Saçılık: Cezaevlerinde bugün '19 Aralık' havası var

Yüksel direnişçisi Veli Saçılık, halihazırda 19 Aralık Katliamı zihniyetini AKP'nin devraldığını belirtti.

Yüksel direnişçisi Veli Saçılık, adım adım 19 Aralık Katliamı’na giden süreci ANF’ye anlattı. 19 Aralık’tan 6 ay önce Burdur E Tipi Cezaevi’nde siyasi tutsaklara yapılan saldırıda sağ kolunu kaybeden Saçılık, 19 Aralık Katliamı’nın provasının Ulucanlar ve Burdur Cezaevleri’nde yapıldığını söyledi.

“Hayata Dönüş” operasyonu adı altında, 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde eş zamanlı yapılan katliamda 30 siyasi mahpus hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı. O dönem yapılan vahşetin üstü, siyasi tutsaklara atılan birçok iftirayla örtülmek istense de, seneler sonra ortaya çıkan belgeler ve yapılan itiraflar bunun devlet organizeli bir katliam olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

KHK zulmüyle işinden ihraç edilen ve 405 gündür Ankara Yüksel Caddesi’nde direnen sosyolog Veli Saçılık, cezaevlerine yönelik saldırıların hem tanığı hem mağduru. 19 Aralık Katliamı’nın adım adım geldiğini vurgulayan Saçılık, MHP-ANAP-DSP hükûmetinin kurulmasından sonra düğmeye basıldığını belirtti. Saçılık, “Abdullah Öcalan’ın komplo sonucunda Türkiye’ye teslim edilmesiyle Kürt hareketinin bittiğini ve sıranın sosyalistleri tasfiye etmeye geldiğini düşünen bir hükûmet ile karşı karşıyaydık” dedi. Saçılık, cezaevleri katliamlarının üç etaptan oluştuğuna, 19 Aralık Katliamı’nın provasının Ulucanlar ve Burdur Cezaevleri’nde yapıldığına işaret etti.

ULUCANLAR’DA YENİ KOĞUŞ TALEBİNE KATLİAMLA CEVAP

Katliamdan 2 ay önce tutuklu bulunduğu Ulucanlar Cezaevi’nden Burdur E Tipi Cezaevi’ne sürgün edilen Saçılık, Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) alınan karar sonrası düğmeye basıldığını, ana akım medya aracılığıyla cezaevlerinde 8 yıldır arama yapılamadığı, içeride silah ve uyuşturucu olduğu propagandası yapılmaya başladığını anlattı. Saçılık, sözlerini şöyle sürdürdü:

“F Tipi Cezaevleri 5 yıldızlı otel olarak lanse ediliyordu. Bunun için bazı mafya çeteleri devreye sokuldu ve cezaevlerinde silahlı çatışmalar meydana geldi. Mafya Ulucanlar Cezaevi’nde de vardı ve orada da birkaç kişi öldürüldü. Ben birebir şahidim; mafyaya hücreden çıkartıp adam veren cezaevi müdürü ve siyasi yetkililer söylemleriyle birden sol örgütleri hedef alan bir algı oluşturdular. O dönemde Ulucanlar’da jandarmaların ailelerimize saldırması, koğuştaki eşyalarımıza el konması gibi pek çok olay yaşanıyordu ve bunun karşılığında da sayım vermeme ve benzeri eylemler sürüyordu. En son 30 kişilik koğuşta 120 kişi kalıyorduk. Bu insanlık dışı koşullara karşı çıkan arkadaşlarımız boş olan 7’nci koğuşun açılmasını talep ettiler. Bu talebe dönemin Adalet Bakanı Sami Türk ve hükûmet yetkililerinin cevabı, 10 siyasi tutsağı katletmek oldu. Ben Burdur E Tipi’ne götürüldükten 2 veya 3 ay sonra, 26 Eylül 1999 tarihinde koğuşlara saldıran jandarmalar, 10 tutsağı ateş açarak katletti; onlarca kişi işkenceden geçirildi. Daha sonra tutsakların birbirlerini katlettikleri, koğuşlarda silah bulunduğu yönünde haberler yapıldı ve toplumda devletin cezaevlerine hakim olamadığı algısı yaratıldı.”

