‘Öcalan’ın durumu konusundaki kaygılarımız zirveye ulaştı’

KJK Kordinasyonu üyesi Emine Erciyes, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın durumu konusundaki kaygılarının zirveye ulaştığını ifade ederek Kürt halkı ve demokrasi ve barıştan yana olan herkesi eyleme çağırdı.

Erciyes, gerillanın eylemlerini Öcalan’dan haber alınması temelinde tırmandırdığını, birçok alanda Öcalan için eylemlerin başlatıldığını hatırlatarak ancak buna rağmen devletten henüz bir adım gelmediğini söyledi. HDP’nin başlattığı açlık grevinin Kürdistan ve Türkiye’deki demokrasi cephesinin kaygılarının derecesini gösterdiğini belirten Erciyes “bu noktada tüm Kürt halkı ve demokrasiden barıştan yana olan herkes Önderlikten haber alınması yönünde eylemselliklere geçmeli ve elinden gelen her şeyi yapmalıdır” dedi.

Erciyes ile Öcalan’ın durumu, Türkiye’nin Cerablus işgali konuları üzerine konuştuk.

ÖNDERLİĞİMİZİN DURUMU MÜCADELEMİZİN TEMEL GÜNDEMİDİR

Uzun süredir Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan herhangi bir haber alınamıyor. Özellikle Türkiyede gerçekleşen darbeden sonra Öcalan’ın duruma ilişkin Kürt halkı bütün alanlarda endişelerini dile getirip Öcalan’la görüşmenin sağlanması için hep alanlardaydı. Buna karşın Türk Devleti Kürt Halk Önderi’yle hiçbir görüşmenin yapılmasına olanak vermedi. Bu duruma dikkat çekmek için de HDP süresiz açlık grevi başlatığını ilan etti. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz. Eğer bu durum böyle devam ederse Ortadoğu’yu nasıl bir kaos saracak?

Önderliğimizin durumu mücadelemizin temel gündemi ve gerekçesidir. Bilindiği gibi 5 Nisan 2015’ten beri Önderliğimizle görüşmeler gerçekleşmemektedir. AKP, o dönem devam etmekte olan Önderlikle görüşme ve müzakere tartışmalarının Türkiye ve Kürdistan halkları arasında barışa temel olduğunu ve bunun da Önderliğimizi Türkiye toplumu içinde meşrulaştırdığını görmüştür. Aydınlanan Türkiye toplumu Önderliğimize ve hareketimize sempati duymaya başlamıştır. Bu da AKP’nin deşifre olması demekti. Ki 7 Haziran seçimlerinden önce savaşı tırmandırmaya ve bu seçim zeminini provoke etmeye çalışmıştır. 5 Haziran HDP mitingine yapılan saldırının amacı buydu. Seçim sonucu HDP başarısı ortaya çıkmadan provokasyon yaratmak. Bizim için bundan daha da önce, Önderlikle görüşmelerin durmuş olması asıl savaş gerekçesiydi. Fakat hareketimiz sağduyulu bir yaklaşımla seçimlerin yaratacağı siyasal atmosferi önemli gördü. Siyasi sonuç barışın elini güçlendirebilir ve Önderlikle görüşmeler devam edebilirdi. Etmezse AKP’nin gerçek yüzü açığa çıkacaktı. Nitekim öyle oldu, AKP’nin niyeti barış değil, tasfiye ve savaştı.

Darbe süreci sonrası ise Önderliğimizin durumu hem bizi hem halkımızı ciddi olarak tedirgin etmektedir. Darbecilerin bir hedefinin de Önderlik olduğu, İmralı komutanının darbeci olduğu vb. şeyler tartışılmakta. Türkiye’yi darbe noktasına getiren devletin özgürlük mücadelesi karşısında yaşadığı tıkanma ve çöküntüdür. Darbeye öncülük edenler bize karşı en fazla savaşmış olan kesimler. Bu nedenle darbenin temel bir hedefinin de Önderlik üzerine olduğu nettir. Darbecilerin amaçları halklar savaşına yol açarak savaşı içinden çıkılmaz bir aşamaya taşırmaktır Biz bu durum karşısında

