat çekti. “Tutsakların talepleri Türkiye'nin özgür, eşit ve demokratik geleceðini gerçekleştirmeye dönük taleplerdir. Özverililiðin, fedakarlıðın böylesini sadece Türkiye deðil insanlık bugüne kadar hiç görmedi” diye konuştu.

PKK ve PAJK’lı tutsaklar tarafından başlatılan açlık grevleri 65. Gününe girdi. On bin siyasi tutsakla sürdürülen ve 2 tutsaðın ölüm orucuna çevirdiði eylem, daha önce açlık grevlerine ve ölüm oruçlarına giren eski tutsaklar tarafından da deðerlendiriliyor. 1980’li yıllarda 12 Eylül cuntasına karşı pek çok açlık grevi ve ölüm orucuna katılan PKK’li eski tutsaklardan Taylan Pir, eylemin niteliði ve kapsamı boyutuyla dünyada bir ilk olduðuna dikkat çekti. ANF’nin sorularını yanıtlayan Taylan Pir, “Tutsakların talepleri Türkiye'nin özgür, eşit ve demokratik geleceðini gerçekleştirmeye dönük taleplerdir. Yani Türkiye'de yaşayan herkesin ihtiyacı olan bu hedeflere ulaşabilmek için tutsaklar kendi canlarını ortaya koymuşlardır. Bu, dünyada bir ilktir. Özverililiðin, fedakarlıðın böylesini sadece Türkiye deðil insanlık bugüne kadar hiç görmedi” diye konuştu.

Siz 12 Eylül cuntasına karşı 1980’li yıllarda gerçekleşen açlık grevleri ve ölüm oruçlarına katıldınız. Aradan 30 yıldan fazla zaman geçti, ancak bugün de açlık grevleri gündemde. O günlerden bugünlere benzerlikler ne?

Bu tarihi seçmelerinin çok özel bir anlamı var. Bence tutsaklar Türkiye'de devletin ve onun Kürt siyasetinin hiç deðişmediðini anadan üryan açıða çıkartmak, bunu bütün Türkiye ve dünya kamuoyu için görünür kılmak ve aynen faşist askeri diktatörlük döneminde olduðu gibi ölümüne direnerek çözüme engel olan bu devlet aklını ve siyasetini yerin dibine gömmek gibi büyük bir misyon yüklenmek gerektiðine karar vermiş ve eylemlerini bugüne kadar getirmiş bulunuyorlar.

Peki bu böyle midir? Bence tutsaklar bunun böyle olduðunu kanıtladılar. AKP devlet ve hükümetinin aldatmaya ve yalana dayalı sözde tanıma söylemlerinin ne kadar gerçeði yansıtmadıðını açıða çıkarttılar. Görüldü ki Türk devleti, Kürt ve Kürdistan sorunu karşısındaki siyaset ve tavrını hiç deðiştirmemiştir.

Tutsakların taleplerine AKP hükümetinin nasıl yaklaştıðına bakılırsa bu rahatlıkla anlaşılır.

Dikkat ederseniz tutsaklar kendileri için hiçbir şey istemiyor. Anadilde eðitim, anadilde savunma gibi konular ana sütü kadar helal bir haktır.

Kürt Halk Önderi Öcalan’ın özgürlüðü yönündeki talep de Türkiye'nin barış içinde yaşayan, özgür, eşit ve demokratik geleceðini gerçekleştirmeye dönük taleplerdir. Yani Türkiye'de yaşayan herkesin ihtiyacı olan bu hedeflere ulaşabilmek için tutsaklar kendi canlarını ortaya koymuşlardır. Bu dünyada bir ilktir. Özverililiðin, fedakarlıðın böylesini sadece Türkiye deðil insanlık bugüne kadar hiç görmemişti.

Sizin 12 Eylül ve daha sonraki süreçlerde yaptıðınız açlık grevi ve ölüm oruçlarındaki talepleriniz de böyle siyasi talepler deðil miydi?

