Kuzey’le müzakere ve çözüm – Veysi Sarısözen

Kuzey’le müzakere ve çözüm – Veysi Sarısözen

Uçak “provokasyonu” kazara ABD’nin ve Batı’nın desteðini alsaydı, AKP hükümeti orduyu sözde Suriye’ye karşı, gerçekte Batı Kürdistan’a karşı ve sahte “güvenlik” gerekçesiyle harekete geçirecekti. Kürtlerin toprakları “tampon bölge” adı altında işgal edilecekti.

Uluslararası ABD, AB ve Çin, Rusya dengesi bu “oyuna” izin vermedi...

Şu anda Batı Kürdistan’da, Beşar Esad rejimi devriliyor ve Kürtler kendi öz topraklarında kendi kendilerini yönetmek üzere, yönetimlere el koyuyor.

Bunun anlamı şudur: Artık Türkiye, Beşar Esad rejimine karşı, kendi “güvenliði” adına “tampon bölge” kuramaz. Çünkü Türkiye’nin, Beşar Esad’a karşı “tampon bölge” kurmak istediði bölgede artık Beşar Esad rejimi yok; Batı Kürdistan halkı bölgeyi Esad rejiminin güçlerinden kurtarıyor ve “iç savaşın” bu topraklara, aynı zamanda Türkiye sınırlarına dayanmasını önlüyor. Göçü de...

O halde, bugünden itibaren, Türkiye’nin “tampon bölge” siyasetinin temeli ortadan kalkmış bulunuyor. AKP hükümetinin bu bölgeye yapacaðı bir askeri müdahale, artık Beşar Esad rejimine karşı bir müdahale olmaz. Beşar Esad rejimini tasfiye eden Kürt halkının meşru iradesine karşı bir saldırı olur.

PYD ile ilgili medyada yürütülen kışkırtıcı kampanyanın amacı, PKK’ye karşı Türkiye’de yürütülen savaşı Batı Kürdistan’a sıçratmaktır. Bunu amaçlayan çevreler, PYD’yi, tıpkı BDP gibi, PKK’nin “uzantısı” olarak göstermeye kalkışıyorlar. Böylece, Suriye’nin “kuzeyinde” Türk devletinin “güvenliðini” tehdit eden bir oluşumu “önlemek” için gerekçe yaratmaya yelteniyorlar.

Bu uydurma ve saldırgan gerekçenin de temeli, Barzani’nin katıldıðı Hewler toplantısında PYD’nin de içinde bulunduðu bir ulusal birliðin gerçekleştirilmesiyle havaya uçmuştur. Şimdi Batı Kürdistan’ı özgürleştiren Kürt güçleri, aralarında Barzani’nin başındaki KDP’nin “uzantısı” olan parti de içinde, tam 16 Kürt ulusal partisinde örgütlüdür. Bunların arasında PYD’nin kesin bir çoðunluða sahip olması, Batı Kürdistan’da yönetime gelen güçlerin çoðulcu yapısını ve ulusal-demakratik karakterini elbette deðiştirmiyor.

O halde, Türkiye’nin Batı Kürdistan’a karşı “PKK’yle mücadele” gerekçesiyle saldırgan bir tutum alması, gerçekte Batı Kürdistan’ın PKK yanlısı olan ve olmayan ve bu arada Barzani yanlısı da olan, tüm güçlerine karşı bir tutum olacaktır. Böyle bir tutumun meşruiyeti, Türkiye’nin PKK’ye karşı yürüttüðü kanlı savaşı destekleyen Batılı çevreler açısından bile savunulamaz.

Batı Kürdistanlı güçlerin yönetimlerini kutlamak gerekir. Eðer onlar Hewler’de birleşme konusunda ve Beşar Esad’a karşı yönetimlere el koyma konusunda gecikmiş olsaydılar, AKP hükümetinin savaş yanlısı çevreleri, muhtemelen Batı Kürdistan’ı güya Esad rejiminin “saldırılarına” karşı işgal etme imkanına kavuşacaklardı. Her devrimde zamanlama devrimin ruhudur. “Dün erkendi, yarın geç, bugün tam zamanı” diyebilen bir politik ve askeri yetenek gösteren Batı Kürdistan güçleri, artık inisiyatifi ele almış bulunuyorlar.

Şimdi Batı Kürdistan güçleri, belli ki, Türkiye’ye “karşı” deðil, kendi topraklarında özgür yaşamak için harekete geçtiler. Onlar Ýhvan’la da düşman cephelerde bulunmuyorlar. Hiç kuşkusuz Kürt halkı, kardeş Alevi Arap halkının, Sünni çoðunluðun diktası altına girmesini de kabul etmeyecek. Neden? Çünkü Suriye Kürtleri, PKK önderi Öcalan’ın “demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik ve konfederal temelde Ortadoðu Ortak Evi programını” savunuyorlar. Suriye’den ayrılmayacaðız diyorlar. Gazetemizin yazarlarından Hüseyin Ali şöyle yazdı:

“Kürtler düşman devletler arasında yaşamaktansa demokratik ülkeler içinde, halklarla kardeşlik temelinde demokrasi ve özgürlüðü yaşamayı tercih ediyorlar. Bu, yeni demokratik Kürt zihniyetinin özgürlük ve demokrasi stratejisi olmaktadır.”

Kürt halkı, bütün parçalarda, içinde yaşadıkları devletleri “bölmek” yerine, o devletleri demokratikleştirmek; sınırları deðiştirmek yerine “sınırları anlamsız kılmak” için çalışıyorlar. Bu da gösteriyor ki, özgürlüðüne kavuşan ve demokratik özerklik statüsüne sahip Kürt halkı Türkiye için tehdit deðildir. Bu boşuna söylenmiş bir söz deðil. Federe Güney Kürdistan bölge yönetimi Türkiye için bir “tehdit” mi? Tıpkı bunun gibi, doðum halinde bulunan Batı Kürdistan özgür bölgesinden Türkiye’ye bir “tehdit” geliyor mu? Şu anda, amaçları birbirine taban tabana zıt olsa bile Kürtler, Türkiye ile birlikte Suriye’de fiilen aynı cephede bulunuyorlar. Özgürleşen Kürt, içinde yaşadıðı ve komşu olduðu hiçbir devlet için “tehdit” deðildir. “Esir” Kürde gelince... Evet, o büyük bir “tehdittir”...

Artık Kürt sorununda yeni aşamadayız. Türk-Kürt sınırı 300 küsur kilometreden, bin küsur kilometreye çıkmak üzere. Soru şu:

Bu sınır bir dostluk sınırı mı olacak, yoksa düşmanlık sınırı mı? Ve unutmamak gerekir ki, bu bin kilometrelik sınırın bir tarafında Türkler, öteki tarafında Kürtler yer almıyor; her iki tarafında Kürtler yer alıyor... Bir halk güneyi özgür, kuzeyi esir yaşayamaz. Sınırı düşmanlık sınırı yapmak demek, o sınırların hızla, daha kuzeye doðru “deðişmesinden” başka hiçbir sonuç doðurmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını korumak istiyorsa Güney ve Güney Batısıyla dostluk, Kuzey’i ile ise müzakere ve çözüm yolunda yürümeli...

Kaynak: Özgür Gündem