Önderliğin durumunun nasıl olduğunu ciddiyetle ele alıyoruz. Kaygılarımız zirveye ulaşmış durumda. Bu temelde hareketin açıklama ve uyarıları oldu devlete. Gerilla eylemlerini Önderliğin durumundan haber alınması temelinde tırmandırmıştır. Halk dört parça Kürdistan ve yurt dışında sürekli eylem halinde. Avrupa’da, Şengal Meclisi ilk olarak bir açlık grevi eylemi başlattı. Fakat devletten bir adım görülmedi. Son olarak HDP’nin açlık grevi başlatması artık bu durumun tüm Kürdistan toplum ve Türkiye demokrasi cephesi tarafından ulaştığı rahatsızlık düzeyini göstermektedir. Halk eylemleri, halkın seçilmiş öncülerini somut adım atma noktasında harekete geçirmiştir. Bu noktada tüm Kürt halkı ve demokrasiden barıştan yana olan herkes Önderlikten haber alınması yönünde eylemselliklere geçmeli ve elinden gelen her şeyi yapmalıdır.

DARBECİLER VE AKP ARASINDA FARK YOKTUR

Türkiyede gerçekleşen darbenin hedefi neydi? Darbeden sonra Türkiye nasıl bir kaos içine girdi. Vebu gün Türkiye darbede kendini haklı çıkartmak için nasıl bir politika yürütüyor?

15 Temmuz darbesinin üzerinden birbuçuk ay geçmiş olmasına rağmen Türkiye’de taşlar hala yerine oturmuş değil ve daha da oturacak gibi görünmüyor. Darbe, devleti kendi aralarında kurdukları ittifak temelinde paylaşarak yürüten iktidar ve rantçı grupların çıkarlarının artık birbirini tutmaması ve ittifaklarının bu nedenle bozulmasının ifadesi oluyor. Bu güçler neden çatışır noktaya geldiler, çünkü devam etmekte olan özgürlük mücadelesi karşısında bu güçlerin ittifakının yürüttüğü savaş konsepti başarısız oldu, direnişi kıramadılar. Bu nedenle başarısızlığı birbirlerine mal etmek istiyorlar. Davutoğlu örneğinde gördüğümüz gibi savaşla Kürt özgürlük mücadalesinin bitirilemeyeceğini söyleyen kişi başbakan da olsa, Erdoğanın bir sözüyle görevden uzaklaştırıldı. Darbenin uluslararası güçler devlet içi paralel yapılar vb. dengelerin sarsılması sonucu olması bir yana bunların asıl sebebi özgürlük mücadelemizin devleti yıkılır noktaya getirmesidir. Özgürlük hareketi cephesinden baktığımızda darbeciler ve AKP arasında aslında bir fark yoktur. Farkları birbirlerine karşı hakim olmak isteyen hegemon güçlerdirler. Fakat Kürt halkının özgürlüğüne karşı aynı imhacı zihniyeti esas alan güçlerdir. Fakat bunları birbirine düşüren temel noktalardan biri özgürlük mücadelesine karşı yürüttükleri savaşta yenilmiş olmalarıdır. Yenilen güçler birbirine düşer, biri diğerini suçlar, faturayı birbirlerine çıkarmaya çalışırlar.

