Mereş’i “Kürtsüzleştirmek ve Alevisizleştirmek” istiyorlar

Araştırmacı yazar Aziz Tunç, Mereş’te Kürt ve Alevilerin deprem felaketinden sonra yalnızlaştırılarak göçe zorlanmasının iktidar tarafından tercihi bir politika olduğunu ifade etti.

Türk devletinin Mereş ve çevresini “Kürtsüzleştirmek ve Alevisizleştirmek” amacıyla yaşanan depremi bir fırsat olarak değerlendirdiğini belirten Yazar/Siyasetçi Aziz Tunç, “Ancak deprem fırsat bilinerek yapılan mevcut saldırı, bir ulusun ve bir inancın hedef alındığı, komplike ve kapsamlı bir soykırım saldırısıdır. Böyle bir saldırı genel ve ulusal örgütlülüklerle göğüslenebilir, bu ölçekte örgütlülüklerle püskürtülebilir” dedi.

Kurdistan’ın Mereş merkezli yaşanan depremler ardından özellikle Kürt, Alevilerin yerleşim yerlerinde ciddi yıkımlar yaşandı. Devlet kurumların arama kurtarma ve deprem sonrası yardımları koordine etmemesi yüz binlerle ifade edilen insanların yaşamlarını kaybetmesine neden oldu. Devlet; siyasi partiler, sendikalar ve diğer sivil oluşumların dayanışmasını engelleyerek mağduriyetlerin katlanmasına neden oldu. Araştırmacı yazar Aziz Tunç, yardımların engellenmesinin toplumsal dayanışmanın oluşmaması için yapıldığını belirterek, özellikle oradaki Kürt ve Alevilerin deprem felaketinden sonra yalnızlaştırılarak göçe zorlanmasının iktidar tarafından tercihi bir politika olduğunun bilinmesini istedi. 

DEPREMİ KÜRT/ALEVİLERE KARŞI SOYKIRIM OLARAK DEĞERLENDİRECEKLER

Türk devletinin her fırsatı kullanarak Kürt ve Alevilere karşı soykırım politikasını sürdürdüğünü ifaden eden Tunç, deprem felaketinde bile bu ayrımcılığın bu kesimlere yönelik yaşandığının bilinmesinde fayda olduğunu söyledi. Tunç, “Bu depremi de mevcut hükümet aynı şekilde, yok etmek istediği toplumsal kesimlere karşı, soykırım uygulamak için değerlendirmiştir. Bir anlamda depremi, ‘Allah’ın lütfu’ kabul etmiştir. Erdoğan/Bahçeli faşist hükümetinin Kürt, Türk ve Arap Alevilerine ve özel olarak Aleviliğe karşı çok katı bir düşmanlık içinde olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Depremden hemen sonra arama kurtarma çalışmalarını yapması gereken devlet, Kürt Türk Arap Alevilerinin yaşadığı alanlarda üç gün boyunca hiçbir varlık göstermemiştir. Alevileri ölüme terk ederek açıkça cinayet işlemiş, katliam yapmıştır. Doğrusu, 3 günden sonra da devlet, Kürt-Türk ve Arap Alevilerine karşı aynı düşmanca politikalarını ısrarla sürdürmüştür” dedi.

ARAMA KURTARMA ÇALIŞMALARINDA ‘TEKBİR’, 78 KATLİAMINI ÇAĞRIŞTIRIYOR

Ayrıca arama kurtarma çalışmaları esnasında ‘tekbir’ getirilmesini de eleştiren Tunç, “Tekbir sesleri, bölgenin bütün Alevileri ve özellikle Mereşli Aleviler açısından katliamı ve soykırımı çağrıştırmaktadır. 1978 Mereş soykırımı ‘tekbir’ sesleriyle gerçekleştirilmiştir, Mereşli Aleviler bunu nasıl hatırlamasınlar? Ayrıca ‘tekbir’ aynı zamanda İŞİD’i hatırlatan bir slogandır ve bunun yapılması ayrımcı bir tutumdur. AFAD’ın İmam Hatipli yöneticileri, yardımlara ayrımcı yaklaşmış, kendilerinin beğenmediği işaretleri ve sembolleri taşıyan yardım kolilerinin dağıtımını engellemişlerdir” diye konuştu.