‘İŞKENCECİ KATİP ÖZEN MÜDÜR OLARAK ATANDI’

Saçılık, katliamdan kurtulan ve işkenceden yüzleri tanınmayacak hale gelen 5 siyasi tutsağın daha sonra kendisinin tutuklu bulunduğu Burdur E Tipi Cezaevi’ne getirildiğini söyledi. Saldırı öncesi Cezaevi Müdürlüğü’ne işkenceci olarak ün salmış Katip Özen’in atandığını anlatan Saçılık, Özen’in sık sık, “Burayı Ulucanlar’a çevireceğim, devletin gücünü göreceksiniz” şeklinde tehditler savurduğuna dikkat çekti. Saçılık, tıpkı Ulucanlar’da olduğu gibi, önce tutsaklar ve ailelere dönük baskıların arttığını, sonra hastane sevkleri ve görüşlerin engellendiğini vurguladı. Gazetelerde operasyon sinyalleri verilmesiyle sıranın kendilerine geldiğini anladıklarını dile getiren Veli Saçılık, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret ettikleriyle iddiasıyla yargılanan 11 tutuklunun mahkemeye sevkleri sırasında işkence yapılmayacağı garantisi istemelerinin saldırının bahanesi yapıldığını belirtti.

‘KOĞUŞ HİTLER’İN GAZ ODALARI GİBİYDİ’

Saçılık, 5 Temmuz 2000 tarihinde yapılan saldırıyı şöyle anlattı: “Sabah saat 8.00’de birdenbire cezaevi koridorundan gardiyanlar çekildi. Sonra çatıda askerler belirdi. Kaldığım koğuşta sanırsam 22-23 kişiydik ve karşı tarafımızda diğer siyasi örgütlerin kaldığı ve havalandırmayı ortak kullandığımız 3’üncü koğuş vardı. Toplam 40 kişiydik, daha sonra kadınların da katılımıyla 61 kişi olduk. Ulucanlar’daki gibi bir katliam olacağını tahmin ettiğimiz için koğuşlara girmesinler diye kapıların önüne ranzaları ve dolapları yığdık. Önce bize duvarlardaki mazgallardan ses ve gaz bombalarıyla saldırdılar. O güne kadar gaz bombasının ne olduğunu bilmiyorduk ve attıkları gaz bombaları da mor, pembe renkliydi. Herhalde kimyasaldı çünkü etki olarak sadece boğulma hissi vermiyor, aynı zamanda sinir krizi de geçirtiyordu. Koğuş bu anlamda Hitler’in gaz odaları gibiydi.

‘KEPÇE İLE DUVAR ARASINDA KALAN KOLUMUN KOPTUĞUNU GÖRDÜM’

Kompresörlerle duvarları yıkmaya başladılar ve biz kısa bir sürede 4’üncü koğuştan 3’üncü koğuşa geçtik. Avluda koşarken askerler kafamıza tuğlalar atıyorlardı. Bir süre 3’üncü koğuşta yürüttük direnişi. Sonra itfaiye getirttiler. Görevi yangın söndürmek olan itfaiyeciler üzerine benzin dökülmüş battaniyeleri kurduğumuz barikatların üzerine attılar. Yangın çıktığında söndürdüler ve bu kez dumandan çok etkilendik. Kapıyı kırdık, ancak koridorun duvarını da kompresörle yıkarak içeriye gaz bombası attıkları için çok kötü oldu. Ben o esnada arkadaşları kurtarmak isterken, resmen boğuldum. Sonra siyasi kadın koğuşundaki kadın arkadaşlar duvar mazgallarının çevresini kırarak onların tarafına geçmemizi sağladılar. Orada da 61 kişi yaklaşık 30 metrekarelik bir alanda sıkıştık. Bize itfaiye kancalarıyla, gaz bombalarıyla saldırmaya devam ettiler. En sonunda duvarda bir ses duydum ve duvar üzerimize yıkıldı. Duvarda bir delik açıldı, odaya giren dozerin kafasını gördüm. O sırada içerisi çok havasız ve gazlıydı. Biraz daha duvara yanaşıp, dışarıya doğru yaklaştığımda kepçe aniden olduğum yöne hareket etti ve duvar ile kepçe arasında kalan kolumun koptuğunu gördüm. Arkadaşların koluma turnike yaptığını hatırlıyorum. Üzerimize o kadar su sıkmışlardı ki kopan kolumun kaybolduğunu sonra bulup göbeğimin üzerine koyduklarını hatırlıyorum. Yaralıyken bile üzerimize çok sayıda gaz bombası atıldı; hatta arkadaşlarımızdan Sadık Türk’ün kafasına gelen gaz kapsülü kafatasını çatlattı.”

