Kuzey Suriye'den Ankara'ya mesaj: Bu savaşı kazanamayacaksınız

Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu Kurucu Meclisi Eşbaşkanı Hediye Yusif, 47 günlük direnişin siyasi yorumunu, BM’nin ateşkes kararını, Suriye rejiminin tepkisizliğini, uluslararası camianın sessizliğini, kurulan yeni dengeleri değerlendirdi.

‘Erdoğan-Bahçeli ittifakı Türkiye’yi felakete sürüklüyor.’ diyen Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu Kurucu Meclisi Eşbaşkanı Hediye Yusif, ‘Yani Türk halkı gelip Kürdün toprağı üzerine kuracağı evin kendisine hiçbir faydasının olmayacağını görmeli. Kürdün evini yıkarak kendinize ev yapamazsınız. Bu savaşı kazanamayacaksınız. Bu savaşın bedeli Türkiye’ye ağır olacaktır. Eğer Türkiye bir partinin çıkarları için binlerce gencini gözden çıkarıyorsa, o zaman bizim halkımız da buna karşı durabilecek örgütlülükte ve güçtedir. Türkiye toplumuna şunu söylüyoruz: Bizler komşuyuz, çok iyi komşuluk ilişkileri içinde dostça ve eşit bir şekilde birlikte yaşayabiliriz. Ama sürekli bize silah gösterilecekse, o zaman bize silah göstereni de düşman olarak görüp halkımızı savunmaya devam edeceğiz.’ uyarısı yaptı.

Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu Kurucu Meclisi Eşbaşkanı Hediye Yusif, Türk devleti ve ona bağlı silahlı çeteci gruplarının Efrîn’e yönelik işgal saldırılarına ilişkin Özgürlükçü Demokrasi gazetesine konuştu. Hediye Yusif, geride kalan 47 günlük direnişin siyasi yorumunu, BM’nin ateşkes kararını, BM sözcüsünün açıklamalarını, Suriye rejiminin tepkisizliğini, uluslararası camianın sessizliğini, kurulan yeni dengeleri ve Türk halkının işgale karşı alması gereken tutumu değerlendirdi.

Erdoğan-Bahçeli ittifakının Türkiye’yi felakete sürüklediğini vurgulayan Hediye Yusif, Türk halkının buna karşı tutum sergilemesi gerektiğini belirterek, “Türk halkı gelip Kürdün toprağı üzerine kuracağı evin kendisine hiçbir faydasının olmayacağını görmeli. Kürdün evini yıkarak kendinize ev yapamazsınız. Bu yüzyıllar alacak bir düşmanlığın ve savaşı kapısını açar” dedi.

*Efrîn’e yönelik işgal saldırıları 47 günü geride bırakıyor. Bu işgal saldırıları öncesi siyasi açıdan Kürtler için kötü bir denklemin kurulduğu belirtiliyor. Geriye dönüp 47 güne baktığımızda direnişi ve bu denklemin siyasi yorumunu nasıl okuyorsunuz?

Türk devleti ve etrafında topladığı terör örgütlerinin Efrîn’e yönelik saldırıları 47 günü geride bıraktı. Bu 47 günde halkımız çok büyük bir direniş sergiledi. Kimse bunu hesaplamıyordu. Efrîn’in büyük direnişi ortaya bazı sonuçlar çıkardı. Bunlardan birincisi; halkımızın birliği sağlandı. Bunun yanında da demokratik ve özgür bir yaşam isteyen Kuzey Suriye halklarının birliğini daha da perçinledi. Ayrıca geride kalan 47 gün, belli bir oranda uluslararası sessizliği de kırdı. Ki o sessizlik işgale ortaklık anlamına geliyordu. Evet bu direnişe rağmen uluslararası arenada hâlâ çok somut kararlar alınmış değil ama özgürlük isteyen halklarımız, dünyanın da dört bir yanında ayaktadır ve büyük bir direniş sergiliyor. Birleşmiş Milletler geçtiğimiz günlerde tüm Suriye’yi kapsayan bir ateşkes kararı aldı. Fransa’dan bazı sesler çıktı. Her ne kadar çok zayıf da olsa da bunlar halkımızın direnişi sayesinde oldu.

*Suriye rejimi, Rusya ve İran’ın bu işgal karşısındaki tutumsuzluğunu ya da zayıf tutumunu nasıl değerlendirmek gerekir?

Suriye rejimi çok zayıf bir yapıda. Sahada ciddi bir etkinliği yok. Zaten ciddi bir etkinliği olsaydı, şimdiye kadar Türk devletinin işgaline karşı daha güçlü bir tutum sahibi olmalıydı. Suriye rejimi işgalin önünü alabilseydi Cerablus’ta, Bab’ta alırdı. Bugün Efrîn’de de kimi zayıf adımlar atmaya çalışsa da yetersizdir. Rusya’nın kararlarına karşı çıkamıyor. Oysa ki Türk devletinin Suriye’deki varlığını işgal olarak nitelendirdi ve bunu devletin resmi görüşü olarak dile getirdi ama adım atamayacak kadar zayıf. Bu işgal saldırılarının asıl izin vericisi ve alevlendiricisi Rusya’dır. Bugün Suriye topraklarının savunuculuğunu yapan halkımızdır.

