Süreç ve gerçekler - Cahit Mervan

Süreç ve gerçekler - Cahit Mervan

İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile Türk devletinin masaya oturmasıyla başlayan son çözüm sürecinin her an kesintiye uğrama riski var. Bu riskin taban tabana zıt, ama birbirine bağlı iki nedeni söz konusu:

Birincisi Kürt tarafının samimi olarak barış istemesi ve buna inanması, diğerini ise bu samimiyetin Türk tarafınca bir zafiyet olarak değerlendirilip, tasfiye için fırsat haline dönüştürülme çaba ve isteği oluşturuyor.

Başta Öcalan olmak üzere Kürt tarafı KCK, BDP, DTK ve bu eksen dışında kalan diğer Kürt örgüt ve grupları silahların susması ve Kürdistan’da onurlu bir barış konusunda samimiler.  Bu konuda ikircikli bir tutum içinde değiller. Silahların susması, devreden çıkması ve barışçıl-demokratik mücadelenin tümden devreye girmesi konusunda hem fikirliler. Kendilerine güveniyorlar. Bu öz güven duygusu içinde hareket ediyorlar. Ayrıntılara takılmak istemiyorlar.

Çünkü ortada yenilen değil, dimdik ayakta ve çok büyük badireler atlatmış, zor dönemlerde sınanmış bir hareket var. Ve bu hareketinin savaş konusunda olduğu kadar barış konusunda da iyi sınav verdiğini biliyoruz.

Türk tarafı ise Kürtlerin samimi barış için gösterdiği çaba ve isteği yanlış yorumluyor. Daha doğrusu istismar etmeye çalışıyor.  Çözüm sürecinin ruhuna ve özüne aykırı olarak onu bir ‘halkla ilişkiler çalışması’ düzeyine indirgemeye çalışıyor. Ucuz propaganda yapıyor.

Türk Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere yetkililerin süreci ilişkin yaptıkları değerlendirme ve açıklamalar İmralı sürecinin ta başında üzerinde anlaşmaya varılan ‘ana prensiplere’ uyum göstermiyor. Kullandıkları dil itici ve egemenlikçi bir bakış açısını ifade ediyor. Kürt tarafının barışa olan inancı üzerinden adeta bir sabır denemesi yapılmaya, sınır uçlarıyla oynanmaya çalışılıyor.

Örneğin Erdoğan’ın Kürt gerillalarının geri çekilmesi konusunda sarf ettiği sözler Kürtlerin sinir uçlarına dokunuyor. Sinirlerini geriyor. Hatta Kürdistan kamuoyunda ‘bu adamlarla barış olmaz’ sözlerinin yükselmesine neden oluyor. Ayrıca PKK’nin geri çekilme konusunda sadece orta komuta kademesini ikna etmesi değil, halk yığınlarını da ikna etmesi bu sorumsuz, egemenlikçi ve sömürgeci dil nedeniyle daha bir zorlaşıyor.

 Özelliklede Erdoğan’ın baş danışmanı Yalçın Akdoğan’ın diyalog ve müzakere sürecinde güven sarsıcı ve şantajı öne alan çıkışları, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’a yönelik sarf ettiği sorumsuz cümleler Kürtlerde muhatapları konusunda ciddi kuşkulara neden oluyor.  Eski, birikmiş kuşku ve güvensizliklerinde tekrardan canlanmasına yol açıyor.

Kürt tarafının samimi çözüm ve barış niyetinden dolayı sorumlu davranarak süreci tehlikeye atmamak için ketum davrandığı bir dönemde Türk tarafı adına açıklama yapanların uluorta konuşmaları ve tek taraflı işler yürüyormuş imajı vermeleri de süreci zora sokuyor. 

Ancak kamuoyunun bilmesi gereken bazı gerçekler var. Bunları birkaç noktada sıralamak mümkün:

BİR: Kürdistan Özgürlük Hareketi yenilmiş, havlu atmış, güç kaybetmiş falan değil. Tam eksine hem Kuzey Kürdistan’da, hem de Kürdistan’ın diğer parçalarında, özelliklede Rojava devrimiyle birlikte müthiş bir güç kazanmış durumda. Bu nedenle barış ve müzakere masasına güçlü bir partner olarak oturmakta. Zaten yenilmiş ve bileği bükülmüş olsaydı ne İmralı’da nede başka bir yerde barış masası kurulmayacaktı.    

