Bundan 13 yıl önce bugünlerde Ýmralıda tutsak edilen PKK Genel Başkanı Öcalanın talebi üzerine PKK gerilla güçlerini geri çekti.
Öcalan, demokratik çözüme bir şans verilmesini istemiş, PKK, demokratik çözümün gelişeceðine inanmasa da, bu öneriyi geri çevirmeyi de uygun bulmamış, örgütün ve toplumun içinden yükselen şiddetli tepkilere raðmen çekilme kararı vermişti.
Çekilme kararından yana deðildi ancak, sonuçta PKK bir lider partisi, hatta hareketiydi ve, herşeyden önce de Öcalan demekti.
Dolayısıyla ondan gelen öneriyi reddetmek kolay deðildi. Sonunda kabul etti.
PKK geri çekilme hareketini Gül hamlesi olarak isimlendirdi.
Geri çekilerek Türk devletine gül uzatıyor; barışçıl yeni bir dönemin başlaması için hayati bir fırsat sunuyordu!
PKK Konseyi yükselen tepkilere raðmen, özveri gösterdi ve gerilla güçlerine geri çekilme emri verdi ama,demokratik çözümün gelişmesi için güçlerinizi geri çekin diyen Türk devletiyse gerillanın önünü kesti!
Türk ordusu gerillanın geçiş yollarına birbiri ardına pusu attı!
Gerilla vuruşarak yolunu açmaya çalıştı fakat, hazırlıklı deðildi. Bu yüzden aðır kayıplar verdi.
O dönemde kadınlı-erkekli 500e yakın Kürt gerillası; 500 kadar gencecik Kürdistan evladı hayatını kaybetti!
Gerilla geri çekiliyor, barışa bir sanş veriyordu ancak, Türk ordusu da bunun karşılıðında bütün gücüyle saldırıyor, kan döküyor,Kürt kanı içmek için yanıp tutuşuyordu!
Ve, Türkiyenin bugün demokrat kılıklı, ahlaksız, vicdansız ve aşaðılık birçok gazetecisi, akademisyeni, siyasetçisi ve yazarı da o gün bu saldırıları destekliyor, gencecik çocukların kanını acımasızca döken Türk ordusuna alkış tutuyordu.
Bir Allahın kulu çıkıp da,yapmayın; bu zulmü Kürtlere reva görmeyin, onların çocuklarını, üstelik de savaş alanını terk ediyorken öldürmeyin demiyordu.
PKK ve Kürt halkı o günlerde kelimenin tam anlamıyla korkunç bir travma yaşadı.
Bir devlet gibi deðil, ilkel bir kabile gibi davranan Türk devleti kimseyi şaşırtmadı!
Oysa Öcalan Kenyadan kaçırılıp Türk devletine teslim edildikten sonra dünyada olduðu gibi Türkiyede de Kürt sorununun demokratik çözümü yolunda yeni bir sayfanın açılacaðı kanısı yayılmıştı.
Dünyanın belli başlı televizyonları, gazete ve dergileri, uluslararası kamuoyuna Türkiyenin artık, deðişeceði ve Kürt sorununu barışçıl, sivil yöntemlerle çözeceði mesajını veriyorlardı.
Hatta The Economist, The Thimes, New York Times, Washington Post ve Guardian gibileri söz konusu çözümün nasıl olacaðına ilişkin önerilerini dahi sıralamıştılar.
Guardinan 30 Haziran 1999 tarihli başyazısında, Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak 5 maddeden oluşan bir, öneri paketi sunmuştu.
Buna göre; Kürt dili, isimleri ve Kürt dilinde eðitim ve yayın konusundaki sıkı kısıtlamalar ile Kürtlerin politik yaşama katılımı üzerindeki fiili ve hukuki sınırlamalar kalkmalıydı.
Ayrıca Türkiyenin ulusal kimliði konusundaki tartışmalar teşvik edilmeliydi.
Yine şiddetle ilgisi olmayan siyasi suçlardan dolayı cezaevlerinde olan Kürtler (DEP Milletvekilleri) serbest bırakılmalıydı.
Son olarak; Türkiyenin bütünlüðü içinde Kürtlerin yaşadıðı güneydoðu bölgeleri için bir tür özerklik ya da özyönetim formülü bulunmalıydı.
Washington Post ise 14 Haziran 1999da şöyle diyordu:
Türkler şimdiye kadar sertlik çizgisini izledi.Türkiyenin dostları, onun şimdi perspektifini genişletmek ve Öcalanın girişimine samimi bir karşılık vermek için gereken cesareti toplayabilmesini umuyor
18 Şubat 1999 günü Kürtlerle ilgili bir başyazı yazan The Times ise, Kürtlere verilecek gerçek özerklik yeni bir şiddet döngüsünü engelleyebilir ve ancak bu şekilde Türkiye, Kürtlerin geleceklerini arayacakları bir ülke olabilir diyordu.
Tabii, yalnız medya da deðil, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, AB ve Amerika da Türkiyeyi siyasi çözümler bulmaya çaðırıyorlardı.
Dönemin ABD Başkanı Clintonda Türkiye Parlamentosunda benzer bir çaðrı yaptı.
Türkiye ise söz vermiş ancak, sözlerini yerine getirmemişti.
Türk devleti uluslararası demokratik toplumu oyalıyor, bu arada Kürt kanı dökmeye devam ediyordu!
Türk devletinin Kürt meselesini çözüme kavuşturma yönünde herhangi bir niyeti yoktu.
Bunu her Kürt bireyi gibi PKK de bir kez daha çok acı yaşayarak ve çok aðır bedel ödeyerek öðrendi.
PKK, Türk devletini mecbur etmeden bir şey alamayacaðını, devletin demokratik çözümden, temel insan haklarından, insanlıktan, hak hukuk, adaletten ve diyalogtan anlamayacaðını yeniden gördüðü için mecburen- strateji deðiştirdi.
1 Haziran 2004 tarihinden itibaren yeniden silahlı mücadeleye yöneldi.
Bugün Şemdinliden Dersime, Çukurcadan Amanoslara kadar yayılan ve daha da yayılacaðı anlaşılan çatışmaların asıl nedenini burada aramak gerekiyor!
Kaldı ki Oslo Sürecini de 2 Aðustos Sürecinin devamı olarak okumak gerekiyor!
2 Aðustos 1999da Ergenekoncu kesimin yaptıðını, geçen yıldan bu yana AKP Hükümeti yapmaya çalıştıðı içindir ki bugün savaş devam ediyor.
Sen gel PKKyle 3 yıl boyunca otur,tartış ve kaðıt üzerinde uzlaşma saðla ama, sıra pratik adımlara gelince kalk tam tersini yap.
Arap Baharı ihtimali ortaya çıkınca, fırsatçı yaklaş.
AKP Hükümeti bölgede üstlendiði taşeron görevinin işe yaracaðını, bu sayede PKKyi tasfiye edeceðini düşündüðü için sözlerinin gereðini yapmak yerine güvenlik konseptine geçti.
PKK şimdi bunun işe yaramayacaðını göstermeye, AKPnin burnunu sürtmeye, güvenlik konseptini yerlerde süründürmeye çalışıyor.
Olan bu arada Türk ve Kürt yoksullarına oluyor ama, devleti ve hükümetiyle Türkiye için insan hayatı bir anlam ifade etmiyor.
Etseydi zaten Türkiye bu halde olmazdı!