Kürt Basını Davasından notlar...

Kürt Basını Davasından notlar...

Ýstanbul 15. Aðır Ceza Mahkemesi'nde 36'sı tutuklu 44 gazetecinin yargılandıðı davanın duruşmasında, ilk gün avukatların konuşmasıyla geçti. Mahkeme Başkanı'nın keyfi biçimde salonu boşaltıp duruşmanın saatini deðiştirmesi ve adliye binasındaki polislerin-yetkililerin tutuklu yakınlarıyla gazetecilere yaklaşımıysa, gün boyunca tepkilere yol açtı.

Saat 10.00'u bulduðunda duruşmanın yapılacaðı binanın önünde toplanan kitlenin arasında milletvekillerinin, tanınmış gazetecilerin ve dış ülkeden katılan heyetlerle Kürt anaların bulunmasının doðal bir 'coşku' yarattıðı söylenebilir.

Salona girişte davayı izlemek için gelen Alman heyete tutuklu yakınları tarafından özel bir ilgi gösterildi ve bunu, kendilerine sıra haklarını vererek-birkaç kez teşekkür ederek gösterdiler.

Duruşmayı izlemek için Çaðlayan Adliyesi'nde bulunanların sayısı tabii ki azımsanamazdı ama polisin-yetkililerin tutuklu yakınlarıyla gazetecilere takındıðı tutumu, bu gerekçenin oluşturduðuna inanmak zor. Bilinçli bir psikolojik baskı hakimdi. Yaşlı-hasta dinlenmeden birkaç saat ayakta bekletilen tutuklu yakınları vardı. AKP'ye yakın haber ajansları duruşma salonuna ilk dakikalarda alınırken; Kürt gazeteciler olarak bizler ve muhalif basından arkadaşlarımız, 'şımarık' güvenlik görevlilerine direnmek durumunda kaldı. Milletvekillerinin talebini dahi dikkate almayan güvenlik görevlilerinin, saatlerce gazetecileri turnukelerde bekletmeleri ve "bize gelen emir böyle" diyecek kadar da 'cesur' olmaları, fiziki arbedelere yol açtı. Gazeteci Ahmet Şık'a fiziki müdahalede bulunmaya çalışan güvenlik görevlisinin, diðer gazetecilerin engellemesiyle geri çekildiðini de, ekleyelim.

Duruşma salonunda tutsak meslektaşlarımızla yakınlarının-arkadaşlarının buluşması, yenilmezliðin resmi gibiydi. Tutsakların sloganlarına salondakiler alkışlarla karşılık verirken; ajansımızın muhabiri Zeynep Kuray, çoktan 'oturması gereken yere çıkmıştı' bile; baskıların kendilerini yıldırmayacaðını, bu pozuyla haykırdı. Yine ANF Muhabiri Ýsmail Yıldız da, kızı Zerya Zin'e özlemini bakışlarıyla belli ediyordu. Çok kısa süreliðine bebeðini kucaðına aldıðında, askerlerin bebeði geri alması; Ýsmail ve Zerya Zin'in gözlerinden yaş akıtmıştı...

"Kürtçe konuşma" ve anadilde savunma hakkı tartışmaları, avukatların davaya organize bir halde hazırlandıðını da, gösterir nitelikteydi. Örneðin avukatlardan kimisi hukuki boyuta dikkat çekerken; siyasi ve tarihi gerçekler de başka avukatların gündemiydi. Hatta bir avukatın, anadil kullanımına yönelik devletin-mahkemenin tutumuna dair eleştirilerinin kaynaðı da, Kur'an olmuştu. Ýslamiyet'i baz alarak, dil yasakçılıðına böylece deðinmesi, nihayetinde ilgi çekici ve hükümetin 'din tüccarlıðını' teşhir eden içerikteydi. Yalnız şunu da eklemek gerek: Avukatların ortak karar sonucu çoðunlukla anadil tartışmasını gündemlerine almaları, kimi tekrarlara da yol açmıyor deðildi. Pek çok avukat için, "aslında arkadaşlarımız deðindi", "arkadaşlarımın savunmalarıyla paralel düşünüyorum" gibi ifadelere mecbur kalmak, tek sorun olarak görülebilir.

Avukatlardan bazıları, yer yer 'mizahi' göndermelerle de, salondaki gülüşmelerin sebebi olmuşlardı. Bu, ciddiyeti kaçıran haliyle deðil; tam da gerçeðin izinde sınırlı kalınarak tercih edilmişti. Öyle ya, tutuklu yakınlarının 1 yıla yakındır kavuşamadıkları kişiler yargılanırken; gülmeleri beklenemezdi. Yani, bu göndermeler de ilgi çeken, hak verilen minvaldeydi.

Mahkeme Başkanı Ali Alçık'ın şimdiye kadarki siyasi davaları yöneten hakimleri aratmadıðı, söylenebilir. Şaşırtan tek tutumuysa; birçok hakimle ters düşerek, Kürtçe için "bilinmeyen dil" veya "Kürtçe olduðu iddia edilen dil" tarifini bir yana bırakıp; 'Kürtçe yanıt verdiler' şeklinde tutanaða geçmesiydi. Ancak duruşma ortalarında ve sonlarına kadar Mahkeme Başkanı'nın gerek izleyenleri gerekse de avukatlarla tutuklu meslektaşlarımızın sabrını sınayan tutumları da, mevcuttu. Örnek vermek gerekirse; neredeyse hiçbir avukatın mikrofon kullanarak konuşmasına izin vermedi. Ýzleyenlerin 'duymuyoruz' diyerek seslerini yükseltmelerine, her defasında 'duyulur duyulur' gibi ciddiyetsiz karşılıklar vermesi, kabul edilir deðildi. Ayrıca, izleyenlerin haklı tepkilerine 'salonu boşaltırım' tehdidi de, cabasıydı. Zaten, tutsakların sloganları ve izleyenlerin alkışlarıyla birlikte, duruşmayı, henüz başlamadan saatler sonrasına ertelemeye gerek görmüştü.

Tutuklular ve yakınlarının bir yandan avukatların konuşmalarına kulak kabartırken; öte yandan birbirleriyle bakışmaları-kısık sesle konuşmaya çalışmaları da, duruşma sonuna kadar sürmüştü. Hatta tutsakların gözlerini-bakışlarını özleyenler, sinyal vermenin formülünü de bulmuştu: Kendilerine bakmalarını istediklerinde, salonun ışıklarını söndürüp kapatarak!