Darbeyi örgütleyenlerin Cemaatçi paralel yapı güçleri olduğu devlet tarafından lanse ediliyor. Peki cemaat ve AKP uzun süre devletin tüm dokularına işleyebilmek için el birliği ile çalışırken, nasıl karşı karşıya geldiler bunun temeline bakmak gerekir. Cemaat, Erdoğan ve AKP arasında,17 Kasımdan itibaren bir savaş başlamış durumda. Erdoğan’ın giderek tekleşmesi, ortak çıkarlar temelinde bir araya geldiği cemaatin çıkarlar sınırıyla çakışması onları karşı karşıya getirmiştir. Erdoğan tek başına iktidar olmak, tüm sömürü kaynaklarından tek kendisi faydalanmak, kimseden öğüt ve talimat almamak, hatta kendisi başkalarına yön vermek istiyordu. Fakat ne Türkiye ne de her hangi bir ulus devlet, mevcut tekelci sermaye sisteminden bağımsız olamazdı. Sermayenin sömürü tekellerine açık olduğu kadar onun da kendi sınırları içinde sömürü gücü olarak var olmasına izin verilirdi. Erdoğan cemaat ilişkisi, Türkiye uluslararası hegemonya ilişkisi demekti. Cemaat uluslararası güçler adına Erdoğan’a ve AKP’ye örgütlenme, iktidar gücü olma zemini yaratıyordu. Karşılığında Erdoğan’ın uluslararası güçlerin Ortadoğu modeli rolü oynaması gerekiyordu. Erdoğan ise kendisini gerçek bir Ortadoğu iktidar odağı olma hayaline kaptırdı. Oysa Ondan beklenen uluslararası güçlerin belirlediği çerçevede hareket etmesiydi.

Darbe sonrası cemaatçi olduğu varsayılan birçok insan yargısız sorgusuz zindanlara dolduruldu. Devletin yürütücüleri, sözde kahraman savaş gücü, suçlusuna, alçağına, hainine dönüştü. Bu da devlete bir güvenin kalmamasını, aslında devletin altının tamamen boşalmış olduğunu göstermektedir. Devlet tamamen bir faşizm çizgisine geçiş yaparak istediğini tutukluyor, hapse atıyor. Ama darbe tehdidi nedeniyle kimse bunlar neden oluyor diye soru bile sormuyor. Ergenekoncuların aileleri en azından şikayetçi olmuşlardı uygulamalardan. Ama darbecilerin aileleri bile ses çıkaramıyor. Bu haliyle darbe en çok Erdoğan’ın hayali olan diktatörlüğü uygulamasına zemin sağlamış gibi görünüyor. Bu nedenle bu darbeyi gerçekten dış güçler mi, cemaat mi, yoksa Erdoğan kendisi mi planladı? Tartışmalık bir durumdur. Tarihte görülmemiş bir durumdur ki, kendisine karşı darbe gerçekleştirilen bir iktidar, darbeden bu kadar kazançlı çıksın.

Görüntüde bir kazanç bu elbette, devlet durmadan, yıkılmadığı ayakta olduğu edebiyatını yapıyor, oysa gerçekte devleti yürüten bütün dişliler dökülmüştür.

Darbe sonrası CHP ve MHP nasıl bir yol izledi?

Erdoğan, çatışma yaşadığı muhaliflerini devlet yetkilerinden alıp hapse tıktı. Geri kalan sözde siyasi muhalifleri ise kendi tebaası haline getirdi. Bütün muhalifleri, muhalefet yaparsanız darbeci olursunuz adı altında, kendi yanına çekti. Yanına çekmekten öte hizmetine aldı. İşte, Kılıçdaroğlu’nun darbe karşıtlığı altında Erdoğan’a adeta el pençe divan olur durumları gerçekten CHP için yüz kızartıcı bir durum. Kılıçdaroğlu her gün kılıcını çekip diktatorlüğe geçit vermeme naraları atarken, darbe sonrası, diktatörlüğün koruyucu meleği haline gelmiştir. Erdoğan’ın uslu bir uygulayıcısı haline gelmiştir. AKP’li daha doğrusu Erdoğancı olmuştur. Yaşadığı bu iradesiz duruşu O’nu zavallı bir konuma düşürmüştür. Artık sözünün hiçbir bağlayıcılığı, kıymeti harbiyesi kalmamıştır. CHP’nin ilkeleriyle Kemalizm’le falan bir alakası kalmamıştır. CHP’nin esas oluşumuna inanan insanlarla çelişir noktadadır. Aslında tek bir CHP’linin inanmaması ve oy vermemesi gereken bir noktadır. MHP zaten tartışmaya fazla gerek yok. 7 Haziran’la iktidardan düşen AKP’yi geri iktidara taşıma fedakarlığıyla kendini mecliste yarı yarıya zayıflatmıştır. Devlet Bahçeli hergün Erdoğan’ı daha nasıl güçlendirebilir çığırtkanlığı yapmaktadır. AKP’lilerden daha Erdoğancıdır.

