Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan Avrupa ülkeleri ile derin bir krizin içine girdi. Bunun yanı sıra Kürt işbirlikçileriyle birlikte ABD yetkilileri ile bir dizi görüşmeler gerçekleştirdi. Başkan Trump’tan görüşme talebinde bulunsa da bu talep geri çevrildi. Rusya ziyaretinde bulundu. Bütün bunlar Türkiye’de Başkanlık Referandumu ve Suriye’de Kürtler ve Kuzey Suriye halkları adına yaşanan gelişmeleri engellemek içindi. Rakka Operasyonu'na dahil olarak Rojava Devrimi ile Kuzey Suriye Federasyon sistemini ortadan kaldırmak içindi.
Tüm bu girişimlerinden bir şey elde etmeyince şimdi sadece Barzani ile başbaşa kaldı. Suriye ve Şengal üzerinden yeni bazı adımlar atmaya başladı. Şengal’de KDP ile ortak hazırladıkları çeteleri saldırtarak bir sonuç elde etmeye çalışıyor. Kuzey Suriye ve Suriye’de ise bugün Urfa’da gerçekleştirilen bir toplantı ile sözde ilan edilen Fırat Dicle Aşiretler Ordusu ile Suriye’de etkinlik gösteren başta ABD, Rusya, İran olmak üzere tüm güçleri düşman ilan etti.
ASTANA'DAN ÇETELERİ ARACILIĞIYLA ÇEKİLDİ
Erdoğan’ın Suriye ve Kürdistan merkezli bölge politikaları ne ABD’den, ne Rusya’dan ne İran’dan ne de Avrupa ülkelerinden onay aldı. Tüm çabalarına rağmen politikaları onay görmeyince Aralık ayında Moskova üçlü zirvesi ile Rusya, İran ile attıkları adımın devamı olan, birinci ve ikinci toplantısı gerçekleşen 3. Astana toplantısına denetiminde olan çete gruplarının katılmasını engelleyerek böylelikle aslında kendisi de Astana’dan çekilmiş oldu. Bugün gerçekleşen toplantı için daha önce katılan ve Türkiye’ye bağlı olduğu uluslararası tüm güçler tarafından bilenen çete grupları toplantıya katılmayacaklarını açıkladı. O yüzden bugün gerçekleşen toplantıya da katılmadılar. Çete grupları katılmayacaklarını açıklayınca Suriye BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi "Türkiye grupların katılmasını engelledi" diye açıkladı.
Erdoğan birkaç gün önce Moskova’yı ziyaret etti. Devlet Başkanı Putin ile bir ortak basın açıklaması yaptı. Ziyaret beklenenden daha kısa sürede bitti. Ziyaretten hemen sonra Erdoğan "Rakka ve Minbic için uluslararası koalisyon ile anlaşmak istiyoruz" şeklinde açıklama yaptı. Erdoğan'ın bu açıklaması, Rusya ziyaretinden istediğini elde etmediğini gösteriyor. Zira Rusya’dan istediğini elde etseydi henüz Moskova’da iken Uluslararası Koalisyon ile anlaşmak istediğinin mesajlarını vermezdi.
Dün yapılan Astana 3 toplantısına silahlı grupların katılmamasının, Erdoğan’ın en son yaptığı Rusya ziyaretinden de bir sonuç elde etmemesinden kaynaklı olduğunu söylemek yanlış olmaz. O yüzden aslında Türkiye’ye bağlı silahlı grupların Türkiye’nin istemi üzerine toplantıya katılmamaları bir anlamda Türkiye’nin de fiilen bu toplantıdan çekildiğini gösteriyor. Elbette Rusya ve İran bu durumu değerlendirecek.
TOPLANTI GÜNÜ SÖZDE AŞİRETLERİ URFA'DA TOPLADI
Türkiye silahlı gruplarını Astana 3 toplantısına katılmasını engelledi. Ancak aynı gün Urfa’da sözüm ona Dera Zor, Rakka çevresinden 50 aşiret reisi, rütbeli askerler, şeyhler vb. katıldığı bir toplantı yaptırdı. Toplantıda Dicle Fırat Aşiretler Ordusu adıyla sözde bir ordu da ilan edildi. Bu ordunun hedefi de Suriye Baas Rejimi, Rusya, İran, Hizbullah ve PYD, YPG ile en son da DAİŞ eklenerek; Suriye topraklarını bunların işgali altından kurtarmak olarak açıklanmış.
Sözde Dicle Fırat Aşiretler Ordusu'nun hedef olarak gösterdiği ve savaşma cephesi olarak belirlediği güçlere bakıldığında Suriye’de herkes hedef haline getirilmiş. Suriye Baas rejiminin hedef gösterilmesi açıkça Rusya’ya savaş açılması demektir. Çünkü Suriye ile Türkiye arasında varılan anlaşmaya göre Türkiye Suriye Baas rejimine ilişkin olumsuz, düşmanlaştırıcı herhangi bir açıklama yapmayacak. Ancak bu aşiretlerin Urfa’da toplanıp ve sözde ordu ilan etmeleri ve Suriye Baas Rejimini birinci hedef olarak göstermesi Rusya’ya mesajlar vermeden başka bir anlam ifade etmez.
İran ülke olarak ve Hizbullah ile birlikte açık hedef gösteriliyor. YPG ve Hesekê, Dera Zor çevresinin hedef gösterilmesi ise ABD’nin Rakka operasyonu ve operasyonu birlikte yaptığı gücün hedef gösterilmesi aynı zamanda kendisine karşı savaş açılması demektir.
