Roboski, 33 kurşun, 49’lar ve diðerleri…

Roboski, 33 kurşun, 49’lar ve diðerleri…

28 Aralık 2012 günü Uludere‘nin Roboski ve Böceh mıntıkasında Türk savaş uçaklarıyla tam 34 Kürt genci daha doðrusu yarısında fazlası çocuk, katledildi.

Vurulanlar açık, vuranlar açık ancak bir türlü aydınlanmıyor. Tam bir yıldır soruşturması sürüyor ancak kimin bu katliamı yaptıðı bir türlü açıða çıkmıyor. Çıkartılamıyor!

Sınır ötesi bir saldırı yapılmıştır. Bu siyasal erkin onayının gerektiðine işarettir. Siyasal iktidar diyebilir ki ben bu yetkiyi genelkurmayıma vermişimdir. Bu da mümkündür. Sınırötesi bir saldırı olduðu için genelkurmayın da bilgisi şart. Uçakların havalanması için hele bu sınırötesi bir saldırı ise hava kuvvetler komutanlıðının onayını gerektiriyor. Böyle aşaðıya doðru bu saldırıyı gerçekleştirilenlerin listesini sıralayabiliriz.

Sözü uzatmadan faili meçhul bir durum ortada yoktur. Katledilenler belli. Yer belli. Zaman belli. Katleden araçlar belli. Katledenler belli. Eksik olan kimin bu talimatı verdiðidir ve bir de madem bir katliam yapılmıştır bunun sorumlusunun ismi gereklidir.

Ama ne hikmet ise beş dakikada netleştirilebilecek bir olayı tam bir yıldır netleştiremiyor Türkiye.

Örneðin denilse ki bu uçakları kim kaldırdı? Bu uçakların talimatını kim verdi? Kim o anda görev başındaydı? Saldırıyı gerçekleştiren pilotlar kimlerdi? Hatta siyasi iktidar içerisinde bu saldırı onayını kim verdi(?) diye sorulursa gerçekten de toplam beş dakika da gerçekler açıða çıkartılır.

Ancak böyle soran yoktur. Böyle soracaklar da çıkmayacaktır. Nedenini anlamamız için 33 kurşun olayına, 49’lar olayına, 400’ler olaylarına bakmamız yeterlidir.

Kürdistan 1940’larda kırmızı katliam diye bilinen fiziki tasfiye edilmeleri yaşamış ve adeta Kürdistan’ın her direniş kalesi yerle bir edilmiştir. En son direniş kalesi Dersim’di. O da 1938 yılında korkunç kıyıma uðradı.

Özcesi, Kürdistan boydan boya yeniden işgal edilerek tüm yaşam emareleri durdurulmaya çalışılmıştır. Arta kalmış olan yaşam emarelerini de ezmek için 1943’te sınır kaçakçılıðı yaptıkları için Orgeneral Mustafa Muðlalı’nın talimatıyla 33 Kürt köylüsünün katledilmesi olayında da görüldüðü gibi, sudan gerekçelerle son direnişleri de ezmeyi ve dilsiz, hatta kendinden kaçan bir toplum yaratmayı amaçlamışlardır. Ve bu sinsi planlarını önemli ölçüde de başarmışlardır.

Bu olaydan sonra geride kalan yurtsever duygulara da ipotek konulmuştur. Halk sindirilmiştir. Bu seçim herhalde tesadüf olmamalıdır. Yıl 1943’tür. Doðu Kürdistan’da Kürt halkının bir kalkışı vardır. Ýran KDP’si kurulmuştur. Kürtler adım adım kendilerini örgütlemektedir. Bunun önü alınmalıdır. Kürtlere öyle bir ders verilmelidir ki bir daha kendine gelemesinler. Ve 33 kurşun olayı tezgahlanmıştır. Ve ortaya yıllarca yurtsever mücadeleden uzak duran bir Özalp ve çevresi çıkmıştır! Oysaki bu çevre yurtsever olmadıðından deðil, tersine yurtseverliði derin olduðu için bu olay tertiplenmiştir. Ve uzun bir süre oralarda yaprak kıpırdamamıştır.

Kürdistan Özgürlük Hareketi şaha kalktıðında ilk katılması gereken yerlerin başında buraların gelmesi gerekirken bu böyle olmamıştır. Ancak devrimin ileri safhalarında korku duvarı yıkıldıkça, beyinlerindeki karakollar sarsıldıkça buranın gençleri daðlara koşacak ve geçmişin hesabını sormaya cesaret edeceklerdir.

Ancak dediðimiz gibi yıllarca buralara ölü topraðı serilmişti. Bu unutulmamalıdır. Ve bir de unutulmaması gerekli olan bir durum ise 33 Kürdün katledilmesinin sanıldıðı gibi gizli yapılmadıðıdır. Çok açıkça, herkesin ortasında katledilenler seçilerek götürülmüşlerdir. Katlederek orada yaşayan insanlara gözdaðı verilmek istenmiş ve bu verilmiştir de.

