Mücadelenin doruk noktası ve darbe: 12 Mart 1971
Mücadelenin doruk noktası ve darbe: 12 Mart 1971
Mücadelenin doruk noktası ve darbe: 12 Mart 1971
"Meclis ve Hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu, anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk 'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür."
Tarih; 12 Mart 1971. Saat 13.00 ve az önce okuduklarınız TRT radyolarından seslendirilen bildiriden.
Hareketli geçen 1970 yazı Türk devletini özellikle düşündürmeye başladı. Şimdiye kadarki en büyük işçi eylemlerinin tarihi sayılan 15-16 Haziran da, aynı döneme denk geliyordu. Askeri cunta, yükselen devrimci hareketliliği ve onun halkla kaynaşmasını darbe ile engellemeyi seçti.
12 Mart günü, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç , Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasıyla bir muhtıra verildi.
Muhtırada, "Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir" deniyordu. "TSK'nin idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlı olduğu" da, muhtıranın son cümlesiydi.
Cunta döneminde gözaltına alınan, tutuklanan ve sıkıyönetim askeri mahkemelerinde yargılananların sayısı 20 bine ulaşmıştı. 2 ay sonraki bir gelişmeyi de hatırlamakta fayda var: Türk devleti 'misilleme' yapmış ve İsrail başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılmasına 18 Mayıs 1971 gecesi yanıt vermişti. Bu; öğretim üyesi, avukat, mühendis, doktor, öğretmen, mimar, sendikacı, işçi, köylü ve öğrencilerden oluşan 4 bin kişinin gözaltına alınmasıydı. Onlar, Nihat Erim hükümetinin rehineleriydi.
Aradan 42 yıl geçti ama sistem kendini beslemeyi başardı; AKP, 2000'lerde de darbe niteliği taşıyan politikalar uyguladı. Bugün de Kürtler ve devrimci kesimlerden çok sayıda kişi hapishanelerde rehine durumunda. Belki, Roboski Katliamı da bu karşılaştırmanın hak edildiğini anlatan son örnek olabilir.
YALÇINER: İŞÇİ VE KÖYLÜLER GENÇLİK HAREKETİNİ DE GERİDE BIRAKIYORDU
Dönemin devrimci hareketi içerisinde yer alan isimlerden Mustafa Yalçıner ile 12 Mart 1971 askeri darbesini konuştuk... Yalçıner, Deniz Gezmiş'lerin arkadaşı ve dolayısıyla Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanıydı.
Yalçıner, dönemin genelkurmay başkanının "bu anayasa Türkiye'ye bol geliyor" ve "siyasal gelişmeler sosyal gelişmeleri aştı" sözlerini, 12 Mart darbesinin de bir özeti sayıyor.
"Türkiye'de halk hareketi ciddi bir ilerleme sağlıyordu. Gençlikten başlayıp ama gençlikle sınırlı kalmadan geniş kesimlere yansıyan bir ilerlemeydi, bu. Köylülerin kendi taleplerini, işçilerin grevlerini kitlesel ve etkili olarak ortaya koyduğu günlerdi" diyen Yalçıner, ekliyor: "O dönemle ilgili sadece gençlik hareketi vurgulanır ama işler gençlik hareketini geride bırakacak kadar yaygınlaştığında, ülkeyi yönetenler böyle yönetemeyeceklerini gördüler. Gençlik hareketi içerisindeki devrimci hareket, bu halk hareketinin önderliğine talip olduğunu göstermeye başladıkça daha çok tepki çekti. Halk hareketi gençliğin içindeki radikal unsurların halk hareketini örgütlemeye yönelik girişimlerinin ardından daha büyük tehlike oluşturmaya başladı, Türkiye gericiliği için. Bu sefer hareketin bütünü hedefe kondu."
Yalçıner, 12 Mart'a gelmeden hemen önceki günleri anlatmaya şöyle devam etti: "İşçilerin grev tablolarına bakılması, kaç işçinin greve katıldığının anlaşılması da çok önemli. Çünkü doruk noktasına çıkıyor. 15-16 Haziran büyük bir etki yaratıyor. Devrimcilerle ilişkili olsun olmasın, işçilerin büyük kısmı harekete geçiyor; Demirdöküm ve benzeri yerlerde... Bölgesel grevler, birden fazla sayıda fabrikanın katılımı ve siyasi yön kazanmalar var. Köylü hareketi de etkiliydi. Kastamonu'da sarımsak mitingi bile oluyordu! Gerek toprak gerekse de küçük üreticilerin kendilerini sahiplenmesi ciddi boyut kazandı. Mesela Malatya'da köylülerin traktörleriyle katıldıkları haşhaş mitingini de hatırlıyorum. Tam bu sırada gençlik içinden önderler çıkarmış hareket de var. Bunlar birleşmeye çalışıyor..."
'SOL DARBE' YANILGISI
Darbenin gerçekleşme ihtimalinin artık neredeyse kesinlik kazandığını düşünmeye başladıklarını anlatan Yalçıner, kimi kesimlerin ise bu olasılığı "sol darbe" tarifiyle olumladıklarını aktardı: "Böyle bir darbeyi bekliyorduk. Sızan şeyler vardı; 'sol darbe' geleceğine dair. Bu konuda bir tutumumuz vardı. Sağdan da soldan da gelecek bir darbeye karşıydık. Bunun halk hareketini bastırmaya dönük yaklaşım olduğunu savunuyorduk. Her iki durumda da somut tutum alıp harekete geçmeye karar vermiştik. Dolayısıyla THKO olarak, 13 Mart günü 'faşist darbe' olarak niteledik. Bazı hareketler ise 'acaba desteklenebilir mi' gibi bir çelişkiye düşmüştü. O zamanlar Nihat Erim önderliğinde Türkiye halkının belirli taleplerini karşılayan yoğun propaganda vardı. Biz etkilenmemiş ve kendi içimizdeki tartışmaları bitirmiştik. Halkla birleşme, örgütlenme çalışmasına devam etmiştik. DEV-GENÇ'in içi çok karışıktı. Ordunun içi -bir önceki yönetimi kastediyorum- soldan darbe geleceğine, generallerin yardıma geleceğine dair beklentiler vardı. TİP de tepki göstermiş ve netlikle mücadele edeceğini söylemişti. İki tane karşı tutum olmuştu, böylece. DEV-GENÇ yalpaladı ve 'şu koşullar gerçekleşirse desteklenebileceğini' söyleyen, ortada bir bildiri yayınladı."
