Yörük: Erdoğan cephesinde sevinç değil kaygı uyandırmalı

Siyaset Bilimci Dr. Zafer Yörük, Trump’ın Erdoğan’la ilgili sözlerini değerlendirirken, Erdoğan’ın o masada bulunmayışının ve yorumların gıyabında yapılıyor oluşunun iktidar cephesi açısından kaygı verici olması gerektiğine dikkat çekiyor.

ZAFER YÖRÜK

İsrail, geçtiğimiz hafta Türkiye’nin üs kuracağı söylenen Suriye’nin Palmira bölgesindeki T4 Hava Üssü’nü ve bazı bölgeleri vurdu. İsrailli yetkililerin art arda yaptığı açıklamalar ve İsrail basınına yansıyanlar yeni bir çatışmanın habercisi gibiydi. Ancak Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “İsrail ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz” açıklaması yaparak tansiyonu düşürmeye çalıştı.

Öte yandan Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile görüşen İsrail Devlet Başkanı Binyamin Netanyahu da benzer bir açıklama yaptı. Özellikle bu toplantıda Trump’ın AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili sözleri dikkat çekiciydi. Övgü dolu bu sözlerin sahaya nasıl yansıyacağı henüz net değil.

Diğer yandan Trump’ın bu sözleri, Türkiye’de sürmekte olan anti-demokratik uygulamalara destek olarak da yorumlandı.

Trump ile Netanyahu arasındaki son görüşmeyi değerlendiren Siyaset Bilimci Dr. Zafer Yörük, Erdoğan’ın konuşulduğu masada kendisinin de olması gerektiğini ifade etti. Diplomasi dünyasının ünlü bir şakasını hatırlatan Yörük, “Bir diplomatik yemeğin davetlileri listesinde adınızı bulamadıysanız menüye bakın. Trump-Netanyahu buluşmasını da böyle bir akşam yemeği olarak düşünebiliriz. Menüde ne ya da kim olduğunu bütün dünyaya açıkça ilan ettiler” dedi. 

Siyaset Bilimci Dr. Zafer Yörük, bölgesel gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı.

İsrail ile Türkiye, Suriye'de karşı karşıya geldi. İlk olarak Türkiye tarafı, yani Hakan Fidan, İsrail ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz açıklaması yaptı. Daha sonra Trump ile görüşmeye giden Netanyahu da benzer bir açıklama yaptı. Öncelikle bu iki ülkeyi Suriye'de karşı karşıya getiren nedir?

Esad rejiminin düşmesiyle birlikte Suriye’nin kurulduğu tarihten itibaren Türkiye ve İsrail arasında bir “tampon ülke” özelliğine sahip olduğu açıkça görünür hale geldi. İki devlet, coğrafi yakınlık ve askeri güçlerin teması anlamında komşu hale gelmiş bulunuyor. Netanyahu, Beyaz Saray konuşmasında “komşu” terimini kullanmaya başladı ve bu yeni komşudan beklentilerini değilse de beklemediklerini kısmen dile getirdi.

Suriye’de, Halep civarı ve kuzey-batı bölgesinde Türkiye’nin (kısmen askeri de olmak üzere) fiziki varlığı kabullenilmiş görülüyor. Daha da önemlisi, ülke yönetimine el koyan HTŞ liderliği üzerindeki Türk nüfuzu, Trump’ın da belirttiği üzere takdir ediliyor. Bunları aşan herhangi bir girişime karşı bir nasihatte bulunuldu.

Türkiye ise Fırat’ın doğusu konusundaki Suriye içi çözümü kabullenmiş görünüyor. Buna karşılık güneye doğru (askeri anlamda da) yayılma girişimleri var. En son, Palmira bölgesindeki T4 Hava Üssü’ne F16 jetleriyle birlikte Rus yapımı S 400 bataryalarının da konuşlandırılacağı bir yerleşme hamlesi, daha fikir aşamasındayken bir İsrail bombardımanıyla engellendi. Bunun yanında, “Türkmen soydaşlar” kartı etrafında Lazkiye bölgesine doğru inme arzusu da iktidara yakın kanaat önderlerince dile getiriliyor. Hatta buradaki Alevi nüfusa hamilik iddiaları bile var. Oysa son Alevi katliamında özellikle Orta Asya ve Kafkas menşeli Türkiye kontrolündeki çetelerin önemli rol oynadığı biliniyor. İsrail ve ABD liderleri bu son buluşmayla, Erdoğan’a bu tür yayılmacı arzuların farkında olduklarını göstererek vaz geçmesi ihtarı yaptı.

Trump, Netanyahu görüşmesinde Trump'ın Erdoğan'a dair ilginç açıklamaları oldu. İki ülke arasındaki husumeti gidereceğini söyledi. Erdoğan'a övgü dolu sözler de sıraladı. Peki sizce Trump'ın Erdoğan'a olan olumlu sözlerinin sahaya yansıması nasıl olur?

Türkiye’nin ve Türk devlet başkanının birinci gündem maddesi olduğu bir buluşmanın normalde o ülkenin ve başkanın gıyabında olmaması gerekirdi. Yani Netanyahu, Erdoğan ve Trump arasında üçlü bir toplantı olmalıydı. Böyle olmaması, Türkiye ve Erdoğan cephesinde sevinç değil kaygı uyandırmalıdır.