*Türk halkına ne söylemek istersiniz? Yani Türk halkı Kürtlere yönelik bu saldırılar karşısında neden sessiz?

O konuya geçmeden önce şunu belirtmek gerekir: şüphesiz ki Kürt halkı bundan 500 yıl önceki halk değil. Kürt halkı ülkesinin, toprağının, varlığının ve kimliğinin farkında. Zaten Kürt halkı bunun farkında olduğu için bu kadar kahramanca bir direniş sergiliyor ve toprağını sonuna kadar savunuyor. Kürt halkı her şeyden önce artık işgali kabul etmiyor. İşgalcilik hiçbir zaman gelip toprağımızı rahatlıkla işgal edebileceğini, demografyasını değiştirebileceğini ve buraya yerleşebileceğini hayal etmesin. Kürt halkı hiçbir zaman bunu kabul etmeyecektir.

Asıl sorunuza gelince de bu işgal harekatı çok uzun yılları alacak, yüzyılları alacak büyük bir savaşın kapısını beraberinde getirecektir. Bu coğrafyadan gözyaşının eksik olmadığı ve her yerin savaş alanına döndüğü bir durum ortaya çıkaracaktır. Türk halkının da belli bir düzeyde AKP-MHP politikalarından ve Kürt halkına savaşından rahatsız olduğuna inanmak istiyoruz. Türkiye halklarının önemli bir oranının bu işgalden rahatsız olduğunu biliyoruz. Türk demokratları, emekçileri, barışseverlerinin, yoksullarının bu savaşı istemediğini biliyoruz. Ama Türk devleti çok şoven bir milliyetçilikle bu savaşı yürütüyor. Fakat her şeye rağmen Türk halkının Türk devletinin bu işgaline karşı daha güçlü bir ses çıkarmasını bekliyoruz. Bu savaşın Türk devletine hiçbir kazancı olmayacak. Erdoğan’ın partisi dışında bu savaşın kimseye faydası olmayacak. Kaldı ki uzun vadede en büyük zarar da o partiye olacaktır.

Erdoğan-Bahçeli ittifakı Türkiye’yi felakete sürüklüyor. Yani Türk halkı gelip Kürdün toprağı üzerine kuracağı evin kendisine hiçbir faydasının olmayacağını görmeli. Kürdün evini yıkarak kendinize ev yapamazsınız. Bu savaşı kazanamayacaksınız. Bu savaşın bedeli Türkiye’ye ağır olacaktır. Eğer Türkiye bir partinin çıkarları için binlerce gencini gözden çıkarıyorsa, o zaman bizim halkımız da buna karşı durabilecek örgütlülükte ve güçtedir. Türkiye toplumuna şunu söylüyoruz: bizler komşuyuz, çok iyi komşuluk ilişkileri içinde dostça ve eşit bir şekilde birlikte yaşayabiliriz. Ama sürekli bize silah gösterilecekse, o zaman bize silah göstereni de düşman olarak görüp halkımızı savunmaya devam edeceğiz. Türkiye toplumunun AKP’nin kendilerini çektiği felakete karşı tutum sahibi olmasını bekliyoruz.

*BM sözcüsü önceki gün yaptığı açıklamada, Efrîn halkının kentten çıkmak istediğini ancak Efrîn yönetiminin buna izin vermediğini iddia etti. Bu doğru mu?

Bu açıklama kınanacak bir açıklamadır. Çünkü BM Efrîn’de ne olduğunu bilmiyor, sadece Türk devletinin yalanlarına inanıyor. Birleşmiş Milletler’e şunu hatırlatmamız lazım: bizler de burada bir milletiz, bir halkız, tarih ve toprak sahibiyiz. Bu coğrafyada teröre karşı savaşan bizdik, terörü kıran bizdik. İşgal altında olan biziz, işgal eden de Türk devletidir. BM, bize kaçış yolu arayacağına aldığı kararların uygulamasını incelesin. Türk devleti burayı boşaltacağını ve yabancı kişileri getirip yerleştireceğini açık açık söylüyor. BM de bize kaçış yolu arıyor. Bunun meali budur. BM halkımıza kaçış yolu aramasın. Eğer BM insan haklarını savunuyorsa, Türk devletine sen kendi topraklari üzerinde huzur içinde yaşayan ve yüzbinlerce mülteciye kucak açan insanlara saldırıyorsun demeli. Sen teröre kapı aralıyorsun demeli. BM’nin bize kaçış yolu aramaktan, toprağımızı boşaltma yolu aramaktan, Suriye’yi boşaltmaktan başka işi kalmadı mı?