Size somut olarak anlatayım. Örneðin bizim 1981 Şubatında başlayan ölüm orucu eylemimizin temel talepleri işkenceyle insanları Türk yapma uygulamasının, işkencenin ve onur kırıcı hakaretlerin durdurulması; en temel yaşam araçlarından su, yemek, hava, gazete gibi ihtiyaçlarımızın bizlere karşı silah olarak kullanılmasına son verilmesi, avukat ve aile görüşme hakkımızın iade edilmesi vb. gibi taleplerdi. 1982 14 Temmuz ölüm orucunun en temel talebi siyasi savunma hakkının kabul edilmesi, işkencelerin ve zorla itirafçılaştırmaların durdurulması idi. 1 Eylül 1983 ölüm orucumuzun temel talebi yine işkencenin ve itirafçılaştırmaların durdurulması, kural diye dayatılan boyun eðdirme uygulamalarına son verilmesi idi. 1984 4 Ocak direnişi ise tamamen düşmanın "kural" dediði eski teslimiyet dönemini yeniden hakim kılmak amacıyla geliştirdiði saldırıya karşı bir savunma direnişiydi. Daha sonra geliştirilen 1987 Şubat, 1988 Ekim ve diðer ölüm oruçları ve açlık grevleri daha çok kendi hak ve özgürlüklerimizin sınırlarını genişletmeye yönelik eylemliliklerdi.

Yani 1987 Şubat eylemine kadar bizim taleplerimiz 12 Eylül döneminin en siyasi talepleriydi. Bugünden bakıldıðında bunu anlamak öyle kolay deðil. "Bana işkence yapılmasını, Türklüðü kabul etmeye zorlamayı, itirafçılık dayatılmasını istemiyorum, siyasi savunma yapma hakkımı kullanmak istiyorum" gibi talepler kendi döneminde en aðır siyasi taleplerdi. Ama yine de ne kadar dışarıya yansırsa yansısın, onu etkilerse etkilesin bir yönüyle zindanlardaki koşullarla ilgiliydi, tutsakların kendi durumlarıyla ilgiliydi. Ýçinde bulunduðumuz o akıl almaz korkunç durumu tersine çevirme çabasıydı. Bunun için büyük acılar çekildi. Korkunç bedeller ödendi.

‘SÝYASÝ SAVUNMA HAKKI ÝÇÝN ÝNSANLAR YAŞAMLARINI YÝTÝRDݒ

Düşünebiliyor musunuz, Kürtler işkence görmeme hakkını kazanabilmek için ölüm oruçlarında öldüler. Bu devletin siyasi savunma yapma haklarını kabul eder duruma gelebilmesi için Kürt tutsaklar hayatını vermek zorunda kaldılar. Yine bu tutsaklar işkenceyle Türk ve itirafçı olmayı kabule zorlanmamaları için ölüm oruçlarında yaşamlarını yitirdiler. O dönemin en siyasi talepleri olsalar da bizim taleplerimiz önünde sonunda bizim üzerimizde örülen, geliştirilen Kürdü bitirme siyasetine karşı bizim geliştirdiðimiz siyasal karekterli direnişlerdi.

Dışarda in-cin top oynuyor, yaprak bile kıpırdamıyordu. Hele 1987 yılına kadar ailelerimiz bile bize sahip çıkamıyordu. Biz, ancak bizim şahsımızda tarihe gömülmek istenen insani, ulusal, siyasi deðerleri ve deðerlerimizi savunma, koruma ve yaşatabilme derdindeydik.

Peki bugün öyle mi? Arkadaşlarımızın talepleri Türkiye ve Ortadoðu barışını kurmaya, kazanmaya dönük talepler. Türkiye'de demokrasiyi, halkların haklarını, halkların eşitliðini kurmaya dönük talepler. Belki kabul ettirildiðinde sonuçlarından kendileri de yarar görecekler, ama halklarımızın en acil sorunlarını aştırmaya dönük talepler.

Dikkat edilirse bizim o dönemki taleplerimizin elde edilmesi önce bize sonra topluma yansıyabilecek taleplerdi, ama bugün arkadaşların geliştirdikleri eylemde taleplerinin kabul edilmesi önce halklarımızın geleceðini sonra kendilerinin durumunu etkileyecek olan taleplerdir.

Bu bize çok şey anlatmaktadır. Kürt özgürlük hareketi ve onun tutsakları dün yani bundan 20 yıl önce insanlık deðerlerini, ulusal kimliði ve siyasetin namusunu bıçak altından kurtarmıştı. Bugün ise halklarımızın bıçak altındaki barış, demokrasi, özgür ve eşit yaşam umudunu gerçekleştirme çabasında.

‘SAHTE MÜSLÜMANLAR GELSÝN PKK’LÝLERDEN ÝNANÇ DERSÝ ALSIN’

Yani bugünkü açlık grevleri de 12 Eylül cuntasına karşı yapılan ölüm oruçlarıyla benzer bir misyon taşıyor.

