Savaş ve soykırım-MAKALE

AKP-MHP faşizminin Efrîn’e yönelik tehditlerini taktik olarak önemsemekle birlikte, söz konusu tehdidin diğer bazı yönlerini de görmek gerekir.

Türkiye’de faşizmin zihniyet ve siyaset olarak yaratıcı ve uygulayıcı gücünün İttihat ve Terakki Cemiyeti olduğu bilinmektedir. Bu da kendini savaş ve soykırım olarak ortaya koymuştur. Nitekim İttihat ve Terakki Yönetiminin Talat, Enver ve Cemal’den oluşan üç paşası, Osmanlı İmparatorluğunu büyük bir istekle dünya savaşının içine soktukları gibi, gücünü tüketene kadar da söz konusu savaşın içinde tutmuşlardır. Aynı zamanda da Ermeni, Süryani ve Kürt soykırımını başlatmış ve yürütmüşlerdir. Bir yerde söz konusu savaşı soykırım uygulamalarının üzerini örten ve zeminini oluşturan bir etken olarak değerlendirmişlerdir.

Bugün AKP-MHP ittifakından oluşan faşist yönetimin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çizgisini izlediği tartışma götürmeyen bir gerçektir. Bu çizginin özünü de Türk-İslam sentezciliği oluşturmaktadır. İfade ettiğimiz gibi, temel karakteri ise savaşçı ve soykırımcı olmasıdır. Nitekim AKP-MHP faşist diktatörlüğü de tüm siyasetinin merkezine Kürt soykırımını koymakta ve Türkiye’yi Üçüncü Dünya Savaşının içine sokmuş bulunmaktadır. Söz konusu savaşı hem Kürt soykırımının zemini ve hem de örtüsü yapmaktadır.

AKP-MHP faşizminin, son iki yıldır Irak sınırını aşarak PKK gerillalarının denetiminde olan alanları tutmaya çalıştığı ve bunu planlı olarak Türk ordusuna uygulattığı bilinen bir gerçektir. Bu politikayı, Güney Kürdistan’daki 25 Eylül referandumu ardından İran ve Irak Yönetimlerine de onaylattığı görülmektedir. Nitekim 16 Ekim’den itibaren Irak Yönetimi Kerkük civarına yönelik askeri saldırılar yaparken, Türk ordusu da PKK gerillalarının denetiminde olan Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırılar yapmakta ve bu alanlardaki stratejik tepeleri tutmaya çalışmaktadır. Örneğin Xeregol Tepesi, Tepe Xüda, Alişêr Tepesi, Siro ve Kani Reş Tepeleri bunların bazılarıdır. Ancak Irak Yönetiminin Güney Kürdistan’a yönelik işgalci saldırıları görülürken, TC devletinin söz konusu işgalci saldırıları hiç kimse tarafından görülmemekte ve de karşı çıkılmamaktadır. Örneğin Behdinan’ın yönetimi olduğunu iddia eden KDP’den bile hiç bir itiraz gelmemektedir. Hatta “PKK’ye karşı güvenlik bölgesi oluşturma” adıyla bu konuda bir KDP-TC anlaşmasının olduğu bile söylenmektedir. Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yönelik söz konusu işgaline karşı sadece PKK gerillaları direnmekte ve etkili eylemler yapmaktadır.

TC devletinin Rojava sınırını boydan boya tehdit etmesini ve Efrîn’e yönelik saldırılarda bulunmasını da işte bunlara bağlı olarak ele alıp değerlendirmek gerekir. Nasıl ki Irak sınırını aşarak işgalci saldırılarda bulunuyorsa, benzer bir biçimde Suriye sınırını da aşarak Rojava topraklarını işgal etmek istemektedir. Yine nasıl ki PKK gerillaları için “Terörist” diyerek onları yok etmeye çalışıyorsa, benzer bir biçimde YPG-YPJ güçleri için de “Terörist” diyerek yok etmek istemektedir. Bütün bunları da Kürt düşmanlığı ve soykırımı temelinde yapmaktadır. Aynı zamanda Kürt halkına karşı işlemekte olduğu bu insanlık suçuna herkesi ortak etmeye de çalışmaktadır.

AKP-MHP ittifakından oluşan Türkiye’deki mevcut yönetimin bir faşist diktatörlük olduğu tartışmasız bir gerçektir. Dolayısıyla da Kürt düşmanı, halk düşmanı ve kadın düşmanıdır. Yine savaşçı, katliamcı ve soykırımcıdır. Bu nedenlerle, genelde Rojava’ya ve özel olarak ise Efrîn’e yönelik tehditlerini önemsemek gerekir. Söz konusu faşist diktatörlüğün kendi varlığını Kürt halkının yokluğu ve soykırımı üzerine bina etmeye çalıştığı açıktır. Bunun için de Suriye’de bir Kürt iradesinin gelişmesine ve Rojava Kürdistan’ın özgür olmasına asla tahammül edememektedir. Bu nedenle de Kürtlerin ve tüm halkların başına tam bir bela kesilmektedir.

