Lepra hastaları herşeye rağmen gülüyor
Lepra hastaları herşeye rağmen gülüyor
Lepra hastaları herşeye rağmen gülüyor
Kimisi 7 yaşında, kimisi çalışmaya gittiği gurbette, kimisi ömrünün baharında, henüz bir genç kız iken lepra hastalığına yakalandı. Belki geldikleri yerler, hayatları birbirinden çok farklıydı, ama ortak iki noktaları vardı: Hepsi yoksuldu ve hepsi komşuları, çevreleri tarafından dışlanmaktan, tecrit edilmekten korkmuştu. Bazılarının bu korkuları doğru çıktı aslında, çünkü lepra olduklarını öğrenen eşleri bile onları terk etti. Ama onlar her şeye rağmen hayata tutunmaya, zorluklarından üstesinden gelmeye çalışıyorlar, bu konuda da yattıkları Lepra Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesinin personelinden büyük destek görüyorlar. Bakırköy’de bulunan Lepra Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesinde yatan hastalar bizi çok sıcak karşıladılar ve dış dünyadan gelen yeni bir yüzle karşılaşmanın da verdiği mutlulukla yaşadıklarını, sıkıntılarını ve özlemlerini ANF’ye anlattılar.
LEPRA HASTALIĞI ANNEMDE DE VARDI
İlk uğradığım hasta odası Bahattin Kurnaz’ınki oldu. Güler yüzüyle bizi karşılayan Kurnaz, 80 yaşında olmasına rağmen hiç yaşını göstermiyor. Lepra hastanesinin en eskilerinden. Erzincan Sitemi’li (Gülbahçe) olan Kurnaz, Lepra hastalığıyla 7 yaşında tanıştığını belirterek, olanları şöyle anlattı, “Lepra hastalığı annemde de vardı. İstanbul’da büyüyen annemin ilk evliliğinden 2 çocuğu varmış ancak eşi seferberlikte öldüğü için daha sonra babamla evlenip köye yerleşiyor. Bizim köyde o zaman bir tarla var içinden su geçer, baharda ise coşar ve nehir gibi olur. Bir gün annem köyde katırla tarlaya giderken, o suya düşüyor ve üç gün sonra yüzünde kızarıklar çıkıyor. Daha sonra İstanbul’a geri döndüğünde acilen onu bu hastaneye kaldırıyorlar. O zaman öğreniyor Lepra hastalığına yakalandığını. Biraz iyileştikten sonra köye geri dönüyor. Birkaç zaman sonra da ben dünyaya geliyorum. Yedi yaşımdayken önce yüzümde kızarıklar çıktı ve kollarımda ufak ufak kabarıklar başladı. Annem bende de kendisinde olduğu gibi belirtiler baş göstermeye başladığını anladı ve beni hemen İstanbul’a abimin yanına gönderdi. Abim Kasımpaşa’da bekçiydi. Daha sonra ben de bu hastaneye yattım yaklaşık 9 ay kaldım. Annem de daha sonra tekrar tedavi olmak için buraya geri geldi. Üç sene yattı ve burada öldü. Ben ise yetmiş senedir hastayım. Başkalarının ayakları, elleri gitmiş ama Allaha şükür ben kendimi korudum”. Lepra hastalığının en büyük nedeninin yoksulluk ve soğuk olduğunu söyleyen Kurnaz, “Ancak maalesef bizim insanlarımız köyden kovulacak, ya da komşular tarafından tecrit edilecek korkusuyla hastalandığı zaman kimseye söylemiyorlar. Akılları başlarına ancak elleri ayakları dökülmeye başladığında geliyor. O zaman da zaten ne köy kalıyor ne komşu, hayatın hastanede geçiyor” dedi.