Darbe’nin Erdoğan’a sunduğu faşistleşme zeminine bakınca bu darbe fazlasıyla Erdoğan’ın işine gelmiş görünüyor. Adeta Onun faşizmini güçlendirmek için planlanmış görünüyor. Darbeyi Erdoğan kendimi planladı demekten insan kendini alamıyor. Erdoğan egosu için her şeyi göze alan biri. Kendi iktidarı için ülkeyi kaosa, ülkenin insanlarını birbirini kırdırma noktasına getirmiş olması işten bile değildir onun için. Ama bu faşizmin ömrü ne kadar sürecek, halklar buna ne kadar tahammül edecek o da ayrı bir tartışma konusudur.

Neden Kürt halkı darbeden sonra faşizan saldırıların hedefi haline getirildi. Özellikle Türkiye’nin darbeden sonra DAIŞ adı altında PYD güçlerini hedef haline getirmesinin nedeni nedir. Türkiye’nin Suriye politikası hangi amaçlar doğrultusunda başlatıldı. Size göre bu savaşın arkasında hangi güçlerin desteği var?

Türkiye’nin yaşadığı bu hegemonya savaşının yarattığı kaos ortamında, direnen güçlerinde kendi iradelerini ortaya koyma ve halk devrimini tamamlama koşulları fazlasıyla vardır. Kürt halkının kırk yıla varan örgütlü mücadelesi halk iradesini örgütlemiş durumda. Bundan sonrası halkın özgür iradesini bir sisteme çevirmesi, yani demokratik konfederal sistem temelinde kendi toplumsal kurumlarını inşa etmesidir. Zaten tıkanmış, işlemeyen, tüm yetkilileri zindanlara doldurulmuş devlet kurumları halk üzerinde baskı gücü olarak dayatılmaya devam etse de, artık içleri boşalmış, güçten düşmüş ve miadı dolmuştur. Halkın kendi ihtiyaçları temelinde kuracağı toplumsal kurumlarla toplum kendi yaşamını idame edebilecektir. Aslında güçlenen değil, çökmüş, yıkılmış ama kendini güçlü göstermek için her türlü baskı, zulüm ve oyuna başvuran bir Erdoğan’la karşı karşıyayız. Darbe sonrası devletin, Kürt halkının özgürlük temelinde kurduğu kurumlara saldırılar daha fazla yoğunlaşmıştır. Bu da darbenin asıl nedeninin Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yarattığı bir sonuç olduğunu göstermektedir. Kürtler özgürlüğe en fazla yakın oldukları bir dönemi yaşamaktadırlar. Sistem bir kaos yaşarken, Kürt halkı kendini her boyutta örgütlerse özgürlüğünü kesinleştirecektir. Bunun somutlaşması olarak Rojava devrimine tarih tanıklık etmektedir. Rojava devrimi öncelikle dört parça Kürdistan’da sömürü altında bulunan tüm Kürtlere umut olmuştur. Bu nedenle tüm Kürt halkı Rojava’ya yapılan saldırılara karşı ortak refleks gösterdi. Direnişe geçti. Rojava Kürt halkının ulusal birliğinin somutlaştığı direniş noktası oldu. Rojava devrimi sadece Kürt halkının değil, tüm Ortadoğu’nun kurtuluş umudu olmuş durumdadır. Rojava’nın adım adım özgürlüğü inşa edişi, DAIŞ çetesini karış karış temizleyerek halkları özgürlükle buluşturması tüm ezilen kesimlere, DAIŞ saldırısı altında bulunan halklara umut olmuştur.