Başka önemli bir olay ise 49’ların olayıdır. 31 Aðustos 1959 günü, Ape Musa ‘Ne Ýleri Yurt’ dergisinde KIMIL adında Kürtçe bir şiir yazar. ‘Qımıl’, ‘Süne’ ile birlikte, bir türlü baş edilemeyen bir tahıl haşeresidir. Şiirin konusu: Siverekli bir kız, kımıl zararlısı tarafından samana döndürülmüş bir torba buðdayı çerçiye götürüyor, çerçi buðdayın işe yaramadıðını görünce, buðdaya karşılık mal veremeyeceðini söylüyor. Kızcaðız da, üzüntüsünü bir türküyle dile getiriyor: “Bi çiya ketim lo apo, çiya melûlbûn rebeno/ Ceh seridî lo apo, genim hûrbûn evdalo/ Qimil hatî lo apo, bi refaye rebeno/Xwar genimî lo apo, hişte kaye rebeno” Musa Amca yazının sonunda şiiri okuyan kıza şöyle diyor: ‘Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık’ diye bir ek yapar.

6 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bu şiire dönük birçok yazı yazılır. Beklendiði üzere Ýleri Yurt ve Musa Anter aleyhine dava açılır. Bir taraftan davanın yapılacak olması diðer taraftan kimi aydınların bu şiiri savunması Ankara’nın canını o kadar sıkmıştır ki, Celal Bayar Diyarbakır Valisi’ne telefon açıp, Musa Anter’in “kafasının ezilmesini” ister.

MÝT “Kürt raporu” hazırlar. Raporda, 1.000 ila 2.500 kişilik Kürdün “tenkil” edilmesi önerilmektedir. Celal Bayar’ın “bin kişiyi sallandıralım” şeklindeki meşhur sözünü bu öneri üzerine yaptıðı söylenir. ‘Sallandırma’ işine prensip olarak karşı çıkmayan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’nun uyarısı ile 50 kişilik bir idam listesi ile yetinmeye karar verir. Türkiye’nin dört bir yanındaki tutuklamalar 17 Aralık 1959 günü başlar.

MÝT kimi öneriyorsa, 50 kişilik listeye onun adı yazılır ve tutuklanır. Ýstanbul-Harbiye’de 40 hücre bulunduðu için, tutuklanması öngörülen elli kişiden geriye kalan 10 kişinin tutuksuz yargılanmasına karar verilir. Mehmet Emin Batu mide kanamasından ölünce geriye 49 kişi kalır. Daha sonra davaya iki kişi daha dahil edilir ancak dava kamuoyunda hep ‘49’lar Davası’ diye bilinecektir.

1959’larda başlayan 49’ların davası 1965’de Ankara’da sona erer. Tabii bu arada tam 400 tane Kürt aða, şeyhi, begi derken toplumda saygın yeri olan insanlarda tam 2 yıl boyunca Sivas’ta toplama kamplarında rehin olarak tutulurlar. Madem gözdaðı o zaman bu gözdaðı tam tekmil tüm topluma yayılmalıdır.

Bu olayı tarihçi Ayşe Hür şöyle ifade etmektedir: “1 Haziran 1960’ta, bölgelerinde etkili olan toprak aðalarından, aşiret reislerinden, şeyhlerden ve Kürt milliyetçisi olduðundan şüphelenilen toplam 485 kişi tutuklanarak Sivas-Kabakyazı’da açık arazide kurulan bir kampa kapatıldılar. 19 Ekim 1960” Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduðu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir.

Anlaşılan 27 Mayısçılar da, birkaç aða ve şeyhi Batı’ya sürmekle feodal düzenin çözüleceðini, Kürt meselesinin hallolacaðını sanıyorlardı. Üstelik aðalık düzeni ülkenin batısında da yaygındı ama kimsenin aklına Türk aðalarını Doðu’ya sürmek gelmiyordu. Aynı şekilde kabak nedense CHP’li aðalara ve feodallere deðil, DP’li aðalara ve feodallere patlamıştı.

Doðu ve Güneydoðu Anadolu’dan buraya getirilen 485 kişi arasında, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi Zeynel Turanlı, günümüzün önde gelen Alevi liderlerinden Ýzzetin Doðan’ın babası Hasan Doðan, eski DYP Milletvekili Sedat Bucak’ın babası Hakkı Bucak ve amcası Mehmet Bucak, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR) Genel Başkanı Sertaç Bucak’ın babası ve dönemin Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) Başkanı Faik Bucak (1966 Türk bir binbaşı tarafından haince bir suikastla katledildi), Deniz Gezmiş davasının savcısı Baki Tuð’un babası, Şeyh Said’in oðulları (ailenin o sıradaki reisi Abdülmelik Fırat da Yassıada’da idi), Van’dan Kartal, Hakkâri’den Etruş, Diyarbakır’dan Ensarioðulları ailelerinin üyeleri ve Said Nursi’nin 22 müridi vardı.