HASTLAIK DİZLERİMDE YARALARLA BAŞLADI
Halil Taşdemir’in odasına girdiğimiz zaman bizi radyodan dinlediği türküyle karşılıyor. Sol ayağının parmaklarının hepsi dökülmüş olan Taşdemir’in baş ucunda Pir Sultan Abdal’ın kitabı bulunuyor. 77 yaşındaki Taşdemir tam bir şair. Kars Sarıkamış’lı olduğunu belirten Taşdemir hastalığın başlangıcını şöyle anlatıyor: “İlkokulu bitirdikten sonra Kars’ta oturan ailemin yanından kaçarak Ankara’ya çalışmaya gittim. Ankara’da tanıdığım bir akrabamız vardı Çinçin mahallesinde, orada misafir kaldım. İnşaat işinde çalıştım bir süre, orada arabalara kum dolduruyorduk. Daha sonra dizlerimde yara çıkmaya başladı.Ancak bildiğimiz yaralar gibi değildi. Sanki yaranın içinde bir kök vardı. Böyle bir yara hiç görmemiştim. Bulunduğumuz yerde sağlık hizmetleri yok denilecek kadar az olduğu için, ailem beni muayene olmak üzere Ankara’ya gönderdi.Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine gittim. Lütfü hoca vardı, orada cildiyeciydi. İlk defa orada cüzzam hastası olduğumu öğrendim. Tabii ne olduğunu bilmediğim için doktoru bayağı sorguladım.O zaman.Fakülte hastanesinde yaklaşık 11 ay kadar yattım.
İLAÇ KULLANAMADIĞIMIZ İÇİN BU KADAR İLERLEDİ
Hastanede bu hastalığı taşıyan 3 kişiydik. Tedavi yoktu, sadece Nidrasit diye bir iğne vuruyorlardı. Oradan çıktıktan epey zaman sonra askere gittim, ama askerliğimin bitmesine bir ay kala tekrar yaralar çıkmaya başladı yine, Ankara Hastanesine gelerek burada tekrar yattım. Bana o zaman bir ‘D 30 sürekli çürük raporu’ vermişlerdi. O dönem daha ellerim ayaklarım dökülmemişti. Sadece kaşlarımda az bir şey azalma vardı. Kars’a geri döndüm ve çevredeki insanların bilmemesi için askerliğimi bitirdiğimi söyledim.Halbuki sürekli çürük raporum buradaki şubeye de gelmişti.1969’da İstanbul’a geldim ve ilk defa bugün bulunduğumuz Lepra Hastanesiyle tanıştım. Daha sonra evlendim, çoluk çocuğa karıştım. Her şey güzel giderken tekrar ayağımda yara çıktı. Yara için Elazığ’a hastaneye gittim. Bana biraz dinlen geçer dediler. Ben de tekrar Kars’a gittim. Bir bayram gün kurduğum tezgahı kaldırırken, bir baktım bir kadın gelmiş bana bakıyor ama konuşmuyor. ‘Ne oldu hanımefendi?’ dediğimde bana Halil Taşdemir olup olmadığımı sordu. ‘Evet’ dediğimde isminin Ayşe Yüksel olduğunu, Lepra hastanesinden geldiğini ve çocuklarımı hastalık olup olmadığını kontrol etmeye geldiğini söyledi. Eve gittik Allah’tan çocuklarının hiç birinde bir şey çıkmadı. O dönem doğru dürüst ilaç olmadığı için, hastanede 3 ay kalıp çıktığını ancak hastalığın daha da yerleştiğini belirten Taşdemir, “ Bizi hastalık çocuk yaşta yakaladı. Ne yapalım.Lepra öldürücü değildir, insanlar neden kaçıyor çünkü çirkinleştiriyor” dedi.
İKİ HASTANE TEŞHİS KOYAMADI, ERMENİ BİR DOKTOR SAYESİNDE ÖĞREDİM
61 yaşındaki Kamile Yılmaz Ardağan’lı Hasköy’lü. Hastalık onu hayatının baharında kendisinden 30 yaş büyük bir adama gelin gittiği Kayseri de yakaladı. Masmavi gözleri bir daha hiçbir zaman aynı bakmayacaktı dünya ya. Dolaşmayı seven Kamile bugün bir tekerlekli sandaylede, hastanenin penceresinde baktığı pencereden tekrar yürümeyi, koşmayı düşlüyor. Doğumdan sonra ayaklarının şişmeye başladığını, gözlerinin sulandığını anlatan , “ Yürümeyi gezmeyi çok seviyordum ancak artık yürüyemez hale geldim. Birazcık yürüsem ayaklarım davul gibi oluyor, gözlerimden gelen yaşlar yüzümden güneşe bile bakamaz hale gelmiştim.Kayseri de doktora gittim teşhis koyamadılar, Yozgat’ta gittim yine teşhis koyamadılar. Kanında bir şey çıkmıyordu. Bana psikolojik olduğunu söylüyorlardı. Ancak daha sonra bu hastalığın sinirlerle ilgili olduğunu öğrendim. Zaten bende sinir de kalmadı. Kayseri’ye gittim orada Ermeni bir doktor vardı o ilk defa benim hastalığımı bildi.Yeni doğan kızımı emziriyordum bana dedi ki çocuğu artık emzirme” diye uyardı.
ANKARA TIP FAKÜLTESİ YANLIŞ İLAÇ TEDAVİSİ YAPTILAR
Beni daha sonra Ankara da ki hastaneye gönderdi orada tedavim başladı.Ermeni doktor olmasaydı o dönem öylece hastane hastane dolaşacaktım. Erken teşhis olmasına rağmen yatırıldığım Ankara Tıp Fakültesinde beni yanlış ilaç tedavi yapmaları yetmemiş gibi verdikleri ilaçları birden kestiler ve beni taburcu ettiler. Her gün yaklaşık üç defa morfin basılıyordu bana orada. Günde üç defa morfin olur mu? erken kesip beni taburcu ettikleri için iyileşeceğime elim ve ayaklarım çekilmeye başladı. Oysa ben tedaviye geldiğim zaman vücudumun her yeri sağlamdı.Elim, ayağım düzgündü, hiçbir şeyim yoktu.Hastanede bir de bana bir ilaç ismi verdiler ancak çok pahalıydı hiç paramız yoktu alamadım, onlar da bana söz ettikleri ilaçtan vermediler. Kızım okula gidiyordu, param yoktu ki ona kalem bile alim. Ne yapım.Şimdi ki haklım olsaydı hakkımı arardım ama o zaman cahildik. Daha sonra Türkan Sayman da bana baştan doğru tedavi olsaydım bu hale gelmezdim demişti. Benimle aynı hastalığı olanlar günde gün iyileşirken, o Ankara yüzünden Ankara Tıp Fakültesinden çıktıktan hemen sonra yürüyemediğim için fiziki tedavi oldum uzun bir süre. O zaman kızım iki yaşındaydı ondan da ayrılmak durumunda kaldım.Eşim çok iyi bir insandı.Ben 20 yaşındaydım, o 50 yaşındaydı. Köyde başka bir çocuğu sevmeme rağmen, babam beni ona vermişti.Ama iyi bir adamdı. Bana düşkündü. Ayaklarım yara olduğu zaman kendi elleriyle sarardı.Daha sonra ben hastaneyken menenjit hastalığına yakalandı fazla yaşamadı öldü. Bu hastalığın üzerine bir de üzüntüden yüz felci geçirdim. Çok zor günlerdi. Daha 20’li yaşlardaydım. “ Hastalık bizi mahvetti canım benim” diyen Kamile ana, “ Bir hemşirenin getirdiği doldurma gördüğünde ise tüm sıkıntılarını unutmuş gibi mavi gözleri çocuk gibi ışıldanıyor. Zor kullanabildiği ellerinde kaşığı alıp dondurmayı yerken, “ Çek çek kızım doldurma yerken de çek” diyor.
DOKTORLAR KAS AĞRISI, KİREÇLENME DEDİLER 5 SENE ÖYLE KAYBETTİM
Rasime Boyuneğemez en gençleri.40 yaşında. Erzurum Karayazı Köyünde doğdu.Tıpkı Kamile ana gibi Lepra hastalığı onu henüz gençliğin baharındayken 18 yaşında yakaladı. O zaman evli olduğunu eşim Konya Akşehir oturduğu için oraya yerleştiğini anlatan Boyuneğmez, “ İki çocuk annesiydim. Hayatıma çocuklarıma bakarak geçiyordum. Hastalık belirtileri sağ koluma sürekli gelen sancılarla başladı.İki tane doktora başvurdum ancak kimisi kireçlenme dedi, kimisi kas ağrısı dedi.Böyle diye diye aradan 5 sene geçti. Daha sonra kaşlarım, kirpiklerdim dökülmeye, cildim bozulmaya başladı. Ellerim çekilmeye başlayınca çok korkmaya başladım.Daha önce annemin dayısında da bu hastalık varmış.Büyük abim telefon açtı, durumumu öğrenir öğrenmez yanıma geldi. Ve gördüğünde dayımla aynı hastalık olduğunu anladı ve beni hemen İstanbul’a Lepra Hastanesine getirdi. O zaman yeni doğmuş oğlum 10 aylıktı.Lepra teşhisi koyular tedavi altında alındım. 4 ay hastanede yattım Konya’ya geri döndüm 1 yıl orada kaldım çocuklarıma baktım.
BEN TEDAVİDEYKEN KOCAM BAŞKA BİR KADINLA EVLENDİ
İkinci tedavime gittiğim zaman eşim bana haber bile vermeden iki çocuğumu yanına alıp başka bir kadınla evlendi. Ben bu haberi Akşehir de ki bir komumdan öğrendim.Olamaz dedi çok şaşırdım.Eve telefon açtım bana 5 yaşındaki kızım açtı ve öyle bir şey olmadığını söyledi ancak daha sonra gerçek olduğunu öğrendim ve yıkıldım. 7 yıl boyunca Konya’ya geri dönmedim. 7 yıl boyunca kar, kış, yaz demeden kaderimle başa başa bu hastanede kaldım. Eşim ne aradı ne sordu ne geldi, ne para gönderdi.İyi ki Türkan Sayman hoca ve doktor Mustafa Sütlaş vardı.Bize hem annelik ettiler , hem babalık.Onlar arkamda durmasaydı ben delirirdim.Eşim tarafından terk edildim, evlatlarımı göremiyorum, hastayım, yuvam yıkıldı, hastalık bulaşacak diye ailem yüzüme bakamıyordu tam bir çıkmazdaydım.Bir çocuğun annesine anne diye bağırdığını duyunca evlat acısından her gün ‘yavrum’ diye ağıt yakarak ağlıyordum.O zaman üzüntüden burada düştüm kalçam kırılmıştı.Daha sonra rahmetli Türkan Sayman ailemi çağırarak hastalığın bu şekilde bulaşmayacağını, bulaşsaydı kendisine bulaşırdı diyerek onları rahatlattı. Sonra gitmeye ve gelmeye başladılar. Beni evlerine misafir ettiler.Ama evlatlarımı göremedim. Daha sonra Dilek isimli bir ablamız bana bir gün Elazığ’da karısı ölmüş hastanede personel olarak çalışan bir adam tanıdığını onunla evlenmek isteyip istemediğimi sordu.Ben kabul etmedim, iyileştikten sonra hemen çocuklarımı almaya gideceğimin hayalini kuruyordum, kafamda başka bir şey yoktu.Ancak ne param, ne sağlık güvencem, ne bir gelirim vardı. Yarın çocukları alsan ne yapacaktım. Karar verdim o adamla evlenmeye. Daha sonra hayatım bir nevi kurtuldu. Yoksa şimdi kül olup giderdim.Yalçın Çakır’ın televizyon programına çıkarak eşimin evlatlarımı bana göstermediğini anlatım.Allah razı olsun bana yardım etti. Çocuklarımı yanıma getirdi.O zaman kızım 12 yaşına, oğlum ise 8 yaşına gelmişti. Daha sonra hep gördüm onları”. 5 yıldır beri ilaç kullanmadığını, çok daha iyi bir durumda olduğunu ifade eden Rasime, “ Bu hastalık çok şeyimi götürse de, gençliğimi, güzelliğimi, sevdiğim adamı, çocuklarımı benden alıp götürdüyse de hayata olduğuma şükrediyorum. Bugün başka bir adamla evliyim ve mutluyum” dedi.