Rojava Devriminin en büyük düşmanları elbette ki öncelikle Kürdistan’ı aralarında paylaşan ulus devletler olmaktadır. Kendini özgür Kürtlüğe alternatif ulus devlet projesi olarak örgütleyen KDP’de bu ulus devletlerle aynı hatta daha fazla düşmanlık yapmaktadır. Ulus devletlerin sömürdüğü halklar Rojava devriminden feyz alarak özgürlük istemektedir ve ulus devletler buna karşı bir savaş yürütmektedirler. KDP’nin ise varlık amacı tehlike altındadır. Kürtler özgürleşirse KDP gibi sistem işbirlikçisi oluşumlara gerek kalmayacaktır. Bu nedenle KDP ulus devletlerden daha pervasız bir saldırı halindedir.

Türkiye’nin düşmanlığına gelirsek; Rojava devrimi ve Bakur devrimi etle tırnak gibi birbirine bağlıdır. Birbirini tetiklemekte, güçlendirmekte ve adeta başa baş birlikte yürümekteler. Rojava direnişinde Bakur halkının büyük fedakarlığı ve eylemselliği belirgin rol oynamıştır. Bakur öz yönetim direnişleri Rojava devriminden alınan tecrübe, moral ve inançla güçlenerek yürütülmüştür. Bakur ve Rojava devrimleri inşası oldukça diğer parçalardaki Kürtlere umut olmaktadır. İnşa olan Rojava özgürlüğü, temelleri sağlamlaşan Bakur devrimi, somutlaşan tüm Kürdistan özgürlüğüdür. Bu nedenle Türkiye devleti Rojava devrimi karşısında adeta fobi yaşamaktadır. Özellikle darbe sonrası zayıflayan devletin bu fobisi daha da artmaktadır. Darbe ile devlet zayıflamış, oysa Kürtler öz yönetim direnişi, Rojava devriminin ilerleyişleriyle güçlenmişlerdir.

Türk devletinin Cerablus senaryosunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu senaryo Rojava ve Bakur direnişi karşısında yenilen bir devletin öfkesi şeklinde değerlendirilebilir mi?

 

Minbic’in özgürleşesi de üzerine eklenince, TC aslında can havliyle Cerablus’a girdi. Ne kadar düşünerek girdi tartışmalıktır. Cerablus’a giriş senaryosu daha önceden de yazıp oynadıkları senaryolara benziyor. Önce DAIŞ adı altında Rojava devriminin önünü tutmak için Cerablus’a girdi. Yani hem Bakur’u hem Rojava’yı vurmuş la Antep’te katliam yaparak Bakur halkına öfkesini kustu. Sonra da bu saldırıya karşı DAIŞ’e saldırıyorum olacaktı. Rojava’da devletin amacı, Afrin ve Kobani kantonlarının buluşmasını engellemek, dolayısıyla Kuzey Suriye’nin bir bütün özgürlüğünü ve statü kazanmasını engellemektir. Kantonlar parçalı kaldıkça çete saldırılarının zemini açık olmuş olacak. Ayrıca devlet, Minbic zaferiyle iyice zayıflamış DAIŞ’e arka çıkarak yan yana aynı cephede yer almış oluyor. Şimdiye kadar DAIŞ çete örgütünü bir paravan örgüt olarak kullanan TC, DAIŞ’in başarısızlığı karşısında Rojava’da açıktan savaşa girmeyi tercih etmiş durumdadır. +Kendi ülkesinde kendi güvenliğini sağlayamayan, kime güvenip güvenmeyeceğini bilemeyen bir devlet yapısını Cerablus’ta ne bekliyor. Bunu göreceğiz. Artık bu kadar Kürt düşmanlığı, Rojava düşmanlığı Kürtlerinde sabrını taşırmıştır. Karış karış şehit kanlarıyla sulanarak özgürleşen Rojava toprağına TC’nin elini kolunu sallaya sallaya girmesini onurlu tek bir Kürt kabul etmez. Rojava’da yaşasın ya da yaşamasın. Dahası özgürlük umudunu Rojava devrimiyle somutlaştırmış Araplar, Suryaniler, Aleviler ve tüm Kuzey Suriyelilerde kabul etmez. Elbette birde hegemon güçlerin Suriye planları var. TC’nin Cerablus işgali uluslararası güçlerin çıkarlarıyla da çakışmakta. Öfkeyle kalkan zararla oturur misali. TC bu işten de zararlı çıkacaktır. Zaten tüm dış güçlerle krizli bir dönem geçirdi. İsrail’e, Rusya’ya zorla kendini affettirdi. Artık affedilmek için neler yaptı ayrı bir tartışma konusu. Uluslararası güçler elbette halk iradesinin sistemleşmesini istemezler, çünkü bu hepsi için bir tehlike. Özgürlük halklar arasında bir rüzgar gibi yayılacaktır. Bu nedenle TC’nin Rojava halkının özgürlüğü önünde bir set olmasına bir yere kadar sessiz kalabilirler. Ama iş Suriye’deki hegemon hesaplara gelince, zaten kendi aralarında Suriye’yi paylaşamadıkları için Suriye 3. Dünya savaşının merkezi oldu. Anlaşılan, Türkiye bu dünya savaşında da kartlarını yanlış oynamakta, ve kaybetmeye mahkumdur.