KAYIP ÇOCUKLAR KONUSUNDA TOPLUMSAL DUYARLILIK GELİŞMELİ

Depremden sonra kayıp çocukların olduğunu ve bunun üzerinde önemle durulması gerektiğini ifade eden Aziz Tunç, şu hususlara dikkat çekti: “Aileleri hayatını kaybeden çocukların, normal koşullarda devlet tarafından korunmaya alınması ve sahiplenilmesi gerekir. Ancak burada devlet bunu yapmadığı gibi çocukları çok aleni bir biçimde ve teşvik ederek tarikatların ellerine vermektedir. Böylece Alevi ve Kürt çocukları asimilasyona tabi tutulacaktır. Ayrıca bilindiği gibi her türlü ahlaksızlığın yaşandığı bu tarikatlarda çocukların ne yaşamları ne de gelecekleri güvence altında olacaktır. Başlarına neler geleceğini düşünmek bile ürkütüyor insanları. Bu yaklaşımlar ayrımcı uygulamalardır. Bu çocuklara yaşayan akrabaları sahip çıkmalı. Bu konuda duyarlılık oluşturulması gerekir. Çocukların onların elinde olmasına göz yumulmaması gerekiyor. Bu uygulamaların tamamı gözlerimizin önünde yaşanmaktadır. Dünyanın ipinin neden kopmadığını insan gerçekten merak ediyor. İsyan, bugün olmayacaksa ne zaman olacak.”

DEPREMDE KÜRT-ALEVİLERE YARDIMIN GECİKMESİ POLİTİK BİR TERCİHTİR

MHP lideri Devlet Bahçeli, 14 Şubatta yaptığı grup toplantısında, “devlet nerede” diyenlere ‘kanı bozuk’, ‘köksüz’ diyerek hakaret ve tehdit savurduğunu hatırlatan Tunç, şunları söyledi: “Ayrımcılık çok açık, çok aleni değil mi? Irkçıların kan üzerinde siyaset yaptıkları biliniyor. Buradan da kana atıf yapılarak devleti sorgulayanlar, ‘kanı bozuk’, ‘köksüz’ olarak tanımlanmışlardır. Devleti sorgulayanlar kimler? Kürt- Türk, Alevi Sünni depremzedeler. O halde ‘kanı bozuk’, ‘köksüzler’, devleti eleştiren bütün bu Kürt- Türk, Alevi Sünni depremzedeler ve muhaliflerdir. Zaten bu faşist zihniyet bütün Kürtleri, bütün Alevileri bütün demokrasi güçlerini ‘kanı bozuk’ düşmanlar olarak görmektedir. Devlet Bahçeli bir “iç savaştan”, bir “iç düşmandan” söz etmektedir. Bütün bunlar açıkça Türk devletinin ne düşündüğünü ve ne yaptığını göstermektedir. Görülmektedir ki devletin deprem bölgesinde uzak durmuş olması, Kürtlere, Kürt, Türk ve Arap Alevilerine karşı ayrımcılık içinde davranması, tamamıyla politik bir tercihtir. Bu tutum bir ihmal, bir basiretsizlik, bir yeteneksizlik, bir olanaksızlık sorunu değildir.”

İKTİDAR DEPREMDE KÜRT VE ALEVİLERİ TAMAMEN YOK SAYDI

Erdoğan’ın ve MHP’nin çok açık, aleni ve istikrarlı bir biçimde ayrım yapmasının, bundan önce Türk devletinin izlediği ayrımcı politikalardan çok farklı olduğunu kaydeden Tunç, “Türk devleti hep ayrımcıydı. Bundan önceki iktidarlar bu ayrımcılığı gizli yapar veya çeşitli gerekçelerle izah etmeye çalışarak toplumun devlete karşı tutumunu olumlu anlamda etkilemeye ihtiyaç duyarlardı. Ancak bu iktidar ayrımcılığı daha açıktan ve meydan okurcasına yapıyor. Erdoğan bu yolla Kürtleri ve Alevileri tamamen yok sayıyor ve bu yaklaşım, toplumsal-siyasal kesimlerin de böyle davranmasına yol açıyor. Bunun Türkiye’nin sosyolojisini ve siyasal durumunu etkileyen çok önemli bir tavır olduğunu tespit etmek gerekiyor. Erdoğan bu tutumla kendi siyasal tabanını yanında tutuyor ve kendisine daha çok bağlanmasını sağlıyor. Aynı zamanda yok saydığı toplumsal kesimlere de açıkça “bana karşı direndiğiniz sürece sizin yaşam olanağınız olmayacak” tehdidini yaparak bu kesimlerin direnişini kırmak istiyor. O nedenle Erdoğan’ın bu tutumunu boşa çıkaran bir yaklaşım ve kararlılıkla mücadele edilmesi gerekmektedir.”