‘ÇÖPE ATILAN KOLUM KÖPEĞİN AĞZINDA BULUNDU!'

Yaralandıktan sonra saatlerce sıkılan suların içinde yerde kalan Saçılık, ambulansla hastaneye kaldırılırken geri dikilir umuduyla kopan sağ kolunu bırakmadığını söyledi. “Sağ kolumu sol elime alıp ambulansa bindim” diyen Saçılık, götürüldüğü Burdur Devlet Hastanesi’nde hiçbir müdahale yapılmadan bekletildi. Yanlış hastaneye sevk edildiğini belirten Saçılık, “Bugün CHP Burdur milletvekili olan bir doktor o dönem o hastanede çalışıyordu. Kolumun dikilemeyeceğini söyledi ama ben bugün hala tersini iddia ediyorum. Mikrocerrahi bölümünün olduğu Antalya Akdeniz Üniversite Hastanesi’ne sevk edilmem gerekirken, en son Isparta Hastanesi’ne götürüldüm. Röntgen odasında, “Bu teröristmiş, gebersin” dediklerini hatırlıyorum. Gerekli müdahale yapılmadığı için kolumu kaybettim. Anneme sormuşlar, kolu ne yapacaksınız diye, annem de kızarak sizin olsun demiş. Daha sonra mezarlığın çöpüne attıkları kolum sokak köpekleri tarafından alınmış. Köpekler Isparta sokaklarında gezerken vatandaşlar cinayet olduğunu düşünerek gazetelere haber vermiş. Olay büyüyüp kolun benim olduğu ortaya çıkınca, ‘Burdur’da kopan kol köpeklerin ağzında’ şeklinde haberler çıktı” dedi.

'AKP'NİN CEZAEVLERİ FARKSIZ'

O dönemde ayakları kelepçeli bir şekilde hastanede 28 gün tutulan Saçılık, Ulucanlar ve Burdur’un 19 Aralık Katliamı’nın provası olduğunu söyledi. 19 Aralık’ta cezaevlerine dozer ve kepçelerle girildiğini, tutsakların üzerine kimyasal gaz, benzinli battaniyeler atılıp, kurşun sıkıldığını hatırlatan Saçılık, F Tipi Cezaevleri’ne direnmek için ölüm orucu yapan 122 devrimcinin bu katliamda hayatını kaybettiğini vurguladı. Bugün AKP yönetimindeki ülke cezaevlerinin de farksız olduğunu, baskıların dün olduğu gibi bugün de yoğunlaşarak sürdüğünü kaydeden Saçılık, hükûmet ve devletin cezaevlerini toplumu esir alma sistemi olarak gördüğünü belirtti. Tutsaklar üzerinden toplumun üzerinde bir korku iklimi yaratılmak istendiğine işaret eden Saçılık, “Siyasetçiler, yazarlar, çizerler, gazeteciler dün olduğu gibi bugün de cezaevinde ve ‘terörist’ olmakla suçlanıyorlar. Yine tek tip elbise, ayakta sayım dayatması, yine tecrit, yine işkence. 12 Eylül’ün bütün pratiklerini mevcut hükûmet devralmış durumda. Kürt ve Alevi meseleleri gibi, cezaevleri sorununda da yıllar geçmesine rağmen aynı çözümsüzlük devam ediyor. Bu anlamda 19 Aralık sürüyor. Hikmet Sami Türk’ün o meymenetsiz suratı halen cezaevlerinin üzerinde” dedi.