Son süreçlerde basına yönelik saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle KDP eliyle katledilen ROJNEWS muhabiri Vedat Hüseyin Ali’nin ardından Türkiye’de Özgür Gündem gazetesinin kapatılması durumu yaşandı. Ve şu an basına yönelik saldırılar çok yoğun sizce basın özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasi kavramından bahsetmek mümkün müdür. KDP ve AKP neden basını hedef alıyor’ Bu iki gücün basına yönelik politikalarını amacı nedir?

Türkiye’de Erdoğan’ın faşizmine karşı direnen temel güçlerden biri de elbette ki özgür basıncılıktır. Özgür basının çabaları olmasaydı, Erdoğan iplerini elinde tuttuğu basın aracılığıyla topluma istediğini lanse edecek, istemediklerini ise karalayıp lanetleyecekti. Fakat özgür basın sistemin bir çok kirli oyunlarını deşifre etmiştir. Topluma hakikati taşıma, toplumu aydınlatma görevini her şeyi göze alarak yerine getirmiştir. Özgür basın toplumsal bir öncülük rolü oynamıştır ve oynamaktadır. Bu da özgür basını sistem açısından bir hedef haline getirmiştir. Önce muhabirler, gazeteciler tutuklanmış, ve özgür basın tehdit edilmek istenmiştir. Özgür basında çalışan kişiler tek tek hedeflenerek kurumsal temel dağıtılmak istenmiştir. Ajanslar defalarca engellenmiştir. Daha sonra ise Özgür Gündem, sonra Azadiya Welat gazeteleri ve son olarak da Özgür Gün TV kanalı TC’nin hedefi haline gelmiştir. Başur Kürdistan’da ise KDP bir muhabiri katletmiştir. KDP zaten tüm politikalarında TC’ye bağımlı olduğu gibi özgür basına karşı da aynı zihniyetin devamı olmaktadır. Güney halkının toplumsal olarak aydınlanmasını engellemek için katliamcı bir zihniyet izlemiştir. Bu aslında Başurda bir uyanışın olduğunun ve KDP’nin bundan korktuğunun göstergesidir. Tüm bu faşist yaklaşımlara karşı özgür basın etrafında ciddi bir duyarlılık ve sahiplenme tüm Türkiye aydınları şahsında gösterilmiştir. Yunan Mitolojisinde Promete ateşi tanrılardan çalıp topluma taşıdığı için kayalıklara bağlanarak en büyük cezaya çarptırılmıştır. Ateş bilgi, aydınlıktır. Önderlik egemenlerden ateşi çalan çağdaş Promete olarak kendini tanımlamıştı. Toplumu aydınlatan herkes Promete’nin ışığının devamıdır. Aydının, yazarın, basının görevi de aydınlığı topluma taşımaktır, toplumu aydınlatmaktır. Ve ateş artık egemenlerden çalınmıştır, Prometeleri, aydınları, gazetecileri zindana atmanın bir faydası kalmamıştır. Özgür basıncılık bu anlamda tarihi rolünü oynamış ve oynamaya devam etmektedir. Bundan sonra yapılması gereken aydınlık ateşinin sönmesine tekrar çalınmasına izin vermemektir.