Yalçıner, darbe propagandasının yaygınlık kazandığını; Doğan Avcıoğlu, Hasan Cemal gibi isimlerin de buna katıldığını belirterek, bu çevrelerde 'soldan bir darbenin Türkiye'yi iletleteceği' anlayışının hakim olduğunu kaydetti. Yalçıner, "Türkiye aydınlarının önemli kesimi bu propagandaya dahil olmuştu. Avcıoğlu ve Cemal darbenin bekleyeni değil; örgütleme durumundalardı" dedi.
'MARKSİZM VE SOSYALİZMİ DOĞRU YORUMLAYAMADIK'
Darbenin olduğu yıllarda Marksizm ve sosyalizme; sömürüden ve yoksulluktan kurtulmaya özlem olduğuna dikkat çeken Yalçıner, ekledi: "Sömürülenlerin kurtuluşuna dair, buradan mücadele etme isteği vardı. Ama sosyalizm, marksizm doğru yorumlanamadı. O zamanın devrimcileri olarak THKO, THKP-C ve sonradan gelen TİKKO da, Marksizmin bilgisine sahip değildi. Klasikler yayınlanıyordu, daha fazla okunmaya başlanmıştı ama doğru yoruma ulaşılamamıştı."
Darbe yıllarının öğrenci hareketinin işçi ve köylü hareketini büyütecek nesnellere sahip olduğunu ifade eden Yalçıner, bugün ise öğrenci gençliğin gericiliğin önemli bir kontrolünde varlık sürdürebildiğini kaydetti: "Aslında bugünkü gençlerle dönemin gençleri farklı eğilimlerden gelmiyor. Dünle bugün arasındaki nesnel koşul farkları var."
'KÜRT HAREKETİ YENİLGİDEN ETKİLENMEYEREK YOLUNA DEVAM ETTİ'
Mustafa Yalçıner, sosyalizm bakımından gerek Türkiye gerekse de dünyada büyük bir yenilgiye uğranıldığını söyleyerek, Kürt özgürlük hareketinin ise gücünü koruyabildiğine değindi: "İşçi hareketinin dünya ölçüsünde yenilgiye uğratılması söz konusuydu. Sovyetler Birliği'nin çökertilmesi ve biçimsel kalıntılarıyla kafalarda da sosyalizmin olumsuz etkilendiğini söyleyebiliriz. Kürt hareketi ise bu yenilgiden çok etkilenmeyerek yolunu devam ettirdi. Ulusallık üzerinden yürümesinin de burada önemi oldu. Gericiliğin tek ciddi muhalefeti de yine Kürt hareketi olmuştu. Tabii, Kürt hareketinin ilerleyişi müthiş karşı propagandaya da yol açtı. Sınıf hareketinin gelişmesini de etkilemek isteyen sistem Kürt-Türk işçi olarak ayrılmasına yol açtı. Bu Kürt hareketinin isteği değildi ama doğal bir sonuçtu. Mücadelesinin sürmesi ve ezilmemesinin ise olumlu bir etki yarattığını düşünüyorum."
AKP DÖNEMİ İLE KARŞILAŞTIRMA
Yalçıner, AKP döneminin 12 Mart'tan ziyade 12 Eylül'le kıyaslanabileceğini düşünüyor: "12 Eylül'de sadece devrimci önderler değil; kitle, milyonlarca insan işkenceden geçirilmişti. Bugünkü, Kürtlere yönelik kırımlar, tutuklamalar göz önünde bulundurulduğunda, kıyaslanabilir düzeyde bir gerçeklik var."
'DÖNEMİN ANTİ EMPERYALİST ARAÇLARI BUGÜN KÜRT KARŞITLIĞINDA KULLANILIYOR'
Yalçıner son olarak, Türkiye devrimci hareketinin kemalizm ile ilişki kurduğu yılları yorumladı: "Kısaca şöyle demek gerekir; örneğin ilk gençlik yıllarında ben de hareketin parçası olarak, içinden biri olarak Türk bayrağını kullandım, İstiklal Marşı'nı kullandım. Hatta polisin saldırısını bunlarla durdururduk. 'Ordu-gençlik el ele' sloganlarını kullanırdık. Ama burada şöyle bir durum vardı; bunlar, anti emperyalizmin araçlarıydı. Bugün ise, mesela İşçi Partisi'nin (İP) bayrak sallamasıyla ilgisinin olmadığı bir durum vardı. Bugün Kürde karşı tutum almak için kullanılıyor. Bugün ezilen milliyetlere karşı kullanılan bu araçlar, o zaman emperyalizme karşı kullanılıyordu. Mustafa Kemal'le ilişki ise Kurtuluş Savaşı'ndaki anti emperyalistliğine vurgu yapmak içindi. Sonraları kemalizmin eleştirilmesi; Mustafa Kemal'in eleştirilmesi ve burjuvalığına, halka dönük saldırılarına değinerek, ona göre tutumlar geliştirdik."