AKP-MHP faşizminin Efrîn’e yönelik tehditlerini taktik olarak önemsemekle birlikte, söz konusu tehdidin diğer bazı yönlerini de görmek gerekir. Örneğin AKP-MHP faşist diktatörlüğü ile ABD Yönetiminin izlediği politikalar arasında bugün ciddi farklılıklar gözlenmektedir. Bu durum özellikle de izledikleri Suriye politikasında, DAİŞ’e karşı tutumda ve Rojava Kürtleri ile ilişkilerde ortaya çıkmıştır. Suriye’de Kürtlerin özgürlüğünü kabul edecek ve özerkliğini onaylayacak yeni bir Suriye rejiminin şekillenmekte olması Erdoğan-Bahçeli faşizminin ödünü koparmakta ve uykusunu kaçırmaktadır. Daha tam sonuç ortaya çıkmadan, tüm gücünü ortaya koyarak ABD’yi bu politikadan vaz geçirmeye çalışmaktadır. Bu anlamda AKP-MHP faşizminin Efrîn’i tehditleri ABD’ye yönelik bir serzeniş olmakta ve adeta yalvarma özelliği taşımaktadır. Çünkü ‘Stratejik konum” diyerek yüzyıldır dünyanın süper güçlerine dayanma temelinde yaşama siyasetinin artık sonu gelmek üzeredir.

Diğer yandan, mevcut AKP-MHP faşizminin Türkiye halklarını tam bir faşist baskı, terör ve sömürü altında yönetmeye çalıştığı açıktır. Kuzey Kürdistan’daki uygulamalarının tarihin en ağır soykırımı olduğunu ve bunun hesabının bir gün mutlaka kendisinden sorulacağını kendisi de çok iyi bilmektedir. Çünkü Kürt halkına yönelik kadın, çocuk, yaşlı demeden her türlü faşist baskı ve katliam uygulamasında bulunmaktadır. Bu konuda hiçbir ahlak ve hukuk kuralına bağlı kalmamaktadır. Çok açık ki, Kuzey Kürdistan halkına yönelik mevcut soykırım uygulamalarının hesabını sormadıkça bu dünya özgür ve demokratik olamayacaktır.

AKP-MHP faşizmi Kuzey Kürdistan halkına yönelik böyle vahşi bir uygulamada bulunmakla birlikte, faşist baskı ve sömürüye maruz kalanlar sadece Kürtler de değildir. Tersine Türkiye’deki tüm halklar, işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, Aleviler ve dini gruplar azgın faşist baskı ve terör uygulamasına maruz kalmaktadır. “Fetö ve PKK terörüne karşı” denerek Türkiye toplumu üzerinde uygulanmayan baskı ve sömürü kalmamaktadır. 20 Temmuz 2016 tarihinde yapılan OHAL darbesi ile tüm aydınlar, sanatçılar halklar ve ezilenler üzerinde adeta kan kusturulmaktadır. Tayyip Erdoğan tam bir bireysel faşist diktatörlük ve keyfi yönetim uygulaması içindedir.

İşte bir de AKP-MHP faşizminin bu gerçekliği vardır ve maskesi düşerek bu uygulamalar iyice teşhir olmuş bulunmaktadır. Hiçbir yalan ve demogoji ile artık bu gerçeklerin üstü örtülememektedir. AKP-MHP faşizmi Türkiye içinde de iyice tecrit olmuş ve daralmış durumdadır. Faşist baskı ve sömürü altında ezilmiş olan kitleleri artık Tayyip Erdoğan’ın teklemeleri ve demogojisi etkilememektedir. Faşizme karşı içten kitle direnişinin her an patlak verme ihtimali vardır. Nitekim İran’da geçen yılın son günlerindeki kitle hareketi gelişince bundan en çok korkan faşist AKP-MHP Yönetimi olmuştur. Efrîn ve Rojava’ya yönelik tehdit ve saldırıları bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Yani şoven-milliyetçi duygular geliştirilerek ve kitlelerin yüzü sınırın dışına çevrilerek içteki demokratik halk patlamalarının önü alınmaya çalışılmaktadır.

AKP-MHP faşizminin Türkiye’deki savaşçı ve soykırımcı zihniyet ve siyasetin can çekişen hali olduğu açıktır. Bunun içindir ki, ömrünü uzatabilmek için faşizm bu tür tehdit, saldırı ve şantajlara baş vurmaktadır. Bugün AKP-MHP faşizmi olarak şekillenmiş olan Türkiye’deki faşist diktatörlük, gerçekten de başta Kürtler ve Türkiye halkları olmak üzere tüm halkların ve insanlığın başının belası haline gelmiştir. Bu belanın artık daha fazla ayakta kalması belli ki herkesin zararınadır. Onun için daha fazla kokuşmasına izin vermemek, yıkarak tarihin çöp sepetine atmak gerekir. Bunun için de Medya Savunma Alanlarına ve Efrîn’e yönelik saldırı ve işgal tehditlerine karşı çıkmak önemli bir başlangıç olabilir. Kaldı ki, AKP-MHP faşizminin sınır ötesindeki insanlara saldırmasının ne hukuki ve ne de ahlaki bir izahı vardır. Kürt düşmanlığı ise tam bir insanlık suçu konumundadır. O halde, Türkiye’nin tüm aydın, siyasetçi, devrimci ve demokratik güçleri faşist saldırganlığa karşı çıkmalı, özellikle Efrîn direnişi ile dayanışarak faşizmi tarihin çip sepetine atmayı başarmalıdır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika