Prof. Dr. Çağlar: Askeri metod çözüm değil
Çağlar, “Erdoğan'ın uluslararası hukuku çiğneyerek çetelere silah göndermek olsun, 300 binin üzerinde ölümün yaratmış olduğu vahşetteki pay olsun, bunlar insanlık ve savaş suçudur" dedi.
Çağlar, “Erdoğan'ın uluslararası hukuku çiğneyerek çetelere silah göndermek olsun, 300 binin üzerinde ölümün yaratmış olduğu vahşetteki pay olsun, bunlar insanlık ve savaş suçudur" dedi.
Hildesheim Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gazi Çağlar, “Erdoğan'ın uluslararası hukuku çiğneyerek çetelere silah göndermek olsun, 300 binin üzerinde ölümün yaratmış olduğu vahşetteki pay olsun, bunlar insanlık ve savaş suçudur. Cizre, Sur, Silopi başta olmak üzere Kürdistan'da gerçekleştirdikleri vahşette mutlaka uluslararası gündeme gelecektir” dedi.
Pazar günü Almanya'nın Köln kentinde 'Türkiye nereye gidiyor? Savaş, zoraki göç ve kaçışın gölgesinde insan hakları' panelinin ardından görüştüğümüz Hildesheim Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gazi Çağlar, ANF'nin sorularını yanıtladı.
Kürdistan'da sokağa çıkma yasağı adı altında şehirler yakılıp, yıkılıyor. Size AKP tam olarak ne yapmak istiyor? Neden savaşta bu kadar ısrarcı?
Türk devleti bilinen askeri-polisiye metotla Kürt halkının ve özgürlük hareketini tasfiye etmek istiyor. Tankıyla, topuyla ve ölüm mangalarıyla şehirleri ve ilçeleri yerle bir ederek, merhamet gösterisi adı altında TOKİ aracılığıyla yandaş kesimlerini orada zengin etmeye çalışarak, bir tenkil politikası izlemektedir. Kürtlere karşı yürütülen bu politikayı biz tanıyoruz. Özelikle 80'li ve 1990'li yıllardan tanıyoruz. Bugün gelinen noktada bir çeşit total savaş olarak sürdürülüyor bu politika. Ancak bu politikanın kendisi çözüm değildir. Kürt sorununda askeri metodun çözüm olmadığı daha öncede kanıtlanmıştı. Ve bir kez daha kanıtlanacaktır. Dünya çapında bu tür sorunlarda askeri olarak çözüm bulunamamıştır, sonunda masaya dönülmek zorunda kalınmıştır.
‘TÜRKİYE SURİYELİLEŞMEYE DOĞRU EVRİLEBİLİR’
AKP rejimi bu savaşı kendi anayasasını ve başkanlık sistemini dayatmak için ve mümkün oldukça bütün demokrasi güçlerini tasfiye etmek için kullanıyor. Ancak Kürdistan'daki durumu biraz daha uluslararası boyutuyla değerlendirmek gerekir. Uluslararası güçlerin de devrede olduğu bölgeden söz ediyoruz. Ve bu bölgenin kalbi Kürt sorunudur. Dört parçaya ayrılmış Kürt sorunudur. Orada şu anda bütün çevre ülkelerde gericilik, dincileşme ve vahşet artarken, Kürt Özgürlük Hareketi bir demokratik, laik kalesi gibi duruyor. Ve buna yönelik modeller geliştiriyor. Bu AKP tarafından kabul edilecek bir sistem değil. Barzani olmuş olsaydı belki çoktan kabul etmiştiler. Zaten ortak çalışıyorlar. Bütün bu gelişmeler Türkiye'nin Suriyeleşmesine doğru evrilebilir. Böyle bir tehlike aktüel.
Şu andaki durumun gidişatı nedir?
AKP hükümetinin daha önceki çözüm süreci dahil olmak üzere, herhangi bir barış politikasının olduğunu ben düşünmüyorum. Önceki çözüm süreci, çözüm süreci olmaktan öte bir çeşit Sünni- İslam şemsiyesi altında Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmeye yönelik bir operasyondu. Onun için zaten gizli, halka açık olmayan, şeffaf olmayan ve meclisten bilene uzak tutulan ve her ne kadar AKP'li başka bakanlar devrede olsa da, daha sonra Erdoğan'ın iki dudağı arasına sıkıştırılmış ve adı çözüm süreci konulmuş bir çeşit tasfiye süreci dayatıldı. Ve gelinen noktada Erdoğan bunu buzdolabına kaldırdığını söylüyor. Bence AKP ile Türkiye'de ne Kürt sorunu, ne de başka gerekli demokratik adımların atılması mümkün değildir.
Türkiye’nin Kuzey Kürdistan'a bu denli saldırmasının arkasında Rojava gerçekliği mi yatıyor sizce?