‘17 ARALIK’TAN BU YANA AKP’DE YAPRAK DÖKÜMÜ SÜRÜYOR’

Böylesi kritik bir süreçte İçişleri Bakanı Efkan Ala’yın görevinden istifa etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizce Efkan Ala’yı istifaya götüren etken nedir?

Efkan Ala’nın görevden alınması, Davutoğlu’nun görevden alınmasını bizlere anımsatıyor. Erdoğan bir celsede Davutoğlu’nu görevden almıştı. Bu seferde Efkan Ala’nın defteri dürülmüş görünüyor. AKP’de yaprak dökümü devam edecek gibi görünüyor. Başarısız savaş politikası, diktatörcü zihniyet devam ettikçe yol ayrımlarının yaşanması kaçınılmazdır. AKP’de 17 Aralıktan beri yaprak dökümü sürmektedir. Erdoğan kendi suçlarının faturalarını çalışma ortaklarına yüklemekte oldukça becerikli. AKP’de Erdoğan’la en ufak bir görüş farklılığı kabul görmüyor. Erdoğan’a boyun eğmek AKP’li olmanın temel kuralı. Ayrıca Erdoğan’ın öngörüsüyle uygulanan politikaların boşa çıkması, deşifre olması dahi birilerinin dışlanması ve Erdoğan’ın temize çıkması için kullanılıyor. İşte ayakkabı kutularında paraların bulunması ve yolsuzluğun deşifre olmasında bir grup AKP’li vekil böyle teşhir olmuştu. Bülent Arınç dönem dönem üstü kapalı sözlerle Erdoğan’dan şikayetlerini dile getirmekte. Abdullah Gül Erdoğan’a karşı potansiyel bir alternatif ekibe öncülük edecek mi tartışmaları zaman zaman gün yüzüne çıktı. Davutoğlu, Erdoğan’ı en iyi uygulayanlardandı, ama o bile Erdoğan’a istediği kadar boyun eğmemiş, başbakanlık gereği görüş belirttiği için görevden atılmıştı. Erdoğan Davutoğlu anlaşmazlığı Kürt sorunu konusunda yaşadıkları çözümsüzlüktü. Davutoğlu müzakere sürecinde de başbakan olan kişi olarak tekrar o döneme dönmeye eğilim göstermişti. Efkan Ala ise müzakere sürecinde Dolmabahçe mutabakatında aktif rol oynamış biri. Daha sonra ise öz yönetim direnişleri sürecinde devletin katliam politikalarını Kürdistan’da uygulamaktan geri durmamıştı. Görevden alınışının altından, Kürt sorunu ile ilgili anlaşmazlıkların çıkacağı kesin gibi görünüyor bu haliyle. Sonuç olarak, Erdoğan’la çizgisi ayrılan her bir kişi zayıflayan ve dağılan AKP demek. Çünkü bu kişiler AKP için sıradan insanlar değiller, kurucu üyeler, yürütücü güçler.

ÖZGÜRLÜK DİRENEN KADINLARIN ELİNDEDİR

Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan için kadınlar öncülüğünde gercekleşen eylemsellikler hep oldu. Ama bu süreçte Kadınların ‘Önderliğime, toprağıma ve özgürlüğüme sahip çıkıyorum’ kampanyasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu kampanyanın diğer kampanyalardan farkı nedir?