Çünkü ünlü bir diplomasi şakası vardır: Bir diplomatik yemeğin davetlileri listesinde adınızı bulamadıysanız menüye bakın.’ Trump-Netanyahu buluşmasını da böyle bir akşam yemeği olarak alabiliriz. Menüde ne ya da kim olduğunu da bütün dünyaya açıkça ilan ettiler. Bu tablo içinde o övgü ifadelerini yemeğin sosu ya da tuzu-biberi olarak okumak doğru olur.

Özetle, Erdoğan ve Türkiye, Beyaz Saray Oval Ofis’te Netanyahu ve Trump tarafından masaya yatırılmıştır. Ameliyat sonuçları, tedavi ve reçete ayrıntıları uygun görüldüğü kadarıyla dünya kamuoyuna açıklanmış, mahrem kısımlarsa muhtemelen “hastaya” bizzat bildirilmiştir.

Açıklamalarda özellikle Trump'ın Erdoğan'a övgü dolu sözleri çok ön plana çıkarıldı ama Trump bir cümle ile de olsa "Rahibimiz vardı geri aldık" diyor. Trump'ın kendine has bir siyaset rotası var, fakat bu açıklamalar ABD'nin genel siyaseti olan havuç -sopa yöntemini de andırıyor. Bu anlamda Trump'ın açıklama detaylarını nasıl yorumluyorsunuz?

Trump, birkaç kez “akıllı olmak” terimini de kullandı. Türkçede “mafyatik” bir nasihat ya da uyarı kalıbıdır; kullanıldığı bağlam içinde okunduğunda İngilizcesi de aynı anlama geliyor. Ben Trump’ın diskurunu şöyle okudum: “Erdoğan, Rahip Bronson’u geri vermesi gerektiğini kavrayacak kadar zeki, çevik ve benzeri meziyetlere sahipti; bunları yitirmemiş olduğunu yakın zamanda Suriye’yi HTŞ eliyle “fethederek” gösterdi. O halde şimdi Erdoğan’dan beklenen, İsrail’in dile getirdiği kaygılar hilafına davranmaktan kaçınmasıdır.” O sözlerin hakiki Türkçe meali ve meramı budur. Zaten İsrail jetlerinin T4 Hava Üssü’nü bombalamak suretiyle gereken gözdağı da verilmiş bulunuyor.    

Öte yandan ABD'li demokrat senatör Chris Murphy, Erdoğan'ın, İmamoğlu operasyonunu Trump'ın etkisiyle yaptığını iddia etti. Trump'ın açıklamaları da haliyle böyle yorumlandı. Peki, Trump'ın açıklamaları bu iddiayı kuvvetlendiriyor mu sizce de?

Çok konuşulan bu iddianın senatör Murphy tarafından da tekrarlanmış olması önemli. CHP yönetimi de artık dile getiriyor. İmamoğlu operasyonu karşısında ABD’nin tavrı, “Türkiye’nin içişleridir” şeklinde oldu. Bunu Amerikan yönetiminin diğer devletlerin egemenlik haklarına saygı duyduğunun ifadesi olarak okumak saflık olacaktır. Başka devletlere ya da uluslararası hukuk kurallarına saygı ne kelime! Daha dün Fransız mahkemelerinin verdiği yolsuzluktan mahkûmiyet kararına karşı “Marine Le Pen’e özgürlük!” mesajı yayınlayan bir Trump’tan söz ediyoruz.

İcazet iddiası doğru ya da değil, görünene baktığımızda Erdoğan’ın İmamoğlu hamlesine Washington’dan (ve Londra’dan) bir göz yumma tavrı hatta zımni destek söz konusu. Zaten Trump gibi aşırı sağcı bir liderin Türkiye’deki sosyal demokrat bir liderin hapsinden endişe duyması beklenemez. Böyle bir beyanı olsaydı bile samimiyetinden kuşku duyulurdu. Trump ve etrafındaki teknofaşizm-MAGA karışımı “cunta” açısından Erdoğan, demokrasiyle iktidara gelip demokrasiyi ortadan kaldırma arzusunun pilot uygulaması olarak görülüyor olabilir. Nitekim Trump cephesi, “üçüncü dönem başkanlık” tartışmasını da başlatmış bulunuyor.

Ama genel olarak bakıldığında hem ABD yönetimi hem diğer Batılı hükümetler hem de Avrupa Birliği ve benzeri çok uluslu siyasi yapılar açısından Erdoğan yönetiminin devamı ve istikrarı, akılcı ve zorunlu bir tercih izlenimi veriyor. Bunda kritik jeopolitik konjonktürün ve mülteci anlaşmasının olduğu kadar Türkiye’deki muhalefetin diplomatik kısırlığının da payı var. AKP iktidarının her sarsılışında olduğu gibi, bu kez de özellikle Ukrayna, Suriye ve mülteci anlaşması başlıkları üzerine CHP’nin duruşu hakkında Batı’yla siyasal iletişim açığı görünür hale geliyor. Belirsizlik ve istikrarsızlık yerine AKP ve Erdoğan’la devam etmek tercih ediliyor.