AKP rejimi için Suriye politikası veya oradaki Kürt hareketinin bir özgürlükçü model geliştirmiş olması ve tutulması, Suriye Kürdistanı'nda örgütlü bir model geliştirmiş olması, Türk devletinin kolay kolay izin vermeyeceği bir model gibi gözüküyor. Bu nedenle sanıyorum bu savaşla birlikte ilk hedefleri Rojava modeli ile Türkiye Kürdistanı modelinin arasına katliamlarla, yakarak; yıkarak boşaltmak. Ve orada bir tampon bölge oluşturmaya yönelik bir savaş gibi geliyor.
Türkiye'de AKP ve MHP'nin başını çektiği milliyetçi çizgi ortak hareket edebiliyorken, neden Türkiye'de demokrasi ve özgürlük bloku ortak hareket etmekte zorlanıyor? CHP neden bundan uzak duruyor?
CHP geçmiş tarihi itibariyle işçi sınıfına dayanan bir sosyal demokrat bir parti olmuş olsaydı, yani tabanından yükselen bir sosyal demokrat parti olsaydı, bugün Kürt sorununda ilk barış elini uzatması gereken parti olurdu. Ancak CHP Türkiye Cumhuriyet'in kurucu partisidir. Ve bu edayla yürümeye devam ediyor. Her ne kadar barışçıl çözümün yanında olduğunu söylese de, çok ciddi politik mesajlar veremiyor. Cizre'de savaş en ağır şekilde sürdürülürken, Demirtaş'lar oraya yürümeye çalışırken ve polis onları durdururken, Kemal Kılıçdaroğlu gidip orada Demirtaş'ın elini tutsaydı; havaya kaldırıp ‘biz bu sorunu birlikte çözeriz’ demiş olsaydı, AKP rejimi bence oy bile kaybederdi. Demokrasi bloku henüz Türkiye'de blok olamamış olsa da, bu bloku sadece CHP ve HDP'den ibaret görmemek gerek. Sosyalist kesimler, doğacı kesimler ve Aleviler var. Yok sayılan bütün bu kesimlerin birbirini tanıyacağı bir sürece ihtiyaç var. Demokrasi cephesi oluşturmalarına ihtiyaç var.
Avrupa Birliği ülkelerinin, daha doğrusu başını Almanya'nın çektiği bu ülkeler neden sorunu sadece bir mülteci sorunu olarak görüp, yaşanan bu katliamlar karşısında sessiz duruyor?
Bu aslında çok yeni değil. Emperyalizmin çifte standartları diye adlandırabileceğimiz ve içerisine sömürgecilik döneminden bu tarafa, emperyalizm çağında birçok politikayı ve gerçekliği ekleyebileceğimiz bir olgu ile karşı karşıyayız. 12 Eylül sonrasında Almanya örneğin bütün orada yaşanan vahşete rağmen, askeri yardımları durdurmayı bilene reddetmişti. Sonuçta emperyalizmin ekonomik, jeostratejik çıkarları insan haklarının sürekli önünde olmuştur. Bugün de bununla karşı karşıyayız. Avrupa Birliği içinde mülteci sorununda iki ayrı çizgi çatışıyor. Birisi Almanya'nın başını çektiği sermaye çizgisi. Bu çizgi mümkün olduğunca AB'nin sınırlarını mültecilere karşı, dışarda AB'nin geniş sınırlarını güvenlik altına alınmasını savunuyor. Çünkü AB içerisinde sınırları kaldırmak demek, sadece Alman sermayesinin metal ihracatı açısından yılda 125 milyar Euro ek getiriyor. Bunun karşılığında Türkiye'ye işte 3 milyar veya 6 milyar Euro vererek; Erdoğan'da zaten almadan gelme diyerek iyice yalvarıyor ve Kayseri pazarlığına getirdikleri bu işten Almanya çok ucuz kurtulmaya çalışıyor. İkinci çizgi ise Balkanlardan başlayarak bütün sınırları tek tek kapatmaya başlayan ulusal devlet ağırlıklı baskıcı ve otoriter bir çizgi var. Bu iki çizginin birbirini destekleyen çizgiler olarak görüyorum.
Türkiye ile AB arasındaki bu anlaşma uzun ömürlü olacağını düşünüyor musunuz?
Çok uzun süreceğini sanmıyorum. Türkiye ile anlaşma sağlandıktan sonra, Türkiye'nin AB'nin mülteciler için tampon bölge haline getirildikten sonra; hem Kürt sorunu, hem de AKP rejimi otoriter politikaları ve insan hakları ihlalleri Avrupa kamuoyunda gündeme gelecektir. Zaten Avrupa kamuoyunda bu doğrultuda güçlü bir ses var. İşte Erdoğan ile pazarlıklara öncülük eden Merkel'e yönelik sert eleştiriler var. Bu politika yakında çöker. Ve Erdoğan'ın uluslararası hukuku çiğneyerek Suriye'ye gönderdiği İslamcı çetelere silah göndermek olsun, orada 300 binin üzerinde ölümün yaratmış olduğu vahşet teki pay olsun, bunlar insanlık ve savaş suçudur. Cizre, Sur, Silopi başta olmak üzere Kürdistan'da gerçekleştirdikleri vahşet mutlaka uluslararası gündeme gelecektir.