Getirilenlerin tümünün menkul ve gayrimenkul mallarına el konulmuştu.

“Sosyal birtakım reformları yapabilmek, ortaçaðın Türkiye’de yaşayan düzenini yıkmak, aðalık ve şeyhlik gibi müesseseleri yıkmak” gayesi ile çıkarılan 105 Sayılı Kanun’la Kürtlerin adeta baðışıklık kazandıðı sürgünle tekrar karşı karşıya geleceklerdi. Sürgüne gidecek 54’ü DP’li, biri Cumhuriyetçi Köylü Millet Parti’li 55 kişi belirlenmişti farklı batı illerinde zorunlu ikamete tabi tutuldular.

21 Kasım 1960’ta 193 kişi tahliye edildi. Geriye kalanlar dokuz ay kampta kaldıktan sonra, üç aylarını sekiz vilayetin nezarethanelerinde geçirip, üstüne de iki buçuk yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra, 55 sürgünle birlikte Ekim 1963’te çıkarılan genel afla serbest kaldılar. Devlet kendilerinden özür dilemediði gibi, kamptan ayrılırken, yemek parası olarak 400 liralarını kesmeyi de ihmal etmemişti.”

Özcesi nasıl ki 33 kurşun olayı ile Kürtlere gözdaðı verilmek istenmiş ise benzer bir şekilde hem 49’lar olayında bu yenilenmiş, hem de Sivas kamplarında rehin olarak toplanan 400 tanınmış Kürt şahsiyetinin olayında da benzer gözdaðı gerçeði vardır.

33 kurşun olayından tam 69 yıl sonra, 49’lar olayından 53 yıl sonra ve de 400’ler olayından tam 52 yıl sonra bu kez Roboski‘de işlenen katliam vardır. Ve bu katliamın amacı da unutulmamalıdır ki Kürt halkına verilmek istenen gözdaðıdır.

Başka bir gözdaðı olayı ise 11 Aralık 1974 yılında sınır ticareti yapan 20 Kürt insanın sınırda katledilmesidir. 20 Kürt insanı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) birimleri tarafından yakalanmış ve yakalananlar canlı bir şekilde tutuklandıktan sonra infaz edilmişlerdir. Herkesin tutuklandıklarını gördükleri bu insanların böyle katledilmeleri ise bilinçli bir uygulama biçimidir. O yıllarda Güney Kürdistan’da Molla Mustafa Barzani öncülüðünde gelişen bir Kürt hareketi vardır. 1974 yılına geldiðimizde Güney Kürdistan’ın önemli oranda otonomiyi yaşadıðı düşünüldüðünde Türkiye ve Suriye’de yaşayan Kürtleri ne kadar etkileyeceði açıktır. Ýşte bu etkilemenin hem önünü almak hem de sınırda yaşayan tüm Kürtleri tehdit ederek, korkutarak verilmek istenen temel mesajdır. Bu mesaj da “iyi” verilmiştir.

Roboski olayında bu tarihi arka planla bakmak önemli olacaktır. Siyasal gelişmelere duyarlı ve aşina olanlar bilirler ki TC devlet yetkilileri özelde 2011 yılı içerisinde Hakkari ve Şırnak’a “özel Politikaları”nın olacaklarını belirtmişlerdi.

Ýşte bu özel politikanın altında yatan temel amaç Kürtlere bu coðrafyada yeniden gözdaðı vermedir. Bizim Botan diye tabir ettiðimiz bu coðrafyada özgürlük kavgasında en ileri düzeyde büyük fedakarlıklar yaparak özgürlük mücadelesinin deðerlerine deðer katan buranın halkına TC tarihinin o meşhur gözdaðı politikaları yeniden uygulanmalıydı. Ve yapılanda bu olmuştur.

Evet, bunun içindir ki Roboski’de yapılan katliamın bilinen failleri açıða çıkmıyor. Çıkmayacakta. Mızrak çuvala sıðmadıðı için olan biteni saklayamadıkları için bir Ali Cengiz Oyunu ile kapatmak isteyeceklerdir. Bu küçük bir olasılıktır. Bunu yapmaları durumunda tarihleri boyunca halklara karşı uyguladıkları gözdaðı politikaları iflas edecektir.

Ancak öyle görülüyor ki bunu yapmayacaklardır. Buna en iyi örnek ise en son bu katliamı uygulayan Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Erten'e kahramanlık ödülüyle ödüllendirilmiş olmasıdır. Bu ise Roboski’nin arkasındaki gerçekleri daha açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Roboski bir kaza deðil, Roboski bilinçli bir şekilde seçilmiş bir sömürge devletinin gözdaðı politikasıdır.