Aynen öyle. Bir düşünün gerilla eylem yapıyor. Belki devletin verdiði kayıplar 7-8 kat daha fazla ama, devlet medyasıyla, siyaset kurumlarıyla, yargısıyla, bütün organlarıyla savaşı sürdürebilmenin zihinsel, ruhsal iklim, imkan ve ortamını bir biçimde yaşatabiliyor. Yani elli yıl daha Türk toplumunu milliyetçi söylemlerle, şovenizmi diri tutarak savaşa göre yapabilir, yürütebilir.

Diðer alanlara bakın her yer toz-duman. Ne siyaset, ne sanat, ne ekonomi, ne sosyal adalet, ne eðitim, ne saðlık velhasıl nereye bakarsanız bakın ciddi bir toplumsal rahatsızlık görürsünüz. Hükümet hiçbir şeyi yönetemiyor. Kendisine itiraz eden ana muhalefet partisi de olsa bastırıyor, ezmeye çalışıyor, aşaðılıyor, hakaret ediyor, ya polis marifetiyle geliştirdiði kumpaslarla ya da yalan üreterek karşısına çıkan herkesi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Önderliðimiz derdi ki, "yılanla yatılır yalanla yatılmaz." Bunlar yalanla yatıp kalkıyorlar.

Bakın Erdoðan'a, aðzını her açtıðında yeni bir yalan, yani küfür duyuyorsunuz. Tutsaklar için hala şov yapıyorlar, blöf yapıyorlar, şantaj yapıyorlar diyor. Yani ucunda ölüm de olsa sonuna kadar taleplerinin arkasında yürüyebileceklerine inanmıyor, inanmak ne kelime ihtimal dahi vermiyor. Ona göre hiçbir insan ne kadar kutsal, deðerli olursa olsun bir amaç için kendi hayatını gözden çıkartamaz. Bir de kalkıp kendilerinin inançlı insanlar olduklarını söylüyorlar. Gelsinler PKK'lilerden inanç nedir dersi alsın bu sahte Müslümanlar!

‘ERDOÐAN TÜRKÝYE’NÝN EN BÜYÜK TALÝHSÝZLÝÐÝ!’

‘Şov yapıyorlar, blöf yapıyorlar’ sözü de bu mantıkla söyleniyor. "Ben olsaydım böyle yapardım, blöfümün görülmesi durumunda eylemi bırakırdım” diye düşünüyor. Bu adam bir hasta, ruh hastası! Aðzından çıkan her spontane söz, onun özüdür. Düşünerek söylediði her söz inanarak söylediði söz deðildir, sahtedir. Bir sözü diðerine uymuyor. Bu zat’ın Türkiye’nin en büyük talihsizliði olduðunu yaşayarak hepimiz göreceðiz.

Zindanlardaki arkadaşlarımız ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Kendilerinden vazgeçtiler bizi, toplumu, halklarımızı bir arada tutmaya ve yaşatmaya çalışıyorlar. Ýşin ucunda ölüm olduðunu biliyorlar. Talepleri her gün onlarca ölüme yol açan sorunun çözümüne dair talepler. 50 binden fazla ölü kaldırabilecek kadar büyük bir sorunu çözüm sürecine sokabilmenin ölmeden mümkün olmadıðını çok iyi biliyorlar. Ve bunu da başka canlara zarar vermeden yapıyorlar.

Eylemleri son derece barışçıl. Birazcık aklı, vicdanı, muhakeme gücü, adalet duygusu, geleceði görebilme yetisi olan her insan onların bu eylemini doðru okuyabilir. Türkiye toplumunun gerçek vicdanı olan aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, sosyalistler, gerçek inanç sahibi Müslümanlar, emekçiler bunu giderek daha iyi okuyabilir düzeye geldi. Ya devlet, hükümet, Başbakan, onun çanak yalayıcıları sözde gazeteciler? Onlar kör, saðır, dilsiz de deðil, onlar hasta, gerçekten hastalıklı kafa yapısına, yani zihniyete sahipler. Buna kimileri devlet aklı falan diyor. Bu akıl falan deðil. Bu duygudan da geri, ilkel güdüden kopup gelen tepkiler. Öfkeliler, sinirliler, ellerinden gelse bir kaşık suda boðacaklar. Şov, blöf, şantaj demelerinin altında bu ilkel linç etme, kılıçtan geçirme, intikam gibi güdüler yatıyor. Devletlilerin elinde sadece sopa, dillerinde hakaret, yalan, küfür, küçümseme var.

‘ERDOÐAN’IN SÖZLERÝNDEN SONRA TUTSAKLAR DAHA DA KARARLI HALE GELDݒ

Bu sorun nereye gidiyor? Taleplerin karşılanacaðını düşünüyor musunuz?