Kürtler ve Kuzey Suriye halklarına gelince; zaten Kuzey Suriye olarak ilan edilen özerk yönetim ve Demokratik Federasyon sistemi Suriye topraklarının işgali olarak kabul edilerek hedef gösteriliyor.
Bu toplantıda bir araya gelen ve sözde ilan edilen ordunun ne yapacağından çok, Astana 3 toplantısı gününe denk getirilmesi önemlidir. Türkiye’nin giderek kan kaybeden silahlı grupları bir arada tutmak için yeni isim ve gövde arayışı olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Diğer önemli bir nokta ise önümüzdeki günlerde şu an sözde İdlip’te birbiri ile çatışan Nusra ile Ehrar Şam grupları ile Türkiye’nin gizli bir toplantı yaparak onları da bu yapının içine dahil edeceği yönünde gelen bilgilerdir.
Bu girişimin diğer önemli bir noktası ise tamamen teşhir ve deşifre olan, kendisine bağlı ve MİT elemanları tarafından komuta edilen Sultan Murad, Semerkant, Sultan Abdulhamit, Liva El Hamza, Selahattinin Torunların ve Azadi gibi Kürt çete grupları ile diğer gruplarını da bu yapının içine dahil ederek aklamaya çalışmasıdır.
Toplantının önemli bir noktası ise yine Urfa’da yapılmış olmasıdır. Çünkü 2012 yılında peş peşe iki sefer sözde Suriye’deki silahlı gruplar ve muhalefetinin toplantıları oldu. Bu toplantılarından sonra Efrîn Qestel Cindo ve Serekani saldırıları başladı. Bu toplantıda sözde kurulan ordu için Hesekê ve Dera Zor çevresinin birinci hedef olarak gösterilmesi önümüzdeki dönemde bu alanlara yani Rojava ve Kuzey Suriye topraklarına yönelik saldırıların olabileceğini gösteriyor.
İLK DEĞİL
Türkiye denetimindeki gruplar ve aşiretler adıyla Urfa’da yapılan toplantı bir ilk değil. Son olmayacak gibi de görünüyor. Geçen sene de 15 Sünni ve Türkmen aşiretler adına böyle bir toplantı yapılmıştı. O toplantında da sözde bir ordu kurulmuştu. O ordunun hedefi o zaman sadece YPG, QSD ve denetimlerindeki alanlar gösterilmişti. Ancak sadece toplantı ve ilanla sınırlı kalmıştı. Yaz aylarına doğru ise bu kez çoğunluğu dün Astana 3 toplantısına katılmayan grupları bir araya getirerek bu kez de Kuzey Ordusu adını verdiği bir oluşuma gitmişti. Bu oluşum da bir sonuç almamıştı. Zira bu adımların hepsi çetelerine kılıf arama çabalarıdır.
AŞİRETLERİN HABERİ YOK!
Toplantıda Şaitat Aşireti adına lideri Şeyh Rafi er-Raco Ubla konuşturulmuş. Şaitat Aşireti DAİŞ’ten en fazla zarar gören, ağırlıkta Dera Zor çevresinde bulunan aşiretlerden biridir. Şaitatlar DAİŞ’e en fazla destek veren ülkenin de Türkiye ve Suudi Arabistan olduğunu biliyorlar. Aşiretin yüzlerce üyesi Ahmet Carba’nın kurduğu Kuvvet Ul Nuxbe gücü içinde yer alıyor. Bu güç de şu an Rakka'da QSD bileşenleri arasında yer alarak operasyona katılıyor. Aşiret üyelerinden ulaştığım bazı kişiler böyle bir liderlerinin olmadığı ve aşiret lideri adına böyle birinin konuşamayacağını belirtiyorlar.
TÜRKİYE, SUUDİ VE KATAR'A TEŞEKKÜR NE ANLAMA GELİYOR?
Şaitat Aşireti adına konuştuğu belirtilen lideri Şeyh Rafi er-Raco Ubla’nın konuşmasında dikkat çeken nokta ise Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’a yardımlarından dolayı teşekkür etmesidir. Bu her üç ülke Suriye’de başta olmak üzere dünyadaki Sünni cephenin başını çektiği ülke olduğu biliniyor. Zira daha önce Riyad’da gerçekleştirilen bir toplantıda bunun adı da Sünni Cephe olarak konmuştu. Şu an Türkiye ile hareket eden ve 1. ile 2. Astana toplantısına katılıp dün gerçekleştirilen 3. toplantıya katılmayan grupların hepsi içinde yer almıştı.
Türkiye’nin sözde üçlü garantör olarak birlikte hareket ettiği İran ve Rusya ile Rakka Operasyonu'na katılmak ve Minbic'te bir şeyler elde etmek için yalvardığı ABD ve Koalisyon Güçlerine rağmen böyle bir adım atması, bir anlamda intihar girişimidir. Bunun yanı sıra bölgede ordusu ile açık bir şekilde içinde yer alacağı bir bölge savaşının kararını vermesi demektir. Zira bunun adımlarını Şengal ve Güney Kürdistan genelinde KDP ile başlatmış durumda. KDP ile yalnız başına böyle bir girişimde bulunmasını bitişin, yok oluşun adımları olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Gelişmelerin neyi göstereceği önümüzdeki günlerde biraz daha belirginleşecek.