İKİ: Sürece ilişkin en çok açıklama yapan Erdoğan, Bozdağ, Akdoğan, Ergin ve diğerleri çok iyi bilirler ki bu süreç öyle tek taraflı işlemiyor. İşlemeyecekte. Başından itibaren iki tarafın diyalog ve müzakeresiyle yürüyor.

ÜÇ: İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ ile masaya oturanlar devlet adına bu görüşme ve müzakereyi yapıyorlar. Bunun siyasi sorumluğu hükümete ve onun başı Erdoğan’a aittir. Yani Erdoğan adına bu görüşmeleri ve müzakereyi yapıyorlar. Bir anlamda Erdoğan-Öcalan görüşmesi gerçekleşiyor.

DÖRT: Oslo sürecinde olduğu gibi İmralı’da da üzerinde anlaşılan ve tarafların yükümlülüklerini kayıt altına alan bir ‘mutabakat metninin’ olduğu bir gerçek. Bu mutabakat metni Kürt tarafını bağladığı kadar Türk hükümeti açısından da bağlayıcı özelliklere sahiptir. Süreç bu mutabakatın ruhuna uygun adımların karşılıklı ve zamanında atılmasıyla yol alıyor ve alacaktır. Aksi durumda kesintiye ve akamete uğraması kaçınılmazdır. 

BEŞ: Örneğin Kürt tarafı ateşkesi bu sürecin bir parçası olarak ilan etmiştir. Gelen haberlere göre Türk ordusu büyük oranda ateşkese uyum göstermektedir. Yani ateşkes çift taraflıdır. Bunun Türk genelkurmayının veya başbakanın açıklamaması bu gerçeği değiştirmez. Türk savaş uçaklarının Kandil üzerinde yaptığı uçuşlar ise şantaj amaçlıdır.

ALTI: PKK’nin gerilla güçlerini sınır dışına çekme konusunda prensip olarak ‘evet’ demesi, bu işi otomatik olarak yapacağı anlamına gelmiyor. Bunun için uygun zeminin oluşturulması gerektiğini ısrarla dile getiriyor. Bu ‘uygun zeminin’ ne olduğunu ise en iyi PKK lideri ile masaya oturan Türk hükümeti biliyor. Çünkü geri çekilme öncesi ve çekilmenin başlamasıyla birlikte Türk tarafının atacağı adımlar söz konusudur. Bu nedenle Türk hükümetinin ayak sürmesine gerek yok. Kürt tarafı askeri güçlerini çekmeden önce ne olacağını görmek istiyor.

YEDİ: Eğer hükümet haksız, hukuksuz ve uyduruk iddianamelerle pazarlık konusu yapmak için rehin alınan Küt siyasetçilerinden bazılarının serbest bırakarak adım attığını iddia ediyorsa, yanlıyor. Kürt tarafı bunu adım olarak görmüyor. Sürece olumlu katkı olarak algılıyor. Çünkü Kürt tarafına göre tüm siyasi tutsaklar hiçbir koşul ve gerekçe ileri sürmeden serbest bırakmalıdır. İnsan hayatı üzerinden pazarlık yapılmamalıdır.

 SEKİZ: Türk hükümetinin bilmesi gereken başka bir gerçek ise PKK’nin tahammül edemeyeceği beklide tek şey kendisine şantaj politikasının dayatılmasıdır. Bildiğimiz ve tanıdığımız kadar PKK şantaja boyun eğecek bir hareket değildir. Bu nedenle başdanışmanın ve aklı bir karış havada bazı köşe yazarlarının Öcalan-PKK kavgası çıkarma girişimi boş, manasız ve hayaldir.

DOKUZ: Altı çizilmesi gereken diğer bir konu ise şudur: Kürt tarafı, dolayısıyla PKK bu sürece mecbur ve alternatifsiz olduğu için girmiyor. Aksine kendisini en güçlü hissettiği ve bölgesel konjüktürünün kendisinden yana olduğu bir dönemde giriyor. Bunun kıymetini bilmekte artık AKP hükümetine düşüyor.

ON: Türk hükümetinin anlamasında ve bilmesinde sayısız fayda var ki bu süreç bir ateşkes ve silahlı güçlerin sınır ötesine çekilmesi filan değil. Bu süreç Kürt sorununa makul ve adil bir çözüm bulmak için başlatılan ve yürütülen bir süreçtir. Yani tünelin sonunda demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan kaçınılmazdır.