65. gündeyiz, çözüme ilişkin bir gelişme görünmüyor. Türkiye, Kürdistan ve dünyanın duyarlı, vicdanlı insanları diyalog, çözüm istiyor, ulusal ve evrensel hukukun uygulanmasını istiyor da, peki devlet? Bugün itibarıyla AKP devleti, hükümeti Erdoðan'ın öncülüðünde kendisini çözüme tamamen kapatmış bulunuyor. Eðer zindanlardan tabutlar çıkmaya başlarsa işin nerede duracaðını kimse kestiremez. Şöyle düşünün yanı başınızdaki arkadaşınız açlık grevinde şehit düştü, siz de bir grevcisiniz vicdanınız sizi sonuna kadar gitmekten başka seçeneðe dönüp bakmanıza bile izin vermez. Açlık grevine girmemiş olanlar belki de daha aðır bir vicdani sorun ve sorumluluk altına girecek ve hiç hesapta olmayan eylem biçimlerine yönelebileceklerdir. Dışarıda neler olabileceðine dair tahmin ya da öngörülerimden hiç söz etmek istemiyorum. Maalesef kendimizi çok büyük acıları göðüslemeye hazır hale getirmeliyiz. Hiç istememde, istemesek de gidişat bunu gösteriyor. Ve bundan tamamen devlet, başta da Erdoðan sorumlu olacaktır. Türkiye farklı bir zamanda, farklı koşullarda ikinci bir Talat Paşa vakasıyla karşı karşıya. Onun ipleri Almanya'nın elindeydi, bununki ABD'nin elinde.

Erdoðan'ın o seviyesiz sözlerinin ardından tutsakların daha bir bilendiklerini, daha bir kararlaşmayı yaşadıklarını düşünüyorum. Açlık şimdi kimsenin umurunda deðildir. Şimdi dışarıdakilerin ne yaptıðı, toplumun, aydınların, halkın kendilerini ne kadar anladıkları ve sahiplendikleri onların en fazla duyarlı oldukları hususlardır.

‘BU EYLEMÝN BÝR NEDENÝ DE TOPLUMSAL ALANIN YETERSÝZLÝÐÝDÝR’

Arkadaşlar ölmek için deðil, kör düðüm haline gelen Kürt meselesini çözmek için bu eylemi yapıyorlar. Ölümlerin önünü almak için bunu yapıyorlar. Sorun büyük. Eylemciler bunun bilincinde. Sadece açlık greviyle çözülemeyeceðini de çok iyi biliyorlar. Ama çözümün önünü açabileceklerini düşünüyor, buna inanıyorlar. Bir yıl önceki açlık greviyle aslında herkesi, hepimizi uyarmışlardı. Yani "eðer siz bunu yapmazsanız biz yaparız" demişlerdi ve bir bakıma "rol çalarız" demişlerdi. Baktılar devlet, hükümet aldırış etmiyor, askeri-siyasi operasyonlarına devam ediyor, önderlik üzerinde koster bozuk yalanıyla bezediði tecritini derinleştiriyor bunun üzerine eylemi başlattılar.

Şimdi biz onlar şehit düşmesin diyoruz, bunu istiyoruz. Bu konuda kimsenin samimiyetinden kuşkum yok. Ama onların bu eyleme girmesinin nedeni biraz da bizim, sivil siyasetin, toplumun sorunun çözümünde yetersiz kalmamız deðil mi?

Devletin, hükümetin ve özel olarak Erdoðan'ın payını hiç söylemiyorum. Onlar çözmemeye, çözdürmemeye yeminli. Sadece Ýmralı'ya yaklaşımlarından bunu anlamak mümkün. Ýkinci bir kanıta bakmaya gerek yok. Onların Kürtleri, bütün muhalifleri hizaya getirmekten, güçleri karşısında diz çöktürmekten başka dertleri yok.

Herşey çok ortada. Adamlar mal bulmuş maðribi gibi ya da çölde susuz kalmış bedevi gibi... Susadıkları iktidara ulaşınca kendilerinden geçtiler. Ýktidarı ve onun nimetlerini o kadar kana kana içtiler ve o kadar semirdiler ki, artık onsuz yaşayamaz hale geldiler. Bir siyasal-sosyal obezleşme içindeler. Yedikçe yiyesileri, içtikçe içesileri geliyor. Bu tatminsizlikte şahika noktasıdır.

Sanırım onları güç-iktidar ve onun nimetleriyle beslenme hastalıðından kurtaracak olan yine zindanlardaki yoldaşlarımız olacak. Öyle düşünüyor ve öyle inanıyorum ki zindanlarda yaşanan açlık grevi eylemi bunun işaret fişeðidir.