DEVLET KÜRT/TÜRK/ARAP ALEVİLERE YARDIM ETMEDİ

“Devlet, insanların acıları ve çaresizlikleriyle oynuyor” diyen Tunç, devamında şunları söyledi: “Bu depremde devlet, Kürt- Türk ve Arap Alevilere yardım etmedi. Bu çok açık ve kesin. Ancak devletin kendi doğal tabanı olarak gördüğü ve bu şekilde eğitip şekillendirdiği önemli bir toplumsal kesime karşı da aynı biçimde ilgisiz davrandığı söylenebilir mi? Bu sorunun cevabı hayırdır. Devletin bu kesimlere karşı ilgili ve yardımsever davrandığını söylemek kesinlikle yanlış olmaz. Doğrusu böyle düşünmek için fazlasıyla neden bulunmaktadır. Bu iddiayla ilgili henüz somut bilgiler açığa çıkmamış olsa da Erdoğan’ın ve bütün hempalarının deprem anında başlayarak devamında sürdürdükleri çabalara daha dikkatli bakıldığında bu yönlü emarelere rastlamak mümkündür. Arama kurtarma ekiplerinin enkaz kaldırma çalışmalarında yardım isteyen insanlara “biz başka yerde görevliyiz” diyerek insanları bırakıp başka yere gitmeleri dikkat çekici değil mi? Ayrıca hiçbir makamın, hiçbir yetkilinin bu görevlilerin nereye gittiklerini sormaması manidar gelmiyor mu? Öte yandan Erdoğan’ın yardım gelmedi diyen demokrasi güçlerine Alevilere ve Kürtlere küfrettiği konuşmasında, ‘Kızılay her gün iki buçuk milyon yemek dağıtıyor’ demişti. Bu kadar yemeğin dağıtıldığı insanların Kürtler, Araplar ve Türk Aleviler olmadığı kesin. O zaman bu yemek ya hiç dağıtılmadı; Erdoğan tam yalan söylüyor veya bu yemekler dağıtıldı ancak Kürtlere, Araplara ve Türk Alevilere verilmedi. İkinci şık daha doğru geliyor. O halde demek ki ayrımcılığın düzeyi sanılandan çok fazla, tehlikeli ve korkunç. Bunun görülmesi gerekiyor. Ayrıca bu anlamda Erdoğan bir itiraftan bulunmuş olmaktadır. Bunun da not edilmesi önemlidir.”

Devletin, ayrımcı uygulamalara halkın ve demokratik kurumların yaptığı yardımları engelleyerek devam ettiğine vurgu yapan Tunç, “Devletin yardım etmediği Kürt-Türk Alevilere, Alevi kurumlarının, Kürt kurumlarının ve demokratik kurumların hızlı, seri ve fedakâr çalışmaları sonucu bölgeye yoğun bir yardım akmıştır. Bu dayanışmadan hem korkan hem bunu engelleyen devletti. Engellediği bu yardımlar, Kürtlere ve Kürt-Türk Arap Alevilerine götürülmek istenen yardımlardır. Kimsenin kuşkusu olmasın ki bu yardımlar, Erdoğan ve Bahçeli’nin siyasal tabanlarına götürülüyor olsaydı, hiçbir yardımı engellemeyecekti” şeklinde konuştu.