Önderlik üzerindeki tecride karşı en başta kadınlar eylemselliğe geçmiş bulunmaktadır. Önderlik mücadelenin tüm aşamalarında kadın özgürlüğüne önem vermiş. Kadın özgürlüğünü toplumun özgürlüğünün temeli olarak ele almıştır. Bu nedenle de kadınların Önderlik duyarlılığı, kadınla Önderlik bağı çok güçlüdür. Kadınların özgürlük tutkusu, Önderliğe bağlılığı büyük bir direniş geleneği yaratmıştır. Bugün gerçekleşen “Özgürlüğüme, toprağıma ve Önderliğime sahip çıkıyorum” şiarlı eylemler özgürlük mücadelesinin bütünlüğünü ifade ediyor. Önderliğe sahip çıkış özgür kadın yaratmak, özgür ülke yaratmakla olur. Önderliğin esaretini parçalamak, özgür kişiliği kendi şahsında inşa etmiş kadının mücadelesiyle sağlanır. Kendisi olamayan, kimliği tanınmayan, cinsi erkek zihniyetinin katliamları ve tecavüz kültürü altında kırım yaşayan kadının değil mücadele etmek ayakta duracak gücü yoktur. Özgür kadının ise kıramayacağı esaret zinciri yoktur. Özgür ülke olmadan özgür kişilikten bahsedemeyiz. Ülkem sömürgeyken ben içinde özgür olamam. Düşmanın işgali altındaki bir ülkede kişilikler özgürleşemez. Özgürlük ancak mücadele etmekle olur. Özgürlük mücadelesini kadınlara Önderlik öğretmiştir. Önderlik olmasaydı kadın özgürlüğü mücadelesi bu aşamaya ulaşamazdı. Özgürlük, ülke ve Önderlik birbirine böylesine bağlı hakikat halkalarıdır. İçinde bulunduğumuz süreç özgürlüğe en yakın bir süreci ifade ettiği gibi tehlikenin de bir o kadar yüksek olduğu bir süreci ifade etmektedir. Mücadele tarihimiz boyunca, kadınlar, kararlı, inançlı katılımlarıyla hep öncülük rolü oynamışlardır. Bugün de Önderlik için eylemselliklerin gerekli olduğunu ilk olarak kadınlar hissetmiş ve harekete geçmişlerdir. Kadınlar bugün eylemleriyle hem kimlik, hem ülke, hem Önderlik için mücadele yürütüyorlar. Bu eylemlerin daha da büyütülmesi ve tüm kadınları kapsaması gerekmektedir. Özgürlük direnen kadınların ellerindedir. Burada Sur direnişinin kendine esas aldığı sloganı vurgulamak istiyorum; “Teslimiyet ihanete, pasifizmin yenilgiye, direniş zafere götürür.” Mücadelenin keskinliğini bize Sur, Cizir, Gever, Nusaybin, Şırnak’ta direnenler göstermekteler. Düşman da süreç stratejisini bu sloganı boşa çıkarma temelinde kurmuş, teslim alma, hainleri yaratma, pasifize etme, anlamsızlaştırma.

Gün hainlerin cezasını verme, teslimiyet bayrağını parçalama ve özgürlüğü inşa günüdür. Pasif, kendine güvensiz, eylemler aşılmalıdır. Yapılan eylemler özgürlük düşmanlarının yüreğine oturmalıdır. Direnişten bir adım geri duruş katliam demektir. Halkımıza dayatılan katliam konseptini, Önderliğimize dayatılan komplo zihniyetini direnişle parçalayabiliriz. Direnişin zafere en yakın olduğu günlerde zaferi kesinleştirmekten başka çaremiz yoktur. Özgürlüğe gönül vermiş ve bu temelde mücadeleyi yükseltmekten hiçbir kaygısı olmayan bir yurtsever kadın geleneğimiz var. Ve mutlaka özgürlüğü inşa edecektir. Bu temelde bu sürecin mücadelesine omuz veren inançla mücadele eden herkesi, kadınları, gençleri ve tüm halkımızı saygıyla selamlıyor ve başarılar diliyorum. Özgürlük mutlaka bizlerin olacaktır.

...