Bizler BM’nin bu kararını kabul etmiyoruz, reddediyoruz. Efrîn’de bugün 500 bin insan direniyor. Hangi güç silah zoruyla 500 bin insanı direnişe zorlayabilir? Kim insanları zorla savaştırabilir? Eğer zorla olsaydı, Efrîn halkı Türk devletinin sınırda açtığı kamplara koşardı. Ama kimse gitmiyor. Kimse teslimiyeti kabul etmiyor. Tek bir insanımız Türk devletine teslim olmuş değil. Ölene kadar direniş sergilemişler. Bizler BM’nin ateşkes kararına saygılıyız. Onların Suriye’de savaşı durdurma gibi her türlü girişimlerini saygıyla karşılıyoruz. Ama toprağımızı ve tüm Suriye’yi boşaltacak kararları da kabul etmiyoruz. Bunlar kınanacak kararlardır. Nitekim halkımız da öyle yapıyor. Halkımız toprağını bırakmayı kabul etmiyor. Bu topraklarda doğmuş, büyümüş ve burada kan dökmüş. Bizler “güvenli yollar” arayışında değiliz ki. Birleşmiş Milletler, halkımızın nazarında saygınlığını kaybedecek açıklamalar yapmamalı, öyle kararlar almamalı.

BM’nin aldığı ateşkes kararını olumlu buluyoruz, ama halkın burayı boşaltması açıklamalarını da yanlış buluyoruz. O zaman bu açıklama sahiplerine şunu sorarız: Senin Türk devletinin işgalinde ne çıkarın var, hangi ortaklıklar yaptınız da halkımızın topraklarını boşaltmasını istiyorsunuz? O zaman bizim de bu soruları sorma hakkımız var. Halkımızın mültecileşmesini, mülteci kartlarıyla yaşamasını, insan tacirlerinin eline düşmesini, belirsiz sularda can vermelerini istemekte ne hakkınız var? Birleşmiş Milletler’e son sözümüz şudur: Eğer saygınlığını korumak istiyorsan heyetini gönder, gelsinler ateşkes kararınızı da izlesinler, halkımızın da görüşüne kulak versinler.

*Son sorumu ropörtajımızın başında dikkat çektiğiniz ‘yeni dengeler kuruluyor’ cümlesine ilişkin olacak. Bu yeni dengelerde Kürtlerin yeri neresi olacak?

Kürt halkı nerede halkların hakkı savunuluyorsa, orada yerini alacak. Bizler Kürt halkı olarak yüz yıl önceki dengelerde orada burada yer alan bir halk değiliz artık. Kürt halkı, nerede halkların menfaatleri, özgürlükleri ve hakları tanınırsa orada yer alacaktır. Bizler üçüncü yol çizgimizde ısrarlıyız. Bu da halkların hakları, özgürlüğü, demokratik bir yaşam ve demokratik ve federal bir Suriye’yi esas alan çizgidir. Yine tekrarliyoruz diyalog ve çözüm için, demokratik bir vatan için her türlü siyasi çabanın tarafıyız ve o çabalara güç vermeye hazırız. Bunun için direniyoruz. Demokratik, federal ve birlik içindeki bir Suriye için eşsiz bir direniş sergiliyoruz.

*BM’nin aldığı kararı değerlendirirseniz…

BM’nin aldığı karar anlamlıdır ama yetersizdir. BM’nin bu kararı uygulaması lazım. Türk devleti burada Kürtleri, Arapları, Ermenileri, Türkmenleri ve tüm halkları hedefliyor. Türk devletinin işgal amacı var ve işgale karşı durmak gerekir. Teröre yardım ve yataklık yapan bir devletten söz ediyoruz. Efrîn’e yönelik saldırılar basit saldırılar değil, çok büyük bir komplodur. Bu komplo Suriye’de siyasi çözüm arayışlarının arifesinde oldu. Türk devleti çözüm istemiyor. Bunun için uluslararası camianın buna daha fazla sessiz kalmamasını umuyoruz.

*Uluslararası camiadaki bu sessizliğin nedeni nedir?

Başından beri söylüyoruz: sessizlik ortak olmaktır, sessizlik onay vermektir. Türk devleti Avrupa ülkelerini mültecilerle tehdit etti, NATO üyelerini İncirlik ve terörle tehdit etti. Türk devleti birçok bölge devletini de siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerle kendisine ortak yaptı. Bu sessizlik de bu tehdit ve ilişkilerden doğuyor. Ama daha genel bir perspektiften baktığımızda dünya çok büyük bir savaşa doğru sürükleniyor, üçüncü dünya savaşına sürükleniyor. Her devlet büyük savaş için hazırlıklar yapıyor. Herkes kendisine müttefikler bulmaya çalışıyor. Büyük savaş için kutuplar oluşuyor. Sessizliğin kaynağı budur.