İNSANLAR YAŞAM ALANLARINI TERK ETMEMELİ 

Devletin Mereş ve çevresini “Kürtsüzleştirmek ve Alevisizleştirmek” amacıyla yaşanan depremi bir fırsat olarak değerlendirmek istediğini söylen Tunç, “Bu gerçek demokratik kamuoyunun ısrarlı teşhirleriyle deşifre edilmiştir. Ancak devlet bu planından vazgeçmiş değildir. Birinci sorun şudur, devlet bunu yapabilir mi? İkinci sorun, bu soykırımcı planın önlenmesi nasıl sağlanabilir? Birinci soruya cevap, devletin gücü yeterse bunu yapacaktır. Türk devletinin Ermenileri ve Yahudileri soykırımlarla bu topraklarda yaşayamaz hale getirdiği bilinmektedir. Kürtlere ve Kürt- Türk Arap Alevilerine karşı da böyle bir soykırımı gücü yeterse yapmak istediği de ortadadır. Ancak buna izin ve fırsat vermemek mümkündür ve olması gereken de budur. Bu nasıl sağlanabilir? Aleviler ve Kürtler, geçici olarak topraklarını terk edebilirler. Ancak topraklarını elden ve gözden çıkarmamalıdırlar. Hiçbir biçimde o toprakları devletin, AKP’nin, MHP’nin oyunlarına, tezgahlarına, tuzaklarına terk etmemelidirler. Bütün toplumsal kurumlar, toplumun gücünü ve enerjisini örgütleyerek, devletin tuzağına düşmeden bu görevin üstesinden gelecek basireti gösterebilmelidirler.”

İlk olarak depremzedelerin yaşamsal sorunlarıyla ilgilenmek, arama kurtarma çalışmalarında halkın yanında olmanın önemli olduğunu söyleyen Tunç, şu önerilerde bulundu:” Devam eden süreçte görev, depremzedelerin yaşam olanaklarını yaratmak, düzenlemek ve yaraları sarmaktı. Bu süreçler tamamlanmak üzeredir. Bundan sonraki süreç, ayrıca bir önem arz etmektedir. Yeni süreç, daha çok iş, daha çok sorun çözme, daha çok kaynak yaratma ve daha çok fedakârlık gerektiriyor. İşini ve gelir olanaklarını kaybeden halkın yeniden yaşam olanaklarını yaratmak, kolay bir iş olmayacaktır. Bu dönemde depremzedelerin iş ve ev sahibi olabileceği güne kadar, yaşam olanaklarının yaratılması gerekmektedir. Daha sonra depremzedelerin evlerinin yapılması gerekmektedir. Böylece depremzedelerin daha güvenli bir biçimde kendi topraklarına dönemleri sağlanmış olacaktır. Bu süreç işletilirken iki noktanın altının ısrarla çizilmesi önemlidir. Birincisi bu süreci sadece basit bir ekonomik yardım olarak görmek, büyük bir yanlış olacaktır. Tam tersine bu süreç politik bir süreçtir ve politik bir mücadele olarak ele alınmalıdır. Depremde devlet nasıl yardımı engelledi ve halkı AFAD’a mecbur ve muhtaç etmeye zorladıysa, aynı durum bundan sonraki süreçte de yaşanacaktır. Buna karşı hazırlıklı olmak ancak politik bir yaklaşımla mümkün olabilir. Erdoğan neden depremzedeleri AFAD’a muhtaç ve mecbur ediyor? Neden demokratik kurumların yardım çalışmalarını engellemeye çalışıyor? Çünkü Erdoğan, AFAD aracılığıyla toplumu istediği gibi “Türkçü ve İslamcı” olmaya zorlayacak, çocuklar tarikatlara aktarılarak asimilasyon süreci derinleştirilecek. Kurmak istediği sistemin sorunsuz işlemesi sağlanacak. Ayrıca muhalif toplumsal kesimlerin direnişi kırılacak. Tam da bu nedenle, Kürt, Alevi ve demokratik kimliğimizle ve kurumlarımızla devletin karşısına çıkmamız gerekmektedir. Ancak bu şekilde devletin bu asimilasyon ve soykırım politikaları boşa çıkartılabilir.”

YARDIMLAR ULUSAL VE GENEL KURUMLARLA YÜRÜTÜLMELİDİR

Yardımların küçük, lokal, bölgesel ve bireysel çabalardan çıkartılmasının önemli olduğunu belirten Tunç, bu yardımların genel ve ulusal kurumlarla yürütülmesi gerektiğinin altını çizdi. Tunç, “Bu başarı için mutlaka gerekli hatta şarttır. Yaşanan durum sınırlılıkları ve çok fazla farklılıkları olan kurumların üstesinden gelebilecekleri bir durum değildir. Elbette bu kurumların tamamı yapabilecekleri her türlü yardımı, azami bir çaba içinde yapmalıdırlar. Ancak deprem fırsat bilinerek yapılan mevcut saldırı, bir ulusun ve bir inancın hedef alındığı, komplike ve kapsamlı bir soykırım saldırısıdır. Böyle bir saldırı genel ve ulusal örgütlülüklerle göğüslenebilir, bu ölçekte örgütlülüklerle püskürtülebilir” dedi.